ADADA İLK GÜN
Gelir gelmez oyundan kazandığımız erzağı almaya gittik. Sonra da keşfe çıktık. Ormanlık alan sanıldığından daha karışık ve ürkütücü. Yavaş yavaş girdik içlere. Mis kokulu meyve ağaçları, yemyeşil bir doğa, ilginç hayvanlar, cıvıl cıvıl kuşlar hayal etmiştim ama tek bulduğum bacaklarımı kan revan içinde bırakan dikenli sarmaşıklar ve boş boş bakan iguanalar! İlk akşam yemeği 3 çeyrek parça patates, sonra yarım yamalak bir uyku ve sabah... Daha 24 saat mi geçmiş? Şaka gibi!.. Kahvaltı pirinç. Evet bildiğiniz pirinç, bilmediğiniz kısmı Pasifik Okyanusu suyuyla pişirilmesi ve kişi başı 4 tatlı kaşığı düşmesi. Başka da bir şey girmeyecek midemize, tabii balık tutmaz ya da yemekli ödül oyunu kazanmazsak... Daha ikinci günden olta takımı kazanacağım diye parçaladığım dizim başıma bela olacak gibi. Derken barınak kazanmak için çamurların içinde sürüneceğimizi öğrendim! O dizlerdeki yaralar emin olun uzun süre kapanmayacak. Ya bir tarafını çarpma riski var ya tepeden düşme. Koşup koşup ya ip gibi denge tahtasına çıkıyorsun ya da köstebek gibi yerin altına giriyorsun. İkili oyunlarda "takımım benim yüzümden kaybederse" diye düşünmekten yüreği ağzına geliyor insanın. Acun "Başla" diyene kadarki kalp atışını anlatmaya kelimeler yetmez. Ve gerçekten her şey ekranda gözüktüğünden çok daha zor. Ama bir deli kuvveti de geliyor insana. Ben kim omuzlarda 62 kilo taşımak kim? Ama oluyor işte! Kazanma hırsı insana neler yaptırıyor. Tabii bu bir yarışma ve bir birincisi olacak. 10 oyun üst üste kazan, bir kere hata yap, anında listeye girersin. Böyle acımasız bir yarışma.