Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Korku sevenlerin seyretmesi gereken 10 Güney Kore korku filmi
        • 1

          KARANLIK SIRLAR (2003)
          (Janghwa, Hongryeon - A Tale of Two Sisters)

          Bir Kore halk hikâyesinden esinlenen film, üvey anneleriyle sorun yaşayan iki kız kardeşin başına gelenleri anlatıyor. Senaryoyu da yazan yönetmen Kim Jee-woon, gerilimi ağır ama sağlam şekilde inşa ediyor ve seyirciyi sürpriz sonlu finale doğru ustalıkla sürüklüyor. Film ilerledikçe ailenin karanlık sırlarına, geçmişte yaşanan ağır travmalara doğru sürükleniyoruz. Gösterime girdiği yıl itibarıyla Güney Kore tarihinin en çok iş yapan korku filmi olmayı başarmış; ABD'de sinema salonlarında gösterilen ilk Güney Kore korku filmi olarak tarihe geçmişti. 2009 yılında ABD'de gerçekleştirilen “The Uninvited” adlı yeniden çevrimi ise çok ilgi görmemişti. “Karanlık Sırlar”ın sürpriz finaliyle birçok korku gerilim filmine ilham verdiğini de belirtelim.

        • 2

          THE HOST (2006)
          (Gwoemul)

          ABD üssünün kirli atıklarının atıldığı nehirde ortaya çıkan bir canavarın hikâyesi... Canavarın amacı, bütün canlılar gibi beslenmek ve hayatta kalmak. Karada da hareket edebiliyor olması onu tam bir insan avcısı haline getiriyor. Türkiye'de İngilizce adıyla bilinen “The Host”, bir aileyle canavar arasındaki husumeti anlatıyor daha çok... “Parazit”le tüm dünyanın tanıdığı bir isim haline gelen Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho, Amerikan canavar filmi klişelerinin bazılarını kullanırken bazılarıyla da dalga geçiyor. Ama seyirciye sağlam bir canavar filmi seyrettirmeyi ihmal etmiyor. Canavarın gündüz vakti, nehirden çıkıp şehirdeki ilk saldırısını gerçekleştirdiği o harikulade sekansın bir benzerine rastlamak gerçekten zor. Amerikan canavar filmi geleneğinin nasıl yıkılıp yeniden yapılandırıldığını görmek istiyorsanız “The Host”u kaçırmayın. Korku gerilim filmi olarak da gayet iyi.

        • 3

          KAN ARZUSU (2009)
          (Bakjwi – Thirst)

          Film, ahlaki bir dram gibi başlıyor. “Şifacı peygamber” öyküsü kıvamında ilerlerken, David Cronenberg tarzında bedensel deformasyonları kullanan bir “bio-korku”ya dönüşüyor ve şaşırtıcı derecede orijinal bir vampir filmine doğru evriliyor. Uzunca bir süre, Fransız natüralist yazar Émile Zola'nın ünlü romanı “Thérèse Raquin” uyarlaması olarak geliştikten sonra hüzünlü bir kara komedi havasında nihayete eriyor. Başdöndürücü bir akış bu... Film, önyargılarınızı ve alışkanlıklarınızı umursamadan coşkun bir anlatı nehri gibi kendi yolunu bulup akıp gidiyor. Sentez, füzyon ya da harman değil. “Türleri birleştireceğim” diye bir dert yok. Yönetmen Chan-wook Park, sanki her şeyi ilk kez keşfediyormuş gibi davranıyor. Öyküyü çok farklı geliştiriyor ve taze bir yaklaşımla anlatıyor. Önceki filmlerinde olduğu gibi ülkesinin sosyolojisi ve insan psikolojisi üzerine ayakları yere basan anlamlı fikirler üretebiliyor. Sonuçta, kontrolden çıkan içgüdüler üzerine kurulu bir film.

        • 4

          ŞEYTANI GÖRDÜM (2010)
          (Ang-ma-reul bo-at-da – I Saw the Devil)

          Güney Koreli Jee-woon Kim'in yönettiği film, kontrolden çıkan bir intikam hikâyesi anlatıyor. Hikâye, bir seri katil ile onun peşine düşen genç bir gizli ajanın arasındaki intikam ve hesaplaşma sürecini anlatıyor. Hikâyenin değişik olan yanı, hamile nişanlısını öldüren seri katili zorlanmadan yakalayan genç ajanın onu adalete teslim etmek ya da hemen öldürmek istemiyor olması... Tam tersine, katili serbest bırakıyor ve onu sürek hayvanı gibi izliyor, fiziksel ve psikolojik işkencelerini sürdürüyor. Katil plansız ve hesapsız, tümüyle içgüdüsel olarak suç işliyor. Kılı bile kıpırdamadan tecavüz ediyor, işkence yapıyor ve öldürüyor. İçindeki o doymak bilmeyen şiddet içgüdüsü, seyirci için asap bozucu bir hale geliyor. Öte yandan, genç ajanın intikam arzusunun da kolay tatmin edilemeyecek bir duygu olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Zaten filmin en özgün yanı, iki karakterin bu tatmin edilemez duygularını karşı karşıya getirmekteki başarısı ve cesareti. "Şeytanı Gördüm", seyirciyi hem akıldışı şiddetle hem adalet uğruna uygulanan şiddetle yüzleştiriyor. Suç, ceza ve intikam üzerine yeniden düşündürüyor.

        • 5

          THE WAILING (2016)
          (Gok-seong)

          Güney Kore usulü bir şeytan çıkarma filmi demek mümkün ama işin içinde Kore halk efsaneleri, hayaletler ve şaman törenleri de var. Gerilimli olduğu kadar komik bir film aynı zamanda. Alt metinleri ise çok zengin... “The Chaser” ve “The Yellow Sea” filmleriyle tanınan Hong-jin Na'nın yazıp yönettiği “Gok-seong”, küçük bir kasabada yaşanan esrarengiz şiddet olaylarını konu alıyor. Polis, ilk başta salgından kuşkulanıyor; çünkü insanlar önce gizemli bir hastalığa yakalanıyor, sonra da ailelerine ve yakın çevrelerine saldırıyorlar. Polis dahil birçok kişi, her şeyin suçlusunun ormanda yaşayan bir Japon olduğuna inanıyor ve onunla mücadele edebilmek için bir şaman çağırıyorlar. “The Wailing”in finali tam bir bulmaca gibi... Düşünce jimnastiği yapmak isteyenler için mükemmel bir film. Finalde bütün sorularına açık ve net yanıtlar arayan seyircilere uzak durmalarını önersem de kendi alt türünün en özgün, tuhaf, çarpıcı örneklerinden biri olduğu söylenebilir.

        • 6

          ZOMBİ EKSPRESİ (2016)
          (Train to Busan – Busanhaeng)

          Sang-ho Yeon’un yönettiği film, şehirlerarası bir tren yolculuğu sırasında hem zombilere hem de zamana karşı mücadele veren insanların gerilim dolu hikâyesini anlatıyor. Amerikan korku – gerilim filmlerinde olduğu gibi ahlaki mesajı öne çıkaran “Zombi Ekspresi”nin öyküsü, fon yöneticiliği yapan finansçı Seok-woo’nun geçirdiği değişim üzerinden ilerliyor. Seok-woo sadece kendi çıkarlarına odaklanmış bencil ve işkolik biri. Kızını annesine götürmek için bindiği trende, zombilere karşı mücadele verirken bencilliğiyle yüzleşiyor. Filmin asıl meselesi, ölüm korkusu karşısındaki insanlık halleri... İnsanlar sadece zombilere karşı değil, henüz enfekte olmamış kişilerin bencilliğine karşı da savaşıyor. Bir yanda sadece kendi canını düşünen korkaklar, diğer yanda ise zombilere karşı savaşırken temel insani değerlerini kaybetmeyenler var. Kimisi Seok-woo gibi olumlu değişim gösterirken kimisi de korkusunun esiri olarak zombilerden daha tehlikeli hale geliyor.

        • 7

          GONJIAM: HAUNTED ASYLUM (2018)
          (Gon-ji-am)

          Film, Güney Kore’de hayaletli olduğu iddia edilen gerçek bir akıl hastanesinden alır adını. İnternette seri korku filmleri yayınlayan bir ekip, yeni projeleri için terk edilmiş Gonjiam’a gelirler. Bir korku filmi için her şeyiyle ideal ve mükemmel bir mekânda olduklarını düşünürler. Ama bir süre sonra hastanenin içindeki eşyaların kendiliğinden hareket ettiğini fark ederler. Hastane gerçekten tekinsiz ve hayaletlidir. Jung Bum-shik’in yazıp yönettiği ‘Gunjiam’, korku-gerilimde ‘Blair Cadısı’yla başlayan ‘bulunmuş film’ alt türünden geliyor. Asya ve Okyanusya ülkeleri dışında geniş bir dağıtım şansı bulamayan ‘Gunjiam’, eleştirmenlerin radarından kaçan ama korku severlerin internette öne çıkardığı filmlerden biri.

        • 8

          MONSTRUM (2018)
          (Mulgoe)

          Film, 16. Yüzyıl’da Joseon hanedanlığı döneminde geçer. Ortaya çıkan gizemli bir yaratık nedeniyle halk korku içindedir. Ülkedeki panik ve kaos ortamı nedeniyle Kral Jungjong, en güvenilir muhafızını Monstrum adı verilen canavarı yakalaması veya öldürmesi için görevlendirir. Muhafız canına mal olabilecek görevi gönülsüzce kabul eder. Bu arada, komplo teorilerinin sürüp gittiği ülkede güç çatışmaları artmaktadır. Yönetmen Heo Jong-ho, tarihsel dram, gerilim ve canavar filmlerini tek potada eritirken karakterlerini de iyi geliştiriyor. Eleştirmenlerin çok dikkatini çekmeyen ‘Monstrum’, sinemaseverlerin çevrimiçi sitelerde oylama yoluyla oluşturduğu En İyi Güney Kore Filmleri listelerinde boy gösteren filmlerden biri.

        • 9

          TELEFON (2020)
          (Kol – The Call)

          Yönetmen Chung-Hyun Lee, senaryosunu da yazdığı ilk uzun filminde ilgiyi sonuna kadar ayakta tutmayı başaran bir hikâye geliştirmeyi başarıyor. Her şey Seo-yeon’un (Park Shin-hye) kırsal kesimdeki aile evine gelirken yolda cep telefonunu kaybetmesiyle başlıyor. Babasının artık hayatta olmaması, annesinin de hastanede tedavi görmesi nedeniyle evde tek başına kalan Seo-yeon, uzun süredir kullanılmayan eski usul telsiz ev telefonunu unutulduğu köşeden bulup çıkarıyor. ‘Telefon’un ilk bölümü; boş evin karanlığı, tekinsizliği ve Seo-yeon’un keşfettiği gizli bodrum katıyla hayaletli ev filmlerini hatırlatıyor. Bu arada, yardıma ihtiyacı olduğunu söyleyen bir kızdan telefonlar gelmeye başlıyor. Bir süre sonra Seo-yeon, telefonların 20 yıl önce üvey annesiyle aynı evde yaşayan Young-sook’tan (Jong-seo Jun) geldiğini keşfediyor. Tekinsiz ev filmi gibi başlayan ‘Telefon’, ortalarına kadar fantastik bir dram hatta yer yer kendini iyi hisset hikâyesi gibi ilerlerken ikinci yarısında beklenmedik ve etkileyici bir korku–gerilim filmine dönüşüyor. Yönetmen, Chung-Hyun Lee, farklı zamanlarda yaşayan iki karakter arasındaki iletişimi ve etkileşimi görsel olarak başarıyla kuruyor. İkisinin de birbirlerinin hayatlarına müdahale etmeye çalıştığı son bölümde yönetmenlik ve montaj saat gibi tıkır tıkır işliyor.

        • 10

          #ALIVE (2020)
          (#Saraitda)

          Odasından hiç çıkmadan büyük maceralar ‘yaşayan’ online bir video oyuncusu Oh Joon-wo… Kurmaca dünyalarda gösterdiği sanal kahramanlıklarda belki çok becerikli ve usta... Buna karşılık, gerçek hayatta, video oyunlarında gördüğümüz türden bir krizle karşılaştığında ne beceri kalıyor ne ustalık. İnsanları birkaç dakika içinde zombi benzeri şuursuz yamyamlara çeviren pandeminin ilk dakikalarından itibaren evinde oturmaktan başka bir şey yapamıyor. Filmin ikinci yarısında hikâyeye dahil olan Kim Yoo-bin (Shin-Hye Park) ise yaşamını tek başına sürdürme konusunda çok daha yetkin. Bir doğa sporcusu olarak hayatta kalma, zombilerle savaşma ve strateji geliştirme konusunda, video oyuncusu Oh Joon-wo’ya oranla çok daha becerikli. Yönetmen Cho Il-hyung, uzun süre tek kişinin öyküsünü izlememize rağmen tempoyu hiç düşürmüyor. Apartman dairesindeki hayatta kalma mücadelesiyle zombilerin yarattığı gerilimi yer yer hızlanan bir kurgu eşliğinde sunuyor. İkinci karakterin gelişiyle filmi daha da hızlandırıyor ve aksiyon duygusunu artırıyor.

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa