Meclis Başkanı Mustafa Şentop'tan açıklamalar
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Habertürk'te Mehmet Akif Ersoy'un sorularını yanıtladı. 14 Mayıs seçimlerinin ilk turda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın lehine bir sonuçla biteceği düşüncesini paylaşan Başkan Şentop, son zamanlarda yapılan anketlerle ilgili olarak da, "Türkiye'de geri dönüp, benim hatırladığım, iki tür seçim kazanan siyaset veya parti var. Biri anketlerde diğeri sandıklarda kazanan. Türkiye'yi anketlerde kazanan yönetmiyor; sandıkta kazanan yönetiyor" değerlendirmesinde bulundu
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Habertürk'te Mehmet Akif Ersoy'un sorularını yanıtladı. Habertürk Ankara Büro'da gerçekleştirilen söyleşide Başkan Şentop, sıcak gündeme ilişkin görüşlerini paylaştı. Şentop, üçüncü dönem kuralı gereği aday olmayacağını belirterek şöyle konuştu:
Buradaki mesele günlük politik tartışmaların rutini içerisine girmemesi. Bu süreç içerisinde artık Meclis çalışmalarına ara verildiği için. Belli ölçüde sahada olabilirim. Aday olduğu zaman zaten yasaklar kalkmış oluyor. O anlamda yorum yaparsanız fark ne? Meclis başkanı kendi aday olduğu zaman parti toplantılarına katılabiliyor. Anayasa nasıl yazılmışsa ona göre hareket ediyorum. Farklı kesimlerin yaptığı düzenlemelere katılmak Anayasa'ya göre yasak değil.
Şentop, söyleşinin sonunda Kızılay Genel Başkanı'nın istifasıyla ilgili bir soruya ise şu yanıtı verdi:
Kızılay Türkiye'nin en köklü kurumlarından birisi belki en başında geliyor insani yardım bakımından. En zor zamanlarımızda akla geliyor. Kızılayın satmak kelimesi ile biraraya getirilmesi beni rahatsız ediyor. İstifa meselesi kişinin kendisini ilgilendireceği husus. Şahsen tanıdığım iyi bildiğim arkadaşımız. Kurumların itibarı kişilerin düşünce ve değerlendirmelerin ötesinde bir şey. Kızılay hepimizin gözbebeği, korumamız lazım. Görev yapılanlar dahil olması.
Şentop, Ersoy'un "İtibarına zarar veriyorsa orada durmamalı" doğru mu anlıyorum?" sorusuna karşılık olarak 'Evet doğru anlıyorsunuz' dedi.
Şentop'un açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
"SAYIN VARANK'IN TOGG'U İLE TEKİRDAĞ'A GELDİM"
Tekirdağ'da Togg'un kendisini görmemişlerdi. Bu vesile ile yakından görmelerini arzu etmiştim. Talep çok vardı. Ben de uygun bir vakittir diye aradım sayın Varank'ı, onun Togg'un alıp geldim. Aracı bizzat somut dokunulabilir bir nesne olarak görmek farklı bir şey. 27. yasama dönemi gerçekten Meclis'in açıldığı tarihten itibaren en uzun süre yasama yılı. İlk seçimden sonra bir iki ay devam eden yasama yılı dahil olduğu için. Daha önce bazen 4 yıl olmuştur, bazen 5 yıl olmuştur ama kağıt üzerinde hiçbir zaman fiilen gerçekleştirme imkanı olmamıştı. Olağanüstü şartlar altında bir yasama dönemi geçirdik. Sadece biz değil bütün dünya. Pandemi şartları geçirdik. Kamu özel sektörde olduğu gibi evlere kapanma dönemi oldu. Bu şartlar altında da Meclisimiz verimli bir çalışma gerçekleştirdi. Yakınımızda devam eden savaş var. Bölgemizde şartlar var. Siyasetin de çok yoğun tartışmalı, aktif geçtiği dönem oldu.
"23 NİSAN'DA ÖZEL GÜNDEMLE TOPLANACAĞIZ"
Bu yasama dönemi tarihimizde birçok önemli, başta TBMM'nin tarihi olmak üzere 100. yıldönümlerin gerçekleştiği, kutlandığı dönemler oldu. İstiklal Marşımızın kabulünün, milli mücadelenin birçok savaşının kazanıldığı yıldönümleri oldu. Bir 100 yılın muhasebesi, bir taraftan 100 yılı aşmanın getirmiş olduğu kurumsal güçlenme bu dönem içinde yaşandı. 23 Nisan'da özel gündemle TBMM toplanıyor. 1982 veya 83 zannediyorum, o tarihten bu yana kesintisiz bir istisnası var. O da 1999 seçimleri, 18 Nisan'da yapılmıştı. O zaman bir 23 Nisan'da özel gündem yapılmamış. Onun dışında özel gündemle toplantı yapılmıştır. Bu genel kurul kısmı. Bunun dışında pandemi dolayısıyla yapamadığımız yıllar oldu. Çok önemli hazırlıklar yapmıştık. Geçen yıl yoğun şekilde çalışma yapılmıştı. Bilhassa genel kurulda. O zaman engelli çocuklarımızın katıldığı oturum yapmıştık genel kurulda.
"BU SEFER ANTAKYA'DA GERÇEKLEŞTİRİLECEK"
Şimdi deprem bölgesinden, Ankara'da bulunan çocuklarımızın katılacağı genel kurul planlıyoruz. Ankara Üniversitesi ve TÜBİTAK'la bilim şenliği yapmıştık. Meclis bahçesinde yine yapacağız. Deprem bölgesinde çocuklarımız için 23 Nisan ve TBMM'de aktivitelerle beraber anlatmak üzere Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman'da bilim şenliğini planlıyoruz. Yarın ben de Hatay'daki programa katılacağım inşallah. Yarın Beyoğlu Belediyemizin her yıl yaptığı farklı dinlere mensup din adamlarının katılmış olduğu ortak iftar. Bunlar İstanbul'da her Ramazan'da yapılıyordu. Bu sefer deprem dolayısıyla Antakya'da gerçekleşecek. Ben de katılacağım. Çok şaşırtıcı olmamalı. 7 Haziran 2015 seçimlerinde uygulanmıştı. Orada arkadaşlarımız aday olmamışlardı. Parti tüzüğünde bir değişiklik yapılmıştı, geçici madde konulmuştu. 1 dönem ara verip devam etmek gibi bir durum oluşmuştu. Sonuç itibariyle 3 dönemi dolduranlar 7 Haziran seçimlerinde aday gösterilmediler. Ben Seçim İşleri Başkanlığı da yaptım bir dönem, 3 yıl. Aday belirleme çalışmalarında da bulundum, sayın Cumhurbaşkanımızla çalıştım. Bir siyasi harekette mümkün olduğu kadar değişim ve devamlılık dengeli şekilde yürütülmeli. Bunu sağladığınız zaman siyasi hareketler, siyasi partiler güçlü şekilde yollarına devam ediyor.
AK PARTİ'DE ÜÇ DÖNEM KURALI
Türkiye'de bu kolay iş değil. AK Parti dışında 8-10 dönem görev yapan milletvekilleri var. AK Parti gibi üye sayısı çok, teşkilatları çok aktif, teşkilatların ötesinde kadın kolları teşkilatları var. Birçok partide Ankara'da genel başkanlık düzeyde temsilleri var. Halbuki AK Parti il teşkilatlarında var. Ayrıca mahalle teşkilatları var. Çok dinamik ve çok kişinin görev aldığı teşkilatları. Siyaseti insanlar niçin yapıyorlar? Yerel yönetimlerde, ülke genelinde görev alabilmek için. Birçok insanın beklentisi var. Hak eden liyakat sahibi insanlar çok fazla sayıda. Dolayısıyla bu sirkülasyonu sağlamak lazım. O bakımdan 3 dönemin sembolik olarak anlamı var. Aristo'ya atfedilen 'insan politik canlıdır' sözü var. Bebekliğinden itibaren insan politik bir canlı. Hep siyaset yapıyor. Politikacı, siyasetçi ise esasen bunun farkında olarak siyaset yapandır. Aslında sonuç itibariyle herkes siyaset yapıyor. Siyaset bu anlamıyla bırakılabilen bir şey değil. Belli dönem hem teorik birikim olarak siyasetin dışında değildim. Aktif siyasetin dışında olsam da. Bunu da bir şekilde devam ettireceğiz. Bunun tek yolu milletvekilliği değil. Aynı zamanda akademik pozisyonum var.
"SEÇİM İLK TURDA BİTER DİYE DÜŞÜNÜYORUM"
Bunlar çok planlayarak olan şeyler değil. Bazen planladığınız şeylerden fazlası oluyor, bazen gerçekleştirmiyor. Çocukluk yıllarım siyasetle çok yakın iştigal eden aile içerisinde geçti. Babam Refah Partisi kurucu il başkanı. Böyle olunca sürekli siyasetin içerisinde birçok planınız, düşünceniz buna yönelikti. Ortaokul, lise yıllarında 1987 seçimlerinde yüzde 7 civarında Refah Partisi oy almıştı. Benim düşüncem kendimi iyi yetiştirip, rahmetli Erbakan hoca başbakan olursa onun müsteşarı olmak gibi bir fikir vardı. Zaman zaman onlardan hayal bile etmediğiniz noktalara Cenabı Hakkın lütfuyla oluyor. Bir hesap, plan değil ama içinde bulunduğunuz durumda layıkıyla yapmak önemlidir. Benim tecrübelerime göre, gördüğüme göre seçim ilk turda biter diye düşünüyorum. Öncelikle ben anket furyasının artık bu konuda ipin ucunun kaçtığı kanaatindeyim. O kadar çok anket çalışması var ki. Seçim işleri başkanlığı yaptığım dönemde, ARGE başkanlığımız vardı. Anket firmalarının çoğu çok büyük firmalar bile bizzat kendileri sahada anket yaptıramıyorlar. Yerelde bu işi yapan tabiri caizse taşeron, anket firmaları üzerinden yaptırıyorlar. Kolay bir iş değil, bunu yorumlamak, değerlendirmek ayrı bir şey. Şüphesiz takip ettiğimiz kurumsallaştığımız anket firmaları var. Seçime giderken yüzlerce anket firmasının çıkması, adını ilk kez duyduğumuz firmalar. Bunları sahada çalışılmış faaliyetin sonucunu kabul etmek mümkün değil. Anlamsız derecede farklılıklar ortaya çıktı. Siyasette manipülasyon yapmaya yönelik, akıl karıştırıcı şeyler, fake haberin bir başka versiyonu şekli gibi bir şey. Başka ülkelerde de var bu.
"SİYASETİ SADECE ANKETLERDEN OKUMAK DOĞRU DEĞİL"
Türkiye'de geri dönüp, benim hatırladığım, iki tür seçim kazanan siyaset veya parti var. Biri anketlerde diğeri sandıklarda kazanan. Türkiye'yi anketlerde kazanan yönetmiyor; sandıkta kazanan yönetiyor. Seçime az kaldığında anketlerin biraz daha fikir verici olduğunu, hepsi için söylemiyorum, kurumsallaşmışlarla ilgili konuşuyorum. Onun dışında siyasi partilerle birlikte çalışan ve siyasi partinin lehine reklamını yapan firmalar da var. Biraz daha bunları yakın zamanda takip etmekte fikir verici olabilir. Benim takip ettiğim bir başka husus; şüphesiz anket çalışmaların bilimsel temeli var. Türkiye'de toplumsal yapı ve siyasi görüşler çok dinamik. Ben seçim sonuçlarıyla ilgili olarak ciddi yanılmalar olabileceğine dair ihtimal görüyorum. Siyaseti sadece anket çalışmaları üzerinden okumak doğru değil. Türkiye'nin bir gidişi var. Hem siyaset anlamında hem toplumsal anlamında yol yürüyor. İçinde bulunduğu bölge ve dünyadaki tercihler anlamında bir yolu var. Tarihin bir akışı var. Siyaset sadece seçim oldu, bir sürpriz ortaya çıktı gibi yaklaşmak yanlış. Türkiye'nin gidiş istikametinin, milletimizin feraseti, basiretiyle sürdürüleceği. Türkiye'nin itibarı ve bağımsızlığı bakımından bu istikrarın sürdürülmesi gerektiği kanaatindeyim. Bir film şeridi gibi görürseniz nereye gidildiğini tahmin edebilirsiniz. Türkiye'nin son 20 yıldır Cumhurbaşkanımızın liderliğinde çok büyük atılımlar. Bunların siyasette uluslaraarası ilişkilerde sonuçlarını görüyoruz. Bu yolu yürüyerek bir zamana ihtiyaç var.
"SEÇİMLERDE BELLİ ÖLÇÜLERDE SAHADA OLABİLİRİM"
Anayasa Meclis Başkanı siyasi görüş açıklayamaz, siyaset yapamaz, siyasi parti üyeliği askıdadır diye bir şey demiyor. Partinin Meclis dışındaki toplantılarına katılamaz diyor. Ama belediyenin düzenlediği iftara gidebilirim, sivil toplum kuruluşlarının yaptığı çalışmalara katılabilirim. Parti düzenlemediği takdirde yapılabilir. Dünyada farklı sistemler var. Bazı ülkelerde Meclis Başkanının başkanlığı süresince askıya alınmasını öngörüyor. Makedonya Meclis Başkanı ile yemek yemişti. 'Ben müsaade istiyorum parti kongremiz var' demişti. Gitti orada konuşma yaptı. Bizde parti faaliyetlerine katılamama yönünde yasaklama var. Onun dışında Meclis Başkanının siyasi parti üyeliği devam ediyor; şüphesiz görüşlerini söyleyebilir. Tabii ki oy isteyebilir. Tersi yanlış olmaz mı. Meclis Başkanı kamuoyunun bildiği, bilmediği birçok süreçler yönetilmiş, birçok bilgiye s ahip olarak Türkiye'nin gidişatı ile ilgili milletle paylaşmasın denebilir mi? Buradaki mesele günlük politik tartışmaların rutini içerisine girmemesi. Bu süreç içerisinde artık Meclis çalışmalarına ara verildiği için. Belli ölçüde sahada olabilirim. Aday olduğu zaman zaten yasaklar kalkmış oluyor. O anlamda yorum yaparsanız fark ne? Meclis başkanı kendi aday olduğu zaman parti toplantılarına katılabiliyor. Anayasa nasıl yazılmışsa ona göre hareket ediyorum. Farklı kesimlerin yaptığı düzenlemelere katılmak Anayasa'ya göre yasak değil.
"İTTİFAKLARIN SİYASİ MÜŞTEREKLERDE OLMASI LAZIM"
Türkiye'nin siyasetinin istikametini dikkate alarak değerlendirmekte fayda var. Sistem bakımından herhalükârda bu sistemin çalışmasını engelleyen bir durum sözkonusu olmaz. Cumhurbaşkanı bir partiden seçildi, Meclis çoğunluğu o partiden ise daha rahat çalışma imkanı olur. Ama Cumhurbaşkanına muhalif çoğunluk meydana geldiyse sistem yine çalışacaktır, sorun yok. Kanun düzenlemeleri konusunda belki sıkıntılar yaşanabilir. Cumhurbaşkanı'nın Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile düzenleme yapacağı bir alan var. O zamanlar çok tartışıldı. Başkanlık sistemlerinin hepsinde var. Bu sistem zaten birlikte çalışmaya zorlayan bir sistem. İttifaklar niye çıktı? Bu sistem dolayısıyla çıktı. Her ne kadar yanlış anlaşılmış olsa da ittifakın nasıl olacağı konusunda. İttifakın siyasi müşterekler olması lazım. Dünya görüşü birbirinden çok farklı partilerin bir araya gelerek Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden ittifak oluşturulduğunu düşünmesi ittifaka verilen anlamdan farklı bir şey.
"YASAMA YÜRÜTME DENGELERİNDE BAZI ÇALIŞMALAR OLABİLİR"
Esas önemli olan siyasi mutabakat, müşterekler üzerinden ittifak. Ben Türkiye'nin bu süreçte normalleşeceğini, siyaset, program, proje üzerinden zorlama ittifaklarla değil tabii ki düşünüyorum. Doğal gelişen ittifaklar zaten Başkanlık sisteminin gereğidir. Bu ittifakları zaten millet kendisi gerçekleştiriyor. İki tur olmasının önemi de o zaten. Öyle bir durumda kendi siyasi partisinin Cumhurbaşkan adayı olmayan iki kişiden birine oy verecektir. Meclis'te de diyaloğun öne çıkacağı hususlar olabilecektir. Çok somut olarak konuşmak doğru değil. Hükümet sistemi değişikliği yapıldı esasen Anayas'da. Bir kısmı yasama yürütme arasında ilişkiler bağlamında da oldu. Yeni sistemde yasama organının çalışmalarının daha detaylı düzenlenmesi gerekiyordu. Zaman zaman iç tüzükle ilgili çağrılar yaptım. Kanun teklifleri milletvekilleri tarafından veriliyor ama bunun mutfağının olması lazım. Bir kanun teklifi gelince komisyon öyle çalışıyordu. Şimdi öyle değil komisyon resen çalışması lazım. Yasamaya yönelik olarak bazı hususlarda yasama yürütme dengeleri olarak bazı çalışmalar yapılabili.
"BÜTÜNLÜKLÜ MADDELERE KATEGORİK İTİRAZ OLABİLİR"
Çok açık söyleyeyim; bizim sistemimizde kanunların, anayasa değişikliklerinin görüşülmesi önce bütünü üzerinde tartışılır, soyla oylama yapılır maddelerine geçirir. Mesela kategorik olarak Cumhurbaşkanlığı sistemine karşısınız. Dersiniz ki kategorik olarak karşıyız dersiniz. Sonra maddelere geçilir. Bizde öyle olmadı, her maddede tekrar 'biz sisteme karşıyız' dendi. Şunu demek istiyorum; Türkiye'de dediğim gibi bütünü üzerinde görüşmelerde kategorik görüşlerinizi ortaya koyarsınız. Sisteme karşıyız diye har maddede söylemek yerine. Bu ortak olarak sistemi kurabilme noktasında faydası olabilirdi. Tek sebep budur demiyorum. Bugün kategorik olarak itiraz edenlerin daha sonra ortaya koyduğu metni görüyoruz. Orada birçok husus bu değişiklikle beraber alınmış mesafeleri içeriyor.
"BEN DE MÜLAKATLARDA SORUN YAŞAMIŞ BİRİSİYİM"
Mülakatlarla ilgili konuşulan birçok husus var, şikayet edilen hususlar var. Bunların bir kısmında doğruluk payı var. Bunu bir düzene sokmak gerektiği kanaatindeyim. Kanun bir kısım alımlarla ilgili olarak var. Onlar değiştirilebilir. Bazı alanlarda da mülakat yapmak gerekiyor. Akademisyen olarak görüyorum bunu. Doçentlikte mülakat kısmı kaldırıldı. Şimdi akademik çalışmalar yapmış, sonuçta bir doçentin ders anlatması gerekmiyor mu? Onu tecrübeli bir akademisyenin dinlemesine ihtiyaç var. Buraya daha somut, ölçülebilir kriterler konabilir. Ben de mülakatta sorun yaşamış birisiyim. Doçentlikte mülakata kameralar konulması üzerine mücadele ettim. 1991'de İstanbul Hukuk Fakültesi'nden mezun oldum. Girdiğim mülakatta elendim, imam hatip lisesi mezun oldtuğum için. Açıkça söylediler bunu. Bu 80'li yıllarda da vardı. Buradaki t emel mesele bazen onun önüne geçiyor. Normal memur alımında mülakata gerek yok. Hakim, savcılık, kaymakamlık, akademisyenlikte ilerlemeler gibi hususlarda mülakatlar olmalı. Ama bu ölçülebilir objektif kriterler olmalı. İzlemeye açık olmalıdır. Bunların kameraya alınması, itiraz üzerine kendisini savunabileceği bir imkan olmalı. En son oğlumla ilgili yaşadım. Araştırma görevlisi alımıyla ilgili olarak başvurdu. Kendisi Boğaziçi Üniversitesi mezunu. 10 kişilik listenin başında. Onu almıyorlar, üçüncü, dördüncü kişiyi alıyorlar mesela.
"KIZILAY'I GÖREV YAPANLAR DAHİL HEPİMİZİN KORUMASI LAZIM"
Kızılay Türkiye'nin en köklü kurumlarından birisi belki en başında geliyor insani yardım bakımından. En zor zamanlarımızda akla geliyor. Kızılayın satmak kelimesi ile biraraya getirilmesi beni rahatsız ediyor. İstifa meselesi kişinin kendisini ilgilendireceği husus. Şahsen tanıdığım iyi bildiğim arkadaşımız. Kurumların itibarı kişilerin düşünce ve değerlendirmelerin ötesinde bir şey. Kızılay hepimizin gözbebeği, korumamız lazım. Görev yapılanlar dahil olması. Evet doğru anlıyorsunuz; iİtibarına zarar veriyorsa orada durmamalı.