Murat Bardakçı yazdı
Beylerbeyi dile gelse de, o geceyi bir anlatabilse...
Beylerbeyi Sarayı'nı tahtından indirilen Sultan Abdülhamid'e son günlerinde zindanlık etmiş tatsız bir yer olarak hatırlarız. Ama, bu sarayın Osmanlı Tarihi'nin en sıcak aşk gecelerinden birinin, Sultan Abdülâziz ile Fransa İmparatoriçesi Eugeni'nin gizli sırrının mekânı olduğundan pek haberdar değilizdir.
Boğaz'ın Anadolu yakasında beyaz bir kuğu gibi uzanan Beylerbeyi Sarayı'nı çoğumuz Sultan Abdülhamid'e son senelerinde zindanlık etmiş tatsız bir mekân olarak biliriz. Ama, Beylerbeyi'nde Osmanlı Tarihi'nin en sıcak ama o derece yasak bir aşk gecesinin yaşandığından pek haberdar değilizdir.
İşte, tam 140 seneden buyana sadece çok az bir kesimin hafızalarını süsleyen o gecenin ayrıntıları...
İstanbul'dan yabancı bir memlekete savaşlar dışında ve ziyaret maksadıyla giden ilk ve son hükümdar, Sultan Abdülâziz idi.
Fransa İmparatoru Üçüncü Napoleon, 1867 yazında, Abdülâziz'i Paris'teki milletlerarası serginin açılışına davet etti. Hükümdar Paris'e gitti, Fransa'dan sonra Londra'ya geçti yeİstanbul'a Bel-çikaüze'rinden döndü. ^/Paris'te gördüğü bir hanım, daha ilk bakışta Abdülâziz'in aklını başından aldı: Fransa'nın güzelliğiyle ve zekâsıyla meşhur imparatoriçesi, yani Üçüncü Napoleon'un karısı Eugenie... Söylenenlere göre hükümdar Paris'te başka hiçbirşeye bakmamış, aklı-fikri Eugenie'de kalmıştı.
Eugenie'yi tekrar görebilmek, hükümdara iki sene sonra, 1869 Ekim'inde nasip oldu. İmparatoriçe, Süveyş Kanalı'nın acılık merasimine davetliydi; Mısır'a gemiyle gidiyordu ve giderken İstanbul'a uğradı.
HEDİYE GECELİK
Dedikodular, bu ziyaretin hemen ilk gününde başladı. Hükümdar, İmpa-ratoriçe için Beylerbeyi Sarayı'nı hazırlatmış, hazırlıkların başında bizzat bulunmuş, Eugenie'yi daha karaya ayak basmadan denizde karşılamış ve peş-peşe hediyelere boğmuştu. Abdülâziz'in Eugenie'-ye gecelik entarisi yaptırması için verdiği binlerce altın değerindeki şal, şehrin dilindeydi.
İstanbul, işte o hafta bir dedikoduyla çalkalandı: Abdülâziz, 17 Ekim gecesi Dolmabahçe'den saltanat kayığına binip Bey-lerbeyi'ne geçmiş ve gün
ağarıncaya kadar Eugeni-e'yle beraber kalmıştı. Söylentiler o kadar arttı ki, hükümdarın annesi Pertevniyal Valide Sultan, haremi ziyarete gelen Eu-genie'ye "Kadın, senin kocan yok mu, memleketine gitsene!" diye bağıracak; bazı Fransız gazeteleri de "Sadık teb'aları, majesteleri İmparatoriçe'yi artık Paris'te görmek istiyorlar" gibisinden başlıklarla çıkacaklardı.
ASIRLIK DEDİKODU
Sonra, araya peşpeşe felâketler girdi. Abdülâziz tahtından indirilip öldürüldü, Eugenie kocası Üçüncü Napoleon'la beraber sürgüne gitti ve Osmanlı hükümdarıyla im-paratoriçenin arasında olup bitenlerin söylentisi yüz küsur sene boyunca hep konuşuldu, durdu.
Söylentiler, bundan beş sene önce, yani aradan tam 135 yıl geçtikten sonra Eugenie gibi bir İspanyol tarafından doğrulandı: İstanbul'daki İspanyol Kültür Merkezi "Cer-vantes Enstitüsü"nün Müdürü Pablo Martin Asu-ero, yayınladığı"Mavi Sü-tunlu Saray" isimli kitabında Abdülâziz ile Euge-nie'nin 186.9'un 17 Ekim gecesi Beylerbeyi Sara-yı'nda saatlerce beraber olduklarını doğruladı ve bu beraberliğin "çok özel" ayrıntılarını da anlattı.
Asuero'nun "Mavi Sütunlu Saray"mda o gece ile ilgili olarak yazdıklarını, yandaki sütunda okuyabilirsiniz...
TESELLİYİ ESKİ AŞKININ OĞLUNU GÖRMEKTE BULDU
İmparatoriçe Eugenie, bir İspanyol kontunun kızıydı. 1826'da Granada'da doğdu,gençlik yıllarını Paris'te geçirdi, sonradan "İmparator Üçüncü Napoleon" unvanını alacak olan Louis Napoleon ile burada tanıştı ve 1853'te evlenip "Fransa İmparatori-çesi" oldu.
Üçüncü Napoleon'un, Alman ordularına karşı 1870'de Sedan'da yenilip esir düşmesi üzerine Eugenie de Paris'i terkedip İngiltere'ye sığındı. Bir sene sonra serbest bırakılan kocasıyla İngiltere'de yeniden biraraya geldi ama Fransa'ya bir daha dönemedi ve tam yarım asır sürgünde yaşadı. Kocasının 1873'teki ölümünden sonra da politikayla uğraşmaya devam etti ama İngiliz ordusuna katılıp Güney Afrika'ya savaşa giden oğlunun orada can vermesi üzerine kendini dine verdi. 1920'de Madrid'de 94 yaşında öldüğünde, Fransa'ya tam 50 sene boyunca gidememişti.
Eugenie, 1869'daki ziyaretinde sonra, 1911 Haziran'mda yatıyla İstanbul'a bir daha geldi, zamanın hükümdarı Sultan Reşad'ı ziyaret etti ve padişahtan tuhaf bir ricada bulundu: İstanbul'a 42 sene önceki ilk gelişinde henüz küçük bir çocuk iken tanıdığı bir şehzadeyi, Sultan Ab-dülaziz'in oğlu Yusuf İzzettin Efendi'yi görmek istedi. Şehzade ile görüştü ve bu isteği İstanbul'un ya-nısıra Paris'te de oldukça manidar karşılandı. O dönemde sarayın "mabeyin başkâtibi" yani "genel sekreteri" olan meşhur romancı Halid Ziya Uşaklıgil, hatıralarında buluşmadan bahsederken "...Kalbini neler burktu, bunu keşfetmek mümkün değildir. Fakat dönüşünde, rıhtımdaki sandala binerken daha ziyade yaşlanmış, daha ziyade çökmüş gibiydi" diye yazacaktı.
İMPARATORİÇEYİ PERİŞAN ETMİŞTİ
"...Beylerbeyi Sarayı'na girmek ve ikinci kata çıkmak, oldukça kolaydır. Maiyetinden kimse-görmez onu.
Saray hizmetkârlarının verdikleri haberlere göre, gece herkes yatmış uyumaktadır. Kapının yaldızlı kolunu kıvırıp gürültü yapmadan içeri girer. Eugenie gelişini duymuş, olmalıdır. Kapı açılınca meydana gelen hava akımıyla alevleri titreşen dört mumlu bir şamdan yanar içeride. Üstündeki örtüyü iterek yavaşça yatağından kalkar ve geceliğinin şeritlerinden birisini çekip Padişah'm önünde çırılçıplak kalır. Mumların yaldızlı ışığı sedef renkli bedenine ve kızıl saçlarına yansır.
BARUT GİBİ TUTKU
Sonunda ona sahip olur. Beklemek, meyvesini vermiştir ve bir kez daha, avının karşısına dikilen bir kaplan gibi, saldırmadan önce onu seyreder.
...Eugenie geriye hamle edemeyeceği kadar yakınındadır. Onun tereddüt ettiğini görür ve inisiyatifi ele alır. Yaklaşır, ...öper onu, eli ise bedeninin en mahrem yerlerinde gezinir.
...Böylece, Abdülaziz, bütün bedenine barut gibi yayılan tutkunun alevlendiğini görüp yatağa götü-rür onu. Her ikisi de, birbirlerini ilk gördükleri andan beri tuhaf bir gücün kendileriyle oynadığının bilincindedir. Bu güç, onları bir mıknatısın çeken ve iten kutuplarına dönüştürür ve işte şimdi, bu buluşmayı nihayete vardıracaklardır. Böylece, iki yıl bekledikten sonra, birbirlerinin olabilir, birbirlerinin içinde kaybolabilir ve bedenlerinin içice girmesine izin verebilirler.
FESİNİ YERE ATTI
Aynı dili konuşamamaları, kültürlerinin tümüyle farklı olması ya da bu ilişkinin kaçamak bir iki buluşmaya mahkum olması önemli değildir. Hiç rol yapmadan, birbirlerinin kollarında birleşmişlerdir. Padişah'm fesi ve kisvesi ayaklarının ucundadır; Kraliçe'nin odasındaki bir iskemlenin üstünde duran bu şeylerle birlikte görevi ve rolü de bir kenara bırakılır; başka kılıklara girmeden mahremiyetleri, bedenleri ve içlerindeki her şey kendini bulur.
Bütün protokol kurallarının ötesinde, zevke, birarada olmanın ve birbirlerini keşfetmenin zevkine teslim olmuştur iki beden..." (Pablo Martin Asuero, "Mavi Sütunlu Saray", sah: 141-142).