İstanbul’a Heybeliada’dan bakmak
İstanbul, içinde yaşarken insanı yoran bir şehir. New York'tan kaçıp buralara yerleşen ben de bu hengame içinde kayboldum. Ancak biraz uzaklaştım ve Heybeliada'dan şehre baktım. Size de öneriyorum; hem kendinizi hem de şehri o kadar büyütmemeniz gerektiğini anlıyorsunuz
Emily FELDMAN / İstanbul
Birkaç haftadır tatil vaktimin geldiği konusunda ailem ve arkadaşlarımla hemfikiriz. Annem biraz dinlenmem gerektiğini söyleyip duruyor, sanırım gerçekten berbat görünüyorum! Aralıktan beri hiç ara vermeden çalışıyorum, 2 haftalık tatilime bile biraz iş serpiştirdim ve bu bana dinlenmekten çok, bir tür iş tecrübesi olarak geri döndü. Yaklaşık 2 yıl önce bağımsız çalışmak için işimi bıraktığımdan beri durum bu. Öncesinde programımda mutlaka ulusal tatiller ve iş yerimin verdiği 3 haftalık ek ücretli izinlerin de dahil olduğu molalar olurdu. O günlerde, bana ulaşmaya çalışanlar çok uzaklarda olduğuma ve eğer durum çok acilse iş arkadaşlarımdan birine ulaşmaları gerektiğine dair bir mesaj alırlardı. Ama kendi işimin patronu olduğumdan beri kendimi sürekli e-posta yanıtlarken ve tatil günlerimde bile çeşitli görevler üstlenirken buluyorum.
HEYBELİADA’YA DOĞRU
Sovyetler de dahi işçilerin bir sonraki tempolu iş döneminden önce, kendilerine gelmeleri için Karadeniz’deki sanatoryuma gönderildikleri düşünülürse benimki pek de sağlıklı bir durum sayılmaz. Sonunda geçen hafta kredi kartı şirketimle yaşadığım bir anlaşmazlık nedeniyle yaşadığım öfke patlamasının üzerine biraz kendime gelme ve canlanma konusunda aileme ve arkadaşlarıma hak verdim. Kimlik bilgilerimi doğrulayan belgeleri almadan ek kartımı ne cesaretle aktive ederlerdi? Konu buydu. Karşımdaki bu derece haksızken onu ikna edemeyip şirket patronlarına reaktivasyon politikalarını gözden geçirmeleri gerektiğini anlatan sert bir eleştiri yazısı yazmaya karar verdiğimde aklımı kaçırıyor olabileceğimi fark ettim. Ve erkek arkadaşımın önerisi üzerine çantalarımızı topladık, soğuk ve yağmurlu bir havada onun hazırladığı ve benim neredeyse hiçbir şey yapmadığım mükemmel bir planla Heybeliada’ya doğru yola çıktık.
KARŞI KIYIDAKİ İSTANBUL
Yazın adaya hâkim olan kalabalıktan henüz eser yok, ada tamamen ıssız. Geçici olarak kiraladığımız yamaçtaki evimizden zaman zaman havlayan köpek, geçen elektrikli bisiklet ve çatıdaki kuşların ayak sesleri dışında hiçbir şey duyulmuyor. Güneşin kendini gösterdiği kısa zaman diliminde tabii ki bisiklete bindik ve deniz mahsulleri yedik. Onun dışındaki vaktimizin çoğunu ise içeride okuyarak, yemek yaparak ve kestirerek geçirdik. Pencereden bolca dışarıyı, karşı kıyıdaki İstanbul’u seyrettim. Bu kadar uzaktan baktığımda, bu devasa şehir bir minyatür gibi görünüyordu. Ve henüz bir gün evvel İstanbul tepelerinde yükselen binaların arasında kendimi küçücük bir nokta gibi hissettiğimi bilmek garipti.
KAÇTIĞIM ŞEHRİ UZAKTAN İZLEDİM
Hayatım boyunca fiziksel olarak kaçtığım bir yere uzaktan bakabildiğim başka bir ânı hatırlamıyorum. Örneğin New York’ta otomobilimi birkaç saatliğine kuzeye ya da doğudaki sahil kasabalarına doğru sürer ama şehrin siluetini görmeye asla bu kadar yakınlaşamazdım. Sanırım biri bana New York manzaralı bir tatil evinde kalmamı önerseydi reddederdim. Nedeniyse bunun gerçek bir kaçış olamayacağını düşünmemdi. Ancak Heybeliada ziyaretimle birlikte fikrim değişti. Tatilimi bozmak şöyle dursun, şehri görmek bana ihtiyacım olan o farklı bakış açısını verdi ve yavaş yavaş sinirlerimin çözülmesini sağladı. Birkaç gün önce gözüme kocaman görünen şehrin küçük, oyuncak gibi görüntüsü beni tüm stresimden ve endişelerimden arındırarak düpedüz rahatlattı. Dışarıdan bakınca İstanbul’un yalnızca bir şehir olduğunu düşünmek çok daha kolay, aynı gökyüzünün altındaki diğer birçok şehir gibi...
KAYBETTİĞİM BAKIŞ AÇIM
Tüm o ışık kümelerinin ve dramanın ortasındayken her neyi çok büyük ve ağır bir yük gibi görüyorsam birdenbire gözüme tıpkı şehir gibi küçük görünmeye başladı. Denize ve gökyüzüne bakarken, New York’ta insanlara işimi bırakıp İstanbul’a geleceğimi söylediğimdeki tepkileri geldi aklıma. Onlar, rutinlerinden endişe duyup da yaşadıkları şehirden uzaklaşacak insanlar değildi. Dünyayı görmüş tiplerdi. Ve -pek de umurlarında olduğunu sanmıyorum amaİstanbul’a taşınma fikrimi “Neden olmasın” diyerek karşılamışlardı. Tanıdığım 50’lerindeki bir yazar, her şey kötü gitse -yani param bitse, kariyer çabalarım boşa gitse ve erkek arkadaşımdan ayrılsam bilesonunda bunların bir öneminin olmayacağına inandırdı beni. New York hep orada duracaktı. Şakayla karışık eğer feci bir başarısızlık yaşarsam bununla ilgili bir kitap bile yazabileceğimi söylemişti.
ADA HAVASI İYİ GELDİ
Birkaç gün öncesine kadar İstanbul’da da günlük dramlarım içinde kaybolmuş ve bu geniş bakış açısını kaybetmiştim. Gerçekten yeni kredi kartımı kullanmak için birkaç gün daha beklesem ne olurdu ki? Herhangi bir başarısızlığın, mutluluğun ya da hayal kırıklığının garantisi var mıydı? Tüm bu soruları vapurumuz aniden bir kez daha kocaman görünen şehre yaklaşırken düşünüyordum. Heybeliada’da, karmaşadan uzakta, gözlerimi kapatıp kendimi şehrin ortasında bir nokta gibi hayal etmek harika bir deneyim oldu.