Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Gelecek Partisi Lideri Ahmet Davutoğlu Habertürk TV'de

        Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Habertürk TV'de Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında siyaset gündemine ilişkin soruları yanıtladı. Millet İttifakı olarak Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda görüşlerini açıklayan Davutoğlu şöyle konuştu:

        Cumhurbaşkanı adaylığı tartışmasının seçim ilan edilene kadar masadan kaldırılması kanaatindeyim. İklimi ister istemez 'o mu olacak, bu mu olacak?' diye bir yarış. Halbuki Türkiye'nin yarışa değil huzura, akılcı bir şekilde, sağduyulu şekilde geleceği düşünmeye ihtiyacı var. Emin olun, bu süreçleri doğru işletirsek aday üzerinde anlaşmada büyük ölçüde meselenin hallolduğu anlamına gelir.

        "MESELEMİZ BİR KİŞİNİN DEĞİL BİR ZİHNİYETİN GİTMESİ"

        Davutoğlu konuşmasını şöyle sürdürdü: Mesele bir kişinin değişimi meselesi değil. Bir zihniyetin gitmesi meselesi. Otoriter, yasakçı, yolsuzluklara bulanmış bir zihniyetin gitmesi meselesi. Sultan Abdülhamit dönemi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi de bizim tarihimiz.

        "RUSYA-UKRAYNA KRİZİNDE ÇOK RİSKLİ BİR DÖNEME GİRİYORUZ"

        Gelecek Partisi Lideri Davutoğlu Rusya ile Ukrayna kriziyle ilgili olarak şu değerlendirmede bulundu: Çok riskli bir döneme giriyoruz Ukrayna konusunda. 1991'deki jeopolitik depremin artçı şokları devam ediyor diye yazmıştım. Ukrayna en kritik ülkeydi. NATO Ukrayna Konseyi, NATO Konseyi kurularak bu kontrol altına alınmıştı. Ukrayna gri alanda tutuldu. Şu anda Ukrayna ile Gürcistan benzer durumda

        Davutoğlu'nun konuşmalarından öne çıkan başlıklar şöyle:

        "SİYASET SALT MATEMATİK HESAPLARINA İNDİRGENEMEZ"

        REKLAM

        Türk siyasetinde koalisyonlar tecrübesi oldu. CHP-MSP, DYP-SHP koalisyon tecrübesine sahip olduk. İttifaklar siyaseti olumsuz etkiledi. Partilerin doğası var. Bu doğasıyla siyaset sahnesine çıkarlar. Kabul gördükçe iktidar ya da muhalefet olurlar. 2018'de Cumhur İttifakı öne çıkınca, sayın Erdoğan ve sayın Bahçeli kendi parti içinde koruyacakları liderlik konumunu uzlaşı içerisinde çıktı. Daha önceki koalisyon protokolleri gibi protokoller yok. Bundan daha önce sayın Bahçeli muhalefet olduklarını iddia etti. Türk siyasetinin doğasını ciddi şekilde ittifaklar deforme etti. Bir uzlaşı üzerine değil; bir seçimde karşılıklı menfaatlerin üzerine doğdu. Siyaseti salt matematiksel hesaplara indirgediğinizde işin özü, felsefesi, mantığı ne oluyor? 2018 genel seçimleri, 2019 İstanbul seçimlerinde de etkili oldu. Türkiye'nin bir seçim kazanmaya ihtiyacı yok sadece. Yeniden yapılanmaya ihtiyacı var. Seçimi kazanmak için de onun öncesinde yapılacak işler var. Esnek yapılarla, seçime ayarlı, kutuplaşma bakımından sert ittifak yapılarıyla Türkiye'nin seçime girmesi ve seçim sonrası yönetememe riski var.

        "İTTİFAKTA İŞİN ÖZÜ; SİYASETİ NASIL YAPILANDIRACAĞIZ"

        Partimizi hızla teşkilatladık, çok iyi kadroyla Türkiye gündemine önemli katkılar yapan siyaset takip ettik. Madem ki, matematiksel bir zorunluluk var. Madem ki Türkiye'nin bütünüyle siyasi kültürünü, demokratik anlayışını, devlet kurumlarını, ekonomik anlayışını yenilemek gerekiyor. O zaman iktidara gidecek ittifakların, partilerin seçim öncesinde iyi planlaması lazım. Sayın Akşener, Sayın Kılıçdaroğlu ile görüştüm. Artık işin özünü konuşmamız gerekiyor. İşin özü; siyaseti nasıl yapılandıracağız, demokratik anayasayı nasıl inşa edeceğiz, parlamenter sisteme nasıl geçeceğiz, devletin kurumlarını nasıl inşa edeceğiz? 6 partinin biraraya gelip konuşmuş olması önemlidir. Artık sadece sistem üzerinde teorik ittifakın ötesine bunu taşımak lazım çok daha somut alanlarda zemin oluşturmak lazım.

        REKLAM

        "BİR MASADA BULUŞULMAZSA ÇOK ŞEYLER ÇEKERİZ"

        Sayın Akşener, sayın Kılıçdaroğlu ile görüştüm. Daha sonra üçlü oturduk. Diğer siyasi liderlerle de görüşme kararı aldık. Bu bir istişare süreci. Hep birlikte bunu yapacağız. Ben oyun kurucu değilim, oyun kurulacaksa birlikte kuracağız. Sayın Akşener ve sayın Kılıçdaroğlu'nun karşılıklı nezaketle yürüyor. Eğer seçime gidekceksek, zorlu seçim olacaksa, seçim sonrasında zorlu süreci yürüteceksek bunları konuşmak lazım. 6 parti parlamenter sistemde olduğu gibi ilkeler ve değerler etrafında. 5 benzemez diye bir tabir vardır. Geçenlerde sayın Cumhurbaşkanı da alaycı bir şey kullandı. Tam da bu lazım Türkiye'ye. Birbirine benzeyen aktörlerin anlaşarak Cumhurbaşkanlığı makamını kullanması dışlamayı, ötekileştirmeyi beraberinde getiriyor. Türkiye'nin ana damarları burada. Tanzimat'tan bu yana Türkiye'de ne kadar siyasi damar varsa bir masada buluşamazsa Cumhuriyet'in 200. yılında biz çok şey çekeriz. Birbirimize benzemiyor değiliz. Hepimiz bu topraklardayız ve geleneği var.

        "BEN BEŞ BENZEMEZİ BİR FIRSAT OLARAK GÖRÜYORUM"

        Bizim partimizde de çok farklı görüşler var; sunni alevi, Türk, Kürt, laik muhafazakâr vs. Beş benzemezi bir fırsat olarak görüyorum. Görüş farklılıklarımızı muhafaza edeceğiz. Tabii ki CHP ile bizim aramızda bizimle CHP arasında görüş farklılıkları olacak. Tabii ki İYİ Parti ile bizim aramızda görüş farklılıklar olacak. Kürt meselesi, ekonomiyi, liberalizmi tabii ki konuşacağız. Bu süreç çok iyi başladı. Biz bu farklılıklarla birbirimize saygı duyarak varız. Kimin nereye oturacağı hiç önemli değil. Keşke sayın Erdoğan o egosunu aşıp, bizlerle oturabilseydi Cumhurbaşkanı olarak. Herkesi toplayabilseydi. Kendi partisinden çıkanları bile toplamadı. O yukarılarda, farklı bir alemde. Sayın Bahçeli oturduğu yerden herkesi hain, terörist ilan edebilecek güçte ve hakta görüyor kendisini. Ben, sayın Akşener, sayın Kılıçdaroğlu böyle bir hakkı görmüyor kendisinde. Bugün Meclis'te grubu olan partilerin gösterdiği özveriyi takdir ediyorum, beraber oturma anlamında. Ne benim için eski Başbakan olmam, ne sayın Kılıçdaroğlu ne sayın Akşener'in birbirimize üstünlüğü yok.

        "TÜRKİYE'NİN YARIŞA DEĞİL HUZURA İHTİYACI VAR"

        2002'de, 2018'de olduğu gibi sayın Bahçeli'nin aklına esip '3 ay içinde seçime gidiyoruz' dediği zaman herkes kendi derdine düşer. Devlet, siyaset demek tedbir demektir. Bir anda ani seçime gidildiğinde oturup milletvekilleri nasıl olacak konuşulur. O yüzden şimdiden ilkeler nedir, ittifakın temel prensipleri nedir? Toplum kesimlerine vereceğimiz taahhütler nedir? Endişe duyan Türkler, Kürtler, Sunniler, Aleviler, muhafazakârlar var. Beklenmedik seçimde telaşla matematiksel hesaba girmemiz demek ihtilaf demektir. Onun için Cumhurbaşkanı adaylığı tartışmasının seçim ilan edilene kadar masadan kaldırılması kanaatindeyim. İklimi ister istemez 'o mu olacak, bu mu olacak?' diye bir yarış. Halbuki Türkiye'nin yarışa değil huzura, akılcı bir şekilde, sağduyulu şekilde geleceği düşünmeye ihtiyacı var. Emin olun, bu süreçleri doğru işletirsek aday üzerinde anlaşmada büyük ölçüde meselenin hallolduğu anlamına gelir.

        "BU ÜLKE KABA SİYASETTEN, DIŞLAMADAN YORULDU"

        Türkiye'de hiç kimse ecelini ve seçim sonuçlarını bilemez. Geçiş süreci aşamasını konuşmamız lazım. Kim seçilirse seçilsin Cumhurbaşkanı. O Cumhurbaşkanının, kadroların gücü yanlış kullanmaması için birtakım kriterleri, çipaları koymak lazım. Cumhur İttifakı'na hala destek verme temayülünde olan temel kaygısı, acaba bir kaos ortamı içine düşer miyiz şeklinde. Bazı meseleleri paranteze almak mümkün. Ben Dışişleri Bakanlığı döneminde hiç uzlaşmaz taraflarla arabuluculuk yaptım. Suriye ve İsrailli delegasyonu biraraya getirmiştik. İran ve ABD arasında, Boşnaklarla Sırplar arasında. Bu konuda çok kırmızı üretenler genellikle siyaset yapamazlar. Kırmızı çizginiz ne kadar çoksa manevralar o kadar azalır. Kırmızı çizgimiz bu ülkenin huzuru. Bu ülke dışlamadan, kaba siyasetten, Trabzon'da olduğu gibi çocuklara hain dedirtenler yoruldu. Siyasi liderler olarak bunu aşarsak, emin olun her şeyin bir çözümü vardır. Süreçlerde önemli olan güven ortamının sağlanması. Bugün liderler arasında bir güven ortamı var.

        "RENKLİ TOPLUMUZ, O RENKLERİ YOK ETMEMEK LAZIM"

        Daha önce hep ikili görüşmüştük. İkili görüşmelerde ve üçlü oturduğumuzda da birbirimizi rencide etmedik. İttifak dediğimiz şey daha çok katkı ise, bu farklılıklar katkıyı getirir. İlk aşama güven zeminini oluşturmak, sonra yapılandırmak, sonra vatandaşı ikna etmek. CHP ile İYİ Parti arasındaki tartışmalara girmek istemem. Ama diyelim Kürt sorunu, diyelim Alevi, diyelim endişeli muhafazakar sorunu. Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü, kamu düzenini sağlamak hepimizin kabul edeceği bir şey. Kürt vatandaşlarımızın hiçbir ayrım gözetmeksizin herhangi bir vatandaşın haklarına sahip olması, dışlanmaya maruz kalmaması. Buna itiraz edecek olan yok. Kürtçe bir çağrı yaptık, ana dil mukaddestir benim için. Bu konuda başka birinin yanlış düşüneceğini düşünmem. Ola ki ihtilaf oldu. Diplomatik müzakerelerde vardır anlaşmadığımız hususlarda anlaşmış olmak. Temel ilkeleri doğru koyarsanız. Renkli bir toplumuz biz. O renklerin hiçbirini yok etmemek lazım. O rengi yok ettiğinizde zenginliğinizi kaybedersiniz.

        "SAYIN ERDOĞAN DEMİRTAŞ'I ÖCALAN'LA TERBİYE ETMEYE ÇALIŞIYOR"

        Türkiye'de gayrimüslim vatandaşlarımızın azalması bu toprakların zenginliğiydi. 6 parti adına konuşuyor değilim, onları tek parti haline getirmek olacak şey değil, doğru da değil. Anlaşacağımız zemin bu. Mesele niteliksel olarak toplumu ikna edecek ortak söylemi, dili, vizyonu ortaya koyabilmek. HDP üçüncü ittifak yönünde tercihini yaptı. HDP konusunda 6 partinin de böyle bir ittifakın bileşenleri arasında farklı kanaatleri olabilir. HDP Türkiye'de siyasetin bir parçası. Bugün HDP'yi o şekilde dışlayanlar, Meclis'te HDP'li Başkanvekiline 'Başkan' deyip, söz alıp söz veriyorlar, tiyatro oynamaya gerek yok. Sayın Erdoğan, İmralı'yı aktör yapıyor şu anda. Demirtaş'ı Öcalan'la terbiye etmeye çalışıyor. Bu ne demek? Elinde tutukluğu olduğu iki kişiden birini diğerine otorite kılması devletin olacak şey mi? O zaman paralel bir siyaset üretiyorsunuz. HDP'yi dışlarken paralel siyaset üretiyorsunuz. Bu hem gayrimeşru hem antidemokratiktir. Ondan sonra dönüp kitlelere HDP'yle görüşen herkesi şeytanlatırma tutarlı bir tavır değil. İşin içine girip biraz daha özüne indiğinizde bazı ihtilaflar artar bazıları çözülür. TBMM seçimlerinde HDP'nin ayrı bir ittifak kuracağı aşikar.

        "SORUMLULUK SAHİBİ HANGİ LİDER 'ŞURAYA OTURURUM' DİYEBİLİR?"

        Bu ülkenin menfaatine olacaksa ben en arka sırada, en kenarda oturmaya razıyım. Bu ülke zarar görmesin diye Başbakanlığı bırakmışım ben. Müsamere oynamıyoruz biz. Bu ülke yanıyor. Isınma imkanı olmadığı için bebesini battaniyeye saranlardan, yaşlılarını bir köşede ısıtmaya çalışılan bir kara kış yaşıyoruz. Önemli olan bizim nerede oturacağımız değil Türkiye'yi nereye götüreceğimiz. Vatandaş bugün toplu ulaşım aracına oturmakta sıkıntı çekiyor. Bütün bunlar ordada iken bizim nerede oturacağımız önemli değil. Dün bir çağrı yaptık, elektrik ve doğalgaz zamları geri alınsın dedik. Sorumluluk sahibi hangi lider 'şuraya oturdum, buraya oturdum' diyebilir ki. Bu Cumhurbaşkanının komedileştirme mücadelesi, hiçbirimiz bu duruma düşmeyiz.

        "MESELE İKTİDAR DEĞİŞİMİNDEN ÇOK KAPSAMLI YAPILANMA"

        Bir yola çıkıyorsak bütün detayları zihnimde kurgularım. Birinci aşama bence liderler de bu konuda mutabık. Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmasını seçim ilan edilene kadar gündemden ve masadan kaldırmak. Şu anda tartışmanın hiçbir faydasını görmüyorum. Bu Türkiye'nin esas gündeminden kopuşu getiriyor. Türkiye'nin meselesi bir kişinin gelip, diğer kişinin gelmesi değil. Bu iktidarla birlikte yolsuzluk düzeni gitmeli. Yerine benzer düzeni kuracak birinin gelmesi Türkiye bir ümidi daha kaybeder. Bir yüzükle başlayan yolculuğun nereye geldiğini gördüğüm için. Kimsenin nefsine ve egosuna bu ülke teslim edilemez. Kim seçilirse seçilsin, tek başına davranamaz hale gelecek. Öyle kurallar koyacağız ki, gelen kendi kafasına göre gece yarısı Cumhurbaşkanı kararnamesi çıkaramayacak. Anayasa danışmanımız Serap Hanım'a geçiş döneminde sapmalar ne olacak diye araştırma yapmasını istedim. Biz bunun tedbirini alırız. Önemli olan şu; bu meselenin kişi değişiminden, iktidar değişiminden çok daha kapsamlı yeniden yapılanma süreci olduğunu görmek. Gerekli fedakârlıklardan kaçınmamak.

        "TÜRK SİYASETİNDE PSİKOLOJİK DEVRİM YAPMAK LAZIM"

        Bu zor süreci kolaylaştırmak da, zorlaştırmak da bizim elimizde. Beni tanıyanlar bilir, siz de bilirsiniz. Mütevazı bir kişiliğim olduğunu herkes bilir. Kimseye kaba bir söz söylemem. Aldığım hiçbir işi düşük profilli yapmadım. Türkiye büyük bir devlet, köklü tarihimiz var. Çok güzel bir geleceğimiz olacak. Bunu iddiasız, kararsız insanlar yönetemez. Ben akademisyen iken iddia sahibi oldum. Boğaziçi'nde yazdığım doktora tezi Amerika'da yayınlandı. Ürettiğim şeyin uluslararası ölçekte olmasına önem veririm. İsme karşı çıkmadım. Kutuplaşma atmosferini esneterek, Cumhur İttifakı'na geçen seçime oy verenlerin karşı ittifak olarak gördüğü ittifakı karşı ittifak olmaktan çıkarmak lazım. Biz o kesimi kazanmak istiyoruz. Oradaki kaygıları biliyorum. Ben o kesimin sözcüsüyüm. AK Parti ve MHP'lilerin nasıl bir travma içerisinde olduklarını görüyorum. Burada yeni bir psikoloji oluşturmak gerekiyor. Şu anda Türk siyasetinde psikolojik devrim yapmamız lazım. Kimsenin kimseye düşman kılınmadığını.

        "MUHAFAZAKÂR KESİMLERİN YENİDEN İKNA EDİLMESİ LAZIM"

        Ben sayın Erdoğan ve sayın Bahçeli'ye 'hiç öyle parmak sallamayın' dedim. Bu ülkenin sahibi hepimiziz. Tanzimat'tan, özellikle 1946'dan bu yana büyük dönüşümler geniş muhafazakar kitlelerin ikna edilmesiyle oldu. Zinhar muhafazakar dışı kitlelere rağmen zinhar demiyorum. 1960'larda Demirel aynı şekilde. Sonra Özal. 1970'li yıllarda Erbakan hocanın çıkışı kitleleri demokrasiye taşıdı. Ecevit de kendisini dönüştürerek CHP'yi ortanın soluna çekerken bunu yapmaya çalıştı. Nitekim Erdoğan ve bizim de o dönemde yaptığımız buydu. Kazanımlarımız diye zikrettiği şeyler var, 28 Şubat korkusu. Ben o korkuyu anlıyorum. Gözardı edemeyiz. O kaygıların giderilerek muhafazakar kitlelerin değişime tekrar ikna edilmesi lazım. Seçim sonrasında yenilgi hissi yaşamayacaklarından emin olmaları lazım. Burada sayın Akşener'in, sayın Kılıçdaroğlu'nun farklı düşündüğü bir şey yok. Birini kötülemek, kalbini kazanmak o kadar zor ki, aslında o da kolay...

        "NE ERDOĞAN ABDÜLHAMİT'E NE ABDÜLHAMİT ERDOĞAN'A BENZİYOR"

        Bazen tanınmış tarihçilerden de bu tür yorumlar geldiğini görüyor üzülüyorum. Bu anakronistik ve metodolojik bir sapmadır. Son zamanlarda resimlerle iktidar tarafından yayılan bir şey. Ne Erdoğan 2. Abdülhamit'tir ne de Türkiye Osmanlı'nın o günlerini yaşıyor. Bu sübliminal mesajlar daha önce FETÖ tarafından yapılırdı. Aynı yöntemler yeniden kullanımı yanlış. Sultan Abdülhamit döneminde yazılmış bütün hatıratı okudum. O dönemdeki okullaşma dolayısıyla hepsinin Sultan Abdülhamit'in açtığı okullarda yetiştiğini biliyoruz. Türkiye'de en kolay yapılan inanç ve tarih istismarcılığıdır. Bu tarih istismarcılığından başka bir şey değil. II. Meşrutiyet dönemi çalkantıların olduğu dönem ama Türkiye'de ilk demokratik seçimlerin yaşandığı dönem. Bu yanlış karşılaştırma. Buradan hareketle siyasi senaryo ve bize dönük kara propaganda. Mesele bir kişinin değişimi meselesi değil. Bir zihniyetin gitmesi meselesi. Otoriter, yasakçı, yolsuzluklara bulanmış bir zihniyetin gitmesi meselesi. Sultan Abdülhamit dönemi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi de bizim tarihimiz.

        "SİYASETTE 'AF TALEBİ' DİYE YENİ BİR TERMİNOLOJİ ÇIKTI"

        İki kötü göstergenin yansıması. Gerek bakan gerek bürokrat değişimleri. Bir şahsiyetleri yok ettiler, iki kurumları yok ettiler. Şahsiyetli insanlar siyasete renk katanlar. Osman Bölükbaşı hala bizim zihnimizde. Adnan Kahveci kısa bir süre bakanlık yaptı ama şahsiyetti. Herkes bilir Adnan Kahveci'yi, rahmetli Hasan Celal Güzel'i. Her partide var bu insanlardan. Hikmet Çetin de öyle. Her kesimden vardı. Demokrat Parti içinde vardı. Son dönem sayın Erdoğan, şahsiyetleri tasfiye ediyor. Bu çok kötü bir şey. Sultan Abdülhamit döneminde yetişen insanları tasfiye etmedi. Şahsiyetli insan istifa eder ya da görevden alınır. Yeni bir terminoloji çıktı; af talebi. Şahsiyetleri törpülüyor, yok ediyor. Bunların bir kısmıyla geçmişte çalıştım. Sayın Abdülhamit Gül genel sekreterimdi. Ama bana karşı imza atanların arasındaydı. İmza attığı gün, bugünleri o kadrolar çizdi. Gıyabında benim veda ettiğim kongrede sayın Bekir Bozdağ 'Bu parti Tayyib'in partisidir' dedi. Binlerce kitleyi dinletti. Sayın Erdoğan şahsiyetlerin varlığına izin verseydi. Kendisine de izah etmiştim, 'Sizinle bir liderlik meselem yok, bırakın bu partiyi kurumsallaştırayım' dedim yüzüne.

        "KURUMLARI VE ŞAHSİYETLERİ KORUYAN LİDER YÜKSELEBİLİR"

        Sayın Bekir Bozdağ o sözüyle bakanlığı bu sadakatıyla sağlamış oldu. Şimdi kim Türkiye'de kimin için Adalet Bakanımız var diye güven tesis ediyor. Bunu Hazine ve Maliye Bakanlıklarında, Milli Eğitim Bakanlıklarında da görebilirsiniz. Bakan olmak devlet kurumu yönetmek bakımından onurlu bir iştir. Şimdi bakanlar herhangi bürokratik temsilci konumunda. Sistem onu getirse de, bakanlar şahsiyetler tavır sergileselerdi ya o tavrı sergiler ya da 'affını istirham ediyorum' demezlerdi. Ben istifa ettim, affımı talep edmedim. Mücadele ettim. Devlet dediğimiz kurumdur. Bügün kurumlarımızın hepsi Sultan Abdülhamit dömeminde oluşmuş kurumlardır. Sayın Erdoğan o kurumlara ne yaptı? O kurumların hepsinin içi boşaldı. TÜİK'e ne oldu? En dürüstü bir ay dayanabildi. Kurumları yok ederek bir lider yükselmez. Şahsiyetleri koruyarak yükselir. Benden başka şahsiyet yok diyen liderler arkalarında enkaz bırakırlar. Sayın Erdoğan da oraya gidiyor.

        "İKTİDARA GELDİĞİMİZDE İLK YAPACAĞIMIZ KURUMSAL REFORM"

        Hala şahsiyetlerine güvendiğim AK Partili arkadaşlarıma sesleniyorum. Merkez Bankası devre dışındaysa, Allah aşkına para politikasını kim yönetecek? Politika faizini ortadan kaldırdık diyorsanız, milletin yüreğini yakan ticari kredilerin faizleri niye esnafın yüreğini yakıyor? Hazine Bakanlığı bir birikim meselesidir. Şahsiyetli olanlar bu bakanlara gelmek istemez. Şahsiyetini koruyamayanlar geldiği zaman bunun içi boşalı. İktidara geldiğimizde ilk yapacağımız şey kurumsal reformdur. Tek tek o kurumları ayağa kaldıracağız. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'yı Başbakan olduğum zaman çağırdım. 'Erdem Bey siz bağımsızsınız. Politikalarınızı serbestçe tayin edeceksiniz. Enflasyonda mücadelede sözünü yerine getiriyorsanız her araçta serbestsiniz. Getiremiyorsanız hesap sorarım' dedim. Gelirsiniz belli aralıklarla bana tabloyu anlatırsınız, istişar ederiz. Enflasyonu düşürmek için Tarım bakanımızla çalışmak zorundasınız. Kendinizi tümüyle reel sektörün dışında düşünmeyin, reel sektörle ne kadar diyalog kurar, ihtiyaçlarını gözetirseniz enflasyonu düşürürsünüz. Biz Erdem Başçı ile tek bir sorun yaşamadık.

        "KİMSE BENİ GÖREVDEN ALMADI, BEN İSTİFA ETTİM"

        Şimdi Merkez Bankası fiilen yok. Fiilen olmayan birçok kurum var şu anda. Bir yerde gördüğüm zaman bir kurumun başında olan arkadaşımızı 'Kurumlarınıza sahip çıkın' diyorum. Bazen uçakta karşılaşıyoruz, konuşuyorum. Biz kurumlarla devlet kurarız. Kişisel otoriteyle devlet kurulmaz.Fatih Sultan Mehmet'i büyük yapan İstanbul'u fethetmesi değil sadece. Kanunlarladır. Devletten imparatorluğa kurumlarla geçmiştir. Ayrılan bakanlar da pirüpak değil. Mücadeleyi verecektiniz? Ben istifa ettim. Kimse beni görevden alamadı. Kimse benim dönemimde, herhangi bir bakan, bana karşı imza atmış bakanlar dahi bir tekine kaba söz söylediğimi, rencide ettiğimi, şahsiyetlerini ya da bakanlıklarını zaafa düşürdüğümü bir kişi söyleyemez. Hiçbir zaman devlet disiplininden taviz vermedim. Önümüzdeki dönem inşallah suhuletle seçime gideceğiz. Bütün devlet kurumları muhteva, işlev ve vizyon bakımından yenilenmemiz gerekiyor. TÜİK Başkanı ilk defa kul hakkından bahsetti. Enflasyona göre maaşlar belirlendiği için. Sen misin bunu söyleyen? Rızkı ben veririm. TÜİK Başkanı devletin muhasebe memuru gibi bir konuma indirgendi maalesef.

        "AÇILAN MAKASI DARALTACAK PROGRAMI DEVREYE ALIRIZ"

        Bütün muhalefet partileri adına konuşmam doğru olmaz. Gelecek Partisi adına konuşabilirim. Bugün iktidarı devretseniz, yarın sabah öyle bir acil eylem planı hazırlığımız var ki. Zorlu süreç olacak ama kısa sürede ekonomiyi öngörülebilir rayına oturturuz. Bizim 'Yıkımdan Çıkışın 61 Adımı' diye tek tek tanımladık. Dünya kamuoyuna 'evet bu ülkede rasyonel ekonomik düşünceyle davranan, öngörülebilir bir yönetim oluştu' algısını verecek arka arkaya adımlar atarız. Kur, faiz, enflasyon arasındaki ilişkiyi kökünden kesecek şekilde, gerçek ekonomik bilgiye dayalı makro ekonomik tedbir paketi açıklarız. Açılan makası daraltacak programı devreye sokarız. Merkez Bankası'nı bağımsızlaştırırız. Kapsamlı bir gelir düzeltecek adımları adımları atarız. Dar gelirliler üzerinde baskıları yok edecek yeni bir bütçe çıkarırız. O bütçe açıklarına yol açmamak için kapsamlı bir tasarruf paketi, yolsuzlukla mücadele paketi açıklarız.

        "ÇOK KISA SÜREDE TÜRKİYE DÜNYADA İTİBARLI HALE GELİR"

        Zammı yapıyorsunuz, bir kalemde herhangi şirkete tanıdığınız vergi istisnası 9 milyarı buluyor. Türkiye kaynaklardan yoksun değil. Gelir adaletini düzeltmek için gereken kaynak tasarruf ve yolsuzlukla mücadele paketi. Özellikle genç istihdamı teşvik edici politika takip ederiz. Özel sektörde genç istihdamı sağlayanlara teşvik vermek, yeni genç girişimcilere karşılıksız hibe vermek. Başarılı projeleri sıfır faizle desteklemke. Eşit şartlarda kamuya girişi sağlayacak reformları gündeme alırız. KPSS sınavı ile mülakat arasında asla uçurumuz olmaz. Bütün bunları kuşatacak şekilde kurumsal bir reformu devreye sokarız. Merkez Bankası, Hazine Müsteşarlığı, TÜİK, SPK, bütün kurumları gözden geçirip yeni çerçeveye oturturuz. Milletimiz hiç merak etmesin. Kaynaklar zayıflatıldı. Ama şu şartlarda önce rehabilitasyon programı arkasından yeni bir ekonomik anlayışı hakim kılarız. Bugünkü ekonomik kadrolar ekonomiyi bilmeyen cahillerden oluşuyor. Sayın Cumhurbaşkanı 'Bunların tecrübesi yok' diyemez. Biz yönettik bu ekonomiyi. 2 seçim, 3 kongre yaptım, ekonomi hiç değişmedi. 3 ay içinde 100 vaadi yerine getirdim. Kadınlarımıza özel istihdam kolaylıkları. Ben burada kara deliklerin ne olduğunu biliyorum. Kara dilekler yolsuzluklar, imar, ihale yolsuzluklarıyla, ehliyetsiz kadroların doğurduğu alanlarda yoğun israflarla muazzam kara delikler var. Hiç merak etmesinler yeter ki onlar gitsin, biz nasıl yöneteceğimizi biliyoruz. Çok kısa sürede Türkiye, dünyada itibarlı bir konuma gelir.

        "BAŞBAKAN İKEN HİÇBİR MÜTEAHHİTLE GÖRÜŞMEDİM"

        Evet o 5 müteahhit o zamanda da vardı. Benim döneminde herhangi bir gruba ayrıcalık tanınmadı. Bir gün bir milletvekili geldi. Hala siyasette. 'Sayın Başbakanım müteahhitlerden size mesaj var. Arka kapıda yürütülen müzakereler durdu. Bir tek sıkıntımız var, kendisiyle müzakere edemiyoruz' demişti. Ben de 'Söyleyin o müteahhide benimle pazarlık yapamaz'. Yurt dışında projesi varsa o projede yarışacaksa devletin bütün ağırlığını arkasına koyarım demiştim. Bu anlamda hiç kimseyle görüşmedim. Yurt dışı seyahatlerine beraber gittiklerimiz oldu. Benim karşı olduğum imarda özellikle çok kısa sürede elde edilen rantlardı. İmar yasası için harekete geçtiğimde, önemli inşaat firmalarını toplayıp, kesinlikle her türlü desteği vereceğim, herhangi imar müdürü ile özel görüşme yapmayacaksınız, imar değişikliği üzerinden kendi geleceğinizin hesabını yapacaksınız, dedim. Sanayiyi terk ederek inşaata kaynaklarımızın aktarılmasını istemiyorum demiştim. Bizim şu anda da yapacağımız ilk şey Türkiye'nin ARGE yatırımlarını bütçenin ve özel sektörlerin en önemli kalemleri olarak görmemiz.

        "İKTİDARA GELDİĞİMİZDE YAPACAĞIMIZ İKİ ŞEY VAR"

        Maalesef imar yasası düzenlemesi yapılamadığı için hem kamu oradaki geliri elde edemedi hem de sektörde sıkıntılar yaşandı. Bankacılık sektörüne karşı mıyız, değil. Ama finans sektörü bu kadar yüksek kârlar elde ediyorsa. Faizin rantı bu. Faiz rantı, kur garantili mevduatla aynı şeydir. Üretime gidecek parayı bankada tutar, keyfine bakarsın. Ya da imar garantisi. Bir imar düzenlemesiyle büyük rantlar elde edersin. Yapacağım iki şey, bir imar rantiyesini kamuya aktarmak, iki faiz ve bankacılık rantiyesini de üretime sevk olacak şekilde faizi gerçek anlamda düşüreceğiz. Siyasi ahlak konusunda sayın Kılıçdaroğlu ve sayın Akşener'le kesinlikle mutabakat var. Akademik hayatta iken 90'lı yıllarda şimdiki havalimanının olduğu yerlerde kaba inşaatta bir yer almıştık. O yıllarda tam da baş danışman olmuştum. Sare hanım buradan bir arsa alsak demişti. Nereden alırsak alalım, ama buradan asla alınmayacak. Burada üçüncü havalimanı planları yapılıyordu, 'Sayın Davutoğlu başdanışmandı, burada havalimanı yapılacağını' biliyordu derlerdi.

        "BİZİM BÜTÜN PLANLAMALARIMIZ GÜDÜK HALE GETİRİLDİ"

        Devlet hayatına girdiğiniz andan itibaren dikkatli şekilde ilişkileri yönetmek durumundasınız. Siyasi ahlak yasası siyaseti zenginleşme aracı olarak görenlere karşı aldığımız bir tedbir olacaktır. Benim dönemimde bütün planladığımız reformlar güdük halde çıkarıldı. Öğretmenlik Meslek Kanunu da son derece eksik çıkarılıyor. 2016'daki reformların hiçbirisi gerçek anlamda çıkarılmadı. İmar rantlarında kamuya aktarılması vardı. Nereye uyguluyorlar bunu?

        "DOĞALGAZ ANLAŞMALARINI ZAMANINDA YENİLEYEMEDİLER"

        Bunda yönetim krizinin etkisi var. Plansızlık, hazırlıksız, öngörüsüzlük. Türkiye'nin enerji açığı aşikar. Anlaşmaları yapacaksınız, düzgün işleyecek. Çıktığı yerden garantisini alacaksınız. İran her sene yapıyorsa yazın bunun tedbirini alacaksınız. Rusya ile enerji anlaşmasını 815 dolara enerji anlaşması yaptılar. Pandemi döneminde 70 dolara kadara kadar düşmüştü. O dönemde spot piyasa bu halde iken tedbirlerinizi almadınız, depolarınızı doldurmadınız? Depolama kapasitesini niye arttırmadınız? Bunlar sistemik düşünemiyorlar. İletim hattınız hazır olacak. Depolayacaksınız, zor güne hazır olacaksınız. Rusya ile anlaşmayı geciktirdiler, İran'ı öngöremediler. İran'dan gelen yüzde 10'u bile değil. Yüzde 10 kesinti olduğunda 67 bin işletmede üretimi durdurursan buna yönetim denebilir mi? Problem yazdan bunun planlanmamış olması. Rusya ile anlaşmayı geciktirerek spot piyasayı kullanalım, sonra fiyatlar düşecek diye beklediler. Normalde 330'du, şimdi 815 dolardan anlaşma yaptılar. Anlaşmaları vaktinde yenilemediler. Öngörüsüzlük var. Damat bakan enerjide devrim yaparak Hazine ve Maliye Bakanı olmuştu. Hala o mantık devam ediyor. Tuz Gölü'nde kapasite artışı olmadı. 15 milyar metreküplük deponuz olması lazımdı.

        "ANKARA'NIN DOĞUSUNA İKİ İLETİM HATTI YAPILMASI LAZIM"

        Ellerinde kaynak yok şimdi. Dünya fiyatlarının yansımasının sebebi kur. Net olarak Ekim, Kasım, Aralık aylarındaki tüketim rakamlarını çıkardım. 20 milyar TL ek kur dolayısıyla enerji maliyeti binmiş. Bu kur değişiklikleri olmasaydı. Kur niye oynadı? Dünyada dolar karşısında en çok değer kaybeden para bizim paramız. Maaşını dolarla mı alıyorsun diyen bakana sahipsen, geleceğin yer burası. Yapılması gerekeni söyleyeyim, depolama kapasitesini 15 milyar metreküpe çıkarmak lazım. TANAP daha güvenli hattır bizim için. Ankara'nın doğusuna iki iletim hattı yapmak lazım. Bu iletim hatları doğru işletilir, ciddi depolama yapılmış olsaydı bu kriz yaşanmazdı. Bunun bedelini şu anda ısınamayan halkımız, esnaf ödüyor. Daha büyük bir işletme 13 bin lira elektrik ödüyordu şimdi 39 bin lira ödüyor. Bunun sorumlusu dünya enerji fiyatları değil. Kuru oynak tutarsanız, gerekli depolamayı yapmazsanız olacağı buydu. Bundan sonra yapılması gereken depolama dışında, elektriği alternatif, yenilenebilir yollarla geliştirmenin yolunu bulmalıyız. Türkiye'nin karasuları dışında mutlaka doğalgaz ortaklığına girmesi lazım. Eğer 12 Eylül Anayasası Bakanlar Kurulu'nun onayına vermemiş olsaydı o damat bakan olamazdı.

        "TÜRKİYE O ZİRVEYE NEDEN DAVET EDİLMEDİ?"

        Çok riskli bir döneme giriyoruz Ukrayna konusunda. 1991'deki jeopolitik depremin artçı şokları devam ediyor diye yazmıştım. Ukrayna en kritik ülkeydi. NATO Ukrayna Konseyi, NATO Konseyi kurularak bu kontrol altına alınmıştı. Ukrayna gri alanda tutuldu. Şu anda Ukrayna ile Gürcistan benzer durumda. Batı'ya yöneldikçe Rusya tedirgin oldu, Kırım'ı ilhak etti. 2008 Gürcistan krizinde başdanışmandım, çok iyi kriz yönetimi yapmıştık.Hemen Tiflis'e, ardından Moskova'ya gittik. Türkiye tarafsız bir aktör olarak saygınlık kazandı. Bu kadar gergin ortam sürerken bir zirve yapıldı. Biden ve NATO Genel Sekreteri, AB Başkanı, Alman, İtalyan, Fransız, Polonya Başbakanı. Türkiye davet edilmedi. Sayın Cumhurbaşkanı arabuluculuktan bahsediyor. Ukrayna'yı iki Başbakan ziyaret etti. Üçlü zirve yaptılar. Ne zaman arabuluculuk yaparsınız? Rusya nezdinde itibarınız olur. NATO içinde de siz masada olursunuz. Ukrayna ile Rusya'ya komşu tek NATO üyesi var Türkiye. Türkiye masada yok. Türkiye muhatap kabul edilmiyor. İngiltere AB'den çıktı ama müdahil. Merkel sonrası yeni başbakanın en büyük krizi kapıda. Rusya'dan gelen Kuzey Akım'ın ikinci etabının yapılması.

        "DOĞU BATI DENGELERİ UKRAYNA ÜZERİNDEN ŞEKİLLENECEK"

        Şimdi Almanya yol ayrımında diye makaleler yer alıyor. Biz dengeleyici olabilirdik. Türkiye'de NATO'da ne kadar etkinse Rusya o kadar itibar eder, Rusya ile ilişkileri ne kadar iyi ise NATO o kadar itibar eder. Doğu Batı dengelerinin önümüzdeki 20 yılı Ukrayna üzerinden şekillenecek. Ankara'da diplomasiyle ilgilenen bürokratlara sesleniyorum, Türkiye'nin NATO içinde etkinliğini Rusya ile ilişkilerini tekrar toparlayarak bu pencereden bakmak lazım.

        ÖNERİLEN VİDEO
        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa