Prestijli ödüllerin sahibi bilim insanı Meltem Elitaş: Hayatımızı iyileştirecek buluş ondan gelebilir
İnsanlığı hastalıklara karşı savunmasız bırakan en büyük tehlikelerden biri antibiyotik direnci. Bilim insanları günümüzde yeni antibiyotikler geliştirilmesi konusunda girdiğimiz çıkmaza dikkat çekiyor. Bir başka tehlike ise küresel ısınmanın artmasıyla buzullarda uzun süredir uyuyan mikropların yeniden canlanması. "Bu mikroplara karşı kullanabileceğimiz yeni antibiyotik türleri olmazsa Covid-19'da yaşadığımız pandemi koşulları tekrarlayabilir" diyen bilim insanı Meltem Elitaş, bunu önleme hedefiyle çok önemli çalışmalar gerçekleştiriyor. Dünyanın da dikkatini çeken araştırmalarda imzası olan ve prestijli ödüllere değer görülen Elitaş'ın bir bilim insanı olarak en önemli amacı canlıların hayatını iyileştiren bir buluşa imza atmak. Habertürk Sağlık Yazarı Ceyda Erenoğlu'nun haberi
Doç. Dr. Meltem Elitaş Türkiye’de iyi bilim insanları yetiştirmek için yurt dışından dönmüş idealist bir akademisyen. Erken yaşlarda “Suyun kaldırma kuvveti”, “Mendel Çaprazlaması” gibi konulara ilgi duyduğunu fark etmiş. Küçük bir köyde, eğitimli bir çiftçi ailenin çocuğu olarak doğmuş. İlgi alanları konusunda ne ailesinde ne de çevresinde ona rol model olabilecek meslek sahipleri yokmuş. Kendisini, “O yaşlarda bilim insanı olmak isteyen ama nasıl olunacağını bilmeyen biri” olarak tanımlıyor.
İlk düşüncesi, tıp okursa üniversitede kalıp araştırma yapabileceği olmuş. Lise yıllarında tıp ile fizik arasında seçim yapmak zorunda kalmış. “Bu iki temel bilim çok ilgimi çekiyordu. Aslında mühendislikler de uygulamalı temel bilimlerdir ama elektrik mühendisi olmak gibi bir hayalim yoktu. Bu nedenle lisans eğitimim sırasında daha iyi bir bilim insanı olabilmek için matematik ve mühendislik alanlarında çift ana dala başladım” diyor ve devam ediyor; “Matematik mühendisliği stajı yaptığım uluslararası bir firmadan güzel bir iş teklifi almam hayatımdaki kırılma noktalarından biriydi. Ya Sabancı Üniversitesi’nde yüksek lisans yapacaktım ya da bu firmada Almanya ortaklı bir mühendislik işini kabul edecektim. İş için görüşmeye gittiğimde üniversitede devam etmeye karar verdim. Bu kararımın altında sağlık alanına, doğaya, kısaca yaşama duyduğum ilgi yatıyordu. Doktora programına ‘Ecole Polytechnique Federale de Lausanne’’dan (EPFL) mekatronik ve kardiyovaskular sistemleri birleştirme konusunda görüşme daveti alarak gitmiştim. Seçimimi daha temel bir bilim alanı olarak gördüğüm bakteriyoloji grubundan yana yaptım.”
YENİ ANTİBİYOTİK GELİŞTİRME HEDEFİ
Günümüzde yeni antibiyotik geliştirilmesi konusunda çıkmaza girdiğimizi ve 1950’li yıllardan sonra antibiyotik keşfetme ya da geliştirme hızımızın olmadığını söyleyen Doç. Dr. Meltem Elitaş, yanlış, fazla dozda ya da gereğinden uzun süre antibiyotik kullanımı halinde bakterilerin antibiyotiklerin çalışma mekanizmalarını öğrenip o mekanizmaları yok ettiklerine ve bu durumun “antibiyotik direnci” olarak adlandırıldığına dikkat çekiyor. Elitaş; “Diğer yandan küresel ısınmanın artmasıyla, buzullarda uzun süredir uyuyan mikroplar tekrar canlanıyor. Ya bizim bağışıklık sistemimiz bu mikropları unuttu ya da bu mikroplar buzullar altında bağışıklık sistemimizin tanımadığı yenilikler kazandı. Bu mikroplara karşı kullanabileceğimiz yeni antibiyotik türleri olmazsa Covid-19’da yaşadığımız pandemi koşulları tekrarlanabilir. Bunun dışında Dünya Sağlık Örgütü’nün de (DSÖ) üzerinde hassasiyetle durduğu tüm antibiyotiklere karşı dirençli enfeksiyonlar var. Örneğin ‘ilaca dirençli verem’ gibi enfeksiyonlar günümüzde kullandığımız antibiyotiklerin hiçbiriyle tedavi edilemiyor. Bu enfeksiyonların yayılmaması ve pandemi oluşturmaması için acilen etkin antibiyotiklerin geliştirilmesi gerekiyor” diyor.
ESKİ ANTİBİYOTİKLERİN ÇALIŞMA MEKANİZMALARINDA YENİ YÖNTEMLER
“Yeni antibiyotikler geliştirilmesi için ne tür çalışmalar gerçekleştiriyorsunuz? Eski antibiyotiklerin çalışma mekanizmalarına daha önce bakılmamış yöntemlerle bakmak ne demektir” sorusunu yönelttiğimiz Elitaş, “Öncelikle antibiyotik çalışmalarını yaptığımız kültür ortamını değiştiriyoruz. Bunları ‘Flask’ olarak adlandırdığımız cam bir kapta büyütmek yerine bakterilerin büyüdüğü doğal koşulları taklit edebilen yapay ortamlar geliştiriyoruz. Bakterilerin davranışlarını anlayabilmek için onların fiziki dünyasına, mikro boyuta inerek (metrenin milyonda biri) bakteri ve içinde bulunduğu çevrenin etkileşimini inceliyoruz. Bunun sonucunda hangi faktörlerin bu çevrede bakterinin üremesini ve direnç geliştirmesini artırdığını belirliyoruz. Böylece günümüzde kullanılmakta olan antibiyotiklerin etkinliğini artırabilecek biyokimyasal değişiklikleri yapmamız mümkün hale geliyor. Antibiyotiklerin keşfedildiği dönemde bugün sahip olduğumuz teknolojiler yoktu. Oysa şimdi atomik boyutta görüntüler alabiliyor ve bu boyutta kuvvetleri ölçebiliyoruz. Antibiyotikler sadece bakteriler üzerinde test edilmemeli, bakterilerle bağışıklık sistemi hücreleri etkileşim halindeyken de test edilmeli ve kullanılan dozlar kişiye özel olarak belirlenmeli” diyor.
ANTİBİYOTİK DİRENCİNİN ORTADAN KALKMASI MÜMKÜN MÜ?
Doç. Dr. Meltem Elitaş, “Yapılan çalışmalar sonucunda hedeflenen bilgilere ulaşılması halinde antibiyotik direncinin ortadan kalkması veya 9 ay gibi uzun süren bir enfeksiyonun bir haftada geçmesi mümkün olabilir mi” sorusuna “Elbette” diye yanıt veriyor ve devam ediyor; “Bu sadece antibiyotikler için değil çok sayıda kemoterapi ilacı için de geçerli. Eğer hücrelerin ilaca karşı direnç geliştirmesine engel olabilirsek, bu dirençle mücadele etmek için yeni ilaçlar geliştirmeye gerek kalmayacak. Bunun için hastalıkların tedavisinde olduğu gibi erken tanısı ve önlenmesi konularında da çalışma ve yatırımlar yapılması gerek. Öncelikli amacımız hastalığı oluşmadan önlemek olmalı. Yeni bakteri türlerinin bulunması ya da doğal koşullarında büyüyen ama laboratuvar ortamında büyüyemeyen hücreleri büyütme yöntemlerinin geliştirilmesi ile yeni antibiyotiklerin geliştirilmesinin mümkün olduğuna inanıyorum.”
ATATÜRK, MARİE CURİE VE ANNEM
Yaşam yolculuğunda kendisine cesaret ve umut veren kişiler sorulduğunda, Atatürk, Marie Curie ve annesini sayıyor ve “Atatürk ülkemiz için verdiği mücadele nedeniyle yurt dışından Türkiye’ye dönüp zorluklara rağmen ülkem için çalışmamda ve kendim gibi bilim insanları yetiştirmemde rol modelimdir. Marie Curie hem bilimsel yönüyle hem de özel hayatı ile dimdik duran çok başarılı bir kadın akademisyen modeli olarak idolümdür. Annem ise beni yaptıklarımdan değil yapmadıklarımdan pişman olabileceğime ve denemeden pes etmemem gerektiğine inandıran kişidir” diyor.
YURT DIŞINDAN GELEN PRESTİJLİ ÖDÜLLERİN SAHİBİ
Doç. Dr. Meltem Elitaş özellikle yurt dışından aldığı prestijli ödüllerle dikkat çekiyor. Bunlar arasında “Antibiyotiklerin çalışma mekanizmalarına ait matematiksel modellerin elde edilmesi ve çok fonksiyonlu mikrobiyal mikroekoloji cihazının (MMMD) geliştirilmesi” konulu çalışması ile Marie Curie, “Nükleer Manyetik Rezonans (NMR) spektroskopisi ile uyumlu mikroçiplerde antibiyotiklerin incelenmesi” çalışması ile Alexander von Humboldt, Bakteri-antibiyotik-mikroçevre etkileşiminin mikroteknolojik cihazlarla karakterizasyonu” konulu çalışmasıyla International Excellence Grants of Karlsruhe Institute of Technology (KIT) ödülleri bulunuyor. Bu önemli ödülleri interdisipliner konularda yaptığı çalışmalar nedeniyle aldığını söyleyen Elitaş, Türkiye’de bu alanlarda çalışan akademik kitlenin henüz oluşum aşamasında olduğuna dikkat çekerek özellikle yurt dışından dönen genç akademisyenlerle bu hedef doğrultusunda ilerlediklerini söylüyor. Elitaş’ın en büyük amacı canlıların yaşamını iyileştirecek bir buluşa imza atmak.
ÇALIŞTIĞI KONU BAŞLIKLARI
*Antibiyotik direnci
*Kanser mikro çevresinde kanserli ve sağlıklı hücreler arasındaki etkileşim
*Tarlada ya da evde kullanılabilecek biyosensörler
*Cerrahi robotları küçültmek ve maliyetini düşürmek için yeni tasarımlar ve yeni bir alan olarak manyetik tabanlı görüntüleme sistemleri geliştirmek.
Meltem Elitaş kimdir?
2005 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını Sabancı Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği bölümünde, doktorasını EPFL Biyomühendislik ve Biyoteknoloji bölümünde gerçekleştirdi. Doktora sonrası araştırmaları için Yale Üniversitesi’ne gitti. 2014 yılında tersine beyin göçüyle Türkiye’ye döndü. O tarihten beri Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.