Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Seçim Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

İlkokula 4 yaşında başladı.

1985'te liseden mezun olup İstanbul Tıp Fakültesi'ne girdiğinde henüz 15 yaşındaydı.

Oysaki akranları henüz lise sıralarındaydı.

11 yıldır derslere gömüldüğü için çocukluk ve ergenlik dönemleri artık ulaşılmayacak kadar uzaklardaydı.

Hayatının baharı hiç de eğlenceli geçmiyordu.

Fakültedeki ve öğrenci yurdundaki arkadaşları kendilerinden küçük olduğu için onunla arkadaşlık etmiyordu.

Gündüzleri yoğun ders programına, akşamları öğrenci yurdunun etüdünde kalın kalın kitaplara gömülüyordu.

Ferhat Göçer...

Fakültenin 4'üncü yılındaydı.

O 4 yıl sadece İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ile Atatürk Öğrenci Yurdu arasında geçmişti. Okuldan yurda, yurttan okula...

Öyle ki Çapa ile Topkapı arasındaki iki otobüs durağı arasında sosyal hayattan uzak tekdüze bir hayat yaşamak artık iyiden iyiye bunaltıcı hale gelmeye başlayınca, içinden kopup gelen 'Ferhat efendi! Bu böyle olmaz, renksiz bir hayat seni iyice bunalttı. Bak sonra kendini derslerine veremezsin' sesi iyiden iyiye yükselmeye başlamıştı.

Sosyalleşeceği, kendini iyi hissedeceği bir meşgale arayışında olan Ferhat Göçer, fakültedeki doktorların kurduğu bir Hafif Batı Müziği Korosu olduğunu duydu.

Yanlarına gidip 'Sizden biri olmak istiyorum' dediği doktorlar sesini dinledikten sonra 'Bizdensin' dedi.

Asosyal olmanın getirdiği ruhsal baskıdan kurtulmak için 'Sizden biri olmak istiyorum' cümlesi Ferhat Göçer'in 'O An'ı oldu.

Şarkı söylerken kendini iyi hissetmesinin yanı sıra koronun bazı müzik yarışmalarında dereceye girmesi Ferhat Göçer'i oldukça heyecanlandırıyordu.

O heyecanın verdiği güçle tıp fakültesi derslerine de daha iyi odaklanabiliyordu.

Başka bir ifadeyle koro faaliyetleri, tıp öğrenimine hizmet ediyordu.

Description

O sınav olmasaydı Ferhat Göçer için müzik, fakülte yıllarında kalan sosyal bir etkinlik olarak kalacak, bugünkü konumuna hiç ulaşamayacaktı.

Korodaki birkaç arkadaşı "Ferhat, biz İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nın sınavlarına gireceğiz. Müziğe pek yatkınsın. Sen de girsene" dedi.

Dediler demesine ama hem tıp fakültesi hem konservatuvarı bir arada nasıl yürütecekti. Tıp fakültesinin dersleri zaten yeterince ağırdı.

Sonra düşündü; arkadaşları yapabilecekse kendisi neden yapamasındı.

Baktı ki iki üniversite bir arada yürümüyor, konservatuvarı bırakırdı.

İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nın 1988'de açtığı sınavı kazanan 18 yaşındaki Ferhat Göçer, saat 9 - 16 arasında tıp fakültesine, akşamları ise Kadıköy'deki konservatuvara gidiyordu.

Keyifliydi, sosyalleşmiş, hayatı renklenmişti ama öylesine yoruluyordu ki...

Bazı zamanlar şöyle oluyordu; Kadıköy'den Eminönü vapuruna biniyordu.

Bir uyanıyordu ki vapur Kadıköy'deydi ve yolcular iniyordu.

Yorgunluktan uyuya kaldığı için Eminönü'nde inemediği vapur, yolcu alıp Kadıköy'e dönmüş oluyordu.

Eminönü'nde inemediği için aynı vapurla Kadıköy'e geri dönüyordu. Baktı ki olmuyor, çareyi yanında oturan yolculara 'Allah aşkına beni Eminönü'nde uyandırın' diyerek buldu.

Aslında konservatuvar öğrenimi görüyordu ama bugün bulunduğu noktaya ulaşmaya yönelik değil planları, hayalleri bile yoktu.

Nihai amacı, iyi bir genel cerrah olmaktı.

Ne var ki bütün yorgunluğuna rağmen konservatuvarı bırakamıyordu. Bırakmamasının ana nedeni ise sesi ve yorumuyla dikkatleri üzerine çekmesiyle tenor olarak Devlet Opera ve Balesi Korosu'na seçilmesiydi.

Sırf sosyalleşme adına koroya girmesiyle amatör ruhla yaptığı müzik yakasına yapışmıştı bir kere.

İki üniversiteyi de bitirmiş, Devlet Opera ve Balesi Korosu'ndaki görevi ise devam ediyordu.

1993'te mecburi görev için gittiği Şanlıurfa'da korodan uzak kalması Ferhat Göçer'i geleceğini şekillendirmek için bir dizi kararlar almaya yönlendirdi.

İliklerine kadar işlendiğini o sıralarda anladığı müzik, elindeki kartları açtı. Tıp fakültesindeyken koroya girmeden önceki ruh haline büründü.

Mutsuzdu, heyecansızdı.

Bu durum asli mesleği olan cerrahlığı da etkileyebilirdi.

Kararını verdi, hem cerrahlık hem de müzisyenlik yapacaktı.

Diplomasını aldığı iki mesleği aynı anda icra edebilirdi.

Henüz bıyığının terlemediği zamanlarda evinden, ailesinden uzak iki üniversite okumuştu da olgunlaştığı, kendi ayakları üzerinde durabildiği bir dönemde iki mesleği icra edemeyecek miydi?

İki yıllık mecburi hizmetinin dolmasından sonra hayatı Şanlıurfa'da yaptığı planlar, kurduğu hayaller çerçevesinde şekillenmeye başladı. Konservatuvar öğrenimi sırasında edindiği bilgileri ve geliştirdiği melekeleriyle modern müzikle klasik müziği harmanlamayı kendine misyon edindi.

Mecburi hizmeti tamamlanınca her iki mesleği yapabilme planlarını hayata geçirme zamanı geldi.

Önünde iki sınav vardı.

Birincisi, Haydarpaşa Numune Hastanesi Genel Cerrahi Asistanlığı Bölümü'nün, diğeri ise İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nın yüksek lisans sınavıydı.

Her iki sınavı da kazanan Ferhat Göçer, hastanede genel cerrahi üzerine çalışmaya başladığı dönem konservatuvarda yüksek lisans eğitimi de almaya başladı.

Müzik kariyeri adına kendisine yüklediği modern müzikle klasik müziği harmanlama misyonuyla kurduğu Turkuaz adlı grupla gece kulüplerinde sahneye çıkmaya başlayan Ferhat Göçer, repertuvarını opera eserleri, napolitenler şansonlar, rembetikolar, Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği, Hafif Batı Müziği ve günümüz müziğiyle donattı. Farklı konseptiyle dikkatleri üzerine çekmeye başlayan Göçer, İstanbul'da pek meşhur olmuştu. Sıra, ülke geneline ulaşmaya gelmişti.

2005'te kendi adını taşıyan albümle sesini ve yorumunu geniş kitlelere ulaştıran Ferhat Göçer, konseptiyle dikkat çekince konser organizatörlerinin çekim alanına girdi.

Ferhat Göçer, artık gece kulüplerinde birkaç on kişiye değil, büyük konser alanlarında binlerce kişiye seslenmeye başladı.

'Nessun Dorma'da 'Vinçero, vinçero' derken bir Luciano Pavarotti, 'Kul Olayım Kalem Tutan Ellere'de 'Katip arzuhalim yaz yare böyle' derken ise bir 'Âşık Veysel etkisi yaratıyordu.

Böylesi görülmemişti.

İkinci albümü 'Yolun Açık Olsun' ile 2007'de Altın Plak kazanmasıyla da vakti zamanında iki otobüs durağına sıkışan hayatının bir sonucu olan müzisyenlikteki yolu iyiden iyiye açıldı.

Yurt dışındaki meslektaşlarının da dikkatini çeken Ferhat Göçer,Gino Castelli, Alessandro Safina, Al Bano, Patrizio Buanne, Emma Shapplin ve Michael Bolton ile verdiği konserler müziğinin dünyaya açılan kapısı oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteklediği 'Anadolu Aryaları' projesiyle konumunu yükseltti.

Ferhat Göçer'in farklı ülkelerin müzikleriyle kurduğu köprü, UNICEF'in de dikkatini çekince 2012'de Türkiye İyi Niyet Elçisi unvanı verildi.

YARIN: İlay Erkök

Haberi Görüntüle
Haberi Görüntüle
Haberi Görüntüle
Haberi Görüntüle
Haberi Görüntüle
Haberi Hazırlayan: Mehmet Çalışkan
Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ