Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Müzik Caz ve Türk Müziği'nin kesişim noktası: Mehmet Ali Sanlıkol

        Türkiye, Anadolu coğrafyası, onlarca halkın kesişim noktası. Birçok farklı kültürün yuvası olmuş, insanlık tarihini şekillendiren üç ilahi dinin kutsallarının bulunduğu bir coğrafya. Bu halklar on yıllarca komşuluk yapmış, geçmişten gelen benliğini etkileşimde olduğu başka kültürlere katmış.

        Yemekleri iç içe geçmiş, dilleri iç içe geçmiş, alışkanlıkları iç içe geçmiş; ve ezgileri...

        Bugün Ermeni müziğinin en önde gelen seslerinden John Berberian'ın ki kendisi 85 yaşında ABD'de yaşıyor, en önde gelen şarkısı: Sivas'ta Bir Yar Sevdim. Birçok Türk ezgisinin aynısının Yunan versiyonunu bulmak mümkün. Bu, on yılların inşa ettiği dev bir birikim.

        REKLAM

        Bu coğrafyadaki tüm kültürlerin müzikleri, kendi kültürlerinden bir parçayı içinde barındırıyor. Hepsinin kendine has bir dokunuşu, bir tınısı var. Bugünkü konuğumuz, bu coğrafyanın ezgilerini dünya müziğiyle mükemmel harmanlamayı başaran bir isim: Mehmet Ali Sanlıkol.

        Müzik dinlerken bazen kendimi kullanığım platformun algoritmasına bırakmayı severim. Bu bilinmezlik dehlizinde yaptığım işten kafamı kaldırıp, "Bu hangi şarkıymış ya?" dedirten şarkı benim için iyi şarkıdır ve hemen listeme eklerim.

        Geçtiğimiz haftalarda bana, "Bu hangi şarkıymış ya?" değil de, hiçbir şey söyletmeden aşırı bir merak içinde kendisine baktıran şarkı, "Talk About A Turkish Blues" oldu. Mehmet Ali Sanlıkol'un elektro udla şarkıya girişi, o Anadolu ezgilerinin modern seslerle harmanı, aradaki solo... Bu şarkıdan aldığım keyfi yıllar önce Yavuz Çetin ve Erkan Oğur'un "Dünya" adlı parçasını dinlerken almıştım. Hissiyatım tamamen aynıydı, dolu ve uçlarda.

        Şarkıyı binlerce kez tekrar tekrar dinledikten sonra Mehmet Ali Sanlıkol'un diğer işlerine de bakayım dedim ve zaten birçok eserini dinlemiş olduğumu fark ettim. Hayranı olduğum Brenna MacCrimmon ile yaptığı tüm eserleri zaten dinlemiştim.

        REKLAM

        Sanlıkol, Türk, Anadolu, Tasavvuf müziğini henüz 18 yaşında Amerika'da Berklee'ye gittiğinden beri başta caz ve blues olmak üzere birçok müzik türüyle harmanlayıp kendi müziğini yaratıyor.

        Mehmet Ali Sanlıkol 1997’de Berklee College of Music’te lisans derecesini Caz Kompozisyon ve Film Müziği branşlarında tamamlayan, hem 2015 yılında hem de bu yıl Grammy müzik ödüllerinde aday olan, doktora derecesini Kompozisyon alanında yaparken ağırlıklı olarak Klasik Osmanlı/Türk müziği ve etnomüzikoloji çalışan; Türk müziğinin uluslararası çapta en önde gelen sanatçılarından biri.

        Şu an Boston’da New England Konservatuvarı'nda profesör. Hem besteci, hem icracı. Hem söylüyor, hem çalıyor hem de icat ediyor.

        Mehmet Ali Sanlıkol'un müziğini, hikayesini, üretim süreçlerini kendisinden dinleyelim.

        Müzik kişiliğinizi oluşturmanızda ailenizin etkisi nedir?

        Annemin ilk piyano öğretmenim olması ve rahmetli babamın da gerçek anlamda bir Batı müziği (bilhassa opera) fanatiği olması elbette müzikal kişiliğimin oluşmasında büyük rol oynadı.

        Hatta bir anlamda halen daha da oynamakta, zira babam dünyanın dört bir yanından enstrüman toplayıp bir koleksiyon oluşturmasa ve gidip Nilüfer Belediyesi ile bir müzik enstrümanları müzesi oluşturma girişiminde bulunmasa, bugün Bursa’nın Nilüfer ilçesinde bulunan ve 2021 senesinde açtığımız Nilüfer Belediyesi Dr. Hüseyin Parkan Sanlıkol Müzik Enstrümanları Müzesinin (MEM) küratörü ve proje direktörü olmayacaktım...

        "Türler arasında tercümanlık yapan bir müzisyenim"

        Kendinizi en iyi ifade ettiğiniz müzik türünün ne olduğunu düşünüyorsunuz? Mehmet Ali Sanlıkol müziğinin üretim süreci nasıldır?

        REKLAM

        Ben kendimi üç ana müzik türünde eşit derecede iyi ifade edebildiğime inanıyorum: Caz (ve bunun pop ve funk gibi stillerle buluştuğu çeşitli türevler), çeşitli geleneksel Türk müzikleri (ama en başta Klasik Osmanlı/Türk müziği) ve Klasik Batı müziği (çerçevesinde yer alan erken Avrupa müziği, konser müziği, vb.).

        Eserlerim üzerinde çalışırken kendimi bu türler arasında tercümanlık yapan bir müzisyen gibi görüyorum. Zira sanırım bir çok meslektaşımdan ayrıldığım ana nokta bu türlerin tamamına aşağı yukarı eşit derecede senelerimi verip hepsinde uzun seneler talebelik yapmış olmam. Bu mühim bir nokta çünkü bu bahsettiğim uzun süreli talebeliklerden ötürü bu türlerin hepsini içselleştirdiğime kaniyim. Tercümanlığı da bu yüzden daha rafine bir seviyede yapabildiğimi hissediyorum.

        Mesela, Türkçe bir şakayı İngilizce’ye ve aynı şekilde İngilizce bir şakayı da Türkçe’ye tercüme etmek çok zor bir iştir. Kelimesi kelimesine tercüme ettiğinizde ortaya gülünesi sonuçlar çıkar. Kanımca bir şakayı tercüme ederken kelimeleri birebir çevirmek yerine o şakanın yarattığı hisse denk gelen şakayı bulmak gerekir.

        Esasında durum müzikte de böyle. Zira müzik evrensel bir dildir deyip kestirip atınca bu bahsettiğim nüansı da olduğu gibi atlamış oluyoruz. Müzik evrensel bir dil olsaydı, ve birilerinin ‘güzel’ bulduğu bir parçanın hakikaten evrensel bir hükmü olsaydı, o zaman tüm dünyada, en azından belli çevrelerde, Hammamizade İsmail Dede Efendi’nin de bestelerinin Beethoven’inkiler kadar tanınıyor olması gerekirdi...

        Velhasıl, müzikte tercümanlık derken uşşak gibi bir makamın uyandırdığı hissin (ve hatta barındırdığı çeşitli müzikal karakteristiklerin) dengini birinin, mesela, blues’da, cazda bilmesi gerektiğini ifade etmeye çalışıyorum. Buna da ancak arasında tercüme yapılan o iki müzik lisanını içselleştirmiş bir kişinin daha rafine bir noktada hakim olabileceğine inanıyorum. İşte benim eserlerimin üretim sürecindeki en kilit nokta sanırım budur.

        "Talk About A Turkish Blues", son dönem Türk müziğinde eşi az bulunan eserlerden biri. Türk müziğinin imza çalgılarından diyebileceğimiz udun elektrikli versiyonuyla etkili bir giriş, sonrasında ise dinleyeni içine çeken kültürel bir harmoni... Peki bu eserin hikayesi nedir? Bestenin çıkış noktası nedir? Elektro ud nasıl bu eserin ana gövdesine oturdu?

        Öncelikle "Talk About A Turkish Blues"a yönelik güzel sözlerinizden ötürü teşekkür ederim. Ben bestecilerin/müzisyenlerin “Bu ezgiyi rüyamda duydum” gibi laflarına çok gülerdim. Bana fazlasıyla ‘romantik’ gelirdi bu laflar. Hatta bu gibi lafları fazla zikredenlere halen daha şüpheyle yaklaşırım. Ancak "Talk About A Turkish Blues"un ezgisi hakikaten de bana birkaç sene evvel rüyamda gelmişti. Uykudan kalkar kalkmaz unutmadan hemen bu ezgiyi notaya aldım.

        Fakat elektro ud henüz yokken bu ezgiyi layıkıyla seslendirecek bir format hissedemiyordum/göremiyordum. Zaten uzun senelerdir aklımda olan elektro ud nihayet ortaya çıkınca bir anda taşlar yerine oturdu ve yeni albümümün kayıtlarını yaparken en son gün, en son parça olarak bunu da single olarak kaydettik.

        İşin doğrusu niyetim sadece elektro udu belgelemekti. Bu parçanın bu derece ilgi göreceğini hiç beklemiyordum.

        REKLAM

        Bir Sanlıkol enstrümanı: Dijital Mikrotonal Klavye

        Kariyerinizin geneline baktığımızda Türk, Anadolu ezgilerini modern unsurlarla harmanlamayı sevdiğinizi görüyoruz. Ve iyi bir haberle, yeni bir albümünüzün yolda olduğunu öğrendik. Bu albümün ağırlıklı tınısı ve tarzı "Talk About A Turkish Blues" gibi mi olacak? Bu şarkının hazzını tüm bir albümde hissetmeye kendimizi hazırlayalım mı?

        Yeni albümümde 7 parça var ve bunların hepsinde farklı dozlarda Türk müziği etkileri var. Bu anlamda albümün genel olarak "Talk About A Turkish Blues" için sergilediğim yaklaşımdan uzak olmadığını söyleyebilirim. Ancak tını ve tarz anlamında albümde blues ve elektro ud yerine daha çok caz müziği ve patenti de bana ait olan başka bir enstrümana yer verdim.

        Bu enstrüman dijital mikrotonal bir klavye olup bir oktavda 12 yerine 17 tuş barındırıyor. O yüzden enstrümanın ismi de SANLIKOL Rönesans 17 (R17).

        Esasında merak edecekler için YouTube’da enstrümanın ilk prototipi ile hazırladığım bir tanıtım videosu olduğunu söylemek isterim. Bu prototip ile bir iki konsere çıkmıştım ama henüz bir albüm projesinde R17’ye yer vermemiştim.

        Albümde biri Şedd-i Araban, biri de Hüseyni makamında iki bestemde R17 ve kendi caz üçlümle icra yaptık. Çok keyifli oldu... Ayrıca albümde tanınmış caz trompetçisi Ingrid Jensen konuk olarak 3 parçada yer aldı ve ortaya hakikaten muazzam icralar çıktı. Kısmetse albüm Şubat ayı sonlarına doğru çıkacak.

        REKLAM

        Türk müziğini caz müziği ve çeşitli birçok müzik türüyle harmanlarken teknik olarak zorlandığınız noktalar var mı? Ana armoniyi inşa ederken dikkat ettiğiniz unsurlar nelerdir?

        Zorlanmak diyemem fakat yapacağım müzikal seçimleri çok ince eleyip sık dokuduğumu söyleyebilirim. Neticeten, uzun yıllardır bu gibi eserler ortaya koyduğum için artık, bilhassa besteci olarak, kendime has bir ‘sesimin’ oluştuğuna inanıyorum.

        Bu noktaya gelene kadar da müzikal anlamda kendi adıma bazı ‘keşiflerde’ bulundum. Bu keşifler armoni babında x, y, z makamlarının sahip olduğu karakteristikler ve uyandırdığı hisler için armonik akışın benim yıllar içerisinde oluşturduğum spesifik kalıplar içerisinde akması, ve bestelediğim ezgilerin içerisindeki motiflerin de belli bir seyir içerisinde akması şeklinde tezahür ediyor.

        Ancak bu gibi seçimler caz orkestrası için farklı, klasik orkestra için farklı, polifonik koro, vs. için farklı oluyor. Yani besteyi kimin ve hangi enstrümanlar için yapacağım bu seçimleri ve haliyle ortaya çıkacak tınıyı/neticeyi de derinden etkiliyor.

        REKLAM

        "Egzotik ve sığ yaklaşımlara yenik düşmeyelim"

        Kariyerinizde birçok yabancı sanatçıyla çalıştınız. Bu sanatçıların çoğuyla ‘bizim’ ezgiler üzerine üretim yaptınız. Türk müziği bir ‘yabancının’ gözünde nasıl?

        Çoğu halen Türkiye’den gelen seslere egzotik ve sığ bir şekilde bakabiliyor. Ama bizim kendi içimizde de bu sorun var: Kendimize epeyce yabancılaştığımız için biz de oryantalist bakabiliyoruz. Veyahut tersini de düşünebiliriz.

        Bizler de, mesela, Amerika’ya bakarken oraya egzotik gözlüklerle bakabiliyoruz, ve Amerikalılar da, mesela, Klasik Batı Müziği'nin erken dönemlerine son derece egzotik yaklaşımlar sergileyebiliyorlar...

        Bu esasında insanın doğasında olan bir mefhum. Ama doğamızda var diye de egzotik ve sığ yaklaşımlara yenik düşmemeliyiz. Allah hepimize akıl fikir vermiş, öyle değil mi? O halde kullanalım ve farkında olalım :) Velhasıl, günün sonunda, ha Amerikalı ha Türk pek fark etmeyebiliyor. Eğer ikisi de geleneksel Türk müzikleri için yeterli derecede mesai sarf etmediyse hemen hemen eşit derecede sığ bir yaklaşım sergileyebiliyorlar.

        Türkiye’de doğup büyüyüp, mesela, çok zengin yemek kültürümüzü iyi bilmek geleneksel müziğimize de hakim olmak anlamına gelmiyor. Onun da mektebi var, talebeliği var...

        REKLAM

        "Pes etmek yok, yola devam!"

        30 yıllık başarılarla dolu bir kariyere sahipsiniz Hayal ettiğiniz noktada mısınız? Hiç pişman olduğunuz bir proje, bir adım var mı?

        Henüz hayallerime ulaştığımı söyleyemem ama elde ettiğim pek çok başarı için ne olursa olsun sürekli şükrediyorum. Zira bulunduğum noktaya gelene kadar hakikaten çok sıkıntı çektim...

        Pişmanlık duyduğum bir proje veya karar yok. Ancak verdiğim bazı kararlar için ne derece ağır bedeller ödediğimi de görüyorum. Mesela, 25 yaşında bir caz müzisyeni olarak kariyerimin hızlı bir ivme ile yol aldığı noktada aniden Türk müziğine yönelmem ve kariyerimi 10 sene kadar rafa kaldırmamın bedelini daha sonra ağır ödedim (ve halen de ödemekteyim)...

        Ama bu mesaiyi sarfetmesem şu anki ‘sesime’ de sahip olamazdım. O yüzden pişman değilim. Ancak arada üzüntü duyuyorum. ABD’de en ön saflarda koşturan birkaç Türk’ten biriyim. Bunun ötesinde her yaptığı işe Türkiye’nin kültürel imzasını da atan bir sanatçıyım.

        Geçen Şubat ayında son 5’e kalan “A Gentleman of Istanbul” (Bir İstanbul Çelebisi) isimli eserimle Grammy müzik ödüllerinde aday olunca ekrana İstanbul’un adını yazdırdım. Bunu yapan tek Türk benim. Yani ben Grammy’lere giderken yanımda İstanbul’u ve Evliya Çelebiyi de götürdüm...

        Hal böyleyken festivaller, salonlar, vs. neden halen bunun önemini idrak edip benimle temas etmiyorlar diye ara ara elbette üzüntü duyuyorum...

        Ancak benim süper gücüm asla pes etmemek. O yüzden yola devam!

        REKLAM

        Türk çoksesli müziği takip ediyor musunuz? Bu alanda bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz? Bu soru korocu olduğumdan dolayı daha şahsi bir soru:)

        Polifonik/çoksesli koro için yazdığım epeyce eser var esasında. Bunların bir kısmı YouTube kanallarımda mevcut.

        Mesela, babam vefat etmeden onun da içinde bulunduğu DMD Çoksesli Korosu için yazdığım “Şu Yalan Dünya” isimli eserin New England Konservatuarı Chamber Singers tarafından icra edilmiş kusursuz bir kaydı kanalımda mevcut.

        Öte yandan, “Devran” isimli bir başka eserimden kesitlerin yer aldığı bir video da var. Bu eserler gibi henüz kaydedilmemiş birkaç çalışmam daha var.

        Hatta 19 Ekim günü “The Triump” isimli çoksesli koro, yaylı tanbur, ney ve 2 vurmalı için yazdığım yeni bir eserin dünya prömiyerini Boston’da gerçekleştireceğiz. Bu eserin sözleri mühim Bektaşi dervişi Edip Harabi’ye ait.

        Türk veya yabancı, etkilendiğiniz, takip ettiğiniz müzisyenler var mı?

        REKLAM

        Elbette var. Türkiye’de, mesela, Erkan Oğur yeni bir çalışma yayınlarsa muhakkak dinlerim. Veyahut Salih Bilgin’in icra ettiği bir ney taksimini can kulağıyla dinlerim.

        Öte yandan, Brad Mehldau’nun ve Julian Lage’in son albümlerinden keyif alıyorum. Çalışmalarına kıymet verdiğim bir ton konser müziği bestecisi var.

        Mesela, Derek Bermel’in çalışmalarını takdir ediyorum. Türkiye’de eski bir arkadaşım olan besteci Onur Türkmen’in kendine has bir üslubu vardır. Onu da çok takdir ediyorum.

        "Aslında her dönemin bir avuç parçasını öne çıkarıyoruz"

        Yeni nesil Türk müziğinin ağırlıklı olarak arabesk altyapı ve arabesk rap üzerine olduğu, tek tipleşen soundların müzik piyasasını ele geçirdiği, birçok yeni şarkının birbirinin aynısı olduğu, bu sebeple üretimin köreldiği eleştirileri hakkında ne söylemek istersiniz? Yeni nesil Türk müziğiyle ilgili düşünceleriniz neler? Sizce insanlar neden hala 90'lar Türkçe pop şarkılarını heyecanla dinliyor?

        Malum, Rap ve Hip Hop sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde çok etkili...

        O yüzden bahsettiğiniz durum kanımca sadece Türkiye için geçerli değil. Ancak ‘birçok yeni şarkı birbirinin aynısı’ deyip ‘90’larda durum böyle değildi’ diyebilir miyiz bundan da çok emin değilim doğrusu...

        90’larda Türk pop dünyasında heyecanlı bir dönem yaşandığına kesinlikle katılıyorum. Ancak şunu unutmamak lazım: Durduğumuz yerden geriye dönüp baktığımızda genelde o dönemlerden günümüze kalmayı başarmış bir avuç parçayı öne çıkarıyoruz.

        Halbuki o yılların Top 10 listelerinde yer alan bütün parçaları peş peşe dinlemeye kalksak acaba ‘bunlar da birbirinin aynısıymış’ der miyiz? Bunu enine boyuna bir düşünmek lazım.

        Fakat 90’lar için değil de 70’ler ve 80’lerin Top 10 listeleri için şunu söyleyebilirim: O yıllarda içlerinde sadece iyi ses sanatçılarının değil, iyi müzisyenlerin de yer aldığı toplulukların Top 10’de bulunması gitar soloları gibi, artık bugün duyamadığımız, bir takım özellikleri barındırıyordu.

        Mehmet Ali Sanlıkol yemek yaparken, otomobil kullanırken, yürüyüş yaparken kulaklığında bu aralar ne dinler? Bir guilty pleasure’ınız var mı ?

        Guilty pleasure’larım vallahi yok çünkü seçimlerimin arkasında kapı gibi dururum :)

        Yürüyüş yaparken müzik dinlemem zira hem dikkatım dağılır hem de doğanın müziğini dinlemek benim yaşımda artık daha keyifli...

        Yemek yaparken de müzik dinlemem, dinleyemem çünkü dinlersem yemeği garanti yakarım...

        Arabada kısa yolculuklarda da müzik dinlemem. Fakat kızımı eskrim turnuvalarına götürürken bazen Jimi Hendrix, Deep Purple, Stevie Ray Vaughan dinlediğim oluyor. Bazen de yine uzun yolculuklarda kızım ve eşim de tanısın diye caz tarihinde klasikleşmiş, Art Blakey & the Jazz Messengers’in “Moanin”i gibi, bazı parçaları çalarım...

        Evdeyken takip ettiğim bazı blog’larda müzik kritikleri tarafından bahsedilen klasik Batı Müziği eserlerini dinlerim. Canım çekince de güzel taksimler, gazeller dinlerim.

        ÖNERİLEN VİDEO
        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa