Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ramazan İlahiyatçı-akademisyen Prof.Dr Hilmi Demir Habertürk'e konuştu

        Habertürk'ten Mehmet Akif Ersoy'un sorularını yanıtlayan TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi ilahiyatçı-akademisyen Prof. Dr.Hilmi Demir, sosyal medyada yaşanan pandeminin zararlarına dikkat çekti. Sosyal medyanın herkesin düşüncelerini özgürce ifade etmesi gereken bir platform olmasının altını çizen Prof. Demir, tam aksine nefret dilini üreten, iftira atan karşılıklı trolleşmenin toplumda salgın hastalık haline geldiğini söyledi.

        İşte Mehmet Akif Ersoy'un soruları ve Prof. Dr. Hilmi Demir'in cevapları...

        MEHMET AKİF ERSOY: Son birkaç gündür memleketi rahatsız eden camilerde müzik provokasyonu ile başlayalım. Duyduğunuzda ne hissettiniz.

        PROF. DR. HİLMİ DEMİR: Hissettiğim en önemli şeylerden bir tanesi şu oldu; Türkiye'ye ne oluyor? Camilerde okunan müzik son zamanlarda yaşadıklarımızın tuzu biberi gibi oldu. Ciddi anlamda saldırı hattındaymış gibi bana geliyor Türkiye. Camiler bizim için çok kutsal. Hem bağımsızlığımızın hem de İslam'ın sembolüdür, şiarıdır. Bu sembollere saldırmak Türkiye'nin, Türk toplumunun fay hatlarına saldırı demektir. Oradan özellikle belli bir siyasi görüşün sembolü olmuş müziği çalışıyorsunuz, bu düpedüz o siyasi görüşlerin arkasına sığınarak yapılan saldırıdır. Bazen bir taraf Atatürk'e saldırıyor, bir bakıyorsunuz insanların dini sembollerine kutsallarına saldırıyor. Geride terk etmiş olduğunu düşündüğümüz toplumsal kutuplaşmanın ve çatışmanın ilk habercisi gibi geliyor. Bunun ilk başta kınanması gerekiyor. Türkiye'nin sağduyusu bunu ciddi anlamda kınadı. Bu Çav Bella ile ilgili camilerdeki görüntülü belli bir siyasi partinin temsilcisi tarafından sosyal medyada paylaşıldı. Bu da hoş bir şey değil. Siz siyasi bir parti mensubuysanız toplumun kutsallarıyla kavga etmemeniz lazım. Kavga ederseniz siyaset yapamazsınız. Siyasetin doğasına uygun bir şey değil bu. Şu siyasi parti, bu siyasi parti gözetmeden toplumun bütün sağduyusuna hitap etmek zorundayız biz. Daha önce de başka tür sansasyonel olaylar yaşadık Türkiye'de. Ölüm listeleri yapıldığını söyleyen insanlarla karşılaştık. Komşuların ölüm listesini yapıyormuş. Bu tür provokasyonlarla karşılaştık. Bunu duyunca biraz Çorum olaylarına gittim ben

        REKLAM

        "ALEVİ VE SÜNNİ MAHALLELERİNE AYNI ODUNLAR KONMUŞ"

        ERSOY: Siz Çorum'da uzun süre görev yaptınız siz? Çorum'da ne oldu? Tanıkları ile yaptığınız görüşmeler de vardı...

        DEMİR: 1994 yılında Çorum'da bulundum. Gittiğim zaman çok ilginç bir şeyle karşılaştım. Çorum'a asistan olarak gittiğimde bizi gezdirdiler. Bana 'bu mahalle Alevi mahallesi' dediler. Çorum bir getto ikiye bölünmüş. Bir taraf Alevi bir taraf Sünni mahallesi imiş. Bu ilk yaşadığım şoktu. Aslında ben yıllarca Alevilerle yaşadım. Tokatlıyım. Benim zihni dünyamda böyle ayrım yoktu. Nasıl olur da bir şehir ikiye bölünebilir? Sivas'ta da öyleymiş. Çorum'da ilk kez karşılaştım. Çorum'da çok fazla Alevi dostlarım oldu. Alevilerle ve Sünnilerle dostluğumuzu ilerlettikçe Çorum'u konuşmaya konuştuk. Olayların nasıl çıktığını dinledim. İki Alevi arkadaşım vardı bir de Sünni arkadaşım. Alevilerden birisi Alevilerin önde gelenlerinden bir tanesi. Sünni olan arkadaş, 'hocam öğlen vakti ezan okundu, namazımızı kıldık, dışarı çıktık. Bize dediler ki 'Aleviler camimizi yakıyor'. Bir baktık Alevi mahallesinde duman var. Koşarken sokak başlarında traktörlerle dolu kalas ve odunlara rastladık. Onları eline geçiren doğru Alevi mahallesine yürümeye başladı. O esnada diğer arkadaş 'Hocam biz de o saatlerde Alevilerin bulunduğu mahallede kahvehanede oturuyorduk. Bize Sünniler mahallenizi basıyor dediler. Sokakların başlarında traktörlerin üstünde odunlar vardı' diyor. İki kesim caminin olduğu yerde buluştu, kimin gücü yeterse. 10 dakika sonra silah sesleri duyulmaya başlanmış. Ondan sonra olayların önüne kimse geçemedi. Şimdi o günden itibaren benim aklımda şu soru takılıdır. Yaygarayı çıkaranlarla odunları koyanlar aynı kişiler olmalı. Bir yerlerde birileri fay hatlarına ilişkin yaygara çıkarıyorsa dikkat etmek lazım. Türkiye'de bu oyun artık tutmaz. Türk topumu 1980'lerde Maraş, Çorum, Tokat olaylarını yaşadı. Reşadiye benim ilçemde de oldu. 19 Mayıs'ta aynı şey bizim orada gerçekleşti. Toplum artık o toplum değil. Ama bunun başka bir şeyi olmalı. Devlet hassas olmalı. Camide bu provokasyonu kim yaptıysa mutlaka devlet faillerini bulup, hukuk önünde yargılamalı. Bu ezanları kim sabote etti? Ezan sistemine kim, nasıl girdi? Bunu mutlaka yargılamalı devlet. Diyanet de tedbirleri almalı.

        REKLAM

        "EZAN, BAYRAK, ATATÜRK, CUMHURİYET ÖNEMLİ DEĞERLERDİR"

        ERSOY: Neden bugün fay hattı ile oynanırken kaşınan hep din ve mezhep?

        DEMİR: Tepki vereceğimiz yerler orası. Türk toplumun belirli hassas noktaları var. Ezan, bayrak kutsaldır. Öbür taraftan Atatürk de önemli bir değerdir, Cumhuriyet de önemli değerdir. Bunlara saldırmak da aynı şekilde fay hatlarıyla oynamak demektir. Tarih bize çok önemli bilgi seti oluşturur. Yaşanmış olaylar çok önemlidir. Tarihte bunlara ilişkin olaylar dizisini göz önünde bulundurursak büyük ihtimalle aynı şey bir daha tekrar etmesi için niye birileri düğmeye basmasın? Bir de FETÖ meselesi var biliyorsunuz.

        ERSOY: Maraş, Çorum, Sivas, 28 Şubat süreci, FETÖ... Tecrübe etmemize rağmen...

        DEMİR: O yüzden sağduyuya ihtiyacımız var. 28 Şubat dediniz. Ben 28 Şubat'ta ilahiyat fakültesinde başörtüsü meselesinin nasıl kaşındığını iyi biliyorum. Bize 'başörtülü öğrenciyi almayacaksınız' diyen subaylar FETÖ'nün özel okulunun çelenklerini alıp, tören alanında baş yerlerde sergilerlerdi. Bunları yaşadığımız için tedirgin oluyoruz.

        REKLAM

        ERSOY: Vatandaşlarımız itidalle beraber nasıl davranmalı? Sosyal medya acayip bir yer haline döndü. Düşüncenin trolleşmesi diye yazı yazmıştınız.

        "KAMUSAL ALAN FİKİRLERİN ÖZGÜRCE TARTIŞILABİLDİĞİ ALANDIR"

        DEMİR: Türkiye'nin belki de o sağduyusu hala ayakta olduğu için yazıdan çok önemli geri dönüşler aldık. Sosyal medyadaki krizleri anlatma açısından önemli olduğunu söylediler bana. Sosyal medya özgürlükleri genişleten, bilgiye rahatça ulaşılabilen bir tür kamusal alan olarak doğdu. 28 Şubat'ta kamusal alan tartışmasını çok yapmıştık. Kamusal alan sanki devlet dairesi gibiydi. Siyaset terminolojisinde kamusal alan demek, bütün vatandaşların eşitçe paylaştığı alan demektir, mahrem alan demek değildir. Kamusal alan fikirlerin müzakere edildiği, insanların görüş ve inançlarıyla o alanda rahat ettikleri alandır. Sosyal medya da aslında kamusal bir alan...

        "BUGÜN SOSYAL MEDYADA ASLINDA TROL PANDEMİSİ YAŞANIYOR"

        Sosyal medyanın kamusal alan olarak düşünülmesi, buranın farklı düşüncelerin konuşulduğu, tartışıldığı, müzakere edildiği ve kamuoyunun oluşturulduğu bir alan olması gerektiği. Son yıllarda son medyanın ve kullanım alanının hızla ciddi anlamda aslında bir nefret söyleminin silahı haline dönüştüğünü görüyoruz. Sosyal medyada anonim dediğimiz, kullanıcısı belli olmayan hesapların arasında yeni bir nefret söylemi ve ötekileştirici dil dolaşıma giriyor. Virüs gibi bir müddet sonra herkesin beynini esir alıyor, korona gibi salgın hastalığa dönüşüyor. Sosyal medyada aslında trol pandemisi yaşanıyor. Trol kelimesinin ilk ortaya çıkışı sevimliydi. Muzır çocuklardı. Bazen politikacılarla, şirketlerle dalga geçen çocuklardı. Bir müddet sonra o çocuklar ciddi anlamda tehdide dönüştü. Biz Müslümanların bakış açısından sosyal medyanın kullanımında trolleşmenin çok ciddi tehdit oluşturduğunu düşünüyorum.

        REKLAM

        ERSOY: Neden?

        DEMİR: İslam dini bir hakikat söylemine sahip. Bir zamanlar 'hak geldi batıl zail oldu' mottosu vardı. Hak, Tanrı, Allah demektir, ikincisi hakikat, üçüncüsü gerçek, realite demektir. Gerçekle Allah arasında bir yol vardır. Kainat, evren, gerçek değilse hayaliyse Tanrının varlığına gidiş olmaz. Bu ahlak sorunu ve metafizik problem oluşturur. Gerçeği kirletirseniz, gerçekten Tanrıya ulaşmak imkansız hale gelir. Müslüman hakikati, gerçeği korumak zorunda. Siz trol ve trolleşmeyi savunmayı başladığınız andan itibaren hakikati yok ediyorsunuz.

        ERSOY: Bu sosyal medyayla başlamadı ki.

        "BİR İNSANIN BEN AHLAKLIYIM DEMESİNİN ANLAMI YOKTUR"

        DEMİR: Terör sosyal medyadan önce yok muydu? Ama sosyal medyaya ivme kazandırdı. Pandemiye bakalım. Küreselleşme pandemiyi de hızlandırdı, seyahatlerle birlikte. Aynı şey internet ve sosyal medya için de geçerli. Sosyal medya herşeyi çok hızlandırdı ve bulaşıcı hale getirdi. Nefret dili çok önemli bir şeydir. Tarihsel süreç içerisinde Alparslan ile Romen Diyojen anlatılır. Çanakkale Savaşı'nı düşünün. Anzaklar geldi, şimdi hala geliyorlar, dostumuz. Düşman savaş alanında dosta, kahramana dönüşebilir. Sosyal medyada düşman nefret edilen bir objeye dönüşüyor. Muhalefet dili sadece düşmanlaştırmıyor, nefreti körüklüyor. Ayeti kerimede 'Bir kavme düşmanlığınız sizi adaletle hükmetmekten alıkoymasın'. Peygamber efendimize geliyorlar 'müşrik bizim esirlerimize zulüm yapıyor, sen de bize izin ver' deyince 'Hayır siz onlara benzemeyeceksiniz' diyor. Buradan gitmek İslam'ın davasını ve iddiasını yok eder.

        REKLAM

        ERSOY: Zarar verdi mi peki?

        DEMİR: Ahlâkın bizatihi kendisine zarar veriyor. Ahlâk toplumsal bir şeydir. 'Ben ahlâklıyım' demenin hiçbir önemi yok. Ben ıssız bir adada tek başına yaşıyorsam benim ahlâkımdan söz edemezsiniz. Ahlâk karşılıklı bir ilişki içerisinde doğan eylemdir. Siz trolleşmeyle ahlâkın bütün anlamını, güven duygusunu yok ediyorsunuz. Karşınızdakine iftira atıyorsunuz.

        ERSOY: Orası amel defterine girmiyor gibi düşünce mi var yoksa?

        "SOSYAL MEDYA AMEL DEFTERİNDEN MUAF DEĞİLDİR"

        DEMİR: Allah bize sosyal medyada yaptığımız günahların hesabını sormayacak mı? İlahiyatçı olarak soracak diyorum. Bu dünyada attığımız iftiranın, gıybetin hesabını soracaktır. Sosyal medya amel defterinde hesaptan muaf bir alan değil. Bir Müslüman'ın trol olması İslâm açısından ciddi bir tehdit ve sorun oluşturur.

        REKLAM

        ERSOY: Trol orduları oluşturanlar.

        DEMİR: Hep Müslümanlara derken aynı şey öbür taraf için de geçerli. Seküler alan açısından şöyle bir sorun var, demokrasiyi, kamusal alanı yok ediyorsunuz. Sosyal medya demokrasiyi güçlendiren bir alan olması gerekirken demokrasiyi boğan bir alana dönüştü. Konuşmak mümkün olmuyor. Başkasını dinlemek, bir fikre açık olmak mümkün olmuyor. Trol konuşmaya, müzakereye açık değil. Trol için tek bir şey var; seni yok edeceğim. Herkes TC kimliğiyle girsin dendi. Orası özgürlüklerin, fikirlerin konuşulduğu bir alan olmalı. İnsanlar TC kimlikleriyle girdiği zaman 'orada konuştuklarımız yarın aleyhimize kullanılabilir' diye düşünür. Acaba sosyal medyada konuşulanlar bir kürsü dokunulmazlığı olarak mı kabul edilmeli? Herkes açık, şeffaf olsun. Adam bana küfrediyor, selefisi, FETÖ'sü küfrediyor. Orası herkesin kimliğiyle açık olmalı. Orada söylediği fikirleri itibarıyla yasayla dokunulmazlığı olmalı. O platform özgürlüklerin, demokrasinin konuştuğu alana dönüşsün.

        REKLAM

        ERSOY: Bir hakaret içermediği sürece...

        "TROLLEŞMEYE HERKESİN KARŞI ÇIKMASI GEREKİYOR"

        DEMİR: Sınırları belli olsun. Kamusal alanın özelliği bütün fikirlerin rahatça konuşulduğu alandır. Eğer rahatça konuşulmazsa o fikirler bir süre sonra toprak altına iner. Nefret olmamalı, hiçbir şekilde nefret dili kullanılmamalı. İnsanlar ötekileştirilmemesi, ama özgürlükler açısından eşit olmalı. Trolleşmeye karşıyız, sosyal medya fikirlerin özgürce konuşulduğu bir alan olsun.

        ERSOY: Bir izleyiciğimiz 'Seküler Müslüman değil midir' demiş.

        DEMİR: Bunlar sosyolojik tabirler. Değer atfetmiyoruz. Bir insan kendisini mesela seküler olmayabilir. Trol her yerden çıkıyor. Bulaşıcı bir hastalık gibi. Orayı düzeltelim. Trol herhangi birine has değil. Siyasi görüşe has değil, ahlâki bir sorun. Herkes oraya çıkınca bir müddet herkese bulaşıyor. Trolleşmeye her türlü siyasi partinin, düşüncenin, grupların karşı olması gerekiyor. Ben kendini dindar, muhafazakar, Müslüman bir insan olarak tanımlıyorum. Benim hassasiyetim daha yüksek diyorum. Trolleşmenin İslami, muhafazakar kimliğime zarar verdiğini söylüyorum.

        REKLAM

        ERSOY: Küçük yaşta evlilik tartışması var. İslamiyet nasıl bakar bu meseleye? Niye biz böyle bir şeyi konuşuyoruz? Dini referanslarla toplumla çelişmeden gözönünde bulunarak konuşmak mümkün mü?

        DEMİR: Bunları birarada konuşmak oldukça zor. 13 yaş evlilikle ilgili iki farklı açıdan bakalım. Birincisi hoca ve insan olarak Hilmi Demir ne diyor, daha sonra İslam hukuku açısından nereye koyarız bu tartışmayı? Müslüman coğrafyaya bakalım, her bir köşesinden bir ah işitiyorsunuz. Filistin, Doğu Türkistan orada. Suriye hemen önümüzde. Irak orada.

        ERSOY: O kadar uzağa gerek yok, sosyal medya burada...

        "OSMANLI HUKUK SİSTEMİ İSLAM HUKUK SİSTEMİNİN PARÇASIDIR"

        DEMİR: Dünyanın binbir sorunu var. Bütün bu sorunlar bitti, Allah rızası için söyleyin Müslüman'ın 13 yaşında kızla evlenir mi, evlenmez mi tartışması mı geldi? Bunu tartışanların akıllarına başka bir şey gelmiyor mu? Bunu düşünmek için nasıl bir insan olduğu konusunda, hayretle izliyorum. İslam dünyasının yaşadığı krize rağmen bunu konuşmak, yanlış bir şey söylemeyeyim ama bana göre edepsizlikten başka bir şey değildir. Hiçbir sorun kalmamış, 13 yaşında bir kızı evlendirirsek bütün sorunlar çözülecek... Bu sorunu 1917'de Osmanlı hukuk kararnamesi var, kızlarla 17 olarak belirlendi. Osmanlı hukuk sistemi, İslam hukukunun bir parçası değil midir? Evet bir parçasıdır. Orada verilen kararlar İslam hukukunun bir parçası olarak karar verilir. Bu içtihadi bir meseledir. 80'lerde tartışıyorduk, 2020'lerde aynı sorunları tekrar tartışmaya başladık.

        REKLAM

        ERSOY: Neden?

        DEMİR: Birçok nedeni var. Tartışan beylerin gelenekten, Osmanlı hukukundan haberi yok. Kendi gettolarında yaşıyorlar. Azınlıklar. Bu tartışmaları sürekli gündeme getiriyorlar. Bizim Müslümanlar olarak böyle bir tartışmamız yok. Sokağa çıkın Müslümanlara sorun. Bu tartışmayı yapan kendi kızının gözüne bakamaz. Nasıl bir dünyada yaşıyorlar? Ne tarihle, ne gelenekle, ne geçmişle hiçbir bağları kalmamış, temcit pilavı gibi gündeme getiriyorlar.

        ERSOY: Kaşıdığınızda fay hatları gibi bir şey mesele aynı zamanda. Bir yerde İslâm'a bakışı da etkiliyor.

        DEMİR: Etkilemez olur mu? Öğrenciler geliyor 'hocam nedir bu tartışma' diyor. 13 yaşında bir kız çocuğu bunu duyunca 'İslâm nasıl bir din' diyor.

        ERSOY: Biz bu programları yaparken memlekete, bize, yanlış bildiklerimize faydası olacak işler üzerinde gidelim diye düşündük. Mesela 'sakız çiğniyoruz oruç bozulur mu, online tavaf yapabilir miyiz' gibi. Bunlar her gün televizyonlarda konuşuluyor. Fıkıh tarihsel midir? 1400 yıldır aynı şeyleri tekrarlıyor muyuz? Neden sürekli aynı şeyleri konuşuyoru biz?

        "TÜRKİYE'DE İLAHİYAT FAKÜLTELERİ FIKIHA EĞİLMELİDİR"

        REKLAM

        DEMİR: Osmanlı döneminde hukuk tartışmaları bugün yaptığımız tartışmaları tartışmış. Özellikle Osmanlı'nın son döneminde çok ciddi tartışmalar var. Fıkıh şeriatın kendisi değildir. Tarihsel süreç içerisinde hukukçuların oluşturduğu bir şeydir. Kur'an tarihsel bir metin değildir. Vahiy metnidir. Onun etrafında oluşturulmuş olan fıkıh aslına bakarsanız tarihseldir. Mecelle'de de 'ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar olunamaz'. Zamanın değişmesi fıkhi hükümlerin değişmesini gerektirir. Dün verdiğiniz fetvayı bugün aynen uygulayamayabilirsiniz. O günkü şartlarda, tarihsel sürece baktığınızda, işte Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettiğinde 21 yaşındaydı. 15. yüzyılda mümkündü bu. Bugün sosyal yaş ve zeka 22-23 yaşında olgunlaşmaya başlıyor. Niye? Çünkü çağ değişti. İslam hukuku tarihsel olmasaydı yaşayamazdı. Günün sorunlarına cevap vermek zorunda. Dünün güneşi ile bugünün çamaşırını kurutamazsınız. Bugünün güneşinde o çamaşırı kurutmak zorundasınız. Bazen o görüşleri yenilemek zorundasınız, o fetvaları yenilemek zorundasınız. İslam fıkhının en önemli özelliği hayatta olması, canlı olması. Fıkhın yenilenmesinden bahsetmek zorundayız biz. İslam hukuk sistematiğinin bağı şu anda Türkiye'de ilahiyatlar da dahil olmak üzere kesilmiş vaziyette.

        ERSOY: Diğer İslam ülkelerinde durum.

        DEMİR: Orada yaşayan fetva makamları var. Orada sorun şu; geleneksel kitapları tekrarlamakla meşgüller. Onları yenilemek lâzım ki, bunun en güzel yönü paranın olduğu yerde oluyor. Faizsiz bankacılık sistemi fıkhın yenilendiği bir yer. Para önemli olduğu için o konuda destek ve çalışma var. Sosyal meseleler para kazandırmadığı için hukuk gelişmiyor.

        ERSOY: Alo Fetva hattı vardı...

        DEMİR: Daha sonra kaldırıldı, bazı sorunlar oldu. İlahiyatların fıkıh bölümlerinin bu konuların oturup ciddi tartışması lazım. Son zamanlarda fıkhın güncellenmesi ile ilgili Ensar Vakfı'nın bir çalıştayı oldu, kitabı yayınlanmadı.

        ERSOY: Fıkhın güncellenmesi ne getirir?

        DEMİR: Bu tartışmaları daha doğru zeminde konuşuyor olabiliriz. Kadın çalışır mı, çalışmaz mı tartışmalarını yapıyoruz. Bu tartışmayı yapanların ilginç özelliği var, hepsi çalışan eş için koşuyor, kızlarını memur yapmak için uğraşıyor. Ondan sonra gelip 'kadın çalışır mı' diye soruyor. Bu tartışmaları bugün yapıyor olmak ne kadar ilginç bir şey. Bu tartışmalar bu kadar ucuz yapılmaz. 'Hocam kadından idareci olur mu' soruluyor. Bizim geride bırakmamız gereken bu tartışmaları bu dediğim şeyin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

        "EBU HANİFE KADININ HAKİM OLABİLECEĞİNİ SÖYLÜYOR"

        REKLAM

        ERSOY: Gelenekle modern tartışması alimler arasında hala çok cidddi bir tartışma var mı?

        DEMİR: Bu tartışma gelenekle modern tartışmayı gündeme getirmez. Bizim sorunumuzun gelenek ile modernin karşı karşıya gelmesi değil, geleneğin bilinmemesi. Fıkhın güncellenmesi geleneğin bugüne taşınması açısından çok önemli. Ebu Hanife kadının hakim olabileceği fetvasını vermiş.

        ERSOY: Fıkhı güncellemiş...

        DEMİR: Kendi döneminde çok önemli karar vermiş. Hanefiliğe göre kadınlar hakimlik yapabilir. Kadılık yapan kadınlar bile var tarihte. Ebu Hanife demiş ki, evlilikte kadın kendi beyanını söyleyebilir. Kendi kendini evlendirebilir mesela Ebu Hanife'ye göre.

        ERSOY: Babadan izin alma şartı yok mu?

        DEMİR: Yok.

        ERSOY: O zaman İslam tarihinde dönem dönem fıkıh güncellenmiş.

        DEMİR: Zaten güncellenmese sorunları çözemez, bugünlere gelemezdi.

        REKLAM

        ERSOY: Biz bunu ne zaman kaybettik?

        "TÜRK TOPLUMUNDA KADIN HER ZAMAN OLAYLARIN İÇİNDEDİR"

        DEMİR: 18-19. yüzyılda kaybettik. Fıkhın ana kaynaklarından bir tanesi örfi hukuktur. Tarihte kadın komutan var mıdır? Kadın hükümdar var mıdır? Raziye Begum Sultan. Kendisi Hindistan'ta Türk hükümdarıdır. Şecerrüddin diye bir kadın var. Haçlı Ordusu'nun Kudüs'e girişini durdurdu. Kocası öldüğü için ordunun başına geçti, kendi adına hutbe okuttu, para bastırdı. Türk toplumunda kadını her zaman toplumsal, sosyal olayların içinde bulduk. İslam öncesinde de böyle İslamla birlikte de böyle.

        ERSOY: Türk toplumu, Arap toplumu diye ayırıyor musunuz?

        DEMİR: Türk toplumunda kadın daha çok toplumun içinde. Bu kabul edilmiş bir örf ve çok yadırganmayan bir şey. Bu gelenekle, görenekle eşdeğerde bir şey. Selçuklu Altuncan Hatun var. Tarihçiler diyor ki, kocası Tuğrul Bey kendisine devlet işlerinde danışırdı. Kendisi bir yere gittiği zaman devlet işleri için onu vekil tayin ederdi. Bu Selçuklu döneminde yadırganmamış. Bu örfi bir şeydir ve kabul etmiş toplum. Geleneği bilsek bu tartışmaları yapmayacağız zaten.

        ERSOY: Ne zaman kaçırdık biz bunları?

        DEMİR: Cumhuriyet döneminde din eğitimi ve öğretiminin kendine ait çok ciddi sorunları var. Bunlardan bir tanesi gelenekle olan bağlarımızı kaçırılmış oldu.Bunun bir kısmı Osmanlı bir kısmı Selçuklu ile bağlantımızdı. Selçuklu'nun Bağdat'ta kurduğu medrese Nizamiye'deydi. Selçukluların ilk kurduğu medrese Nazımiye Medresesi. Ebu Hanife'nin kabrinin etrafında kuruluyor. Nizamülmülk Alparslan'ın içişleri, Şerefilmülk ise maliye nazırı. Nizamiye Medresesi'nden daha büyük. Büyük kütüphanesi vardır. Selçuklular kendileri Hanefi oldukları için biraz torpil yapmışlar. Biz bunu 2020'de öğreniyoruz. Ben bunu ilk defa bir müsteşrikten öğrenmiştim. Türkiye'de Osmanlı ve Selçuklu dini düşünce tarihine pek fazla yer vermedik. Bu muhtemelen modern selefilikle ilgili bir şey.

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa