İstanbul'da Macar izlerini sürmek
Habertürk Editörü Mehmet Şimşek'in bu haftaki 'Güzergâh'ı Şerif Yenen Travel'in organizasyonu ve Macar Kültür Merkezi Müdürü/Koordinatörü akademisyen Türkolog Gabor Fodor'un rehberliğinde İstanbul'daki Macar kültürlerinin izleri sürmek oldu… İşte Saint Benoit Lisesi'nden Ayasofya'ya, Zeyrek'teki Pantakrator'dan Macar Kardeşler Caddesi'ne, Galata Mevlevihanesi'nden Feriköy'deki mezarlıklara kadar İstanbul'daki Macar izleri...
ABONE OLTürkiye’nin kurucu üyesi olduğu Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin (Türk Konseyi) 6. Devlet Başkanları Zirvesi Kırgızistan’ın Çolpon Ata kentinde gerçekleştirildi. Mülteci politikaları nedeniyle Avrupa Birliği ile sıklıkla ters düşen Viktor Orban liderliğindeki Macaristan “gözlemci ülke” sıfatıyla zirveye ilk kez katıldı. Yine geçtiğimiz günlerde Tekirdağ Büyükşehir Belediyes tarafından restoresi tamamlanan Türk-Macar Kültür Evi düzenlenen törenle ziyarete açıldı.
Bu sıcak gelişmeler Macar kültürünün İstanbul’daki izlerini akla getirdi. Tesadüfe bakın ki, geçtiğimiz günlerde Şerif Yenen Travel’in organizasyonu ve merkezi İstanbul Kağıthane’de bulunan Macar Kültür Merkezi Müdürü Türkolog Dr.Gabor Fodor'unrehberliğinde düzenlenmekte olan kültür gezisi arayıp da bulamayacağım bir fırsattı.
İLK DURAK SAİNT BENOİT LİSESİ
İstanbul’daki Macar izleri gezisine güleç yüzlü bir grupla Taksim’de buluşarak başladık. Bize tahsis edilen otobüsle ilk durağımız Karaköy’de bulunan Saitn Benoit Lisesi oldu. Bu lisenin Macar tarihinde özel bir yeri var. Osmanlı devletine sığınan Macarbağımsızlık hareketinin önderi II. Ferenc Rákóczi ve maiyetindeki mültecilerin mezarı bir zamanlar bir Cizvit Manastırı olan Saint Benoît’daydı. Benedictine tarikatı tarafından 1427’de kurulan kilise 1453’deki fethin ardından da faaliyetine devam etmiş. Kilise, 16. yüzyıl başlarından itibaren Fransa İstanbul Elçiliği mülkiyetine geçmiş ve bir zaman sonra da 1583’de Cizvit tarikatına bağlı din adamları tarafından devralınmış. Tarikatın dağıldığı tarih olan 1773’e kadar Cizvit kontrolünde kalmış.
Kilise daha sonra Lazari tarikatı tarafından devam ettirilmiş ve Birinci Dünya savaşının sonrasında önce Fransız okulu, ardından da hem Fransızca ve hem Türkçe ders verilen bir okul haline gelmiş. Kilise şu an itibarıyla düzenli olarak ibadet yapılan bir yer değil. Ancak zaman zaman ayinlere ev sahipliği yapıyor. Gezi çerçevesinde bizi ilgilendiren husus ise Macar Ilona Zrínyi 1703’de, Krisztina Bercsényi Csáky 1723’de ve II. Ferenc Rákóczi Erdel beyi 1735’de buraya defnedilmiş olması. Cenazeler 1906’da Kassa’daki Saint Erzsébet kilisesine nakledilmiş olsa da mezar yerleri hala bu kilisenin küçük dua evinde bulunuyor. Bina Fransa devletinin mülkiyetinde. Buradaki mezarları daha önceden başvurularak binada Türkçe ve Fransızca eğitim vermeye devam eden okulun Fransız müdürünün izniyle ziyaretedebilirsiniz. Türkiye’de bulunan Macarlar her sene buraya gelerek anma töreni düzenliyor ve bu şahsiyetlerin anısı yaşatılıyor.
BİLİNEN EN ESKİ MACAR KADINI RESMİ
RehberimizGabor Bey'in Saint Benoit'teki kapsayıcı sunumunun ardından Ayasofya Müzesi’ne hareket ediyoruz. Burada öyle şeyler öğreniyorum ki, Ayasofya’ya defalarca gitmiş birisi olarak mahcup olduğumu itiraf etmeliyim. Tarihi kayıtlara göre Macar Kralı Aziz László ve Kraliçe Rheinfeldi Adelaide’in kızları Piroska 1084 yılında Estergon şehrinde doğar. 1104 yılında da Bizans İmparatoru II. Komnénosz’la (1118 -1143 yılları arasında saltanat sürdü) evlenir. Ve ortodoks Hıristiyanlığa geçişinin ardından da Eiréné adını alır. Bu evliklerinden 8 çocuk sahibi olurlar. Çocuklarından Manuel Komnénosz Bizans tarihinin önemli imparatorlarındandır (1143-1180). Hıristiyan dünyasının azizlerinden olan Piroska 1134 yılında Anadolu’da ölür. Şimdi sıkı durun; Ayasofya’daki mozaik resmi, bir Macar kadına ve onun saç şekline ait bilinen en eski resimdir. Uzmanlar onun simasında Árpád hanedanının izlerinin göründüğünü söylerler. Daha önce Pantokrator manastırında olan Eiréné’nin mezarı daha sonra Ayasofya’ya taşınır.
Ayasofya’nın üst katında (galeride) bulunan mozaikin başında bu hikayenin etkisiyle buradan ayrılıyor ve yavaş adımlarla zemin kata iniyoruz. Burada da normal ziyaretlerimizde bakıp da göremediğimiz iki hoş ayrıntı bizi bekliyor.
BUDİN’DEN GETİRİLEN ŞAMDANLAR
Kanuni Sultan Süleyman’ın ordusu Mohaç’taki zaferin ardından 12 Eylül 1526’da Budin kalesine girdi. Kraliyet sarayındaki heykeller, Korvina kütüphane Kodeksleri, Budin ve Peşte şehirlerindeki kiliselerin altın ve gümüş hazineleri gemilere dolduruldu ve Macaristan topraklarının hazineleri 25 Eylülde, Tuna yoluyla Balkanlar üzerinden İstanbul’a doğru yola çıkarıldı. Bunlar arasında bulunan iki büyük kraliyet şamdanı da Ayasofya’ya iletildi. Savaş ganimeti olarak götürülen bu şamdanlar mihrabın simetrik olarak sağı ve solunda bulunuyor. Şamdanların birer kopyası Rodosto Vakfı tarafından 2005 yılında Buda’daki Mátyás kilisesine iletilmiş. Burada notlarımıza eklememiz gereken bir başka nokta ise, Macarlar açısından en eski anıların olduğu merkezlerden biri Bizans. Daha Macarların Karpat Havzasındaki bugünkü vatanlarına gelmelerinden önce de bazı Macar elçilerinin Bizans’ı ziyaret ettikleri biliniyor. Bizans daha sonra Macarların Hıristiyan olmaları sürecinde de çok önemli bir yer tutuyor. 948’de Macar Hanlarından Tormás ve Bulcsú İmparator VII. Konstantin ile barış anlaşması yapmışlar ve burada Hıristiyanlığı kabul etmişledir. Daha sonra Erdel beyi Gyula da burada vaftiz olmuş ve Bizanslı bir kardinalle ülkesine dönmüş. Onları Hristiyanlığa geçişte muhtemelen başkaları da izlemiş. Ayasofya’da pek çok Macarın da vaftiz olduğu bu vaftiz kurnası, uzmanlara göre bina ile aynı yaşta…
VER ELİNİ PANTOKRATOR KİLİSESİ
Ayasofya’daki gezimizin ardından yine Piroska’nın izini sürmeye devam ediyoruz. Şimdiki durağımız Zeyrek’te bulunan ve İstanbul fethi öncesinde patrikliğin merkezi olan Pantokrator Manastırı… Bu manastır Bizans İmparatoriçesi ve aynı zamanda Macar Kralı Aziz László’nun kızı da olan Aziz Piroska (Komnenos Eiréné) (1084-1134) tarafından inşa ettirilen bir kilise ve hastane binası. İstanbul’daki Bizans mirası olan binalar içinde, Ayasofya’dan sonraki en büyük ikinci bina olduğunu kaydedelim. Vefatının ardından İmparatoriçe Eiréné, önce buraya defnedilmiş ve daha sonra da Ayasofya’ya nakledilmiş. 1453’de İstanbul’un fethinin ardından camiye çevrilmiş ve bugün Zeyrek Molla Camii olarak işlev görmektedir. Bugün cami olmasına rağmen binanın mimari olarak kilise özellikleri hala mevcuttur. Geçtiğimiz dönemde bina üzerinde önemli restorasyonlar da yapılmış ve bu restorasyonlar binanın Bizans dönemi özelliklerini de kapsıyor. Caminin tavanlarında haç pencere demirliklerinde haç sembollerini hâlâ görmek mümkün.
Zeyrek’ten sonra biraz İstabul’da Macar anısını yaşatan bir başka bölgeye, Macar Kardeşler Caddesi’ne çıkıyoruz.
VE MEŞHUR MACAR KARDEŞLER CADDESİ
Birinci Dünya Savaşı öncesi Türk-Macar yakınlaşma süreçleri ve Dünya Savaşı müttefikliği iki ülke arasında birçok günümüze dek mevcut jest yapmaya sevk etmiş. Bunlardan biri, tarihi İstanbul yarımadasında yer alan Fatih semtindeki Macar Kardeşler Caddesi. Caddenin ismi, Budapeşte’deki Múzeum Körút’a Sultan V. Mehmet Reşad’ı anarak Mehmed V Caddesi adı verilmesinin ardından 1917 senesinde değiştirilmiş. Macaristan’ın başkentindeki bu isim değişmiş olsa da, İstanbul’un bir zamanlar 30 metrelik, günümüzde ise yüzlerce metre uzunluğundaki bir caddesi durumundaki bu sokak, Birinci Dünya Savaşı dönemindeki ittifakın anısını hâlâ taşıyor.
Gezimizinbu bölümü öğle vaktine denk düşüyor. Fatih'te bulunan ve birbirinden leziz ev yemeklerini müşterilerine servis eden lokantalardan birine giderek eskilerin deyişiyle kifaf-ı nefs eyliyoruz.
OSMANLI’NIN JOHANNES GUTENBERG'İ: İBRAHİM MÜTEFFERİKA
Öğle yemeğini yiyip, demli çaşlarımızı içtikten sonra artık sur içindençıkıp rotamızı şehrin kuzeyine çevirmenin zamanı geliyor.
Şimdi tam tersi yöne Beyoğlu’na dönüyoruz. Rotamızı Tünel’de bulunan Galata Mevlevihanesi’nin mezarlığında (hamuşhane) yatan İbrahim Müteferrika.
Müteferrika’yı bilmeyenimiz var mıdır sahi!
İbrahim Müteferrika (1674-1745) Osmanlı ve İslam dünyasında ilk matbaayı kuran şahsiyet. Osmanlı topraklarında ilk kitap 1729’da onun kurduğu matbaada basıldı. Kolozsvár şehrinde doğan ve Unitarius Hıristiyan mezhebine bağlı bir Macar olan Müteferrika eğitimini tamamlamasının ardından İstanbul’a gitmiş ve Türkleşmiş. Bu sürecin ayrıntıları pek bilinmiyor. Sarayda tercüman olarak çalışan Müteferrika bazı diplomatik faaliyetlere de katılmış. Mülteci olarak Osmanlı topraklarına gelen ve Tekirdağ’da yaşayan Rákóczi kafilesi ile ilişkileri olmuş, onlara mihmandarlık yapmış. Padişah III. Ahmet zamanında (1703-1730) batıya açılma sürecinde yabancı dil bilgisi, matbaa faaliyetleri ve yabancılarla olan güçlü ilişkileri nedeniyle Sarayın önemli kadrolarından biri haline gelmiş. Döneminin önemli Osmanlı Türk düşünürlerinden biri olduğu söylemek abartı olmaz. Bazılarına göre matbaa faaliyetlerini başlatması nedeniyle Osmanlı’daki batılılaşma çalışmalarını harekete geçiren kişi yine odur. “İslam üzerine düşünceler” (Risâle-i islâmîye) kitabını 1710 yılı civarında, İslam dinine geçmesinden sonra yazmış, ancak yayınlamamıştır. “Orduda bilgeliğin temel ilkeleri” (Usûl el-Hikem fi Nizâm el-Ümem) adlı askeri ve politik nitelikli eseri ise 1732’de basılmıştır. Bu kitap İstanbul’da bir diplomat olarak faaliyet sürdüren Károly Reviczky (1737-1793) tarafından Fransızcaya çevrilmiş (Traité de tactique ou méthode artificielle pour l’ordonnance des troupes. Vienne, 1769) ve bu sayede Avrupa’da da tanınmıştır. Mezarı daha önce bulunduğu Aynalı Kavak’tan 1942 yılında Beyoğlu Mevlevi mezarlığına getirilmiştir. Kapalıçarşı yakınlarındaki Sahaflar çarşısında bir heykeli bulunuyor. . Bir diğer heykeli de Tekirdağ’da Rákóczi Müzesi yakınında. Yazar Solmaz Kamuran’ın onun hayatı hakkındaki “Macar” adlı romanı 2012’de Macarca olarak da yayınlandığını notlarımıza ekleyelim.
ALTI HAFTALIK AĞIR MİSAFİR
Galata Mevlevihanesi’nden İstiklal Caddesi’ne çıkıp Nuri Ziya Sokak’tan içeri kıvrılıyoruz. Burada da bir başka ilginç Macar kimliğinin anısı yaşatılıyor. Sokakta bulunanapartmanın duvarına çakılan mermer plaket dikkat çekiyor.
Hikayesi şöyle:
Ferenc Liszt, 8 Haziran 1847’de İstanbul’a gelmiş ve beş hafta geçirmiştir. İstanbul’da bir müzik dükkânı olan ve aynı zamanda piyano üreten Alexandre Kommendiger’in evinde kalmıştır. Sultan Abdülmecit’e İki defa konser vermiş ve kendisine sultan tarafından değerli hediyeler sunulmuştur. Liszt, biri açık hava konseri olmak üzere İstanbul’da pek çok konser vermiştir. Daha sonra da hayatının sonuna kadar Padişah ve İstanbul ile ilişkileri devam etmiştir. Ziyaretinde kaldığı evde olmamakla birlikte, sanatçı Miklós Borsos tarafından hazırlanan kitabe, ünlü müzisyenin o civarda geçirdiği günlerin anısına dikilmiştir.
BİR DİN İKİ MEZARLIK
Nuru Ziya Sokak’tan yukarı çıkıp Odakule civarında bizleri bekleyen otobüse binip bu kez Kurtuluş’a doğru yol alıyoruz. Buradaki ilk ziyaret edeceğiz yer Feriköy Katolik Mezarlığı. Oldukça bakımlı bulduğumuz mezarlığın ilginç bir arkaplanı var. Padişah Sultan Abdülmecit 1857 yılında İstanbul’da yaşayan Katolikler için, Taksim meydanının kuzeyinde Feriköy’deki Protestan mezarlığının hemen yanında olan Pangaltı’da bir mezarlık tahsis etmiş ve daha sonra değişik yerlerdeki Katoliklerin mezarları da burada toplanmış. Bugün bu mezarlık Latin Katolik Havari Vikariat’ın denetimi altında. Macarların büyük liderlerinden István Széchenyi’nin oğlu Ödön Széchenyi (1839-1922) de burada toprağa verilmiş.
1874 yılından itibaren İstanbul’da yaşayan Ödön Széchenyi İstanbul’da ilk modern itfaiye teşkilatını kuran kişidir olup bugün İstanbul’daki İtfaiye müzesi (Kont Seçeni İtfaiye Müzesi) de onun adını taşıyor. Renkli bir kişiliğe sahip olan Kont Ödön Széchenyi, İstanbul’da Harp Akademisi’nde öğretmenlik, Sultan’a yaverlik ve danışmanlık da yapmıştır. İstanbul Rumlarından Eulália Christopulos ile evlenmiş ve dört çocuğu olmuş. Ödön Széchenyi’nin torunlarının çocuklarından biri de Almanya kraliyet veliahtlarından, Thurn ve Taxis prensi II. Albert’. Torunları ve torunlarının çocukları büyükbabaları Kont Ödön Széchenyi’nin mezarını ziyaret edip orada onun için bir mezar anıtı yaptırmışlar. Bu mezarın Macar itfaiyecilerinin de sürekli ziyaret ettikleri bir yer olduğunu öğreniyoruz. Pek çok başka Macarın yanı sıra Ünlü Macar ressam Kálmán Beszédes’in mezarı da burada. Ancak 1893’de defnedilen ressamın mezarının tam yeri bugün artık bilinmiyor. Mezarlığın güney duvarında Çanakkale savaşında hayatını kaybeden Macar askerleri için hazırlanan bir kitabe dikkatimizi çekiyor. Türkiye’nin ilk şapka üreten işyeri sahibi olan ve aynı zamanda Macarlar Derneği’nin başkanı Macar József Ürményházi’nin (1899-1957) mezarı da yine burada.
MACAR DEVRİMCİLERİ BURADA YATIYOR
Sultan Abdülmecit 1857 yılında İstanbul’daki Protestan Hıristiyanlar için bir mezarlık tahsis ettirdi. Bu mezarlığın bakım ve mülkiyeti de Protestan ülkelerin büyükelçiliklerine ait olacaktı. Bu mezarlığın mülkiyeti bugün de hala, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Hollanda, Almanya, İsviçre, İsveç ve Macaristan’a aitt. Mezarlığın Macarlara ait olan kısmında yaklaşık 50 mezar bulunuyor. 1850’li yılların sonlarından itibaren değişik yerlerdeki Protestan Macarların mezarları da burada toplanmış. II. Ferenc Rákóczi’nin doktoru olan Jakab Lagentali Lang’ın (1663-1720) mezarı da buraya bu dönemde taşınmış. 1848-1849 devriminin önemli şahsiyetlerinden Imre Csernátonyi Cseh (1805-1852), Lajos Kossuth’un Türk tercümanı ve ünlü koleksiyoncu Dániel Szilágyi’nin (1831-1885) mezarları da bu mezarlıkta. Bu mezarlık bugün hala Türkiye’deki Macarların Mezarlığı olarak işlev görmektedir. Mezarlığın sonundaki duvarın üzerinde Macar Türk Dostluk Derneği’nin 1990 yılında yerleştirdiği bir duvar kitabesi 1848-1849 devrimini anmakta. 2001 yılında da aynı yere Macar Bilimler Akademisi Zsolnay progranit Kossuth Amblemi yerleştirmiş. Ayrıca aynı duvarda 1956 ayaklanmasında Budapeşte’nin Szena meydanındaki direniş grubundan olan ve ayaklanmanın ardından Türkiye’de yaşayan ve ölen Marta Veronika Arbatlı (kızlık adı Márta Veronika Kiss) ve 2011 yılında genç yaşta hayatını kaybeden 1962 Szombathely doğumlu Türkolog Tímea Gál’ın anısında birer plaket de bulunuyor.
7 SAAT SONRASINDA BİR TATLI YORGUNLUK
Hiç kuşkusuz İstanbul’daki Macar izleri gördüklerimizle sınırlı değil. Harbiye Askeri Müzesi’nde Sergilenen Macar eserleri, 1848-1849 Macar Özgürlük Savaşının kahramanlarından Richárd Guyon’un Haydapraşa’da bulunan mezarı, 1916 yılında, Arşidük Ferenc József ’in vesayeti altında Beyoğlu, Büyük Bayram sokak sokakta kurulup 1930’da yıkılan Macar Bilim Enstitüsü bunlardan sadece birkaçı. Sabah 09.00'da başladığımız geziyi akşam üzeri 16.30'da tamamlıyoruz. Gezinin ardından tatlı bir yorgunlukla eve dönerken 6 saatlık süreçte görüp, öğrendiklerimizi düşünerek evin yolunu tutuyorum. Ancak söyleyeceklerim bitmedi...
İSMİ ZAMANLA MACAR'A DÖNÜŞEN CADDE, ÇEŞME VE BAHÇE
İstanbul'da zamanla ismi Macar'a dönüşmüş çeşme, cadde ve bahçe isimlerinin de olduğunu unutmadan kaydedelim. Bunlardan ilki Beykoz Anadolukavağı'nda bulunan Macar Tabyası ve buradan hareketle ismi Macar Tabyası konulan cadde. Kelimenin kökeni Osmanlıca 'Mai Cari'den; yani 'akarsu'dan gelmekte. Mai Cari ismi zamanla halk arasında 'Macar'a dönüşmüş durumda.
Aynı şekilde inanç turizminde ağırlıklı bir yere sahip olan Beykoz Yüşa Tepesi'nineteklerinde Tokat Bahçesi ve Tokat Köşkü'nün bulunduğuna tarihi kayıtlarda rastlıyoruz. Günümüze ulaşamayan bu köşk Fâtih ve Kanûnî’den sonra 1682’de ve I. Mahmud tarafından da 1746’da yenilenmiş ve Hümâyunâbâd Kasrı olarak adlandırılmış. Bu köşkün yanındaki Mâ-i Cârî Bahçesi denilen mesire zamanla Macar Bahçesi adını almış, Yûşa‘ tepesinin sahile indiği buruna Macarburnu, hatta Yûşa‘ tabyasına Macar tabyası veya Macar Kalesi denmiştir.
PAŞABAHÇE'DEKİ HACI MACAR ÇEŞMESİ
İsmi itibarıyla ilginç yapı da Beykoz'un Paşabahçe semtinde bulunuyor. Halk arasında 'Hacı Macar Çeşmesi' olarak anılan çeşmeyle ilgili olarak Beykoz Belediye Başkanlığı Yayınları arasından çıkan 'Beykoz Abideleri' adlı 3 ciltlik çalışmada şu kayıt düşülmüş:
Mustafa Ağa Çeşmesi Kitabesi:
Sâhibu'l-hayrât ve'l-hasenât Galata'da
Mavnacı el-Hâc Mustafa Ağa'nın hayrâtıdır
fi 1323 Arabî (1905/06)
EN ÇOK SORULAN SORU: MACARLAR TÜRK MÜ?
Rehberimiz Dr. Gabor, kendisi için artık klasikleşmiş hale gelen bazısorulara büyük bir içtenlikle yanıt vermeye çalışıyor. Sözgelimi Macar salamı... Macar akademisyen bizim tükettiğimiz Macar salamı ile Macar mutfağının vazgeçilmezlerinden biri olan salamın gerek tad, gerek lezzet olarak uzaktan yakından alakası olmadığını söylüyor. Gabor'a en fazla sorulardan bir tanesi de 'Macarlar'ın Türk olup, olmadığı'... Dr. Gabor, bu soruya esprili bir yanıtla karşılık veriyor: 'Macarlar Türk' diyenlere ben de 'Türkler Macarı' diyorum... Şaka bir yana Macarların Avrupa'yaAsya'dan geldiğini; ancak çok eskilere dair bilgilerin yeterli olmadığını anlatan Fodor Bey, bilimsel verilerin ışığında Macarlar'ın Türk olduğunu söylemenin mümkün olamayacağını ifade ediyor. Dr. Gabor her iki ırkın tarih sahnesinde birçok kez karşılaştığını, Macaristan'a gelen boylardan ikisinin Türk olduğunu da belirtiyor. Gabor Bey son olarak da Türkiye'deki Macar eserlerinin iyi korunduğunu, bakıma muhtaç olanların ise konusunda gerekli adımların atıldığını sözlerine ekliyor...