Yılmaz Erdoğan; Hayallerinin peşinde koşarken devrim yaptı
'Bu çocuk çok iyi bir yazar olacak' denmesinin üzerinden 40 yıl, 'Senden tiyatrocu olmaz' denmesinin üzerinden 33 yıl geçti. Yılmaz Erdoğan, ön görüldüğü gibi yazar oldu. Ön görülmeyeni ise gerçekleştirip tiyatrocu olmanın yanı sıra senarist de oldu yönetmen de. Ve öğretmen de... Yerlerde sürünen hayalleri, sahibinin adının 'Yılmaz' olduğunu hatırlayıp ayağa kalkarak en yüksekten geleceğini müjdeledi. Habertürk'ten Mehmet Çalışkan, 'Haftanın Portresi'nde Yılmaz Erdoğan'ın işsiz, beş parasız olduğu günlerden devrim yaptığı günlere hangi badirelerden geçerek geldiğini yazdı
ABONE OLYılmaz Erdoğan...
Çocuk olmaktan soğuk şehirler arası otobüslerde vazgeçti.
Babası beslenme çantasındaki otlu peynir kokusuydu.
Çocukluğunun bir bölümünü o dönem usul usul karbon monoksit yağan Ankara'da geçirdi.
Ve o dönem Ankara'ya usul usul kurşun da yağıyordu.
Ankara'da hiç sevişmedi.
Onun, kendisini sevebilme ihtimalini seviyordu.
Bir röportajımızda 'Adınızın Türk sinemasına nasıl geçmesini umarsınız?' şeklindeki soruma şöyle cevap vermişti;
'Hayallerinin peşinden koşan, izleyicilerini de o hayallerinin içine alıp birlikte yeni dünyalara kapı aralayan adam' olarak geçsin yeter.'
Çocuk yaşlarında peşinden koşmaya başladığı hayalleri, zaman zaman beğenilmemekten, işsizlikten, parasızlıktan yerlerde sürünse de her defasında sahibinin adının 'Yılmaz' olduğunu hatırlayıp bol ödüllü yazar, senarist, yönetmen, oyuncu ve varlık nedeni olan sektöre öğrenci yetiştiren öğretmen gerçekliğine uzandı.
Orta birinci sınıftadır.
Bir gün...
Türkçe öğretmeni Tülay Demiryöney, o gün başka bir sınıfın dersindeydi.
Nöbetçi öğrenci, Yılmaz Erdoğan'ın sınıfına geldi.
'Tülay öğretmen seni çağırıyor' dedi.
Orta son sınıfına konuk öğrenci olarak girdi.
Tülay Demiryöney;
'Çocuklar, bu arkadaşınıza iyi bakın. Çok iyi yazar olacak.'
Nereden mi bildi?
Eee, ne de olsa öğretmeniydi.
Babası Nazım Erdoğan, oğlunun mühendis olmasını istiyordu.
İTÜ İnşaat Fakültesi'ni kazanarak babasının hayalini gerçekleştirme adına ilk adımı atmıştı ama ayakları fakülteye gitmek istemiyor, elleriyse ha bire yazmak istiyordu.
İçinde bir anlatıcı vardı.
Hikâye anlatan adam olmalıydı.
Her sohbette insanların gözü önünde olanları anlatıyordu.
Yaşarken gülünmeyene Yılmaz Erdoğan anlatınca gülünüyordu.
Ancak anlatmak için her zaman uygun bir zemin bulamıyordu.
O zemini her zaman bulamaması ortaya 'Yılmaz Erdoğan'ı çıkardı.
Anlatamadıklarını yazdı, yazdı, yazdı...
Sonra da yazdıklarını cebine koydu.
2013'te 'Kelebeğin Rüyası'nın galası için gittiğim Dubai'de vizede yaşanan sorun nedeniyle havaalanında tutuklanmıştım. Sorun çözülüp ülkeye girdikten sonra Yılmaz Erdoğan, 'Yanı başımdan ayrılma. Seni hapishanelerden toplamayalım' demişti.
Tek kişilik gösterilerini ev arkadaşlarına, okul arkadaşlarına yapıyordu.
Onlara çeşitli tiplemeler canlandırıyordu.
Arkadaşları da ona çok gülüyordu.
Onlar güldükçe kendine güveni artıyordu.
O öz güven de tiyatrocu olma arzusunu iyiden iyiye körüklüyordu.
Gazete okumanın faydaları...
Bir gazetede ilan görür;
'Nöbetçi Tiyatro genç oyuncu adayları arıyor.'
Küçük Sahne'ye gitti.
Eline Ferhan Şensoy'un 'Afitap'ın Kocası İstanbul' oyunundan bir bölüm tutuşturulup 'Git bu bölüme çalış, sonra sınava gel' dendi.
Sınav günü...
Yılmaz Erdoğan sahnede.
Ferhan Şensoy ise karşısındaki koltukların birinde.
'Afitap'ın Kocası İstanbul'un bir bölümünü oynadı.
Daha doğrusu oynayamadı.
Ellerine, diline, bacaklarına söz geçirmek kolay mıydı?
İdölü Ferhan Şensoy karşısındaydı.
Ferhan Şensoy, sınav sonucunu hemen oracıkta açıkladı;
'Senden tiyatrocu olmaz.'
Yıkım...
Küçük Sahne'den çıkmış, yürüyordu.
Hayalleri ise yerlerde sürünüyordu.
Ev arkadaşı, dostu Muhsin Kızılkaya ise bu işin henüz bitmediğini söylüyordu;
'Vedat Günyol'u tanıyorum. O da Ferhan Şensoy'u.'
Vedat Günyol...
Muhsin Kızılkaya ile birlikte Vedat Günyol'un evine giderler. Kızılkaya, Yılmaz Erdoğan için Ferhan Şensoy ile konuşmasını rica eder.
Vedat Günyol, torpil yapacak adam değildir.
Yılmaz Erdoğan'ın hikâyelerini okur, sonra da ona okutur.
Yılmaz Erdoğan okudukça Vedat Günyol güler, güler, güler.
Ve ardından;
'Alo, Ferhan. Ben Vedat Günyol. Yarın sana bir delikanlı getireceğim.'
Ertesi gün, Küçük Sahne'deler.
- Seni bir yerden tanıyor muyum?
- Bir kaç gün önceki sınavda karşınızdaydım.
- Vedat Hoca sendeki cevheri görmüş, demek ki ben görememişim.
Yine Küçük Sahne'den çıkmış, İstiklal Caddesi'nde yürüyordu.
Bir kaç gün önce yerlerde sürünen hayalleri şimdi en yüksek yerlerden geleceğini müjdeliyordu.
Fakültenin ikinci yılında babasının hayallerine bay bay.
Kendi hayallerine hay hay...
Nazım Erdoğan, o günlerde oğlunu ziyaret etmek için İstanbul'dadır.
Yılmaz Erdoğan, bir yandan babasıyla hasret gidermekte diğer yandan annesi Süheyla Erdoğan'ın gönderdiği bir tencere yaprak sarmayı mideye indirmektedir.
Tencerenin yanında bir miktar da para vardır.
Nazım Erdoğan, utanmasın diye parayı oğluna vermemiş, tencerenin yanına koymuştur.
Yılmaz Erdoğan, babasına okulu bırakıp tiyatroya yöneldiğini söyler.
Oysa Hakkari'den çıkan ilk inşaat mühendisi olacaktı.
Nazım Erdoğan ağlamaktadır;
'Yılmaz diye bir oğlum yok artık. Evladım değilsin sen.'
Nazım Erdoğan, evden çıkar otogara gider.
Hayallerini yıkan sarsıntıyı ölçebilecek Richter ölçeği yoktur.
İstanbul - Çankırı yolu kıvrıldıkça kıvrılır, bir ipe dönüşüp boğazına dolanıp sıktıkça sıkar.
Yıkılan hayalleri boğazına ilmek ilmek düğümler atar.
Erdoğan çifti evde boş tencerenin içindeki parayı görür.
Yılmaz Erdoğan, babasının kendisine bıraktığı parayı habersizce tencerenin içine koymuştur.
Erdoğan çiftinin gözlerinden yaşlar değil oğulları Yılmaz akmaktadır.
Yürekleri paramparça...
Hoppala...
Yılmaz Erdoğan'ın Nöbetçi Tiyatro'daki kariyeri uzun soluklu olmadı.
Ferhan Şensoy ile yıldızları bir türlü barışmadı.
Belki de kendisinin 'Senden tiyatrocu olmaz' dediği Yılmaz Erdoğan'ı hatırını kıramayacak biri nedeniyle ekibine dahil etmiş olmanın huzursuzluğunu yaşadı.
Belki de bu yüzden Nöbetçi Tiyatro'da yazarlığını göstermesi için bir fırsat yaratılmadı.
Çok geçmeden de birçok meslektaşının orada olmak için büyük çaba gösterdiği, Ferhan Şensoy ile çalışma hayalleri kurduğu Nöbetçi Tiyatro'daki kariyerinin sonuna geldi. Oradan sadece Ferhan Şensoy'a beğendiremediği cebindeki kelimeleriyle değil, Münir Özkul'un öğüdüyle ayrıldı;
'Sende bir şey var, bir şey olacaksın. Sana tek bir şey söyleyeceğim, sakın şımarma.'
Yılmaz Erdoğan, meslektaşlarının orada olmak için çırpındığı Nöbetçi Tiyatro'dan ayrılarak kendi adına bir devrim yaptı...
Kutsal toprakları keşfetmek...
Bulunduğu kıyılardan ayrılarak okyanusların ötesindeki kutsal toprakları keşfetmeliydi.
Kendi göbeğini kendisi kesmeliydi.
Kafasında fikirler, cebinde kelimeler çoktur.
Ama kelimelerden geçilmeyen cebinde tek kuruş yoktur.
Hafakanlar, ruhuna baskın üzerine baskın organize etmektedir.
Yerle bir olmadan güvenli bir limana sığınmak gerekir.
Annenin kucağı.
Babanın ocağı.
En güvenli liman Çankırı'dadır.
Babasının kendisini affetmesi umuduyla kapıyı çalar.
Baba yüreğidir tabii, oğlunu affeder.
Bir gün televizyonda Müjdat Gezen ile Yıldız Kenter, özel tiyatroların maddi zorluklar içinde olduğuna yönelik bir açıklama yapmaktadır.
Yılmaz Erdoğan, tam o esnada kendisinin de tiyatro kuracağını söyler.
Baba Erdoğan;
'Sen bunlardan daha mı iyisin yani?'
Oğul Erdoğan;
'Değilim ama daha iyi olacağım.'
Nazım Erdoğan, Hakkari'deki arazilerin satışından kendi payına düşen parayı oğluna verir.
Kurulsun Güldüşünürü Tiyatrosu...
Herkes davetli, kimse gelmedi...
Kafasındaki fikirlerden biri olan 'Kanuni Sultan Süleyman döneminde askeri bir darbe olsa ne olurdu?'yu cebindeki kelimelerle komedileştirdi.
Kendi tiyatrosunun ilk oyunu 'Kanuni Sultan Süleyman ve Rambo'yu yazdı ve arkadaşlarıyla imece usulüyle sahneledi.
Tiyatro kurmak, oyun yazmak ve sahnelemek iyiydi.
Ne var ki kazın ayağı öyle değildi.
Ortaköy Kültür Merkezi'ndeki galaya tiyatronun bütün ünlüleri davetliydi.
Ama kimse gitmedi.
Oyunu sadece oyuncuların arkadaşları ve Muhsin Kızılkaya'nın tanıdığı iki gazeteci izledi.
Tek çelengi de ev arkadaşları gönderdi.
Yılmaz Erdoğan, medyatik değildi.
Medya, 'Kanuni Sultan Süleyman ve Rambo'yu önemsemedi.
Gazete sayfalarında, TV ekranlarında tek bir habere, tek bir röportaja bile yer verilmedi.
Tiyatro kurmak, oyun yazmak ve sahnelemek iyiydi.
Ama organizasyonun nasıl yapılacağı, bir ürünün nasıl pazarlanacağı da bilinmeliydi.
Bilemedi....
Tiyatro kurmak, oyun yazmak ve sahnelemek iyiydi.
Peki kira, çalışanların maaşları, elektrik, su vergi nasıl ödenecek?
Tüccarlık da bilinmeliydi.
Bilemedi.
Bunlarla mı uğraşacaktı yoksa yazacak mıydı?
Güldüşünürü Tiyatrosu'nun Ortaköy'deki ömrü ikinci oyuna yetmedi.
Genco Erkal, kendi oyunları olmadığı günlerde Dostlar Tiyatrosu'nun salonunu Yılmaz Erdoğan'a verdi.
Tiyatroyu Beyoğlu'na taşımıştı ama taşıma suyla değirmen dönmedi.
Pes mi edecekti?
'Yılmaz' adı boşuna mı verilmişti?
Göstermenin zamanı gelmişti.
Gazete okumanın faydaları...
Yine bir gün gazete okurken o ilanı gördü;
'Levent Kırca metin yazarı arıyor.'
Levent Kırca, Yılmaz Erdoğan'ı hemen işe aldı.
Hazır tiyatro...
'Kirayı, faturaları çalışanların maaşlarını ödeyeceğim' derdi yok.
Dert yok, üretim var.
O üretimin içinde 'Olacak O Kadar'ın skeçlerini yazmanın yanı sıra 'Bir İshaksın Bir Cemil' adına kısa bir oyunu da var.
Politik taşlamanın sert bir örneği.
Levent Kırca, Yılmaz Erdoğan'dan politik taşlama üzerine başka kısa oyunlar da yazmasını istedi.
Muzaffer Abayhan'a da politik taşlama temalı kısa oyunlar siparişi verdi.
Bir - iki skeç de Muzaffer Abayhan yazdı.
Ortaya yüzde 60'ını Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı 'Gereği Düşünüldü' adında bir müzikal çıktı.
İzdihamdan Levent Kırca - Oya Başar Tiyatrosu'nun kapıları kırıldı.
'Gereği Düşünüldü' ile yazarlık da rüşdünü ispat etmiştir.
Rüşdünü ispat etme sırası oyunculuğuna gelmiştir.
Levent Kırca'nın karşısına geçer;
'Benden oyuncu olur mu?'
Levent Kıca, 'Sende kimsede olmayan bir sahne sempatisi var. Bunu iyi kullan, çok iyi bir oyuncu olacaksın' der.
Levent Kırca - Oya Başar Tiyatrosu'nun sahnelediği Aziz Nesin'in 'Toros Canavarı'ndaki rolünü ustası Levent Kırca'nın tescil ettiği oyunculuğuyla sahneler.
Rol aldığı ilk filmin 'Vizontele' olduğunu sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz.
Yılmaz Erdoğan'ın ilk filmi 1991 yapımı, çekildiği dönemde kendisinin de izleyemediği çok eski bir Kürt efsanesinden uyarlanan 'Siyabend ü Xece'dir.
'Siyabend ü Xece' adlı aşk destanından uyarlanan filmin yönetmeni Şahin Gök.
Van'ın Heşet Köyü'nde çekilen filmin başrol oyuncuları Tarık Akan, Mine Çayıroğlu, Mesut Çakarlı ve Yaman Okay.
Rolü o kadar küçüktü ki canlandırdığı karakterin bir adı bile yoktu.
Jenerikte adının karşısında 'Xece'nin ağabeyi' yazıyordu.
Tarık Akan'ın bol ödüllü 1990 yapımı 'Karartma Geceleri'nin de yapımcısı olan Senar Turgut, 'Siyabend ü Xece' çekimlerinin son haftasında tutuklanınca film yarım kaldı.
Senar Turgut hapisten çıkınca yarım kalan sahneler Toros Dağları'nda tamamlandı ama film gösterime girmedi.
'Umut Taksi'...
Hem senaryosunu yazdı.
Hem de 'Çaycı Halit'i canlandırdı.
'Umut Taksi', Yılmaz Erdoğan için sadece senaryosunu yazıp rol aldığı ilk TV yapımı olmasının ötesinde bir anlam taşıdı.
Hayatın anlamının ne olduğunu 'Umut Taksi' aracılığıyla anladı.
Senaryo gereği 'Çaycı Halit'in âşık olacağı biri gereklidir.
Yılmaz Erdoğan, Ferhan Şensoy'un o sezon sahnelediği 'Güle Güle Gadot'u izlemeye gider.
Sahnede bir anlatıcı vardır ki...
Adı Sanem Oktar.
Bir kaç gün sonra Sanem Oktar ile tanışır ve 'Umut Taksi'de 'Çaycı Halit'in âşık olduğu kızı canlandırmasını teklif eder.
Senaryo aşkı bir süre sonra gerçeğe dönüşerek kendilerini nikâh masasında bulurlar.
Kısa bir süre sonra da kucaklarında kızları Berfin'i...
Tertemiz bir aşkın meyvesi;
Berfin olsundu adı...
Necati Akpınar...
Yılmaz Erdoğan agresiftir, inişleri çıkışları yoğun şekilde yaşar.
Necati Akpınar ise sakindir.
Yılmaz Erdoğan yazardır, yönetmendir, oyuncudur.
Necati Akpınar ise organizatördür, açamayacağı kapı yoktur.
Bir projeye gözü kapalı dalarlar, birine gözü kapalı el uzatırlar.
Yeter ki o projeye veya o kişiye inansınlar.
Necati Akpınar ile Yılmaz Erdoğan, Levent Kırca - Oya Başar Tiyatrosu'nda tanışmış, birbirlerinin daha tanışmadan yol arkadaşı olduklarını inanmışlardı.
Biri düşerse diğeri ayakta kalırdı.
Necati Akpınar ile olan ortaklığını şöyle tanımladı;
'Arkadaşız desek eksik kalır, kardeş desen eksik kalır. Biz bir hayat yaşıyoruz birlikte.'
İki insan, tek hayat...
Para nerede, para nerede...
Mahmut Tuncer, dönemin en çok dinlenen şarkılarından 'Bakkal Amca'yı sanki onlar için seslendiriyordu;
- Yılmaz - Necati Amca (ne var)
- Sanatsal kafa var mı (var var)
- Yönetici var mı (var var)
- Proje var mı (var var)
- eee ne duruyorsunuz (Ne yapalım)
- Şirket kursanıza şirket kursanıza (para nerede para nerede)
Yılmaz Erdoğan üretecek, Necati Akpınar, üretileni insanlara ulaştıracaktır.
Aylardan mayıs.
Beşiktaş'taki Mıstık Sineması'nın ayda 75 milyon TL'ye kiralanacağını öğrenirler.
Hayallerini gerçekleştirebilmek için ilk kıvılcım çakılmıştır.
Necati Akpınar'ın 250 milyon TL'si, Yılmaz Erdoğan'ın ise 50 milyon TL'si vardır.
'Tamam, orayı kiralayıp bir kültür merkezine dönüştürelim' dediler.
Etraflarında kim varsa 'Tiyatrolar bir bir kapanıyor. Paranızı kaybedeceksiniz, bir de borçlanacaksınız' dedi.
Yılmazdılar ki...
Binayı kiralayıp tadilata giriştiler.
Ne var ki paraları bitmişti.
Tadilat masrafı 13 milyar TL'ydi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na gittiler;
'Para yok' dediler.
Belediyelere gittiler;
'Para yok' dediler.
'Bizde para var' dedi tefeciler.
'Ver o zaman. Çalışır, öderiz' dediler.
Beşiktaş'taki Mıstık Sineması BKM'ye (Beşiktaş Kültür Merkezi) dönüştürüldü.
Bina hazırdı ama işi boştu.
Oyunlarını sahneleyecek para yoktu.
BKM'nin açılışı bir tiyatro oyunuyla değil konserle oldu.
Sertab Erener'in ilk albümü 'Lal'in tanıtım lansmanıyla...
Bir TV kanalı Demet Akbağ için bir program hazırlamaları için teklifte bulunur.
Yılmaz Erdoğan metinleri yazdı, ekip toparlandı, BKM ilk işine imzayı attı.
'Bir Demet Tiyatro'...
Kendisinin 'Mükremin Çıtır'ı, Demet Akbağ'ın 'Lütfiye Çıtır Fıdıllıoğlu', 'Züleyha' ve 'Feriştah'ı fenomen karakterler haline getirdiği 'Bir Demet Tiyatro'...
İşler başta iyi gitmedi.
İzlenme oranı pek düşük geldi.
Tam yayından kaldırılacaktı ki...
7'nci bölüm izleyicileri bam telinden yakaladı.
Böylelikle 'Bir Demet Tiyatro' yayında kaldı.
Böylelikle tefecilere olan borçlar kapatıldı.
'Yılın Gazetecisi' Yılmaz Erdoğan...
BKM'nin kapılarının kırıldığı 'Otogargara' ve 'Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?...
Yönetmenliğe ilk adımlar.
Yılmaz Erdoğan, yılın gazetecisi seçilmiştir. 'Otogargara' da 'Yılın Gazetecisi' ödüle layık görülen bir gazete yazısından ortaya çıkmıştır.
Muhsin Kızılkaya, Güneş Gazetesi'nde editördür.
Bir gün ANKA Ajansı'nda çalışan Yahya Koçoğlu, Topkapı Otogarı'nın fotoğraflarını çekmiştir,
Fotoğraflar çok güzeldir ama yazı yoktur.
Yılmaz Erdoğan, o günlerde işsiz ve parasızdır.
Muhsin Kızılkaya, Topkapı Otogarı için bir yazı yazmasını ister.
Yazar.
O yazı, okuyucunun öyle beğenisini kazanır ki gazeteye yüzlerce telefon gelir.
Ve o yıl Yılmaz Erdoğan, o yazıyla Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından 'Yılın Gazetecisi' seçilir.
Yılmaz Erdoğan'ın yıllar sonra oyunlaştırdığı o yazı, BKM'nin ikinci oyunu olarak 'Otogargara' adıyla sahnelenir.
Devrim yapan film...
'Vizontele'nin Van'ın Gevaş ilçesindeki seti.
Erdal Tosun ile sohbet ediyoruz.
Sohbet bitti.
Yılmaz Erdoğan'ın yanına gitmek istiyorum.
- Erdal Ağabey, Yılmaz Bey'in yanına gidelim mi?
- Sen git.
- Beraber gitsek...
- Niye? Koca adamsın. Tek başına gidemiyor musun? Bak orada işte.
- Pek gergin görünüyor. Beraber gitsek...
- Adam film çekiyor. Gergin olacak tabii.
Gidemedim.
Bir punduna getirmeliydim.
Gerek kalmadı.
Filmde kullanılan o sepetli motorsiklet oracıkta duruyordu.
Önce selesine sonra da sepetine oturdum.
İçimden bir ses 'Çalıştır, iki tur at. Ne olacak sanki' diyordu.
İçimdeki sesin daha sözü henüz bitmişti ki,
Arkamdan gür, gür olduğu kadar gergin bir ses...
'Fazla kurcalama, bozarsın. Filmde daha çok devamlılığı var onun.'
- Uygun musunuz, biraz konuşabilir miyiz?
- Nasıl, beğendin mi seti?
- Yeni geldim sayılır, daha tam idrak edemedim.
- O zaman idrak ettiğinde konuşalım.
- O zaman ben seti gezeyim, öyle geleyim.
Seti gezdim.
Daha önce de bir çok film setine gitmiştim.
Aklımdan ilk geçen;
'Amma da para dökmüşler.'
Set, sanki set değil.
Yeni bir kasaba kurulmuş.
Kurulan sadece yeni bir kasaba değilmiş meğer.
Meğer Türk sineması Van'ın Gevaş ilçesinde yeniden kuruluyormuş.
Türk sinemasının krizde olduğu yıllar.
1995'te Mustafa Altıoklar, 'İstanbul Kanatlarımın Altında' ile, 1996'da ise Yavuz Turgul, 'Eşkıya' ile Türk sinemasının üzerindeki ölü toprağını atmışlardır.
Ne var ki bir - iki başarılı filmin dışında Türk sineması içine sıkışıp kaldığı kozayı bir türlü yırtamıyor, yükseklere kanat çırpamıyordu.
Yılmaz Erdoğan, Nöbetçi Tiyatro'dan ayrılarak kendi adına yaptığı devrimi şimdi 'Vizontele' ile Türk sineması adına yapıyordu.
.pngTürk sineması, 'Vizontele'den itibaren film ve izleyici sayısı açısından kesintisiz atılım gösterdi.
(Sadece 2002'de büyük ekonomik kriz nedeniyle az sayıda film çekildi)
Filmdeki komedi unsurları izleyicinin komedi filmlerine olan özlemini gözler önüne serdi.
Son 15 yıldır Türk sinemasının omurgasını oluşturan komedi filmlerinin önünü açtı.
Yeşilçam döneminden sonra senarist - oyuncu geleneğini yeniden başlatarak yeni nesil oyunculara senaryo yazmayı aşıladı.
'Önce iyi insan olun'...
Başkalarına aktarılmayan bilginin kime ne faydası vardır ki?
Başkalarına aktarılmayan bilginin ıslak toprağa yağan kardan ne farkı vardı ki?
Yetenekli kişileri keşfetmeli, onları eğitim sürecinden sonra sektöre kazandırmalıydı.
Kurulsun BKM Mutfak...
İlanı gören kapısında sıraya girdi.
24 kişi seçti.
2 yıl ders verdi.
Hem mesleki hem hayati...
Hayati dersi; 'Önce iyi insan olun'...
Mesleki dersi; 'Yazın'...
'Yaz, yazan kendi kaderini de yazar. Yazarsanız birçok kişiye de ekmek kapısı açarsınız. Sadece oyuncu olursanız evde iş beklersiniz'...
O dersler sırasında ortaya bir proje çıktı.
'Çok Güzel Hareketler Bunlar'...
Genç meslektaşları, kendi yazdıkları oyunları 5 yıl boyunca BKM'de seyirciye TV'de ise izleyiciye sahneledi.
BKM Mutfak, ilk mezunlarını 2011'de verdi.
24 mezun senarist, yönetmen ve oyuncu olarak sektöre girdi.
Kimisi kendi tiyatrosunu da kurup oyunlar sahneledi.
Yılmaz Erdoğan'ın 24 öğrencisinin rol aldıkları filmlerin toplam izleyici sayısı Ağustos 2018'e kadar olan dönemde 50 milyon 315 bin 738 kişi.
O filmlerin toplam hasılatıysa 409 milyon 703 bin 673 TL.
Senaryoları çöpe attı
PR danışmanı Selma Semiz aradı.
- Yılmaz Ağabey ile aranızda ne oldu? Sana kızmış.
- Aaaa, haberim yok. Neden kızmış?
- Ben de bilmiyorum. Haydi 'Neşeli Hayat'ın setine gidelim.
- Yooo, bana kızgınsa nasıl gidelim? Neşemiz kaçmasın şimdi.
- Bir şey olmaz, gidelim.
- İyi...
Gittik.
O günkü çekimler Maslak'ta.
Göz göze geldik.
- Hayırlı olsun, kolay gelsin.
- Sağ ol.
- Fotoğraf çekeceğim.
- Çek.
Bakışlarından ve kısa cümlelerinden anladım.
Evet, kızgın.
Fotoğraf çekerken gülümsüyordu ama o gülümsemeler bana değil okuyucuyaydı.
Bir masaya oturdu, yanında Ersin Korkut.
Usul usul yanaştım.
- Röportaj yapabilir miyiz?
- .................
- Yılmaz Bey, röportaj...
- ...............
Başını okuduğu gazeteden kaldırıp baktı.
Bakışlar dedi ki;
'Yok daha neler? Bir de röportaj mı istiyorsun?'
Utanmazlık maskesini takıp teybin kayıt düğmesine bastım.
Ne var ki hiç oralı olmadı, gazete okumaya devam ediyordu.
- Yılmaz Bey...
- ..............
- Yılmaz Erdoğan'sınız. 3 filminiz çok izlendi ama 'Neşeli Hayat'a kadar 4 yıldır hiçbir senaryo yazmadınız. Neden?
- Bazı senaryolar yazdım.
- Onları neden filme çekmediniz?
- Çünkü beğenmedim. Onları çöpe attım.
- Neden?
- Kötü filmler olurdu. İlla film çekeceğim derken insanların güvenini kaybederdim.
- Robert Bosch'un 'İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim' şeklindeki felsefesinde olduğu gibi mi yani?
O an elindeki gazeteyi katlayıp masanın üzerine koydu ve;
- Evet.
Röportajı yaptık.
Görünen o ki kızgınlığı geçmişti.
Neden mi kızgındı?
Hâlâ bilmiyorum. Hiç sormadım.
Ankara'nın Son Armağanı...
Ankara turnesi her zaman önemlidir.
Ankara önemlidir. Büyüdüğüm, biçimlendiğim kenttir.
Doğumla bağlandığım Hakkari'den sonra ikinci memleketimdir.
Bu şehir bana bazı okullar, hepsi kalbimin haritasında merkezi yerleri kuşatmış akrabalar, arkadaşlar hediye etmiştir.
Bu armağanların sonuncusu Belçim'dir.
Bu sözlerle dile getirmişti Belçim Bilgin'e olan aşkını.
Belçim Bilgin'dir aşkı.
Ya Belçim Bilgin...
Ya planladığı gibi Fransa'da sinema okuyacaktı veya Yılmaz aşkını yaşayacak, Belçim aşkını yaşatacaktı.
Hayallerinin peşinde koşan adama olan aşkının peşine takıldı.
Ve Yılmaz Erdoğan, kucağına hayatının ikinci anlamını bu kez oğul olarak aldı.
Hayatına yeni bir ışığı muştuladı.
Rodin...
Edebiyata saygı duruşu filmi...
O kadar çok para harcandı ki...
Külliyen zarar edildi.
Ama kaybedilen para umurunda değildi.
'Kelebeğin Rüyası'...
Hayata genç yaşta veda eden iki şairden ve şiirlerinden çoğu kimse bu filmle haberdar oldu.
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu...
'Kelebeğin Rüyası', Yılmaz Erdoğan için bir sinema filmi olmanın ötesinde çok özel bir anlam taşıyordu.
Peşinden koştuğu bir diğer hayalinin varış noktasında bu kez varlık nedeni olan edebiyata saygı duruşu bulunuyordu.
Merkezinde Rüştü Onur ile Muzaffer Tayyip Uslu'nun olduğu bir saygı duruşu...
'Bu vatani bir görevdir'...
Böylesi hiç yapılmamıştı.
O dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir proje üretti;
'Akil İnsanlar Heyeti'...
'Demokratik açılım ve çözüm süreci.'
Toplumun çeşitli kesimlerinin itibarını kazanmış olan yazar, sanatçı, akademisyenden oluşan 63 kişi Türkiye'nin 7 bölgesinde barış adına çalışmalar yapmak için görevlendirildi.
Yılmaz Erdoğan, 63 kişi arasında bulunan sanatçılardan biriydi.
Görev bölgesi;
Doğduğu, büyüdüğü, insanının nasıl yaşadığını, hükümetten beklentilerini, hayata bakışlarını, hayallerini iyi bildiği Güneydoğu Anadolu Bölgesi...
Yılmaz Erdoğan için Akil İnsanlar Heyeti'nin görevi vatani görevdi;
"Süreçle ilgili Akil İnsanlar Heyeti'nin yaptığı şudur: İnsanlar ne diyor, neye itiraz ediyor, neyi beğeniyor, neyi beğenmiyor üzerine; böyle bir vatani vazife verdiler. Bir vatani vazife söz konusu olduğu zaman, 'Ya ben çok yoğun çekimlerim var, gelemem' diyemezsiniz. Çok yoğun çekimlerim de var üstelik. Onun için burada sürece katkıda bulunmak isteyen ama kafasında soru işaretleri bulunan herkes cevabını bulsun istiyoruz."
Köyceğiz yolları kaymak...
Daha fazla yazmak, daha fazla üretmek istiyordu.
Ne var ki İstanbul'un kesmekeşliği buna engel oluyordu.
Köyceğiz'de bir çiftlik satın alıp orada yeni bir hayat kurdu.
Artık daha fazla yazıyor, daha fazla üretiyordu.
Yılmaz Erdoğan'ın bazı bölümlerini film platosuna dönüştürdüğü çiftlikte BKM'nin 'Kolonya Cumhuriyeti', Ekşi Elmalar', 'Tatlım Tatlım' ve 'Deliha 2' çekildi.
'Ekşi Elmalar', Hakkari'nin 14 yıl boyunca belediye başkanlığını yapan dedesi Mehmet Sait Atay'ın hayatından kesitler sundu.
Ve yeni projesi sinema kariyerine başladığı 'Vizontele'nin 3'üncüsü...
'Bir Zamanlar Anadolu'da', 'Gergedan Mevsimi' ve 'Son Umut'...
Ortak özellikleri yönetmenlerinin Türk ve dünya sinemasının bol ödüllü yönetmenleri olması.
Nuri Bilge Ceylan, Bahman Ghobadi ve Russell Crow...
Kendi filmleriyle birçok ödül kazanan Yılmaz Erdoğan, ödüllü meslektaşlarının filmlerinde de rol alarak kariyer formasına yeni yıldızlar taktı.
Herkes söylüyordu;
'Organize İşler'in ikincisini çeksene.'
Çekti;
'Organize İşler - Sazan Sarmalı'...
İzleyici heyecanlıydı, kendisi heyecanlıydı, oyuncular heyecanlıydı.
Kariyerinde ilk kez bir filmde rol alan yeni öğrencileri BKM Mutfak Çok Güzel Hareketler 2 ekibi herkesten daha heyecanlıydı.
Gösterim tarihi 1 Ocak...
Bir kaç gün kala filmin gösterimi ertelendi.
Filmin gösterime gireceği salonların sahibi Mars Cinema Group ile kampanyalı bilet uygulamasından doğan sorun nedeniyle BKM, 'Organize İşler - Sazan Sarmalı'nın gösterimini erteledi.
Sonra ortalık fena gerildi.
Diğer filmler de gösterimini erteledi.
Sinema sektörü durma noktasına geldi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı yeni bir sinema yasası hazırlayarak sektörde yaşanan krize son verdi.
Ardından da 'Organize İşler - Sazan Sarmalı' gösterime girdi.
2 ay süren kriz sürecinde Yılmaz Erdoğan, aktif rol aldı.
Yılmaz Erdoğan, ilk kez ticari bir konuda ön plandaydı.
Çoğu için şaşırtıcıydı.
'Nasıl olur? Yılmaz Erdoğan, para konularına girdi' diyenler vardı.
Necati Akpınar ile ortağı olduğu Türkiye'nin en büyük yapım şirketinin haklarını korumaktan daha doğal ne vardı?
Ve izleyicilerini de içine aldığı hayallerinin peşinden koşmaya devam edebilmek için haklarını korumayacak mıydı?
(Bazı fotoğraflar ve bilgiler Muhsin Kızılkaya'nın 'Yılmaz' adlı kitabından alınmıştır.)