Pastoral şiir nedir, ne demek ve özellikleri neler? Edebiyatta pastoral şiir örnekleri ve temsilcileri
Doğanın sahip olduğu güzellikleri ve kır hayatını sevdirmeyi kendine amaç edinen şiirlere pastoral şiir adı verilmektedir. Kelime anlamı olarak da çobanlara ilişkin manasına gelen; doğaya karşı sevgi ve imrenme duygularını barındıran pastoral şiir nedir? Pastoral şiir örnekleri nelerdir? Pastoral şiir hakkında merak edilen tüm sorulara sizler için yanıtlar aradık.
İdil ve eglog olarak iki farkı türe ayrılan ve ilk örneklerinin Antik Yunan döneminde kaleme alındığı pastoral şiir ne demek? Pastoral şiir özellikleri nelerdir? İşte, tüm detaylar…
Pastoral Şiir Nedir?
Doğanın sahip olduğu güzelliklerini, kır ve tabiat sevgisini, manzarasını, köy ve çoban hayatını anlatan şiirlere pastoral şiir denir. Bu şiirlerde doğaya karşı bir özlem ve ona imrenerek bakma söz konusudur. Pastoral şiirlerin amacı; kır, çoban hayatı ve tabiat güzelliklerini sevdirmektir. Pastoral şiirlerde süsten, imgeden, edebi sanatlardan uzak bir dil ve anlatım hâkimdir. Bu şiirlere sahip olduğu bu özelliklerden dolayı çoban şiiri ya da bir başka isimle bukolik şiir adı da verilmektedir. Kökleri Antik Yunan medeniyetine dayanan pastoral şiirin kurucu Theokritos olarak kabul edilmektedir.
Pastoral şiir; idil ve eglog olmak üzere iki türe sahiptir:
İdil: Şairin doğa karşısında duygulanmasını anlatmasınadır.
Eglog: Şairin duygularını bir çobanla konuşuyormuş gibi anlatmasıdır.
Pastoral Şiir Özellikleri
Pastoral Şiir Örnekleri
Türk edebiyatında pastoral şiir örnekleri denince akla gelen ilk eser Kemalettin Kamu’nun kaleme aldığı Bingöl Çobanları şiiridir. Şiirin her dizesi çoban ve köy hayatını dile getirmekte ve şiirde çobanların belirgin özellikleri aktarılmaktadır. Çobanların doğal hayatının anlatıldığı ve yer yer oldukça güzel doğa betimlemesi yapılan bu şiirde çoban, dağ, dere, kaya, pınar, kır, sürü, yıldız, köpek, kuzu, yayla, kaval, koyun gibi sözcüklerinin bolca kullanılması, bu şiirin pastoral tarzda yazıldığının en büyük kanıtıdır.
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
Bu dağların en eski aşinasıdır soyum,
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların.
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların.
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,
Her gün aynı pınardan doldurur destimizi,
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni;
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı;
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı:
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burada,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
Sunamın başka köye gelin gittiği akşam.
Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin, başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an!
Mademki kara bahtın adını koydu: Çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla...
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına!