Halil Ergün: İnzivaya çekilmedim
Usta oyuncu Halil Ergün'den HT MAGAZİN'e özel açıklamalar
Mehmet ÇALIŞKAN / HABERTURK MAGAZİN
ALTI yıldır gözlerden uzak bir yaşam süren Halil Ergün, sessizliğini HT MAGAZİN’e bozdu. Sosyalleşmek için kendisini zorlamadığını belirten usta oyuncu, inzivaya çekilmediğini belirtip ekledi: “Birkaç yıl dinlenmek istemiştim. Bu sezon ise çalışma arzusu içindeyim ama benim olabileceğim senaryo gelmedi. Birkaç teklif geldi ama beni ikna eden şartlarla uyuşan projeler değildi.”
‘Gözlerden uzağım peki gönüllerden?’
Halil Ergün... Yorgun. Dile kolay, 10 yıl boyunca durmaksızın günde 16-17 saat dizi setlerindeydi. Dinlenmek için oyunculuğa bir-iki sezon ara vermek istediyse de o süre altıncı yıla girdi. Kafasında birçok proje var. Kırsal kesim kadınlarının trajik hikâyesini film haline getirip yönetmenlik de yapmak istiyor, şiirlerini bir kitapta toplayıp yayımlamak da. Elbette oyunculuk da. Halil Ergün... Biraz endişeli. ‘Gözden ırak olan gönülden de ırak olabilir mi’ diyor. Halil Ergün... Biraz kırgın, biraz kızgın. Oy tercihini değiştirdiği için arkadaşları tarafından dışlanmışlık duygusu taşıyor, üzülüyor.
Uzun zamandır gözükmüyorsunuz. Neden, acaba inzivaya mı çekildiniz?
Sokakta karşılaştığım herkes neden görünmediğimi soruyor. Aslında bir yerlere çıkmıyor değilim. Sadece çalışmadığım için ortalıkta görünmüyor gibi bir algı oluştu. Çok sosyal bir adam değilim. Yorgunum da. O yüzden sosyalleşmeyi çok zorlamıyorum. Çünkü dile kolay 10 yıl boyunca epey yoğun çalıştım. İnz-i vaya neden çekileyim? Oyunculuğu neden bırakayım? Oyunculuk bırakılmaz. Ama şöyle bir tembellik yaptığımı söyleyebilirim; yorgunluk diyerek kendi hazırladıklarımı da ihmal ettim.
Oyunculuğa neden bu kadar ara verdiniz?
Biraz dinlenmek istemiştim. Bu sezon ise çalışma arzusu içindeydim ama benim olabileceğim senaryo gelmedi. Birkaç teklif geldi ama beni ikna eden şartlarla uyuşan projeler değildi. Piyasanın da durumu çok iç açıcı değil galiba, dışarıdan takip ediyorum. Yoksa gözden ırak olan gönülden de mi ırak oluyor? Gelen karakterleri mi beğenmediniz yoksa çalışma şartlarını mı? Öncelikle hikâyeye bakıyorum. Beni bugüne kadar getiren bir durum var, onu geriye atan, yere düşüren bir projeyi kabul edemem. Beni tatmin edecek bir rol olması lazım, olmadı. Sağlık olsun.
Kendi hazırladıklarınız nelerdir?
12 tane çalışmam var. Onu yapmayı düşünüyorum. Biraz tembellik yaptığım kesin. Ama şunu kabul edin, beş yıl aynı karakteri oynamak kolay iş değil. Bunu anlamaya çalışmak gerek. Filmlerde de bizim oynayabileceğimiz iş çıkmıyor demek ki. Film teklifi gelmedi. Sadece Koray Yurtsever ile bir kısa film çektim.
Yönetmenliği düşünüyor musunuz?
O artık geçti. Ama bir filmi çekmek istiyorum, otobiyografik diyebileceğim, tanık olduğum hayatın belli noktalarını, çocukluğumun gözüyle anlatacağım bir hikâyem var. Kırsal kesim kadınlarının hikâyesi. Bir trajedi, onu ben çekmek istiyorum. Bu yönetmen olacağım anlamına gelmiyor. Benim görmek istediğim dünyayı ilişkileri, anlatma adına o filmi çekmek istiyorum. Yönetmenliğe başında karar vermeliydim. Başlı başına bir kurum. Yaşlanmış oyuncular yönetmen olur diye bir şey yok. Yönetmenlik de başka bir süreç.
‘HERŞEYİN BİR SONU VARDIR’
Canlandırdığınız karakterleri fenomen haline getiren biri olarak evde oturmaktan dolayı hayıflanmıyor musunuz?
Her şeyin bir sonu var. Bir gün evde otururken ‘İyi, Kötü ve Çirkin’i bir daha izledim. Gençl-i ğimizin filmi. Clint Eastwood, genç ve yakışıklı bir adam. Adam 85 yaşında ve hâlâ müthiş filmler çekiyor. Hem yönetmen hem oyuncu. Tabii oradaki koşullarla bizdekilerle bir değil. Sorduğun soruda haklısın, ne demek istediğini de anlıyorum ama... Bir yandan kendimi savunmak istemiyorum diğer yandan durumu anlatmak istiyorum. Bu biraz insanların aramasıyla, sormasıyla olur. Diğer yandan istenir ve aranır hale gelmek insanın kendisinden de kaynaklıdır. Emekten geçiyor o. Sen bir şey yap da var mı karşılığ ı yok mu gör.
Oyunculuğa ara verdiğiniz bir dönemde siyaset yapmayı düşünmediniz mi? Keza daha önce girişimleriniz olmuştu?
Siyasi bir tavrım olabilir ama ben politikacı değilim. Hiçbir gün parlamenter olmayı düşünmedim. Teklifler de gelmedi değil. Biraz zorla Beyoğlu Belediye başkanlığı adayı oldum. ÇASOD (Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği) Başkanı olduğum için siyasete biraz yakındım. Bir de Beyoğlu, kültür ve sanat merkezi olduğu için ‘Varım’ demiştim. Benim için şanlı bir süreçti. Hâlâ onur duyuyorum. Belediye başkanlığı adaylığı bana büyük zenginlik katmıştır. Doğru meselelerin desteklenmesine, yanlışların da muhalefetine devam ediyorum.
‘OY VERMEME KARARI ALMIŞTIM AMA’
Oy tercihinizi değiştirdiğiniz için arkadaşlarınızdan tepki gördünüz...
Biz Türkiye’de 27 Mayısları, 12 Martları, 12 Eylülleri yaşamış, binlerce yasağın, zulmün ve işkencenin tezgahlarına tanık olmuş bir kuşağın çocuklarıyız. Ve bir sürü demokratik deneyimlerin, demokrasi atılımlarının gerçekleşemediğini gördük, ülkenin kendi iç dinamiğinin demokrasiyi oluşturamayacağını gördük. AB’ye giriş meselesini savunmuştuk. AK Parti’nin iktidara geldiği ilk yıldan itibaren AB standartları peşinde koşması ve özgürlükleri savunmuş olması, eski yasakçı zihniyetlere karşı tavır almasını olumlu karşıladım. Çünkü ben 12 Eylül’ü içime hiç sindiremedim. Ülkede hâlâ olan bir takım sorunların sebebi 12 Eylülcülerdir. AK Parti, Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanamayacağını belirten Anayasa’nın 15’inci maddesini kaldırıldı. Ve 12 Eylülcülere yargı yolu açıldı. Bu bile benim için yeterliydi. Çünkü bu toplumda hiç hesap verilmedi. Hapishanede bile oy vermişken 2007’de oy vermeme kararı almıştım.
‘AB STANDARTLARI VARDI’
Fikriniz neden değişti?
Arkadaşlarımla seçim günü konuşurken biri bana ‘Oy verseydin kime verirdin? diye sordu. Ben de AK Parti’ye atacağımı söyledim. Oyumu neden AK Parti’ye atacağımı sordu.
Neden?
Çünkü AB standartları vardı, o zaman başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan çingene kurultayı yaptı. Bunlar benim için çok önemli. Kürsüye çıkıp bir ahaliden devlet adına özür diledi. Takiye yaptığını söylediler. Benim için önemli olan devletin başındaki adamın ağzından çıkan sözlerdir. Benim için gerçek olan odur. Baktım ki ‘Biz solcuyuz, hiç AK Parti’ye oy verilir mi?’ şeklinde bir mahalle baskısı var. ‘Ne oluyor?’ dedim. Öbür türlüsü olunca mahalle baskısı da bu ne? Mahalle baskısı değil mi? İnanın saat 3 buçuk 4 gibi gidip oyumu kullandım.
Arkadaşlarınız tarafından dışlandınız mı?
Kursağımdan bir kuruşluk haram lokma geçmedi, kimseye zarar vermedim, kimsenin uçkurunu veya cüzdanını yoklamadım, insan gibi yaşadım. Benim de gençken duyduğum heyecanları, Gezi Parkı’ndaki çocuklarda da gördüm ve onları destekledim. Onların o çevreci, masum, başkaldırıcı tavır meselesini zaten kim desteklemez ki? Ne var ki ertesi günü bunu bir fırsat bilerek darbe çağırıcılığı yapanlara tanık oldum. Tencere tavalarla sokağa çıkıp darbe çağırıcılığı yaparak hükümeti düşürmeye çalıştılar. Hani biz darbelere karşıydık, hani oyla gelen oyla gidecekti? Ülkemizde sadece bizler yaşamıyoruz. Sadece biz entelektüeller, solcular, molcular yok. Beğen beğenme bir Türkiye halkı var. Bütün bu gelişmeler içinde şunu öğrendim: ‘Bizim dışımızda da insanlar doğruyu söyleyebilirler.
"ÜNİVERSİTELERDE TEZ OLABİLİRİM"
Çok paranız var mı? Çalışmasanız bile rahat rahat yaşar mısınız?
O imkânlarım var. Zaten ailemden kalan topraklar da var. Bugünkü asaletim parayla ilgili değil. Benim derdim hep iyi bir aktör olmak ve hakkım olan parayı kazanmak oldu. Benim her baba rolünü başarıyla canlandırmam, sizin deyişinizle karakterlerimi fenomen haline getirmem üniversitelerde tez konusu olabilir.
"EVLİLİKLERDE BAŞARILI OLAMAZDIM"
Hiç evlenmeye heves etmediniz mi?
Bir kaç deneyimim oldu ama çok da sevmiyorum aile kurmayı. Mahpusluk, film çekimleri... 50 yaşından sonra da evlilik olmaz. Evlilikleri beceremezdim ama beraberlikleri becerebildim.
Zor bir zamanınızda ‘İmdat’ dediniz. Meslektaşlarınızdan ilk kimler gelir?
Aaa çok arkadaşım var. Nur Sürer de gelir Selda Bağcan da gelir.
"EN YÜKSEK ÜCRETİ BEN ALDIM"
En yüksek ücret alan oyuncu olduğunuz söylenir, öyle mi?
Fakülte yıllarında uzun zaman tiyatro yaptım. Sonra tiyatro kurdum. Ardından 12 Mart’ta çok ağır sorgulamalardan, mahkemelerden, tutuklamalardan geçtim. Genç yüreklerimize çok ağır müdahaleler olmuştu. Çıktım, yorgundum kasabaya döndüm. İstanbul’dan bir film için çağrıldım. Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı bir filmdi. Sinema benim için o gün kadere dönüştü. Ne var ki araya seks filmleri furyası girince oynayabileceğim filmler azaldı. Karnımı ya bir yerlerde tiyatro yaparak doyuracaktım ya bir köfteci dükkanı açacaktım veya kasabaya dönecektim. Dizilerden teklifler geliyordu ama ‘İlle de sinema’ diye tutturmuştum. O yüzden de teklifleri kabul etmiyordum.
Yüksek ücret meselesi...
Az biraz sabret, anlatacağım. Tesadüfen az para aldığımı fark ettim. Daha küçük rollerde oynayanlar benden daha büyük paralar alıyormuş. Dizi tutmuş, doğal olarak da bana bir özgüven geldi. Herhalde sinemadan gelip dizilerde en çok tutanlardan biri benim. O gün kendi kendime dedim ki; “Bu piyasada en yüksek parayı alacağım.” Belki bu bir inattı ama bunun için de kimseye yamyamlık yapmadım. Ama en yüksek parayı aldım. Onu almak istedim. Prodüktörlerim en ufak bir sorun yapmadı. Hatta ben teşekkür ettim. O anlamda bana yüz verdiler, beni şımarttılar. Benim aldığım ücret oyunculuk yaptığım dönemde en yüksek olanıydı. Şimdi benim o zamanlarda aldığımdan daha yüksek alanlar vardır.
Altı yıldır gözlerden uzak bir yaşam süren Halil Ergün, inzivaya çekilmediğini belirterek sosyalleşmek için kendisini zorlamadığını söyledi. Gözlerden uzak olmanın gönüllerden de uzak olabileceğinden endişe eden Ergün, senaryosunu yazdığı filmle ilk yönetmenlik deneyimini yaşayacak.