Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Magazin TOÇEV, 8 milyon çocuğun hayatına dokundu

        TOÇEV (Tüvana Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı), okumak isteyen ancak ailesinin maddi yetersizliği nedeniyle okuyamayan ya da çalışmak zorunda kalan Türkiye’nin çeşitli illerindeki çocuklara tüm eğitim hayatları boyunca maddi ve manevi destek verme amacıyla 1994'te Ebru Uygun tarafından kuruldu.

        TOÇEV, 30 yılda; 8 milyon 337 bin 208 çocuğun hayatına dokunarak önemli bir sosyal sorumluluk başarısı gösterdi.

        TOÇEV'in kuruluşunun 30'uncu yılı çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. O etkinliklerden biri Ebru Uygun'un oğlu Ansel Yarcan'ın yönettiği 'Dokunduğum Yürekler' adlı belgesel film.

        Ebru Uygun ile Ansel Yarcan, TOÇEV ve 'Dokunduğum Yürekler' ile ilgili sorularımızı cevapladı.

        • TOÇEV ile 30 yılda 8 milyon 337 bin 208 çocuğa destek verilmiş. Bu rakam size ne hissettiriyor?

        Aslında hayalimin çok ötesinde bir rakam. Çok farklı duygular hissettiriyor. Hem çok büyük bir aile olduğunu hem de farklı bir sıcaklık ve sevgi paylaşımı olduğunu hissettiriyor. Çünkü her çocuğumuzda yaptığımız her çalışmada çocuklara bir şekilde dokunduk. Ve görseniz de görmeseniz de o dokunduğunuz size bir şekilde geri geliyor. O başka bir duygu. Türkiye’de bu kadar çocuğa ulaşmak ve o çocuklarla yol almak, onlarla bütünleşmek başka bir gururu da içinde barındırıyor. Ve kurumumuza da devam diyor.

        • Destek vereceğiniz çocukları seçerken özellikle hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz?

        O tabii ki uzun bir çalışma gerektirdi ve o çalışmanın doğrultusunda da formumuz oluştu. İlk tercihimiz, anne ve babası olmayan çocuklar. Dede ve babaanne ile yaşıyor olması. Çünkü ne olursa olsun çocuğun sevgiye ihtiyacı var. Anne ve baba olmasa bile dede ve babaanneden o sıcaklığı alabilir. Ona çok dikkat ediyoruz. İkinci kriter, anne veya babasından birinin olmaması veya ikisinin de olması fakat çok çocuklu olduğu için ailenin yetemiyor olması. Bunlar tabii ki ilk elemeler. Daha sonra, eve ne kadar maaş giriyor ve bu kaç çocuğa bölünüyor? Bunlar da ayrı kriterler. Ve tabii ki çocuğumuzun okuma isteğinin olması. Bu durum psikologlarımızla birlikte yaptıkları çalışmayla beraber ortaya çıkıyor. Öğrencilerimizi ilkokuldayken yani 6-7 yaşlarında seçiyoruz. Çünkü bizim yolculuğumuz çok uzun bir yolculuk, beraberliğimiz 16 yıl sürüyor. O yüzden büyük bir aile oluyoruz. Öyle güzel oluyor ki eğer çocuğumuz başarılı gidiyorsa, kardeşini de bünyemize alıyoruz. Yani aynı aile içinden 3-4 çocuk okuttuğumuz var.

        • Aile içinde bir kişi olmak zorunda değil mi?

        Değil. 3 - 4 çocuk okuttuğumuz var. Hatta yeni bir çalışma da başlattık. O da çok güzel. Okur-yazarlığı olmayan anne-babaları da ilkokuldan başlatıyoruz.

        • Okur - yazarlığı olmayanlar hâlâ var mı?

        Ben de yoktur diye düşünüyordum ama maalesef var. 2000’li yıllarda bununla ilgili bir kampanya başlatılmıştı ama maalesef ki günümüzde çok var. Hâlâ çalışan çocuk da var işçi çocuk da var. Tabii ki çok fazla nüfusa sahibiz. Ama güzel şeyler de var. Aileler artık okuma yazma ve eğitime daha çok önem veriyorlar. Farkındalıkları daha fazla.

        • Çocuklarla birlikteliğiniz ilkokuldan üniversiteye kadar mı sürüyor?

        İlkokuldan başlayıp üniversite sonuna kadar bizimle birlikte yolculuk yapıyorlar. Üniversiteye gitmeyen öğrencilerimiz de olabiliyor. Meslek lisesi bitirmiş olabiliyorlar, onları da en azından meslek sahibi yapıyoruz. Üniversite sonuna kadar biz onların elini hiç bırakmıyoruz. Çok uzun soluklu bir beraberlik. Sadece okul ihtiyaçları değil, çocuğu mental olarak ruhsal olarak sosyal aktivite olarak da vizyoner bir şekilde yetiştirmeye çalışıyoruz. Sporuyla, sanatıyla, sosyal aktiviteleriyle, yaz kurslarına götürüyoruz. Mesela, Mardinli bir çocuk geliyor, denize giriyor. Onun vizyonunu açmaya çalışıyoruz. Kütüphanelerimiz var, kitap günlerimiz var. Çocukların yaş gruplarına göre kitap yollanıyor. Onlarla kitap üzerine sohbetler yapıyoruz. Koromuz var, müziğe yatkın öğrencilerimiz koromuzda çalışıyor. Resimle ilgili, görsel sanatlarla ilgili yeteneği olanlar, ressam bir gönüllümüz tarafından eğitim alıyorlar. Bunun gibi farklı aktivitelerle ve uzman psikologlarımızla yapılan atölyelerle çocukların kendi farkındalıklarını kazanmalarını sağlıyoruz. Çok uzun bir yolculuk.

        • Çalışanların hepsi gönüllü değil mi?

        Hayır, profesyonel. Gönüllülerimiz de var, profesyonellerimiz de var. Eğer bu kadar büyük bir projeye imza atıyorsanız profesyonellerle gitmeniz gerekiyor. Ben de ilk çalıştığım yerde profesyonel çalışan bir ekibin içindeydim. Türkiye’ye geldiğimde ikinci yıldan itibaren profesyonel bir ekip kurmaya başladık. Gönüllüler tabii ki olacak. Gönüllüler çok önemli, binlerce gönüllümüz var. Gönüllü psikologlarımız var, gönüllü yoga eğitmenlerimiz var. Bence en güzeli; şu anda üniversite öğrencileri gönüllü olarak bizim öğrencilerimize hem mentörlük yapıyor hem de ders veriyor. Okul takviyesi yapıyorlar. Ama 20’ye yakın profesyonel ekip kadrosu var.

        • Bağış toplamak zor oluyor mu ve yetiyor mu?

        Buna, kaynak geliştirme diyelim. Tabii karşılamış ki 8 milyon olmuşuz. Bina almışız, badem ağacımız var. Bunun bence en güzel kilit noktası şeffaf olmak, dürüst olmak. Nereye gittiğini seninle birlikte yol alan destekçilere göstermek. Bu en önemli kriter bence. O noktada doğru ilerlerseniz zaten çok güzel bir bağ kurmaya başlıyorsunuz. Çünkü Türkiye’de en büyük mesele güven meselesidir. Burada şeffaf olduğunuzda, açık olduğunuzda, size destek veren bağışçınıza, destekçinize, yol alan arkadaşlarınıza güven vermiş oluyorsunuz. Manevi aile dediğimiz bir sistem var. Bir çocuğun bütün eğitim masraflarını her ay ödeyerek karşılıyoruz. Ve biz de onlara çocukların karnesiyle ve raporlarıyla senede iki defa bilgilendirme yapıyoruz. Bu bilgileri aldıklarında çok mutlu oluyorlar. Hem çocuğun karnesini görüyorlar hem de çocuk o yıl içinde neler yapmış, ona giyiminden kuşamına, kırtasiyesine kadar ne yollamışız ve ne aktivitelere katılmış, görebiliyorlar. Böylelikle tabii orada çok güzel bir bağ kurmaya başlıyorsunuz. Bu da sonra kulaktan kulağa yayılmaya başlıyor ve size farklı destekçileri getirmeye başlıyor. Ama eğer büyük bir şey yapmak istiyorsanız, bir tek bununla dönmüyor. Benim bu vakfı kurarken hayalim de ülke çapında bir farkındalık yaratmaktı, aslında eğitim ve çocuk haklarıyla ilgili bir seferberlikti. Bunu başardık çünkü yaptığımız her proje bir çocuk hakları maddesini içeriyor. Bu noktada da uluslararası kurumlarla ilerliyoruz. Bu bağlamda biz onlara sosyal sorumluluk projelerinde danışmanlık hizmeti veriyoruz, uzun soluklu oluyor. Oradan aldığımız hizmet bedelleri de bizim çalışanlarımızın masraflarını karşılıyor. Bu şekilde ilerlemeye başladık. Onun dışında ticarete giriyorsunuz. Her vakfın iktisadi işletmesi var. İktisadi işletmeden de satılan ürünler var. Satılan ürünler de vakfa gelir sağlıyor. Tabii ki farklı bir kaynak geliri de organizasyonlar fakat eğer büyük düşünüyorsanız ve çok ilerlemek istiyorsanız organizasyonlara pek bel bağlamamak gerekiyor. Sosyal sorumluluk projeleri bu anlamda en iyi kurumlarla ilerliyor. Orada çok zor bir çizgi var çünkü özel kurumlar, şirketler var, STK olarak siz varsınız, devlet oluyor çünkü büyük ilerleme için Milli Eğitim Bakanlığı’yla çalışıyorsunuz. Milli Eğitim Bakanlığı’yla çalıştığımız için onlarla ayrı bir işbirliği var. Orada kurduğunuz çok önemli bir çizgi var ve onu sürdürülebilir bir hale getirmek gerekiyor ki biz bunu başardık. AstraZeneca gibi uluslararası bir kurumla, Türkiye genelinde, 17 yıldır uzun soluklu projelere imza attık. Çocuk hakları için çalışıyorsak çocuğa doğru dokunmayı başarmalıyız. Bazı projelerde çocuk istismarına gidildiği noktada biz, hayır, diyoruz. Birçok kez çok büyük paralar dönmesine rağmen, öyle bir kurumla yapamayacağız, dediğimiz durumlar oldu.

        • O kısmı anlayamadım?

        Çocuk üzerinden tanıtım yapılacaktı. Tanıtım tabii ki yapacak, sonuçta bir sosyal sorumluluk projesi ama bu biraz suiistimal edilmeye başlandığı noktada biz, hayır, dedik. Bunun bir çizgisi var, onu söylemeye çalışıyorum. O çizgiyi iyi ayarlamak gerekiyor. Onunla bağınızı da iyi kurmanız gerekiyor. Mesela, Colgate ile neredeyse 18 yıldır proje yapıyoruz. Çocuklara diş sağlığı eğitimi veriyoruz. O da çok güzel giden bir proje. Orada dengeyi doğru kurduğunuz anda devlet de size kapıları açıyor çünkü büyük bir projeye imza atıyorsanız, okullara girebilmek için devletle çalışmanız gerekiyor.

        • Bir de kontrol ediyorlar değil mi?

        Aslında iyi oluyor çünkü onlarla dengeyi kuruyorsunuz. Bir de biz onlarla güzel çalışmalara imza attık. Biz mesela bir proje götürüyorduk, ‘Ben Ergenim’ diye bir çalışma yaptık, ergenlere sağlıklı cinsel eğitim verelim dedik, onlar da “Öfke kontrolü üzerine de çalışın.” dediler ve bizi yönlendirdiler. Çok başarılı bir projeydi. 10 binden fazla öğrenciye ulaştık. 3 yıl devam etti. 1 sene boyunca aynı okullara gittik. Ergenlik çok önemli bir dönem, bu dönemin doğru atlatılması gerekiyor. Maalesef günümüzde sürekli olan kadınlara yönelik şiddetin artmasının nedeni, ergenlik dönemindeki bastırılmış duygulardan da olabiliyor. Biz de bunun üzerine bir proje yaptık ve bakanlığın yönlendirmesi çok faydalı oldu.

        • 46 tane ulusal ve uluslararası ödül almışsınız...

        Ben şahsım adına da aldım, vakıf da aldı. Ama 30 yıl.

        • İnsanlar, TOÇEV’in farkındalık yarattığının yeterince farkında mı?

        Farkında olduklarına inanmıyorum. Bir sivil toplum kurumunun ne boyutta çalışmalar yapabileceğini hâlâ farkında değiller. Sadece iyilik olarak görülüyor ya da kendinizi kötü hissettiğinizde birine yardım edeyim, manevi olarak rahatlayayım, boyutunda bir bakış açısı var. Buradaki önemli nokta bunu yıkmak. Bu bizim hayat döngümüzün içinde olmalı. Ben bunu iyiliği paylaşmak olarak görüyorum. Aslında gençlerde bu başladı ve beni çok mutlu ediyor. Üniversite gençleri ders vermeye başladılar. Çünkü bir sivil toplum örgütünde çalışmak, sivil toplum örgütüyle bir olmak insana çok şey katar. Kendi farkındalığını, kendi yeteneklerini, hiç tanımadığın insanlarla aynı hedefe ulaşmayı, kendi sorunların dışında ülkende yaşanan sorunların neler olduğunu ve senin de bir şey yapabileceğini gösteriyor. “Ben ne yapabilirim ki?” diye bir kolaya kaçma var ya, bir sivil toplum örgütünde bulunmak bunu yıkıyor. Ve bunu da yıkmalı. Benim hayalim bunu yıkabilmeyi başarmak. Herkes bir şey yapabilir, herkes yapmalı ama sürdürülebilir olmalı. Bir kere olmamalı. Çünkü her şey para değil. Parayla yapmak da zorunda değilsin. Bilgisayar mühendisisindir, bir çocuğa kodlama eğitimi verebilirsin. Avukatsındır, bizim avukat olacak öğrencilerimize mentörlük yapabilirsin. Yapılabilecek o kadar çok alan var ki bu size iyi gelecek. Eksik olan bir hayalim de çocuk haklarının farkında olmamamız. Evet, şu sıralar çocuk istismarı çok gündeme geliyor, çok konuşuluyor. Bu çok güzel bir şey çünkü maalesef, bu toplumumuzda yıllardır olan bir şey. Ama şimdi basının ve dijital ortamın desteğiyle biraz daha farkındalık artmaya başladı. Çocuğu birey olarak kabul etmeli. Çocuk hakları var ve bu yönerge 41 maddeden oluşuyor. Maalesef toplum olarak onların hiçbirini bilmiyoruz. Bence bu konuda çok eksiğiz. Bu farkındalığı yaratmak benim yıllardır hayalim ama tam başarılı olduğuma inanmıyorum.

        • Bu hayalinizi biraz daha açar mısınız?

        Vakıfın kurulmasındaki ana temel bu. Ben 15 yaşımdayken, Alman bir firmanın çocuk işçilerle alakalı yaptığı bir projeye katıldım. Orada hem gözlemciydim hem de tercümanlık yapıyordum. Ben açıkçası o yaşa kadar 12 yaşındaki çocukların atölyede çalıştıklarını bilmiyordum. Ve o işçi çocuklardan dolayı zaten vakfın bir şekilde temelleri atılmaya başladı. O çocuklar çalışmasın, onların hak ettiği yerler olan okullarda olmaları gerekiyor, diye başladı. O yüzden okumak her çocuğun hakkıdır. Ondan sonra 1996’da Habitat II olmuştu, ben ona katıldım. Orada görev almıştım ve Türkiye Çocuk Hakları Koalisyonu olduğunu ve onlarla bir şeyler yapılabildiğini gördüm. Fakat yaşlar o kadar büyüktü ki beni dinlememişlerdi. Ben de bir şey yapmam lazım, diye agresifleşiyordum. Çocuk hakları yönergesi 41 maddeden oluşuyor. Türkiye, Turgut Özal zamanında imza atmış ama bununla ilgili ne farkındalık yaratılmış ne ailelere ne de çocuklara eğitim verilmiş. O zaman, bir gün gelecek ben bunun başkanı olacağım, demiştim. Yıllar geçti ve ben 2001’de, Türkiye Çocuk Hakları Koalisyonunun başkanlığını yaptım. O dönem çok ses getirdik. ‘Çocuklar için Evet’ kampanyası vardı, UNICEF ile yıllarca ortak çalıştık. Nükhet Duru’nun seslendirdiği şarkıyla Türkiye’de çok imza toplandı ve Birleşmiş Milletlerin formuna katılabildik. Orada benim farkındalığım daha da artmaya başladı. Bundan sonra yaptığımız her çalışmayı her projeyi çocuk hakları maddesi içeren bir şekilde yapmaya çalıştık. Düşünce özgürlüğü, dinleme özgürlüğü, okuma özgürlüğü, kendini ifade etme özgürlüğü, istismara uğradığında kendini nasıl ifade edip anlatacağı gibi birçok madde içeriyor. Bu projeyi bir şekilde buna endekslemeye çalıştık. 41 maddeden oluşan bir kitapçık çıkardık ve okullara dağıttık. Hatta bununla ilgili komik bir anekdotum var: Ben her projeye oğullarımı da götürüyorum. Onlar daha 9-10 yaşlarındayken bu kitapçığı okumuşlardı. Ben bir gün rahatsızdım, kendi kronik rahatsızlıklarım olduğu için grip olmam benim için çok riskliydi. Oğlanlar da gripti ve onları odama sokmamaya çalışıyordum. Sonra birisi kapıya vurdu ve “Benim çocuk olarak ebeveynim olan annemi görme hakkım var, sen biliyor musun?” dedi. Yani çocuğa bunları verdiğinizde çok güzel özümsüyor. Çocuğu birey olarak kabul etmek, o çocuğu dinlemek gerek. O çocuk sizin projeniz değil, siz o değilsiniz, farklı bir birey. Evet, onu dünyaya getirmiş olabilirsiniz ama ona o özgürlüğü vermek gerekiyor. Bunların üzerinde biraz daha eksik olduğumuzu düşünüyorum. Her kesimden A, B, C, fark etmiyor. Belki de onları dinlemeyerek, onların hayallerini dinlemeyerek biraz da çocuklarımızı kendimiz istismar edebiliyoruz. Tabii bunlar çok açılacak şeyler.

        • Bence en büyük hatamız, meslek seçerken baskı yapmak.

        Kesinlikle. Toplumda tabii ki “Şu olmalısın.” diye çevre baskısı var. Ya da kendi olmadığı şeyi çocuklarına endeksliyorlar. Çok güzel söylediniz, bence de meslek konusunda çok fazla yönlendiriyoruz. Sonra da 40’lı yaşlara geldiklerinde ciddi bunalımlar yaşıyorlar.

        • Herkes mühendis ve doktor olmak zorundaymış gibi... Nedense bazı meslekleri yapanlar başarılı ama onu yapamayanlar ya da yapmak istemeyenler de başarısızmış gibi görülüyor.

        Belki de çocuğun tıbba ilgisi yok. Tıp çok zor bir meslek. Benim oğlum tıp okuyor, oradan biliyorum. Başka bir adanmışlık hissediyor. Öyle bir çalışıyor ki sizinle bağlantısı kalmıyor. Her sabah 6’da gidip asistanlık yapıyor. Onu yapmak farklı bir şey. Ben yapamam. Bunu herkes yapamaz. Herkes cerrah ya da avukat olamaz. Mesela, ben sizin mesleğinizi yapamam. Bunu A, B, C, her kesim yapıyor, eğitimlisi de yapıyor.

        • Destek verdiğiniz öğrenciler, meslek sahibi olduklarında size katkıda bulunuyorlar mı?

        Bizim onlarla çok güzel bir yolculuğumuz var. Çocuk okutanlar var, belgeselde yer alan arkadaşlarımız da oldu. Onlar tabii ailenin bir bireyi. Yaptığımız bütün büyük aktivitelere katılıyorlar. Mezunlardan bir gönüllü grubu kuruldu. Onlar şu anda okutulan öğrencilere ders veriyorlar. Çocuklarla birlikte aktivite yapıyorlar. Babam vakıf kurulmadan yıllar evvel “Sen bunun keyfini 10-15 yıl sonra çıkarmaya başlayacaksın.” demişti. Torunlarımız var artık. Benim geçtiğimiz günlerde bir sergim vardı. Hatay’da bir öğretmenimiz var, ailesi okumasını çok istememişti, çok zor bir şekilde yönlendirmiştik. Kendisi eşi ve çocuklarıyla sergiye geldi. Bağı koparmamaya çalıştıklarımız var. Tabii ki kopardıklarımız da oldu. Geçen baharda Mardin’e gittik, Batman’dan öğrencilerimiz geldi. Öğrencilerimiz dediğim, 30 küsur yaşlarında insanlar çocuklarıyla beraber geldiler. Orada onlarla bir aktivite yaptık. Hem gönüllü grubunda çalışıyorlar hem çocuk okutanlar var hem de kurumlarıyla bağlantılı olarak destek olanlar var. Mezunlarımız arasında avukat olanlar var, onlar da takıldığımız bazı noktalarda bize destek oluyorlar. Koparmadığımız ve güçlü bağlarla ilerlediğimiz mezunlarımız var. Torunlarınızın olması güzel bir duygu. Bir de görmediğiniz, bilmediğiniz bir noktada, sizinle çarpan bir kalp var. Biliyorsunuz.

        • Bir de siz ebru sanatıyla uğraşıyorsunuz.

        O benim şifa kaynağım.

        • Sergi açıp satıyor musunuz?

        Tabii. ‘“Kronik”im Ama “Yaşam” Bende’ diye bir projemiz var. Ben kronik hastayım, kronik hastalığı da doğuştan gelen ve hayat boyu devam eden bir serüven. Uzun bir yolculuk. Tabii bunun farkındalığı, öfke şoku gibi birçok kademeleri var. Ben ebru sanatına gözlerimle alakalı rahatsızlık yaşadığım bir dönemde başladım. Karanlıkta mum ışığında başladım. Bana o kadar iyi gelmeye başladı ki anlatamam. Tamamen bir şifalandırma yöntemiydi. Tamamen kendim içindi. Sonra o kadar çok yapmaya başladım ki bir arkadaşım sergi açmamı önerdi. Hatta oğlumun bir esprisi vardır; ilk sergimde “TOÇEV için satıldılar, yoksa niye alsınlar?” dedi. Böyle kötü bir eleştiri yaptı bana ama bayağı dünya çapında olmaya başladı. Eserlerim yurtdışında satılıyor. Gittikçe yenilemeye başladım. Bana çok iyi geliyor. Ben sanat terapisi eğitimi aldım. Şimdi benim gibi uzun soluklu hasta olanlara terapi yaptırıyorum. Onlarla birlikte ebru yapıyoruz, atölye çalışmaları yapıyoruz. 13 yıldır yapıyorum, artık profesyonel sanatçı kimliğimi de aldım. Şu anda tabii ki sergilerde satış yapılıyor. Gelirlerin çoğunluğu o projeye aktarılıyor. Vakıf bünyesinde bu hastalığa doğuştan sahip olan ya da sonradan yakalanan çocuklar var. Uzun soluklu olduğu için de ilaç ve yardımcı desteğine hep ihtiyacınız olabiliyor. Benim kitaplarım da var, kitapların gelirlerinin de birçoğu projeye aktarılıyor. Satıyorum yani. Profesyonel oldum artık, bunu ben bile söylüyorum. Eskiden söylemiyordum ama hayatımda önemli bir nokta oldu. Çünkü fark ettiyseniz çok farklı şeyler yapıyorum. Karakalem yapıyorum, karakalemin üzerine ebru yapıyorum.

        • Geçtiğimiz günlerde TOÇEV’in 30. yılı nedeniyle 30 sanatçı çalışması yapıldı. O çalışma nedir?

        O çok güzeldi. Benden çıkan bir fikirdi. Çünkü biz vakıf olarak sanatla çok iç içe olduk. Oyuncularla, görsel sanatçılarla, tiyatrolarla çok güzel işler yaptık. Özellikle tiyatrolarla çok güzel işbirlikleri yaptık ve hâlâ yapıyoruz. Bu çok ciddi bir gelir sağladı. Sanatın olduğu yer güzeldir. Sanatın olduğu yer paylaşımdır, sıcaktır, dostluktur, sevgidir. Ben de istedim ki madem 30 yıl oluyor, bugüne kadar bizimle çalışan sanatçılar, tamamen TOÇEV’i veya çocukları anlatan hayallerini resmetsinler. TOÇEV için üretilen bir obje var, bir kitabın altında dünya, üzerinde ise çocuk var. Ve gerçekten 30 değerli sanatçı katıldı. Çok güzel bir kokteyl ile tanıtımı yapıldı. Çok da güzel satışlar oldu. % 80’ini sattık. Çok iyi talep oldu. Bu gelir de vakfın 30. yıl projesine aktarılacak.

        • Yeni proje nedir?

        Biz pandemi döneminde toprağa yatırım yaptık. Toprak ve eğitimi bir araya getirdik. Geriye getiren tek kurumuz aslında. 1.800 tane badem ağacı diktik.

        • Neden badem ağacı?

        Badem ağacının geliri çok olduğu için ve aldığımız toprak yerinde en iyi badem ve ceviz üretimi yapılabildiği için. Her şey tamamen organik. Badem ağacı çok da bakım gerekmeyen, kendi kendine yetebilen bir ağaç türü. Ayrıca o bölgede hep badem ağaçları var. Yakınlarında satış yapabileceğimiz bir işletme de var ve bize gelir sağlayabilecek bir imkan sağladığı için de tercih ettik. Açıkçası bir şeye yatırım yapalım istiyorduk ama toprağa yatırım yapmak istiyorduk, binaya değil. Çünkü çocukla birlikte yeşeren bir şey, çok da keyifli. Şu an 1.800 tane yeşerdi. İnşallah seneye hasat verecek. Yeni projemizden bahsedeyim. Vakıf 30 yıldır çok ciddi bir birikime sahip oldu. Az önce bahsettiğim çocuk hakları temelli çok ciddi atölye çalışmaları yaptık. Kendi öğrencilerimizle çok ciddi bir farkındalığı yetiştiriyoruz. Bunu pandemi döneminde fark ettim çünkü kendi öğrencilerimizle online sohbetlere başladım. Biz çocuklarımızı yaz okuluna götürüyoruz. Yaz okullarının çocuklarımız üzerindeki o pozitif katmanını gördük. Ama yaz okulları çok pahalı. Neden kendi köyümüz olmasın, dedik. Hem kendi köyümüz olsun hem kendi öğrencilerimiz olsun, biz de dönem dönem orada yaşayalım, dedik. Tabii bu biraz da benim biraz yaş alıyor olmamdan kaynaklandı. Benimle 20 yıldan fazladır dirsek çürüten arkadaşlarımız da var. Biz artık bir aileyiz ve herkes belli bir yaşa geldi. Aramızda çok garip bir bağ ve çok güzel bir sevgi var. Birlikte olalım, çocuklarımız da bizimle olsun, biz birlikte yaşlanalım modundayız. Ali Nesin’in matematik köyünü düşünün, onun gibi bir şey. Şansımıza da Edremit köyünde Assos’un tam karşısında çok güzel bir arazi karşımıza çıktı. 30 dönümlük arazi aldık ama nasıl yapacağız bilmiyorum. O yüzden para gerekiyor.

        • Orası için kaç öğrenci düşünüyorsunuz?

        Orası çok büyük bir arazi. Orada hem organik tarım yapacağız hem atıklar arınılacak. Maksimum 50 çocuk ama yaz-kış olacak. Beyaz yakalılara yönelik kış aylarında güzel çalışmalarımız olacak. Çok güzel bir yer. Doğası o kadar güzel ki anlatamam. Bir de yanımızda orman çiftliği var. Tabii bu çok büyük bir çalışma. Orada çok çok büyük iş var. Şu anda 10 Aralık’a odaklandık ama 2025 Ocak ayından itibaren oradaki çalışmalara başlayacağız. Ama çok da ciddi talep var. Sponsor olmak isteyen çok insan var. Sıcak bakıyorlar. Bakalım, güzel bir çalışma olacak. Türkiye’de ilk olacak. İsmi ‘Metanoya’.

        • Neden?

        İçsel farkındalık. Biz 30 yılda çok büyüdük. Ben 23 yaşındaydım şimdi 53 yaşındayım. TOÇEV’le büyüdüm, TOÇEV’le hayatı öğrendim. Türkiye’yi TOÇEV’le öğrendim. Çünkü ben ekonomik şartları iyi olan bir ailenin içine doğdum ve öyle büyütüldüm. O kadar güzel şeyler gördüm ve geliştim, kendimi yetiştirdim ki aynı şekilde ekip de öyle. O yüzden içsel farkındalık çok önemli.Çocuklarımıza kendi farkındalıklarını kazanma şansı vermiyoruz. İşte burada yapılan eğitimlerle, aileyle beraber ebeveynle beraber o farkındalığı kazanmalarını sağlayacağız. Ben iyi bir eğitim aldım. Şanslıydım, iyi bir ailedeydim, çalışkandım. 15 yaşında o çocukları görmem, arkasından tesadüfen bir Amerikan vakfında Güney Afrika’ya yardım eden çocukların yanında çalışmam ve Türkiye’den çok destek gelmesi beni çok etkiledi. Türk çocuklarına neden yardım etmiyorlar, dedim. İlkokul 5’e kadar okumak ne demek? Herkes liseyi bitirmeli. Bu eğitim seviyesi artmalı gibi düşüncelerle yola çıktım. Güney Afrika’daki çocuklara yardım gidiyordu. Özellikle akademisyenlerden geliyordu. Ona gerildim ben zaten. Neden bunu yapıyoruz? Türkiye’de daha ilkokula kadar gidiyorlar. Kimse buna ses getirmiyor. Vakfın kuruluşunun ana sebebi bu. Ama ailem istemedi haklı olarak. Çünkü babam, “Çok küçüksün, çok gençsin, daha aile kuracaksın, hayatında çok zorluklar olacak. Bunu bırakıp gidemezsin.” dedi. Bu başka bir bağ. Hayat boyu devam edecek. Evet, beni besleyen bir şey oldu, iyi ki de genç yaşta kurmuşum. Ailem para desteği de vermedi, kendin yapabiliyorsan, “Hadi, hodri meydan.” dediler. O sıralar şirkette çalışmaya başlamıştım ama çok büyük bir potansiyelimi vakfa verdim. O yüzden abim de hiç istemedi. “Bencilce belki ama çok zeki çok akıllı çok donanımlı ve aile şirketine çok şey katabilirken birdenbire çok büyük bir eksiye düştük.” diye anlatıyor ama sonra “Yanılmışım.” diyor. O şekilde yola çıktık. Pazarlarda eşya satıyorduk. Arkadaşımın yurtdışından getirdiği şeyleri satıyorduk. Ailemin ve çevremin desteğini almadan vakfı kurdum. O da çok güzel bir şey, vakfın imece usulü olduğunu gösteriyor. TOÇEV, halkın birlikte yarattığı bir şey. Çünkü TOÇEV’in arkasında bir kurum yok. TOÇEV adında bir şirket yok. Gelirini bağışlayan bir kurumu yok. Tamamen hem halkın, öğretmenlerin, üst düzey kurumsalların, şirketlerin desteğiyle ve onların beraberliğiyle ilerleyen bir vakıf. O yüzden diğer kurumlardan ciddi bir farklılığı var. Ama tabii ilk 15 yıl çok zordu çünkü gençsiniz ve kadınsınız. O dönemi düşünün, 90’larda kendinizi kabul ettirmek o kadar zor ki. Bana hep “Yetkili gelsin.” diyorlardı. Vali beni kovdu. Öyle komikti ki 1999 depremi zamanı orada etkinlikler yapıyorduk ve komutan bize plaket verecekti. Babamı çağırdı, babam da “Ben değil, kızım alacak” diyor. Ama beni görseniz, üzerimde salopet var, TOÇEV yazıyor ve o zamanlar 26-27 yaşlarındayım. Babamla birlikte çıkmak zorunda kaldık, kabul etmediler. Çok zor bir süreçti. Ama şöyle de bir güzelliği var; Doğu Anadolu sizi daha çabuk kabul ediyor. Çok daha büyük bir saygı duyuyorlar. Hemen ceketlerini ilikliyorlar ve kadın olarak böyle bir mücadeleye girmeniz onların hoşuna da gidiyor. Orada çok güzel çalışmalar yaptık. İlk orada başladık. 2000’li yıllarda Doğu Anadolu’ya giden ve tiyatro götüren ilk kurumlardan bir tanesiyiz. Tabii bir güvensizlik de oluyor. “Niye geldin? Bir daha gelecek misin?” gibi kaygılar oluyor ama sonra bir daha gidiyorsun ve ondan sonra aramızda başka bir bağ kuruluyor. Çok ciddi hikâyeler var arkasında ama 15 yıl çok zor bir süreçti. 2003'te Pınar Altuğ TRT’de bir program yapıyordu ve beni davet ettiler. Ufak bir belgeseldi. Babamı da davet etmişlerdi. Babam oradan çıktıktan sonra anlımdan öptü. O zaman neredeyse 10 yıl olmuştu. “Bu senin yolculuğunmuş, ben yanlış yapmışım. Yolun aydınlık olsun. Ben tamamım artık, kabul ettim” dedi. Bu delilik de addedilebilir. 30 yıldır bilfiil aktif olarak kurumun içindeyim. Başkan sıfatında değil, her şeyin içindeyim. Köylere de gittim, devlet su işlerinde de yattım, otobüste de uyudum, her şeyi yaptım.

        • Ünlüler destek veriyor mu?

        Veriyorlar. O konuda biz çok şanslıyız bence. Çok çok ünlü insanlardan çok destek aldık. Çok değerli isimlerle okullar yaptık. Projelerde yer aldılar. Hülya Avşar, Yavuz Bingöl, Oktay Kaynarca, Cem Yılmaz, Ata Demirer, Fatih Terim, Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ, o kadar farklı projelerde bizimle yer aldılar ki o yüzden hem ünlüler hem basın yanımızda oldu. Basın da her zaman bizimle yer aldı ve bizi güzel ifade etmeye çalıştılar. Bu çok önemliydi. O yüzden de demin dediğim gibi biz aslında o imeceyi ve birlikteliği yarattık. Güzel bir şey yarattık. TOÇEV dendiğinde birilerinin aklına sıcak bir düşünce geliyor. Onu bir şekilde aktarmaya çalıştık. Her kesimden destekçilerimiz var. Oyuncularla çok güzel yol aldık. Kerem Alışık ile birlikte Sadri Alışık Tiyatrosu’yla yıllar yılı çok güzel işler yaptık. Hakan Altıner ve tiyatrosuyla da çok güzel işler yaptık. Sadri Alışık Tiyatrosu’yla hâlâ devam ediyoruz. Çok güzel bir rakam veriyorlar, bilet satıyoruz. Tiyatro hem gönüllülerimizi sanata yönlendirmek oluyor hem de vakfa çok ciddi bir gelir sağlamış oluyor. Ünlülerle çok güzel yolculuklarımız çok anılarımız var. Hülya Avşar’ın ilk desteği bizim için çok değerliydi. O ilk ilmeği atan sanatçılardandır. Bizim ilk defilemizde mayo giymişti, onun geliri TOÇEV’eydi. Onunla birlikte biz basında duyulmaya başladık. Sonra da yıllar yılı vakıfta çocuk okuttu. Bana İlk inanan odur. Ben onu çok takdir ediyorum çünkü evine ilk gittiğimde 24 yaşındaydım. Bana inanıp defileye çıkması çok büyük bir şey. En popüler zamanlarıydı. O benim için ve vakıf için çok önemliydi. Bana inanması çok önemliydi. Kaya Çilingiroğlu da yıllarca çok çocuk okuttu, o da çok destek oldu. Hülya Hanım henüz vakfın 2. yılındayken bana, “Sen bu ülkede çok şey yapacaksın. Bu konuda isim olacak bir kadın olacaksın. Çok büyük işler yapacaksın. demişti. Onu çok ayrı severim. Hepsini ayrı severim ama o dönem onun bana el vermesi çok önemliydi. Nebil Özgentürk’ün haber yapması çok önemliydi. Onun haberiyle patladık ve gönüllü yağmaya başladı. Onların 24 yaşındaki genç bir kadına inanmaları çok değerliydi. Sanatçılar değerlidir ama Hülya Hanım benim için ayrıdır.

        REKLAM

        Ebru Uygun, oğlu Ansel Yarcan ile sorularımızı cevapladı.

        ANSEL YARCAN

        • Yeni projen nedir?Yeni projen nedir?

        Öncelikle TOÇEV’in 30 yılını anlattım. Annem bunun bir parçası ve temellerini çok genç yaşta attı. Bizim doğumumuza yakın bir dönemde kurulduğu için ben de içinde büyüdüm. Bu yüzden hikâyeyi kendi gözümden anlatmaya çalıştım. Aynı zamanda annemin kronik bir hastalığı olduğu için bu süre zarfında hastalığın inişleri çıkışlarının onun özel hayatını ne kadar etkilediğinden kısa kısa bahsetmeye çalıştım. Ve bu 30 yıl boyunca dönem dönem, yılların kuruluşta ne kadar önem arz ettiğini, anneme bu yolculukta katılan insanların sohbetlerini konu alan, arşiv görüntüleriyle desteklenen bir belgesel oldu.

        • Belgeselin içeriğinden söz eder misin?

        İnsanlar, öncelikle genç bir kadının kafasına koyduğu şey için yılmadan, üzerine gide gide mücadele etmesini görecekler. Kendi özel hayatında iniş çıkışlar olmasına rağmen pes etmediğini, aynı zamanda yaşadığı sıkıntıları sanatla birlikte üzerinden attığını görecekler. Aslında yaşanan 30 yılı hissettiren bir eser ortaya çıkıyor. Bir kadının yolculuğu ve umut hikâyesi. Bayağı bir kişiyi de peşine takması.

        • Neden sinemacı olmak istiyorsun?

        İnsanlar büyük bir kitleye dokunmak istediği zaman bizim mesleği seçiyorlar. Çünkü içindekileri daha geniş bir kitleye bahsedebilme şansın oluyor. Bir hikâyeyi ele aldığın zaman, aynı zamanda bazı unutulmuş ya da çok konuşulsa da daha derine inilmesi gereken hikâyeleri kendi açından anlatabilme şansı tanıyor.

        • Belgeseli izleyenlerin özellikle neler hissetmesini umarsın?

        Pes etmeme, azmin önemi, sanatın önemi ve insana katkısı. Kitlesel paylaşımın ne kadar önemli olduğunu ve ülkenin eğitim konusundaki sosyolojik gerçeğini anlamalarını isterim.

        Kariyerin hakkında nasıl planlar yaptın? Özellikle hangi tür filmler çekmek istiyorsun?- Gerçek hikâyeler çok ilgimi çekiyor. Gerçek hikâyelerle daha çok empati kurabiliyorum ve daha gerçek geldiği için yaşanmış hikâyeler üzerine kendi yorumumu katmak daha ilerlemek isteyeceğim bir alan gibi gözüküyor.

        • Sadece belgesel çekmek istemiyorsun değil mi?

        Hayır, kurgusal filmler de istiyorum ama yine gerçek hikâye üzerinden, yaşanmış hikayeleri kurmaca haline çevirmek daha çok ilgimi çekecek gibi duruyor.

        • Filmin danışmanı Zeynep Atakan ile nasıl bağlantı kurdunuz?

        Onun öyküsü biraz uzun çünkü 1-2 yıldır bu konu üzerinde çalışıyorum. En başta Zeynep Hanım’ı TOÇEV’e davet ettim. Annemin hikâyesini yapmak istediğimi ve TOÇEV’i anlatmak istediğimi söyledim. Ondan sonra birkaç ısrarım sonucunda ve ben de sektörde tecrübe edindikten sonra onun güvenini kazandım.

        • Neden Zeynep Atakan?

        İyi bir isim olduğu için ve bizim gibi genç sinemacılara destek olduğu için. Çoğu genç sinemacının çalışmak isteyeceği, tecrübe etmek isteyeceği bir yapımcı olduğunu düşünüyorum.

        • Zeynep Atakan, sana ve belgesele nasıl bir katkıda bulundu?

        Öncelikle çok iyi bir mentörlük yaptı. Ben hâlâ birçok alanda kendimi öğrencisi gibi görüyorum. Belgeselin öncesinde, yapım aşamasında ve sonrasında çok iyi bir mentördü. Bana bir şekilde deneyimlerini ve tecrübelerini aktardığını ve belgeseli bu sayede bitirebildiğimi düşünüyorum. İyi bir destek sağladı. Özellikle sete çıkmadan öncesinde 2-3 ay gibi bir hazırlık sürecimiz oldu. Arşiv görüntüler vardı fakat o görüntülerin dışında daha aktif olabilecek ne ekleyebileceğimizi düşündük. Aynı zamanda sanatın iyileştirici gücünü gösteren bir belgesel.

        • Bu belgesel senin ilk çalışman mı?

        Benim çektiğim ilk çalışmam ama bundan önce iki projede çalıştım ve sette bulundum. Bu hikâye, 2020’de hayal ettiğim bir şeydi fakat daha bir set görmemiştim ve tecrübem oluşmamıştı. O yüzden 3 yıl sektörde çalıştım, sonra nasıl bir ekip kurabilirim, görüntü yönetmeniyle nasıl ilişki kurabilirim ya da set düzeni nasıl olur gibi şeyleri tecrübe edindikten sonra hayalimi gerçekleştirdim.

        Seni sinemaya yönlendiren ne oldu?- Belgesellerde gözüken birçok şey. Annem de babam da aslında çok renkli karakterler, çok da duygusal insanlar, ben de duygumu bir şekilde sinemada aktarabileceğimi düşündüm.

        • Sinema ilgin TOÇEV belgeseliyle mi ortaya çıktı?

        Hayır. Edebiyata ve sinemaya ilgim çok erken yaşta başladı. TOÇEV de bir fırsattı ve bu fırsatı iyi değerlendirdim.

        ÖNERİLEN VİDEO

        BURÇLAR

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa