HT Gastro
Stil

Anneliğin karanlık yüzü

Aralarında 6 yaş olan iki kızım var. Evimize bolca neşe, mutluluk, eğlence, merak ve çok özel duygular getirdiler. Bu hikâyenin sadece bir kısmı. Aşağıdaki de geri kalanı... Bir bebeği büyütürken, doğururken ve ona bakarken bize neler olduğuna dair.

Giriş: 17.06.2024 - 09:47 Güncelleme: 17.06.2024 - 22:34
Haberler Stil Anneliğin karanlık yüzü

Kim ne derse desin kadının hayatını muazzam şekilde değiştiren yegane şey çocuk sahibi olmasıdır. Çünkü bir insanın hayatında zihnen ve bedenen bu kadar büyük değişime uğradığı başka bir dönem yoktur. Ne ilk adet, ne mezuniyetler, ne evlilik, ne terfi almak, ne de çok daha iyi bir ülkeye ya da şehre taşınmak... Hiçbir şey annelik kadar kadının hayatını değiştiremez. Kadınlıktan anneliğe geçiş duygusal ve varoluşsal kırılmaların tüm yelpazesini içeren bir geçiştir.

Anneliğe geçişi fazla yaygara kopartmadan atlatmamız beklenir

İnsan hayatında değişikliğe ya da yeniiğe sebep olan her olay, iyi de olsa kötü de olsa travma yaratır, denge sarsar, strese sokar. Üstelik kadından, doğum sonrası yaşadığı psikolojik, hormonal ve fizyolojik değişimi çok fazla yaygara koparmadan atlatması beklenir. Anneliğin beyni, endokrin sistemini, bilişi, uykuyu, bağışıklığı, ruhu, mikrobiyomu, benlik duygusunu nasıl etkilediğini doğru düzgün bilmediğimizden kaynaklanır bu.

Anne olmak bir kadında neleri değiştirir?

Lucy Jones'un annelik anlayışını sorguladığı "Matrescence: On Pregnancy, Childbirth, and Motherhood" adlı yeni kitabında "herkes ergenlerin aşırı zihinsel ve bedensel değişimler geçirdikleri için rahatsız ve garip olduklarını bilir ancak bebek sahibi olan kadınların kolaylıkla ebeveynliğe geçiş yapmaları beklenir." diyor. Jones ilk çocuğunun doğumundan sonra başına gelenleri hayatının en büyük dramı olarak tanımlıyor: Anneliğin kutsal, huzurlu, sakin ve dingin olacağını sanmıştım ama çok sert ve acımasızdı.

Annenizin bedenini hiçbir zaman tam olarak terk etmediğinizi biliyor muydunuz?

Geçtiğimiz on yıl içinde bilim insanları doğumun hücrelere ne yapıyor olabileceğine dair inanılmaz teoriler geliştirdi. Doğumdan sonra annenizin bedenini hiçbir zaman tam olarak terk etmediğinizi biliyor muydunuz? Hücreler siz büyürken plasentayı geçip annenizin bedeninde onlarca yıl, belki de sonsuza kadar kalmaya devam ediyor. Hamilelik sırasında anne ve fetüs arasında plasenta yoluyla gerçekleşen hücre alışverişinden sonra fetal hücrelerin annenin karaciğer, kalp, beyin, akciğerler ve kan dahil olmak üzere organ ve dokularında ve en önemlisi hastalık ve hasar bölgelerinde kaldığı tespit edildi. Sezaryen izlerinde ve meme tümörlerinde bulunmuşlar. Annenin hücreleri de çocukta kalır ve bazen küçük kardeş büyük çocuğun hücrelerini taşır.

Hamilelik annenin beyin yapısında neyi değiştirir?

Bu hücre transferi hem annenin hem çocuğun hayatta kalmasına katkıda bulunan kalıcı bir bağlantı. 2010'lara kadar anne beyni hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorduk ancak bazı bilim insanları, anneliğin beyin üzerindeki etkisinin, beynin ergenlik döneminde geçirdiği değişikliklerle benzer olduğunu gösterdi.

Anne ne kadar uykusuz ve yorgun olursa olsun gece bebeğinin ağlamalarına cevap verebiliyor

2010'dan sonra Nature Neuroscience bilim dergisinde annelerin beyinlerinde gri maddede küçülme ve kortikal kalınlıkta azalma olduğunu ortaya koyan bir çalışma yer aldı. Hamilelik beyin yapısında belirgin ve tutarlı değişiklikler yapıyordu. Yayına göre beyin bebeğe karşı duyarlılığı teşvik edecek şekilde yeniden yapılanıyordu ve bir bebeğe bakma görevine uyum sağlamak için gerekenler konusunda daha verimli hale geliyordu. Annenin beyinde kendisinin ve bebeğin bu durumdan sağ çıkmasını mümkün kılacak bazı yapısal değişiklikler gerçekleşiyordu. Bu sayede anneliğe ve bebek bakımına daha hızlı adapte olabiliyorduk. Yani anne ne kadar uykusuz ve yorgun olursa olsun geceleri bebeğinin ağlamalarına cevap verebiliyordu. Hamilelikte bazı hormonların seviyeleri 200, 300 hatta bin kat artıyor. Bazı hormonlar da sadece hamileliğe özgü olarak ortaya çıkıyor.

Annelik büyük ve travmatik bir yaşam krizi

İlk anneliğimde doğal doğum ve emzirme hakkında toplum baskısı gördüm. Eskisi gibi aile büyüklerinin, teyzelerin, halaların, kuzenlerin yakınlarda olduğu bir hayat sürmüyoruz ne yazık ki. Doğumla beraber yetişkin hayatımın en yalnız ve en mutsuz zamanlarını geçirdim diyebilirim -ki araştırmalara göre yeni annelerin %38'i her gün 8 saatten fazla yalnız kalıyor.

Hamile kalmadan önce vücudumun, beynimin ve benliğimin kalıcı değişikliklere uğrayacağını bilmiyordum. Hamileliğin hormonal etkisinin, bebeğin büyümesini sağlamak için geçici olduğunu, bebek doğduktan sonra her şeyin eskisi gibi normale döneceğini zannetmiştim. Öyle olmadı. Doğumdan sonra değişmiştim, başka biriydim. Aynı zamanda tıpkı bebek gibi savunmasızdım. Çocuk sahibi olmanın beni üzgün, öfkeli, kırgın, desteksiz ve kaybolmuş gibi hissettirebileceğini kabullenmek konusunda zorlandım.

Lohusa depresyonu denen şey...

Sütüm az olduğu halde "sakın mama verme, emzir, emzirdikçe sütün çoğalır" diyen, bebeğinmin açlıktan katıla katıla ağlamasında ısrarcı bir doktorum vardı. Bebeğim hiç uyumuyordu. Tükenmiştim, ağrılarım vardı, banyo yapmaya bile vakit yoktu. Bu arada hastanede yeni doğum yapmış ve sütü bir türlü gelmeyen annenin yatağının başında ağlayan bir ebeye tanık oldum. Kendi kendine yatışıp yatışmadığını görmek için bebeği kucağına almadan önce 30 saniye ağlatmak konusunda anneden izin alan bir doğum hemşiresi ile tanıştım. Tüm bunlar beni hem ruhen hem de bedenen oldukça hırpalamıştı.

Çoğu zaman kendimi, kendi annemin 4 çocuklu annelik deneyiminin nasıl olduğunu merak ederken buluyordum. Keyifli anlar elbette çoktu, mutlu olduğum anlar boldu, ama stres, uykusuzluk, yalnızlık, çaresizlik, kaygı, tecrübesizlik, hayal kırıklığı, suçluluk, öfke, korku, yetersizlik hissi, ruh halindeki dramatik değişimler, hepsini yaşadım. Kadınlar daha yalnız, daha kadınsız kalmaya başladığından beri, lohusalık bakımıyla ilgili bilgiler azalıyor, zamanla kayboluyor. Gerçek şu ki lohusa depresyonu, doğum yapan her 7 kadından birinde görülebiliyor.

Anne olmak sanıldığından çok daha büyük bir mesele

İnsanın hayatında bu kadar dramatik şekilde psikolojik ve fiziksel değişim yapan başka bir dönem yoktur. Örneğin İngiltere'de kadınların %20'si hamilelikte veya anneliğinin ilk yılında hafif ve orta şiddetli depresyon, anksiyete ve psikoz sorunu yaşıyor. Araştırmalara göre intihar, İngiltere'de doğumdan sonraki 6 hafta ile 1 yıl arasındaki perinatal dönemde kadınlar için önde gelen ölüm nedeni. Hamilelik boyunca hormon seviyelerindeki dramatik artış ve ardından plasenta atıldığında yaşanan dramatik düşüş de kadındaki hassasiyetin bir diğer nedeni.

Bir çocuk dünyaya getirmek elbette çok güzel bir şey. Kendi başına çok anlamlı. Ama bu çalkantılı duygulardan arınmış bir şekilde olmuyor. Bir kadının ebeveyne dönüşümü, yaşadığı depresyon mahrem kabul edilir, toplumda pek sözü edilmez, anne şikayetçi olmaz ve konu pek duyulmaz ama en cıvıl cıvıl kadınlar bile doğum sonrasında çeşitli zorluklar yaşayabiliyorlar. Bu zorluklar gerçek. Ancak yardım alındığında üstesinden gelinebilecek zorluklar...

Matrescence nedir?

Matrescence, bir kadının ebeveynliğe geçişini tanımlayan bir terim olarak ilk defa 70'li yılların ortalarında Antropolog Dana Raphael tarafından bir makalede kullanılmış. Psikiyatrist Alexandra Sacks, yıllar sonra bu terimden bahseden ilk kişi. Aynı çocukluktan yetişkinliğe geçişi tasvir eden ergenlik (adolesence) kelimesi gibi, matrescence kelimesi de hormonal, fiziksel ve duygusal açıdan kadının ebeveynliğe evrilme sürecini tasvir ediyor. Sacks "araştırmalar bebeğin nasıl doğduğuna odaklanıyor ancak kadının kimlik değişimine odaklanmak da bir o kadar önemli. Kadının psikolojisinin ebeveynliğini nasıl etkilediğini de incelemeliyiz. Hamileliğin hormonal değişikliklerinden geçen kadınlar özel bir nörobiyolojik deneyime sahip olabilir" diye açıklıyor.

Kadın için yeni bir kimlik doğurmak bir bebek doğurmak kadar zorlu olabilir

Bu dönemde, kadın bir yandan kimliğinin bir parçası olarak anneliği kabul etmeye çalışır, diğer yandan önceki kimliğine ait yönleri sürdürmeye çabalar. Dr. Sacks, matrescence döneminde birçok kadının, önceden sahip olduğu özgürlüğü ve belki kariyerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabileceğini anlatıyor. Bununla birlikte, birçok kadın aynı zamanda yeni bir yaşam hedefi ve kimlik rolü kazanmış olur. Annelik kimliğin bir parçası olur ancak bir kadının tüm kimliğini oluşturmaz.

Kadınlar kendilerini annelikten önce oldukları kişi ile şimdi olmaları gereken kişi arasında kaybolmuş hissettiklerinde, çoğu kişi bir şeylerin çok yanlış gittiğini düşünür. Oysa bundan rahatsızlık duymak kesinlikle normaldir.

Ne onlarla ne onlarsız

Bir çok ebeveyn böyle düşünüyor. Çocuklarıyla olduklarında kendileri gibi hissetmediklerini, çocukları olmadan da rahatsız olduklarını anlatıyor. Ebeveyn olarak kaybettiğiniz benliklerinize nasıl ulaşacaksınız? Yası genellikle gerçek ölümle ilişkilendiririz, ancak bir de "değersizleştirilmiş yas" denen bir şey vardır ki onun cenazesi yoktur. Bu, duygularımızı dış dünyaya hatta bazen kendimize bile gösterecek kadar rahat hissetmediğimizde, kabullenilmemiş kayıptan kaynaklanan kederdir.

Kaybettiğimiz benliğimize nasıl ulaşacağız? Kendi seçimlerimizi yapabilmek ve kendi değerlerimize göre yaşayabilmek bir lüks değil, haktır. Kendi sevgimizi ve özgürlüğümüzü çocuklarımıza aktarabilmek, çocuklarımıza kendi sevgilerini ve özgürlüklerini bulma cesaretini vermek demektir. Bir aile oluşturmak ve çocuk yetiştirmek, kendi kimliğimizi ve değerlerimizi çocuklarımıza aktarmanın bir yoludur. Bir ebeveyn olarak, tek rolde değilsiniz, bir insan olarak yaşıyorsunuz. Kendi değerlerinize ve inançlarınıza sadık kalarak, çocuklarınıza kendileri olmayı ve kendi değerlerine sadık kalmayı öğretirsiniz. Ve bu özgürlük demektir.

Doğum sonrası kadınların psikolojisini anlamak

Psikanalist Paola Mariotti, The Maternal Lineage (Anne Soyu) adlı kitabında, bir kadının annelik kimliğinin annesinin tarzına benzediğini ve nasıl yetiştirildiğinden etkilendiğini söylüyor. Bir bakıma, kadın ebeveynlik eyleminde kendi çocukluğunu yeniden yaşar, iyi olan şeyleri tekrar eder ve iyi olmayan şeyleri iyileştirmeye çalışır. Eğer bir kadın annesiyle zor bir ilişki yaşadıysa, sahip olmak istediği anne olmaya çalışabilir.

Annelik deneyimi iyi ya da kötü değildir, hem iyi hem de kötüdür. Odak noktası çocuk olsa bile, hamile ve doğum sonrası kadınların psikolojisini anlamak daha sağlıklı ebeveynliği teşvik etmeye yardımcı olabilir. Kendi psikolojileri hakkında daha fazla farkındalığa sahip anneler, çocuklarının duygularına karşı daha empatik olabilirler.

University College London Anna Freud Centre'da psikanalist olan Joan Raphael Leff, bebek dünyaya geldiğinde kadının bebekle ilgili çoktan duygular geliştirmiş olduğunu belirtiyor. Hamilelik ilerledikçe, kadın hayali olan çocuk hakkında bir hikaye yaratır ve bu hikayeye duygusal olarak yatırım yapar. Bir kadının hamilelik ve annelik fantezileri, kendi annesinin ve diğer kadın akraba ve arkadaşlarının deneyimlerine ilişkin gözlemleri, içinde yaşadığı toplum ve kültür tarafından şekillendirilir. Bu hayaller o kadar güçlü olabilir ki, gerçeklik kadının hayalleriyle uyuşmadığında hayal kırıklığına uğrar.

Bir kadının zihninde her zaman bir ideal anne vardır

İdeal anne her zaman neşeli ve mutludur ve çocuğunun ihtiyaçlarını her zaman ön planda tutar. Kendisinin çok az ihtiyacı vardır. Pişman olacağı kararlar almaz. Çoğu kadın kendini bu anneyle kıyaslar ama asla ona yetişemez çünkü o gerçek değildir. Ancak mükemmellik için çabalamak kadınları utanç ve suçluluk duygusuna sürükler. Zaman zaman kendi ihtiyaçlarını çocuklarınınkinden üstün tutmaları gerekir. Çoğu kadın utanç duymaktan bahsetmez çünkü bu genellikle kimsenin bilmesini istemedikleri bir şeydir. Utanç, "bende bir sorun var" duygusuna yol açar.

Doğum sonrası depresyonla mücadele eden ünlüler

Şimdi bir de instagramdaki hamile ve doğum sonrası süper anne imajını düşünün: Doğum öncesi yoga yapan, uykusuzluğun zorluklarından etkilenmemiş gibi görünen, makyajlı, çok yönlü, seksi, mütevazı ve çokça da görev sahibi. Bu kadın bir kurgu. Sosyal medyada görünen gerçekçi olmayan mükemmel anne örnekleri diğer kadınların yetersiz hissetmesine neden oluyor.

Doğum sonrası depresyonla mücadele ettiğini açıklayan bir dizi ünlü arasında Chrissy Teigen, Adele, Gwyneth Paltrow, Brooke Shields, Reese Witherspoon, Alanis Morissette, Courteney Cox, Ivanka Trump, Behati Prinsloo var. Aslına bakarsanız doğum sonrası depresyon, annelerin yüzde 10 ila 15'ini etkileyen bir halk sağlığı sorunu.

Bu içeriği paylaş
İLGİLİ İÇERİKLER