Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema En iyi 10 felaket filmi
        • 1

          HAVAALANI (1970)
          (Airport)

          Niteliği tartışılır ama 1970’lerde moda olan ‘felaket filmi’ janrını başlatan yapım olarak listede yer almayı hak ettiği kesin. Arthur Hailey’nin 1968’de yayımlanan aynı adlı kitabından uyarlanan film, 10 milyon dolarlık bütçesine karşılık 128 milyon dolarlık hasılatıyla yapımcılarını mutlu etmesiyle de hatırlanıyor bugün. Burt Lancaster, filmde Chicago yakınlarındaki bir havalimanının yöneticisi Mel Bakersfield’i canlandırıyor. Eşinden ayrılma sürecinin sıkıntılarını yaşadığı dönemde kar fırtınasının neden olduğu sorunlarla uğraşırken karşısına daha büyük bir kriz çıkıyor. Problemli bir yolcunun neden olduğu delik nedeniyle düşme tehlikesi yaşayan uçak acil iniş yapmaya karar veriyor. Dean Martin’in pilotu canlandırdığı film, uçakta ve havalimanında yaşananları paralel kurguyla veren, sürükleyici ve oyalayıcı bir gerilim olmayı başarıyor. Oyuncu kadrosunda Jean Seberg, Jacqueline Bisset ve George Kennedy gibi isimlerin yer aldığı 137 dakikalık filmi George Seaton yazıp yönetti. Ama filmin son çekimlerini hastalığı nedeniyle sete gelemeyen Seaton’ın yerine Henry Hathaway gerçekleştirdi.

        • 2

          POSEYDON MACERASI (1972)
          (The Poseidon Adventure)

          1970'lerin en popüler felaket filmlerinden biri olan “Poseydon Macerası”, lüks yolcu gemisinde yeni yıl gecesini kutlamak için bir araya gelen insanların yaşanan kaza sonrasında verdiği ölüm kalım mücadelesini anlatıyor. Büyük bir dalgayla alabora olup ters dönen gemiden kurtulmak isteyenler arasında Gene Hackman, Ernest Borgnine, Jack Albertson ve yardımcı kadın oyuncu kategorisinde Oscar'a aday olan Shelley Winters gibi o yılların ünlü oyuncuları da var. 9 dalda Oscar'a aday olan film, en iyi şarkı ve özel efekt kategorilerinde ödül kazanmıştı. Ronald Neame'nin yönettiği film, Türkiye'de 1973 yılının aralık ayında gösterime girmişti.

        • 3

          YANGIN KULESİ (1974)
          (The Towering Inferno)

          1970’li yılların ‘felaket filmi’ şablonuna bire bir uyan ‘Yangın Kulesi’, yıldızlarla dolu oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Öncelikle dönemin Paul Newman ve Steve McQueen gibi iki büyük erkek starını bir araya getiriyor. Eski kuşaktan William Holden, Fred Astaire ve Jennifer Jones’un yer aldığı filmde Faye Dunaway ve O.J. Simpson gibi isimleri de görüyoruz. Film, inşaatı yeni tamamlanmış, dünyanın en yüksek gökdeleninin açılış partisinde çıkan yangını konu alıyor. 2 saat 45 dakikalık filmin ilk bölümünde Paul Newman’ın canlandırdığı mimarın tüm çabalarına karşın sermayedarların binanın elektrik aksamında ‘kalitesiz malzeme’ kullandığını öğreniyoruz. Yangın, daha çok kâr etme ilkesini insan hayatının üzerine koyan bu ihmal nedeniyle çıkıyor. Steve McQueen binanın üst katlarındaki insanların hayatına mal olabilecek yangını engellemeye çalışan itfaiye şefi olarak geliyor karşımıza. John Guillermin’in yönettiği film, türün nitelikli örneklerinden biri olarak seçkilerin çoğunda yer alıyor.

        • 4

          AIRPLANE! (1980)

          1970 yapımı ‘Airport’un başarısı üzerine yapımcılar havada geçen başka felaket filmleriyle seriyi sürdürmüştü. Tüm bu filmlerle dalga geçen ‘Airplane!’ ise 1980 yılında vizyona girdi. Bu filmin ardından ZAZ olarak anılacak Jim Abrahams ile David ve Jerry Zucker’ın yazıp yönettikleri ilk filmdi. ‘Zero Hour’ (1957) adlı filmin hikayesinden esinlenmişler, 1975 yapımı ‘Airport’dan bazı öğeler almışlardı. Sadece felaket filmlerinin değil, sinema klişelerinin de parodisini yapan ‘Airplane!’ gişelerde gösterdiği büyük başarının yanı sıra eleştirmenlerden de çok olumlu tepkiler aldı; ZAZ ekolü olarak adlandırılan bir mizah tarzının öncüsü oldu. Leslie Nielsen bu filmin ardından ZAZ ekibinin favori starı haline geldi.

        • 5

          TWISTER (1996)

          Boşanmanın eşiğine kadar gelen Jo (Helen Hunt) ve Bill’in (Bill Paxton) hayatında, fırtınalar, hortumlar çok önemli bir yer tutar. Evlilik hayatları fırtınaları kovalamakla geçmiştir. Jo meteorolog, Bill ise televizyonda hava durumu sunucusudur. Artık ayrı yaşasalar da yaklaşan tornadoları takip ederken iş birliği yapmak zorundadırlar. Senaryosunu Michael Crichton ve Anne-Marie Martin’in yazdığı filmi Jan De Bont yönetti. Sadece ABD’de 54.7 milyon bilet satışı gerçekleştiren film, dünya genelinde yaptığı 495 milyon dolarlık hasılatla da dikkat çekti. Film, En İyi Özel Efekt ve En İyi Ses dallarında Oscar’a aday oldu. Birçok felaket filminin aksine eleştirmenlerden düşük notlar almadığını belirtelim.

        • 6

          TITANIC (1997)

          Çekimler başladığında sonu herkes tarafından bilinen facianın yeniden anlatılmasına büyük risk olarak bakılıyor, hatta filmin Titanic gibi batacağı konuşuluyordu. Ama usta yönetmen James Cameron, seyircinin ilgisini son ana kadar ayakta tutan basit, etkili bir öykü ve eski usul bir sinemayla “Titanic”i olay haline getirmeyi başardı. Sonuçta, doğanın gücü karşısında, teknolojinin tükendiği noktada, 1912 yılında denizin dibini boylayan Titanic’in matemini bir kez daha tuttuk, aşkın gücü karşısında duygulandık. Cameron devasa transatlantiği, kendini beğenmişliği, aşırı güveni ve her şeye meydan okumasıyla Batı medeniyetinin simgesi gibi, neredeyse film karakteri gibi kullandı. Lüks, sefahat ve sahteliğin bittiği, can pazarının başladığı noktada film de asıl havasını buluyordu. Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet ise iki stara dönüşüyordu.

        • 7

          YARINDAN SONRA (2004)
          (The Day After Tomorrow)

          İklim krizinin beklenilenin aksine küresel ısınmayla değil Yeryüzü’nü etkisi altına alan yeni bir buz çağıyla sonuçlanacağını düşünün. Üstelik küresel ısınmanın tam aksine, başta ABD olmak üzere Batılı ve Kuzeyli zengin ülkelerin zarar göreceği bir krize dönüşeceği varsayın… Bu fikirlerden yola çıkan Roland Emmerich’in yönettiği ‘Yarından Sonra’, birçok felaket filmi gibi odağına yine parçalanmış bir aileyi alıyor. Yaşanacak sorunları önceden görenlerden biri olan iklimbilimci Jack Hall (Dennis Quaid), sadece dünyayı kurtarmaya değil, izini kaybettiği oğlunu (Jake Gyllenhall) bulmaya da çalışıyor. Zengin ülkeler ise değişen iklim koşullarında nasıl ayakta duracaklarını düşünüyorlar. ‘Yarından Sonra’, felaket filmi klişelerinden hiç sapmamasına rağmen iklim krizini önemsemeyen zengin ülkelere getirdiği eleştiriyle notunu yükseltiyor.

        • 8

          SALGIN (2011)
          (Contagion)

          2011 yılının sonbaharında gösterime giren film, aldığı olumlu eleştirilere karşın gişelerde kayda değer bir başarı yakalayamamış, seyirciler arasında ses getirememişti. 2020’den itibaren koronavirüsün yaygınlaşmasıyla birlikte sosyal medyada sık sık adı geçen bir filme dönüştü. Senaryosunu Scott Z. Burns’ün yazdığı, Steven Soderbergh’in yönettiği film, olası bir grip salgınını gerçekçi bir yaklaşımla ele alıyor; bulaşıcı ve ölümcül virütik hastalığın kısa sürede nasıl bir küresel kâbusa dönüşebileceğini anlatıyor. Bildiğimiz felaket filmi klişelerini bir yana bırakan “Salgın”, uzmanların en ciddiye aldığı ve gerçekçi bulduğu pandemi filmlerinden biri. Gwyneth Paltrow, Matt Damon, Kate Winslet, Jude Law gibi yıldız oyuncuların yer aldığı film, 9 yıl öncesinden tüm dünyaya yapılmış bir uyarıdan farksız… Uyarının işe yaradığını söylemekse çok zor.

        • 9

          KIYAMET GÜNÜ (2012)
          (The Impossible)

          İspanyol yönetmen J. A. Bayona, felaket filmleri türüne hiper gerçekçi, sarsıcı bir yorum getiriyor. Tsunami sahnesi mükemmel. Tsunaminin hemen sonrasında yaşananları anlatmakta gösterdiği başarı da kayda değer. Tayland’da tatil yapan üç çocuklu ailenin tsunamiden sonra yaşadıklarını anlatan filmde Naomi Watts’ı anne rolünde izliyoruz. Oğluyla birlikte yaşam mücadelesi veren Maria karakterinde, yaşadığı duygusal yıkımı, annelik içgüdüsünü, korkuyu, acıyı ve direnme gücünü seyirciye geçirme konusunda yine müthiş etkileyici.

        • 10

          DEEPWATER HORIZON: BÜYÜK FELAKET (2016)
          (Deepwater Horizon)

          2010 yılında Meksika Körfezi’nde, açık denizde infilak eden petrol platformunda yaşananlar, tam da Hollywood’un istediği türden bir felaket hikâyesi içeriyor. Gazete makalesinden uyarlanan ve Peter Berg’in yönettiği ‘Deepwater Horizon’, türün klişelerinin neredeyse tümünü barındırıyor. Mike Williams (Mark Wahlberg) gibi iyi ve aklı başında kahramanlarını tanıdıktan sonra petrol şirketinin yetkilileri çıkıyor karşımıza. Vidrine rolündeki John Malkovich’in başını çektiği bu ekip, iş güvenliğini ikinci plana atan, tek amaçları kârı maksimize etmek olan yöneticilerden oluşuyor. Jimmy Harrell ile ekibi, daha fazla test ve güvenlikte diretirken, onlar sondajın hemen başlamasında ısrar ediyorlar. Gerçekleşen patlamayı ve platformda verilen yaşam mücadelesini anlatan ikinci bölümdeyse ‘Deepwater Horizon’ heyecanlı ve gösterişli bir felaket filmine dönüşüyor.

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa