PKK'dan 13 yıl yattı ama ailesi MHP'li
İlkokul mezunu belki tek köşe yazarı ama profesörler bile çözüm sürecini ondan takip ediyor
KÜRŞAD OĞUZ / HT PAZAR
Şimdi 39 yaşında, PKK’lıydı, bu yüzden hayatının üçte biri hapiste geçti. Çözüm süreci ile ilgili en hızlı ve net manşetleri o attı. Ocak ayında, “PKK Mayıs’ta çekilecek” dedi; çekildiler. İlkokul mezunu belki tek köşe yazarı ama analizci profesörler bile süreci ondan takip ediyor. Eski Taraf, yeni Akşam yazarı Kurtuluş Tayiz ilk yazılı röportajında, yazdığı kitabın ipuçlarını da anlattı…
Çok merak edilmene rağmen birkaç ay öncesine kadar hiç konuşmadın. Bu da ilk yazılı röportajın. Neden konuşmaya başladın?
Medyada popüler olmayı arzu etmedim. Taraf’taydım, haber yapıyor, köşe yazıyor ve kendimi rahatça ifade ediyordum. Taraf’tan ayrılma sürecimizde Türkiye’nin en ciddi siyasi kaoslarından biri yaşandı. Böyle bir dönemde yazamamak ve susmak katlanabileceğim şey değildi. İlk defa işsiz kalınca gerçekten yazar olmak istediğimi anladım.
Ne gördün de bu sürece girdin?
Ülkenin en ciddi meselelerinden Kürt sorununu daha iyi bildiğimi, onun içinden olduğumu düşündüm ama medyada herkes bu konuda çok uzmandı. Pek çok da yanlış bilgi dolaşıyordu.
Bilen bilmeyen yazıyor muydu yani?
Evet. Karar verdim ve yazacağım dedim. O günden sonra çok da düşman kazandım. Özellikle Kürt siyaseti, daha doğrusu PKK çevrelerinden.
Bir dönem PKK içinde değil miydin?
Evet, öyle bir geçmişim var. 13 yıl hapis yattım.
Hangi yıllar arasında?
1991-2004 arasında. Diyarbakır’da yattım, sonra Türkiye’de dolaşmadığım cezaevi kalmadı.
Diyarbakır Cezaevi gerçeğini biliyorsun yani.
Bizim dönemimizde baskı zulüm yoktu ama duvarlarda hâlâ 1980’lerin izi vardı.
2004’te cezaevinden çıktın. Sonra?
Üç yıl Özgür Gündem’de çalıştım. Oradan da aynı Taraf’ta olduğu gibi kovuldum. PKK savaş ilan edince yollarımız ayrıldı. Onlar savaşan gazete çıkaracaklardı, biz gazetecilik yapmaya çalışıyorduk. Gönderdiler. Aynı hikâye aslında Taraf’ta oldu. Onlar da hükümete karşı savaşmadığımız için bizi gönderdi. Bu cümle onların ifadesi.
Taraf’a ne zaman girmiştin?
2007’ydi.3-4 ay önce de bıraktık.
“PKK’YA KATILDIĞIMDA SOSYALİSTTİ”
Örgütte silahlı mücadeleye katıldın mı?
Hayır. 16 yaşımdaydım. Önü alınamaz bir rüzgârdı. 1990-91’de üniversitelerden herkes örgüte katılıyor, sempatizanlar çoğalıyordu. Pek çok çocuğun bu rüzgâra karşı durması mümkün değildi. Heyecan, macera... Aslında o zaman Kürt siyasi hareketi diye bir şey de yoktu. Sadece PKK vardı.
O da Marksist bir örgüttü.
1970’lerden sonra sosyalist hareket olarak kuruldu. Fakat gittikçe milliyetçi oldu. 90’larda bir Kürt savaşı veriliyor nihayetinde; hızla etnik tonu ağır basan, milliyetçi bir harekete dönüştü.
PKK’nın milliyetçileşmesi seni rahatsız mı etti?
Evet. Çünkü örgüte katılırken bol bol duyduğumuz propagandaların başında şu geliyordu: Biz bir sosyalist hareketiz. Zaten örgütün liderleri de Türk. Kemal Pir, Haki Karer Türk’tü. Duran Kalkan Türk. Örgütün yönetici kesimi Kürt değildi. Ama politik bir güç olmak için hızla daha etnik milliyetçi çizgiye kaydılar.
İlerleyen dönemde Kürtler PKK’nın yöneticiliğine gelmedi mi?
Hayır. Cemil Bayık ve Murat Karayılan’ı çıkar, diğerleri Kürtçe bilmez. Mustafa Karasu da bilmez, Duran Kalkan da. Çünkü örgüt Kürt-Türk ayrımı üzerine kurulmamış. Kürt meselesine, Türk solundan ayrışma meselesi olarak bakıyorlar. Ama esas mesele Kürt meselesi olduğu için kendi sosyal rengini veriyor siyasete.
Bir ara Suriye grubunun örgütü ele geçirdiği söylendi.
Örgütün tepesinde iyi polis-kötü polisçilik var. Tepedeki ekip hep iyi polisi oynadı. Bir defa Bahoz Erdal’ın örgüt içinde etkin olmasına asla izin vermezler. Cemil Bayık, Murat Karayılan, Duran Kalkan, Mustafa Karasu dururken birdenbire Suriyeli biri geldi, örgüt içinde çok etkin oldu, örgütü ısrarla silahlı çizgiye çekti… Yok öyle bir şey. Saydığım isimler bir bütün olarak şiddeti tasvip etmese şiddet olmaz. Şiddeti tasvip ettikleri için Bahoz Erdal’ı kullanmaya başladılar.
Yani silahlı mücadele isteği hep var.
Evet.
PKK’nın hedefi başından beri ayrı bir devlet mi?
Bağımsızlık, 1970’lerin radikal ortamında idealize ettikleri bir stratejiydi. 90’lara gelince bunun mümkün olmadığını gördüler.
Peki neden sık sık bir Kürt siyasetçi çıkıp “biz Kürt devleti kuracağız” diyor.
“Biz ayrılmak istiyoruz” diyenlerin oranı yüzde 3 etmez. BDP’nin oyu zaten yüzde 6-7. Kimi demokrat, kimi solcu olmanın gereği olarak oy veriyor bunlara. Ama iş bölüneceğiz, ayrılacağız, özel statü noktasına gelirse bunlar durur orada. Yüzde 3-4’ü bulamazlar.
“KÜRT SİYASİ ELİTİ ULUSALCILARA YAKIN”
BDP’nin bu süreçteki tutumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Kürt siyasi hareketinde dağ, ova ve İmralı olmak üzere üç merkez var. En meşru yer ova dediğimiz şehirdeki Kürt siyasetçileri. Ancak onların çözüm sürecinde Öcalan’a öyle hemen evet demediklerini gördük. Çok hızlı bir plandı, İmralı merkezli oldu, bunlar atlanıldı ve aslında ilk önce direndiler. Ateşkes olmaz, çekilme olmaz, şartlarımız bu, dediler. Kandil’e yakın durdular ama Öcalan ağırlığını koyunca boyun eğmek zorunda kaldılar. Aslında şu an Kürt siyasetinin yönetici eliti solculara, CHP’ye ve ulusalcılara daha yakın.
Kim o elit?
İsim vermek istemem. Şu anki yöneticiler “İmralı’ya çok bağlıyız” diyor ama Musa Anter’in mahkemesine gitmeyenler “Can Dündar candır” diye twit atıp bir vefa borcunu ifa ettiler. Bunlar şu anki iktidara ciddi biçimde karşı, AKP düşmanı. Ama BDP’nin bütün yöneticilerini katmak istemiyorum. Bekliyorlar ki süreç bozulsun. O zaman daha sert olacaklar. Ve AKP düşmanlığıyla tam gaz devreye girecekler.
Öcalan’daki dönüşüm nasıl yaşandı peki?
Kimse bilmiyor ama Oslo görüşmeleri Öcalan’dan habersiz başladı. Görüşmelere örgüt yöneticileri Öcalan’dan habersiz geldi. Kötüdür diye söylemiyorum ama Öcalan’ın etrafını kuşatmışlardı. Burada da çözüm süreci başladığında Öcalan’a Beyaz Türkler mesaj gönderdi; “Sen bu süreci başlatıyorsun ama Erdoğan’ı güçlendiriyorsun” diye. Beyaz Türkler bir taraftan bazı liberaller bir taraftan bu süreç doğmadan muhalefet etmeye çalıştılar. Türkiye’deki son siyasi kargaşa ve gerilimin kaynağında, Gezi de dahil buna, çözüm süreci var. Öcalan’la İmralı’da MİT’in anlaştığı haberi duyulur duyulmaz Türkiye’deki değişik toplumsal güç merkezleri şöyle bir değerlendirme yaptı: Bu çözüm süreci yeni Türkiye için iki kişiye söz hakkı veriyor. Erdoğan ve Öcalan. Erdoğan iktidarını daha da güçlendirecek diye savaş başlattılar. Gezi’nin içine korsan sesler karıştı. “Barış süreci olmaz, yürümez” diye. Kürtleri de ikna edip Erdoğan’a cephe aldırmaya çalıştılar. Fakat Kürt hareketi içinde ciddi politikalar konusunda karar verecek kişi Öcalan’dır, BDP değil.
Gezi’nin başlangıcında Sırrı Süreyya Önder de vardı…
Demokratlar da seviyor, solcular da ama Sırrı asıl olarak Beyaz Türkler’in Kürt hareketi içindeki yüzü. Beyaz Türkler biraz Sırrı üzerinden Kürt politikasına ortak olmaya çalışıyor. Kürt politikasını sadece AK Parti ile İmralı ya da Kandil arasındaki bir olay olmaktan çıkarmak istiyorlar.
“UYDURMA BİR RESİM SUNUYORLAR”
Gezi’yi komplo olarak görüyorsun ama AK Partili İdris Bal’ın raporu “Başbakan yanlış yönlendirildi” diyor.
Haklı bir zemin olmasa bu öfkenin, tepkinin dışa vurulması mümkün olmazdı. İktidarın şehircilik politikasının, ben yaptım oldu yaklaşımının payı büyük bunda. Ama bunun medya tarafından uzun süredir körüklendiği gerçeği de var. Mesela alkol düzenlemesiyle ilgili inanılmaz bir kampanya yaptı medya. Ama AKP’den önce CHP’li Kadıköy Belediyesi kendi bölgesinde saat 10’dan sonra içki satışını yasaklamıştı. Kimse medyada gördü, duydu mu?
Hükümeti devirmek için bir oyun mu oynandı yani?
İlk günkü tespitim “Gezi spontan, Erdoğan’ı devirmek planlı”ydı. Gezi’den önce, çözüm süreciyle birlikte muhalefetin bunu pişirmeye başladığını seziyorduk. Gezi’ye siyasal akıl ve kimlik giydirildi. Medyadaki önemli aktörler Erdoğan’ı Hitler ve Mussolini gibi gösterdi.
Pek çok kişi medyanın büyük bölümünün hükümetin kontrolünde olduğunu düşünüyor. Böyle bir medya nasıl bu süreci körükleyebilir?
Gezi’nin birinci günü susan medyanın pozisyonu nasıl yanlıştıysa, üçüncü günü kıyameti koparan medyanın durumu da aynı derece yanlıştı. Birinci gün susarken iktidarla ilişkili olarak sustu, üçüncü gün yine iktidar hesabıyla ilgili patladı. Medyanın iktidarla ilişkisi de problemli, iktidara savaş açması da. Bunlar Uludere’de de sustu. Ama bugün patladılar diye doğru oldukları anlamına gelmiyor.
Hedefleri ne peki sence?
Demokratik meşruiyeti olan çoğunlukçu bir rejimi temsil ediyor Erdoğan. Bunlar ise azınlıkçı bir rejim istiyor ve geldiklerinde otoriter olmaktan başka şansları yok. Çözüme karşı bir süreç bu. Çözümü rafa kaldırdıktan sonra önlerinde tek şey kalıyor, bütün PKK’lı Kürtleri vurmak.
Bu mümkün mü? Gerçekten inanıyor musun buna?
Evet. Savaş başladığında, çözüm süreci rafa kalktığında mümkün. Erdoğan’ı göndermek isteyenlerin oluşturacağı siyasi sistem inanılmaz otoriter ve baskıcı olacak, Kürt savaşını boyutlandıracak, Türkiye’yi bölmeye götürecek, bütün PKK’lı Kürtleri de ya içeri tıkacak ya vuracak. Çözüme gitmeyen her rejim baskıcı olmak zorunda Türkiye’de. “Erdoğan otoriter, kendisi için çözüyor” deniyor. “Erdoğan gitsin, daha aklıselim, yumuşak, nazik, demokrat, hönkürmeyen bir adam gelsin” deniyor. Yani Erdoğan gitsin AK Parti kalsın. Bu uydurma bir resim. Asıl amaç iktidarı İslamcı çoğunluğun elinden almak. Erdoğan’ın yerine getireceğiniz adam isterse AK Partili olsun, vesayet altına girmeyi kabul etmiş biri olacak.
“İKTİDARA SEMPATİ GÖSTEREMEZ MİYİZ?”
Bu yüzden mi Başbakan’ın ısrarlı savunucususun?
Çözüm sürecini Erdoğan gibi iradeyle götürecek bir lider olmazsa ne olur? Daha otoriter bir lider olur. Türkiye’yi otoriter bir liderden kurtarmak yalan yani. Bunu sözde demokratlar ve liberaller pazarlıyor. Ama onlar da işin farkında. Biliyorlar ki Erdoğan giderse bu ülkede korkunç bir savaş patlar. Sen demokratik çözüm şansını bozacaksın, çoğunlukçu rejimin seçtiği iktidarı göndereceksin, vesayet altına aldığın birini getireceksin. Bundan demokratik, silahların sustuğu bir Türkiye çıkmaz. Güçlü liderler çözüm yapabilir. Erdoğan’ı zayıflatarak herkes biliyor aslında çözümü zayıflattığını. Erdoğan Gezi’de uzlaşmadı, vesayet altına girmedi, girseydi çözüm süreci de bitmişti.
Beş kişi öldü, insanların gözü çıktı. Başbakan “polisimiz destan yazdı” dedi. Bu yaşananlar da onu zayıflatmıyor mu? Polis devleti, diktatör algısını pekiştirmiyor mu?
Bugüne kadar savaş sürerken, dünya kadar Kürt siyasetçi içeri atılırken kimse polis devleti, diktatör demiyordu. 2006-2007’de 16 kişi öldü Diyarbakır’daki şehir olaylarında. Bizim liberaller polis devleti olduk, diktatör, Amerika yardıma koş demedi. İnsanların ölmesi elbette hükümetin eksi hanesine yazılacak. Bunu telafi etmek zorunda. Ama herhalde Erdoğan istemedi insanların ölmesini. Bir kaosu körükleyip öbür taraftan insanlarımız ölüyor diye feryat etmek ikiyüzlülük.
Çözüm süreci konusunda iktidarı ve Başbakan’ı desteklemen kendi açından mantıklı, tamam. Fakat sen böyle yaptıkça “iktidar yandaşı” diyenler de artıyor. Buna ne dersin?
Bu ülkede bu tür eleştiri getirenlerin çoğu akşama kadar Apo, PKK, Karayılan, Esad, General Sisi güzellemesi yapıyor. Biz seçilmiş iktidara sempati bile gösteremiyoruz. Gösterdiğimizde yandaşlıkla yaftalanıyoruz. Bu gayrimeşru ama öteki meşru. Çok güçlü bir baskı aslında “bu iktidar yandaşı” baskısı. Ama yazılarımı, sözlerimi alın, deyin ki bu yanlış, yalan, diyemezler.
İktidarla maddi bağın var mı?
6 yıl Taraf’ta yazdım, açtım. Bugün Akşam’da yazıyorum, maddi olarak Taraf’tan bir kuruş fazla almıyorum. Taraf’ta aldığım, hayatımı idame ettiremediğim şey neyse, bugün hâlâ aynı noktadayım. Derdimizi duysunlar buradan (Gülüyor).
“BDP, ÖCALAN’IN MESAJINI AÇIKLAMADI”
Çözüm sürecindeki her gelişmeyi hayra yorarak yanlış yaptığını düşünenler var. Neden bu kadar iyimsersin?
Bu süreç 2012 Aralık ayında başladı, 5 Ocak 2013’te bir sürmanşet attım, “PKK Mayıs’ta çekilecek” diye. Bu, beş ay sonra açıklandı. Bugün uzman geçinenler o manşeti attığımda bana dünyanın küfürünü etti. Kürt siyasetçiler, liberaller, başkaları... Hayatta olmaz, dediler. BDP genel başkanı çıktı “ortada hiçbir şey yok” dedi.
Nasıl oldu da sen beş ay önce öğrendin bunu?
Ahmet Türk-Ayla Akat’ın İmralı’ya gittiğini de ilk ben söyledim. Bizim inanılmaz istihbaratımız var sanıyor millet de, aslında bilgi almak için tırmalıyoruz. PKK Mayıs’ta çekilecek haberi, “PKK çekilecek” diye başkalarına da geldi. Çekilecek de ne zaman? Bu soruyu diğer muhabir sormadı da, ben sordum. Bana, “Anlaşma uygun giderse, aksama olmazsa, Nisan ya da Mayıs’ta ama Mayıs daha güçlü” dediler. “Bu süreç Oslo’dan daha önemli,” “Silahlı mücadeleye son mesajı” manşetlerini de Taraf gazetesinde ilk atan benim. Taraf’tan gönderilmeme neden olan da bu haberciliğim. Süreci çok iyimser görüyoruz diye.
Ocak’ta, Mayıs’ta çekilecekler bilgisini nereden aldın? PKK’dan mı?
Kaynağımın bilgiyi nasıl derlediğinden emin değilim. Ama hükümet üyesi veya istihbarat üyesi değil. Bu sürece, iki çevreye de yakın biri. Benim birçok haberim Kandil’den geldi.
Evet, bu açık zaten.
Birçok haberim de bu taraftan geldi. Hükümet değil de, daha çok bürokrasi çevresi. Ama bunlar net bilgiler değil. Benim değerlendirmelerim eklenmese o manşetler olmayabilirdi.
Sen bir analiz yaptın yani.
Tabii. İlk Öcalan’ın “Silahlı mücadele miyadını doldurmuştur” mesajı bilgisi BDP içerisinden geldi. Bunu bana şunun için verdiler: Öcalan’la gidip görüşenler, bunu açıklamadı bir süre.
Öcalan’ın söylenmesini istemesine rağmen mi?
Evet. Bunun yansıtılmasını istemiş ama ısrarla yapmamışlar. İlk günlerde asla Kandil’den onay almadan bu işi yapmadılar. Öcalan aslında söylemiş neyin ne olduğunu, gidin bunu anlatın demiş. Bu en kritik bilgiyi asla anlatmıyorlar ve hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Kendi kamuoylarından gizlediler. Bana o yöneticiler içerisinden geldi. Bir mail attılar. Öcalan şunu demiş: Silahlı mücadele dönemi kapandı! Bu manşeti attığımda dünyanın küfürünü yedim. Bunlar ajandır, şudur. E noldu? Nevruz bildirisinde Öcalan kendisi söyledi bunu.
Bu süreçte yönlendirilmiş olabileceğini düşünüyor musun?
Hep bu korkuyla davrandım. Bir süreç mi başlıyor gerçekten yoksa manipüle mi ediliyoruz? “Üç aşamalı çözüm süreci”ni ilk ben yazdım. Herkes merdiven falan dedi. Merdiven diye bir şey olmaz. Silahlar susacak, geri çekilme başlayacak, geri dönüş olacak. Bunlar bir plan içerisinde formüle edilmiş. Yok merdiven olacak, basamak olacak. Elektrik merdiveni mi bu? “İmralı’da üç mühürlü zarf” başlığını da ben attım. Öcalan üç mühürlü zarf verdi. Kandil’e, Avrupa’ya, BDP’ye… Aşk mektubu değil bu, mühürlü zarf. Böyle nokta atışı yapıyorum.
“TOPLUMSAL KATILIM YASASI GELİYOR”
6 ay sonrasının manşetini atıyorsun ya, bana da bir manşet versene.
(Gülüyor). Bu sürecin en radikal adımlarından biri dağdakilerin siyaset yapması olacak. Bu özgürlüğün önü açılacak. Önümüzdeki seçimde bunları görebiliriz.
Af mı? Ekim’de bir aftan bahsediliyor.
Toplumsal Katılım Yasası.
Dağdakilere dönük mü?
Evet. Demokratikleşme paketinin en azından PKK ile ilgili boyutu Toplumsal Katılım Yasası olacak. Şiddete bulaşmamış örgüt mensuplarının önü açık olacak.
Dağa çıktıysa zaten şiddete bulaşmış olmuyor mu?
Bu katılım yasası çerçevesinde silahı bırakıp eve dönen adama en azından siyaset yapma kısıtlaması getirilmeyecek. Sanıldığı gibi Cemil Bayık, Karayılan gelecek siyasetçi olacak değil. Ama örgüt içinden, Kandil’den pek çok kişiyi aday gösterebilirler. Kandil’den daha önceki barış grubuyla gelen Seydi Fırat var. Önümüzdeki seçimlerde öyle birçok insanı aday gösterebilirler. Bunları siyasete katmazsan olmaz zaten.
PKK’dan tehdit aldın mı hiç?
Onların medyasında inanılmaz yalan, karalama, iftira haberleriyle karşı karşıya kaldım. PKK’yı az çok tanıyorum, öyle bir tehdit almadım. Çünkü ben de eleştiriyorum, yazıyorum. Onlar eleştirmiyorlar da küfür ediyorlar.
Yani ilişkiniz demokratik bir çizgide ilerliyor.
(Gülüyor). Evet.
ASLINDA VAN’IN “KURTULUŞ”U
Nerede doğdun?
Van. 16 yaşından sonra İstanbul’daydım. Daha sonra örgüt (PKK) ve hapis dönemi. 13 yıl sürdü. Tekrar İstanbul’a geldim.
Kaç kardeşsiniz?
9. 6’sı İstanbul’da. Biri Çanakkale’de, biri İzmir’de, bir ablam da Van’da.
Aile Van’dan savaştan kaçmak için mi İstanbul’a göç etti?
Yok. Biz Azeri’yiz.
Ben seni Kürt biliyordum. Aile Azerbaycan’dan mı geldi?
İran Azeri’siyiz. Bize orada Acem derler. Oradan Özalp’a, Van’a yerleşmişler.
Anne ve baba ikisi de mi Azeri?
Annem saf Türkmen. İran Türkmen’i. Babam ise İran Azeri’si.
Yaşıyorlar mı?
Annem yaşıyor.
Babanın siyasi duruşu neydi?
MHP’ye oy verirdi. Van’da MHP’den aday olan biri vardı, hep onu destekledi. Aile MHP’li.
Anne tarafı da mı öyle?
Onlar AK Partili. Hep Milli Selamet, Refah Partisi çizgisinde oldular.
İlkokulu Van’da mı okudun?
Evet. Ortaokulu yine Van’daki Atatürk Lisesi’nde okudum. Okumadım da aslında. Bana ilkolkul terk diyebilirsin. Çünkü 8 yıllık eğitim çıkmıştı. Ben beşteydim. Bu dönüşümde tam ilkokulu bile bitirmiş olmuyorum.
Kurtuluş adı nereden geliyor? Devrimci bir “kurtuluş” mu?
Yok aile zaten devrimci değil. Van’ın kurtuluş yıldönümünden birine denk gelince Kurtuluş olsun denmiş.
Bağın var mı kardeşlerinle?
Yok. Yalnızım yani.
Anneyle görüşmüyor musun?
Sadece telefonla.
Sana kızıyorlar mı?
Hayır. Sadece pek anladıkları söylenemez. Öyle bakıp izliyorlar ama bir türlü kafalarına bir şey oturmadı.
Çözemediler seni.
Bu budur diyebilecekleri bir çocuk yok önlerinde.
Sen ne suçla girmiştin içeri?
Bunların çoğunu kendi kitabıma sakladığım için söylemek istemiyorum.
Ne zaman çıkacak?
3-5 aya bitiririm.
Ne anlatıyorsun?
Kendi hikâyemi ama Türkiye’nin hikâyesiyle çok örtüşecek. Çoğu şeyi söyledim aslında sana. Gelirken de aklımdaydı bunlar kitabıma sakladığım şeyler diye…
“İLK HAPİSTE AŞIK OLDUM”
Bu mücadele yoğunluğunda aşık olacak bir ortam ve zaman buldun mu?
Aşık olacak… Aslında ilk hapiste aşık oldum.
Ne oldu?
Dışarı çıkınca karşılaştık. Fakat yollar ayrıldı daha sonra.
Dağa mı gitti?
Yok hayır. Ama yollarımız ayrıldı.
Platonik bir aşk olarak mı kaldı?
Hayır. Görüştük. Uzun süre birlikteliğimiz de oldu ama maalesef bitti.
Twitter’da sürekli yalnız kedi-köpek fotoğrafları paylaşıyorsun. Kendi yalnızlığının tezahürü mü bu?
Kendimi hep bir sokak kedisi gibi görüyorum. Kitabımda ben bir sokak kedisiyim diye bir bölüm var zaten. Birey olmakla ilgili. Bu memlekette herhangi bir cemaatin, grubun parçası olmadan yaşamak çok zor. Doğu toplumuyuz. Henüz Batı’daki gibi bireyleşme düzeyinde sayılmayız. Her zaman kendimi çok daha birey hissediyorum. Yalnız hissediyorum.
O hayvanları da sokakta yalnız görünce hüzünleniyor musun?
Öyle değil de, yakınlık duyuyorum. Seviyorum, bayılıyorum bunların fotoğrafını çekip onlara bir kimlik vermeye, ne düşündüklerini tahmin etmeye, bir söz söyletmeye. Eğlenceli aynı zamanda. Yalnızlığı gidermekten ziyade kendi bireyliğimi koruyorum onlarla. Hayatta her şeyden çok fazla tatmin olan biriyim. Hiçbir uğraşım olmasa sadece bağla, bahçeyle, hayvanlarla uğraşmak yetebilir.
Evde kedin var mı?
Büyük bir familya var evimin etrafında ama bir tane benim kedim var Üzüm diye. Onu iki ay biberonla besledim. Büyüdü, anne oldu, şimdi onun çocukları da anne oldu. Kolonileştik orada. Mümkün oldukça onların suyu ve mamaları bana ait.
Hangi takımı tutuyorsun?
Fenerbahçe.
RAKI - BALIK - 10. YIL MARŞI ÖZGÜRLÜĞÜ
“Yaşadığım çevre aslında Türkiye’deki fanatik laik çevre. Bunların hayatlarıyla ilgili herhangi bir sıkıntı hissettiklerini görmüyorum. Rakı, balık ve 10. Yıl Marşı... Bu üç konuda inanılmaz özgürler. Bütün eğlence yerlerinin her hafta sonu mutad bu programı var.”