Kızılay Başkanı Kerem Kınık: Suriyelilerin yarısı dönmez
Kızılay Başkanı Kerem Kınık, Habertürk'e önemli açıklamalarda bulundu. Suriye'li sığınmacılarla ilgili konuşan Kınık, "Gerçekçi olalım, iyi şartlar altında Suriyelilerin yarısı gitse de yarısı burada kalır. Zorla gönderilmemeliler. Buna başta biz karşı çıkarız. 1.3 milyon Suriyeliye Kızılay Kart aracılığıyla aylık 120 TL veriyoruz." dedi
Kızılay Başkanı Kerem Kınık ile Suriyeli sığınmacılarla ilgili tartışmaları ve Kızılay’a bağışlanan kanların yurtdışına satıldığına dair iddiaları Gazete Habertürk'ten Kübra Par'a değerlendirdi. Kerem Kınık ‘Suriyeliler zorla gönderilmemeli buna başta biz karşı çıkarız’ diyor...
‘SURİYELİLER ZORLA GÖNDERİLMEMELİ BUNA BAŞTA BİZ KARŞI ÇIKARIZ’
Kızılay olarak genelde Suriye’de, özelde Afrin operasyonunda nasıl bir rolünüz var?
Suriye’nin içerisinde, doğrudan personelimizle ve gönüllülerimizle İdlib ve Fırat Kalkanı bölgesinde çalışıyoruz. 400 bin insanın yaşadığı ve yaklaşık 6 yıldır muhasara altında olan, Şam’ın kırsalı olan Doğu Guta’da da bulunuyoruz. İdlib’de ve Cerablus bölgesinde barınma ihtiyaçlarını kamplarımızla sağlıyoruz.
Kaç kamp var?
Doğrudan bizim kurmuş olduğumuz 10 civarında ama destek verdiğimiz aşağı yukarı 400 kamp var. Suriye’nin içerisinde yaklaşık 6.5 milyon insan, bugün iç göçmen dediğimiz şartlarda yaşıyor. 5.5 milyon insan da ülkesini terk etmiş, mülteci olarak yaşıyor. Suriye’nin içerisindeki 10’a yakın kampımızın sayılarını da değişik olaylar nedeniyle artırıyoruz. Mesela, Aralık’ın 15’inden bu yana özellikle İdlib’in kırsalından kuzeye doğru, Türkiye sınırına 300 bin insan dayandı. Normalde bunlar, “Türkiye’ye girebiliriz. Türkiye bizi korur” diyerek buraya geldiler. Aynı hadise şu anda Afrin’de potansiyel bir tehdit olarak var. Afrin’de 323 bin insan yaşıyor. O insanlar, PKK ve Suriye rejim güçleri Afrin’den çıkışlarına izin vermedikleri için oradan çıkamıyorlar. İzin verseler, İdlib ve Halep bölgesine doğru çıkmak istiyorlar.
Çıkışların kapatıldığından bahsettiniz. Durum tam olarak nedir?
Maalesef burada sivillerin içeride tutulması suretiyle kalkan olarak kullanılması durumu var. Terörist örgütler, Türkiye’nin başka ülkeler gibi sivilleri bombalarıyla paramparça etmeyeceğini biliyor. Bir Rusya uçağı düşürüldü. Bu uçak düşürüldükten sonra İdlib’in neredeyse tüm yerleşim birimlerinde sivil halk bombardıman altında. Atme’deki kamplar vuruluyor. Küçücük çocuklar paramparça oluyor. Sadece Doğu Guta’da, son 1 hafta içerisinde 100’ü aşkın sivil insan hayatını kaybetti. Türkiye’nin bunu yapmayacağını bildikleri için sivilleri buradan çıkarmıyorlar. Bu çok büyük bir insanlık ve savaş suçu.
Peki, insanların oradan çıkmak istediklerini nereden biliyoruz?
Afrin’deki sivil unsurlarla temasımız var.
Şu an Türk askerinin giremediği Afrin’in iç bölgelerine Kızılay’ın yardım yapması söz konusu mu?
Şu an ulaştıramıyoruz çünkü yardımların girişine de engel oluyorlar. Afrin’in içerisinde şu anda operasyonumuz yok. Sadece Afrin’in özgürleştirilen bölgelerindeki sivil halka insani yardım götürüyoruz.
Nasıl tepkilerle karşılaşıyorsunuz?
Çok olumlu. İnsanlar, “Türkiye, Türk halkı, Kızılay yanımızdaysa güvendeyiz” diyorlar. Bunu hissediyorlar. Dolayısıyla, nereye gittiysek kucak açıyorlar. Arkadaşlarımız, Afrin’de terörden temizlenen 91’i köy 120 noktada insani yardım faaliyetlerini sürdürüyor. Oradaki aldığımız tepkiler çok olumlu.
‘SURİYELİLERE YÖNELİK FAALİYETLERİMİZİN TAMAMINI DIŞ FONLARLA SAĞLIYORUZ’
Peki, şehirlerde yaşayan sığınmacılara yönelik Kızılay’ın bir faaliyeti var mı?
Tabii. Dünyanın en büyük, en yaygın sosyal güvenlik sistemini çalıştırıyoruz. 1.3 milyon Suriyeliye Kızılay Kart aracılığıyla nakit destek sağlıyoruz. Kişi başı aylık 120 lira veriliyor. Yüzde yüzünü Avrupa Birliği fonluyor.
Ayda 120 lira sonuçta çok az bir miktar. Nasıl geçiniyorlar?
5 nüfuslu bir aileye ayda 600 lira nakit desteği veriyoruz. Hastanelerde ücretsiz tıbbi bakım ve ilaç alıyorlar. Onlara neredeyse bir hayat sigortası veriyoruz. Özel sektörde de çoğu kayıt dışı çalışıyor. Ama biz buna “esnek istihdam” diyoruz ve bu olmazsa, özel sektörde istihdam imkânları yok. Kızılay Kart’la temel desteği sağlıyoruz, aileden 2-3 kişi de çalışınca bu insanlar geçiniyor.
Geçtiğimiz yıllarda Avrupa Birliği fonlarının Kızılay üzerinden dağıtılması tartışılıyordu. O ne zaman hayata geçti?
Yaklaşık 4 yıldır Avrupa Birliği’nin Suriye’ye yönelik fonlarını kullanıyoruz. Kamp içinde daha önce AFAD ile birlikte yürüttüğümüz Kızılay Kart programımız vardı, o devam ediyor. Ama son dönemde yüklü fonlar almaya başladık. 1.5 yıl önce 350 milyon Euro’luk bir fon aldık. Geçen sene sonunda 650 milyon Euro’luk bir başka fon imzaladık. Bunun dışında UNICEF ile beraber 250 bin Suriyeli çocuğun okula teşviki için düzenli okul bursu veriyoruz. Bunun fonunu da tamamen AB sağlıyor. Türkiye içinde Suriyelilere yönelik yaptığımız faaliyetlerimizin tamamını dış fonlarla sağlıyoruz.
‘GERÇEKÇİ OLALIM, SURİYELİLERİN YARISI GİTSE DE YARISI KALIR’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “3.5 milyon Suriyeliyi ilanihaye burada tutamayız” diyerek dönmeleri gerektiğini işaret etti. Sizce giderler mi, gitmeliler mi?
Sivil bir insani yardım aktörü olarak, bir gün bu dönüş olacaksa, insanların gerçeklerle yüzleşmiş, yani gönüllü olarak bu dönüşü gerçekleştirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Kesinlikle zorlamayla olmamalı, buna başta biz karşı çıkarız. Zaten uluslararası insancıl hukuk açısından da böyle olmalı. Dünyadaki 65 milyon mülteciye baktığımızda, bu mültecilerin kendi ülkeleri dışında geçirdikleri sürenin ortalama 17 yıla çıktığını görüyoruz. Çatışmaların uzaması göç hareketinin tersine gerçekleşmesini engelliyor. Türkiye’deki Suriyelilerin maruz kaldığı ihlaller, katliamlar unutulur gibi değil. En az 600 bin sivilin öldürüldüğü bir krizden bahsediyoruz. Ayrıca dönecek evlerinin olmaması dönüşü zorlaştırıyor. Zaman zaman araştırma yapıyoruz. “Güvenlik sağlanırsa, döndüğümde artık çoluğumun çocuğumun geleceğinden emin olabileceksem, hemen dönerim” diyen yüzde 60’lık bir kitle var.
Bu araştırmayı Kızılay olarak siz mi yaptırdınız?
Bu resmi bir araştırma değil. Toplum merkezlerimizdeki görüşmelerde aldığımız veriler sonucunda, Suriyelilerin yarısından fazlasının uygun şartlarda dönebileceğini i fade ettiğini söyleyebilirim.
Suriyeliler buraya geleli 7 yıl oldu. Bu 7 yılda yeni çocukları dünyaya geldi. 270 bin bebek doğdu, evlendiler, iş buldular. Bazıları yerleşti ve Suriye’deki kriz de kısa vadede çözülecek gibi durmuyor. Cumhurbaşkanı “İlanihaye kalamazlar” diyor ama sizce kaçı Türkiye’ye bu kadar yerleştikten sonra gönüllü olarak gidecek?
Gerçekçi bir perspektifle yarısının iyi şartlar altında dönmek isteyeceğini ama yarısının burada kalacağını düşünüyorum.
Peki Suriyeliler Türkiye’de olmaktan memnun mu?
Suriyeliler arasındaki suç oranlarına baktığımızda, Türkiye’de kendi toplumumuzdaki suç oranlarının aşağı yukarı yarısı olduğunu görüyoruz; bizde yüzde 3, Suriyeliler’de ise yüzde 1.3’e yakın bir oran var. Bu da burada dikkatli olmaya çalıştıklarını, bir otokontrol mekanizmasına sahip olduklarını gösteriyor. Sokaklarda, turizm alanlarında, insanları rahatsız edecek görüntüler oluşturmamaya gayret ediliyor. Türkiye’nin yüklendiği fedakârlığın farkındalar.
‘TÜRKİYE’DE BAKIMA MUHTAÇ SURİYELİLER KALDI’
Türkiye’deki Suriyeliler hangi şartlarda yaşıyorlar? Nasıl ortamlarda çalışıyorlar?
Aslında önce, “Türkiye’de kimler kalıyor?” demek lazım. “3.5 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapıyoruz” ifadesi bazı gerçekleri örtüyor. Türkiye’de, yaklaşık yüzde 75’i kadın, çocuk ve 65 yaş üstü olan Suriyeliler yaşıyor. Yani bakıma muhtaç olan kesim. Bunların ailelerinin bir kısmı Suriye’de savaşıyor. 3 aile burada, başında ailesi reisi olarak bir erkek var. Diğer 2 ailenin erkeği Suriye’de savaşıyor. Bu erkek de kalanların geçimini sağlamak için burada duruyor. Bazen, “Erkek Suriyeliler gitsin, ülkelerinde savaşsın” deniliyor. Bu ifadeleri kullanmadan önce sosyal dokuyu iyi anlamak lazım. Türkiye’den Avrupa’ya giden Suriyeliler, seçilerek götürüldü. Mesleği olanlar, belirli etnik gruplar, belirli aileler ve belirli IQ seviyesindekiler gitti.
Peki, buna niye müsaade ettik?
Türkiye, bu hadiseye bir varlık olarak bakmadı; “Kimsin, mesleğin ne, kaç yabancı dil biliyorsun?” demedi. Ağlayanı içeriye aldı.
‘6 AY İÇİNDE BİN KONUT İNŞA EDECEĞİZ’
TOKİ’nin bölgede konutlar yapacağı ve Suriyelilerin dönüşünün sağlanacağı konuşuluyor. Kızılay olarak sizin bir çalışmanız var mı?
Hayatın normalleştirilmesine yönelik çok kapsamlı çalışmalar yapıyoruz. Fırat Kalkanı başarılı bir örnek oldu. Terör unsurlarından temizlenip Suriyeliler kendi güvenliklerini sağladıktan sonra, Cerablus’ta Sağlık Bakanlığı’mızla bir hastane açtık. El Bab’da 50 yataklı bir hastanemiz bitmek üzere. Bunun dışında okullar yapıyoruz. Cerablus operasyonu sonrasında ve 7 yıl boyunca Türkiye’ye gelip ardından Suriye’ye dönen insan sayısı yaklaşık yarım milyona ulaştı. Kızılay olarak şu an Fırat Kalkanı bölgesinde kalıcı bin adet konut yapıyoruz.
Bunu daha önce duyurdunuz mu?
“İdlib’de yapacağız” diye duyurduk. Ama İdlib’de güvenlik şartları kötüleşince bunu Fırat Kalkanı bölgesine aldık. Orada şimdi zemin hazırlıkları devam ediyor. Bunlar 2 oda, 1 mutfak ve banyodan oluşan 45’er metrekarelik konutlar. İnşaat başladıktan sonra sanırım 6 ay içinde bitebilecek bir proje. Buna benzer projelerle, çadırlarda yaşayan insanları normal hayata dahil etmeye gayret ediyoruz. Çünkü güvenliğin oluşması için şehirlerin kurulması, ticaretin canlanması gerekiyor.
Peki, Kızılay dışında TOKİ de orada kalıcı konut yapıyor mu?
TOKİ yapmıyor ama oradaki yerel unsurlara finansman sağlanıyor.
‘MİLLİ AŞI POLİTİKAMIZ YOK EDİLDİ 1900’LERDE ÜRETTİĞİMİZ AŞILARI BUGÜN ÜRETEMİYORUZ’
CHP Milletvekili Haluk Pekşen, “Kızılay 2006 yılında kan ürünlerinden üretilen ilaçların kendileri tarafından üretilmesi için bir ilaç fabrikası kuracaktı, Sağlık Bakanlığı’nın araya girmesiyle bu engellendi. 70 milyon dolar harcayarak bir ilaç firması kurabilecekken kanser ilaçlarını dışarıdan alıyoruz” şeklinde bir açıklama yaptı. Ne diyorsunuz bu eleştirilere?
İfadelerin tashihe ihtiyacı var. Bazı bilgiler doğru ama teşhis yanlış. Öncelikle, kanser ilaçları kan ürünlerinden yapılmıyor. Tamamen sentetik süreçlerle, laboratuvar şartlarında elde ediliyor. Dolayısıyla, “Kanser ilaçlarını üretemiyoruz, dışarıya bu kadar para veriyoruz” dediğiniz şey, bu sene temelleri atılan kan fraksinasyon fabrikası kurulduktan sonra da yapılacak. Yani kanser ilacı başka bir şey, kan ürünleri başka bir şey.
Bu fabrika olayı nedir? Kızılay’ın Türkiye’de gerçekten böyle bir niyeti var mıydı?
Bu aslında çok eski bir süreç. Plazmadan elde edilen, kaynağı sadece insan olan ve fabrika şartlarında yapılamayan bazı ürünler var. Pıhtılaşma faktörü doğuştan eksik olan hastalara bu plazmalardan elde edilen pıhtılaşma faktörleri veriliyor. Ağır enfeksiyon veya yanık geçiren hastalarda da immunoglobulin, albümin gibi proteinlere ihtiyaç duyuluyor. Bu proteinler farklı farklı insanların plazmalarının içine pürifike ediliyor, birleştiriliyor ve tıpkı bir aşı gibi hastalara veriliyor. Özellikle albümin süreci önceden Kızılay’ın tesislerinde yapılıyormuş. Ama sonrasında maalesef milli aşı politikamız, milli serum politikamız yok edildiği için Hilâl-ı Ahmer’in, Hıfzıssıhha’nın Birinci Cihan Harbi’nde kendi kuduz aşısını, tetanos aşısını, serumunu üretme kapasitesi varken, bugün Türkiye’de aşı üretemiyoruz. 1900’lerin şartlarında bunu yaparken sonrasında yanlış politikalarla bu yok edilmiş. Bu üretimleri yeniden yapabilmek için daha sonra bir çalışma başlamış ama başarıya ulaşamamış. Çoğunluğu teknik olmak üzere birçok sebebi var. Şimdi Çalışma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Kızılay olarak üçlü bir inisiyatifle ve özel sektör ortaklığıyla Türkiye’de plazma fraksinasyon fabrikası kuruyoruz. Çalışmaları bu yıl içerisinde başlayacak ve yaklaşık 2.5 yıl gibi bir kurulum süreci olacak. Klinik kullanım ihtiyacımızın fazlasında kalan plazmalarımız var. Bu plazmalarımızı, sözleşmeyi imzalayacak olan uluslararası firmanın fabrikalarına göndereceğiz, bunlar orada işlenecek ve bize ürünler dönecek.
Peki, biz o plazmaları satıyor muyuz? Çünkü Haluk Pekşen, “Kızılay, eritrosit ve trombosit olarak ayrıştırılmış kanların fazlasını haraç mezat satıyor” diyor. Bu iddia doğru mu?
Böyle bir şey kesinlikle yalan ve iftira. Kendisi 2006-2009 yılları arasında Türk Kızılayı’nın hukuk müşavirliğini yapmış ama anlaşılan bu konuları tam kavrayamamış. Her yıl yaklaşık üç milyon ünite kan topluyoruz ve 1300 hastanenin kapısına günlük bir operasyonla bırakıyoruz. Her gün yaklaşık 9-10 bin ünite kanı tedarik edip vermek zorundayız. Kanın da miadı var. Trombositin 5 gün, eritrositin de 4 gün süresi var. Bu 5 gün zarfında toplayıp, test edip hastanenin kapısına bırakmak zorundayız. Dolayısıyla, önce fazla toplayıp depolamak ve sonra dağıtmak gibi bir durum yok. Bunların verilen kişiye hastalık bulaştırmaması için çok yüksek duyarlılıkta testleri var. Sıfır hatayla götürmeye çalışıyoruz. Bu kanların nano teknoloji özel torbaları var. Tüpleri alıyoruz, personeller çalışıyor, 300 noktada bunları topluyoruz. Burada bir gider var. Bu işin maliyetini SGK bize ödüyor. Araçlarımızın benzinini, personelimizin maaşlarını, torbanın parasını sübvanse ediyor. Bu bir kan satışı değildir; kan operasyonunun maliyetinin SGK tarafından karşılanmasıdır. Vatandaşta, “Ben Kızılay’a kanımı verdim, o da gidip SGK’ya sattı” gibi bir algı oluşturuldu. Çok tehlikeli ve yanlış bir algı. Böyle bir şey yok. Birisinin bu bedeli karşılaması gerekiyor. Kan dediğiniz hadise, dinimiz gereği de alınıp satılabilen bir materyal olmadığı için böyle bir şey mümkün değil.