Gözde Kansu: Hayatta asıl mesele kendini sevmek
SHOW TV'nin fenomen dizisi 'İçerde'de canlandırdığı Yeşim karakteriyle büyük beğeni toplayan Gözde Kansu, özel hayatında tam bir hiperaktif. Yaşamın kendisine güzel ve esprili davrandığını anlatan Kansu, "Hayat bana hep güzel ve esprili davrandı. Şansını doğru kullanmak önemli. Asıl mesele kendini sevmek" diyor
Güneşli bir öğleden sonra Nişantaşı’nda buluştuk Gözde Kansu ile. Karşımda hiperaktif, neşeli, deli dolu ama tamamen duygularını dinleyip kalbiyle hareket eden, yüreğiyle düşünen bir genç kadın vardı. Bir karar verdi mi arkasında duran, sevdiği insanları sonuna kadar savunan, sezgileri kuvvetli, kendi ayakları üzerinde duran güzel ve başarılı bir kadının öyküsü bu...
‘İçerde’ şahane gidiyor. Yeşim karakterinin bu kadar sevileceğini tahmin etmiş miydin?
Senaryoyu okuduğumda resmen fiziksel bir reaksiyon veriyorum. Dişlerim kamaşıyor, limon yemiş gibi oluyorum. (Gülüyor) Tatlanıyorum. Yapımcı ve yönetmen görüşmeye çağırdığında, “Bu rol için başkasını düşünmedik, bir alternatifin yok. Ne diyorsun?” dediler. Her şeyden önce Çetin Tekindor’la karı-kocayı oynayacağım. Bir de benim ustalarla çalışma merakım vardır. Heyecan duyarak başladığın zaman zaten maya tutuyor. Her hafta daha da İçerde’yiz.
Çetin Tekindor’la çalışmak sana neler kattı?
Benim hayatımda gördüğüm gerçekten en nazik, en beyefendi insan. Hem sohbeti hem de çalışma bakımından bana bambaşka bir dünya açtı. Resmen bu yılki okulum oldu. Mizah anlayışı üst düzeyde. Bizi en çok güldüren isimlerden biri.
Bebekken çok esnek olduğunu, küçük yaşlarda baleye başladığını biliyorum...
Evet, çok esnek bir bebekmişim. Tabii annemin dikkatini çekmiş ve doktora götürmüşler. Doktor da, “Atletizme ya da baleye yazdırın” demiş. Direkt baleye başladım.
Sonra devam etmedin mi?
Kilo almaya başladım. Bizim ailede de, “Bu son lokma tabağında kalmaz” vardı. Sonra bir gün bale hocamın anneme, “Çok zor bir hayatı olacak, hep çok dikkat etmesi lazım” dediğini duydum ve orada durdum. Bilinçaltım da sanırım o zamanlar başka taraflara yön kırdı. Tiyatro, şiir, müzik, hatta gazetecilik gibi.
Gazetecilik mi?
Lisede dergi çıkarıyorduk. Sonra günlük bir gazetenin Ege ekinde ‘Gözde’nin Gözünden’ diye yazmaya başladım. Fotoğraf çekip haber yazmayı öğrendim. Stajyerler gelip “Siz ne zaman mezun oldunuz?” diye sorarlardı. Yaşıma göre büyük giyinir, daha büyük göstersin diye kahverengi ruj sürerdim. (Kahkahalar) Aslında lisedeydim.
Devam etmek istemedin mi gazeteciliğe?
Haberci olunca yorumunu katamıyorsun. Oysa ben yorumlamayı ve hayal etmeyi seviyordum. Akla değil duyguya girmek istedim.
‘Kâğıda ve kaleme küsmemek lazım’
Peki oyunculuğa geçişin nasıl oldu?
İzmir’de gazeteciliğe devam ederken İstanbul Şehir Tiyatroları’nda oyun izleyip yazmak için İstanbul’a gittim. Sonra tiyatro sınavlarına girmeye karar verdim. Girdim ve kazandım.
İzmir’de neden devam etmek istemedin?
zmir’de tiyatro yoktu. Biz Sıla ile hazırlık, ortaokul ve liseyi birlikte okuduk. Sonra o Bilgi Üniversitesi’ni kazandı ve İstanbul’a gitti. Doğum günümde aradı, “Hadi hocam, ne yapıyorsun sen hâlâ İzmir’de?” dedi. İstanbul’a geldiğimde otobüsten indim, Sıla valizimi elimden aldı, “Bu evinin anahtarı” dedi. Sonra Ahmet Gülhan’ın ‘Medya Medya Nereye? oyununda oynamaya başladım.
Evde günler nasıl geçiyordu?
Dolu dolu, çok güzel zamanlar geçirdik. Ben mutfakta iyiyimdir. İstanbul’da ilk yaptığım yemek hünkârbeğendiydi. Ev düzenleme ve temizlemede de iyiyimdir. Gecenin ikisinde elektrik süpürgesiyle hem evi hem kafamı temizlediğimi bilirim.
Evleri ne zaman ayırdınız?
Biz aslında çok uzun zaman komün hayatı yaşadık. Hayat yoğunluğundan dolayı savrulduk. En son altlı üstlü oturuyorduk. Biliyor musun, eskiden bir kâğıda apartman çizmişiz. Bir katta birimiz, diğerinde öbürümüz var kâğıtta. Yazılan çizilen her şey oluyor, kâğıda kaleme küsmemek lazım. Enerji ve çakraları açık tutup, nefesin önemine varıp, kendini dinlemek gerekiyor. ‘İçerde’ dizisi bana, “Daha içerde ne var?” demeyi öğretti. “Gözde içerde kim var?” taka tak tak yapıyorum. (Kahkahalar) Gözümüzü kapatana kadar mutlaka bir şeyler çıkar.
Seni en çok şaşırtan neydi?
“Doğalım, saçımı boyatmam. Doğduğum saç rengi en doğrusudur” derdim. Sonra bir sabah, kuaföre gittim, makası aldım, tak diye kestim. “Devam et, kes” dedim.
‘Çağatay ve Aras çok enerjik’
Bensu Soral ve Damla Colbay ile dizinin kızları olarak çok eğleniyorsunuz sanırım...
Çok şekerler, bazen karavanda bazen dışarıda buluşup hiç diziyi konuşmadan günlük hayatımızı paylaşıyoruz. Tadından yenmiyor, masadan kalkamıyoruz. Bizim kendi içimizdeki kız muhabbeti harika oluyor.
Beylerle durumlar nasıl?
Çağatay ile Aras, dublör kullanmadan o kadar yoğun çalışıp yoruluyorlar ki. Onlarla anca karavandan karavana vakit bulup görüşüyoruz. Çok büyük enerjiyle çalışıyorlar. Uluç Bayraktar, çok ince çalışan ve bambaşka bir estetik ve gözü olan bir yönetmen.
‘1996 yılından beri ajanda tutuyorum’
Yazma konusuna geri dönmek istiyorum. Sana başka neler kattı?
1996 yılından beri ajanda tutuyorum. Güzel bir gün geçirip çorba içtiysek, o çorba paketini temizleyip ajandaya iğnelemişimdir ve yanına notunu yazmışımdır. Hayatta hiçbir şeyin kaybolduğuna inanmıyorum. Bir yere yazdığım yazı kaybolduysa, onun gitmesi gereken bir yer vardır. Çöpte yok olması gerekiyorsa onun enerjisi çöpe gitsin. Birinin eline geçmesi gerekiyorsa ona gitsin Kitaplarımı da evime gelen arkadaşlarıma veririm ve geri istemem.
‘Kendimin sahibi değilim’
Yatırım yapıyor musun?
Ne evim ne arabam var. Ben bile kendimin sahibi değilim. Çok şükür, tam param bitecek gibiyken, hop o sırada işim başlar.
‘Şarkı söyleyebiliyorsak hayattayız demektir’
Şarkı sözü de yazıyorsun. Devamı gelecek mi?
Sıla’nın ilk albümünde ‘Özledim Onu’ parçasını yazdım. ‘Konuşmadığımız Şeyler Var’ albümünde de ‘Zamanında’yı birlikte yazmıştık. İzmir’de dedemi kaybettiğim günlerdi, içim döküldü ve yazdım. Sıla ile telefonda konuşurken, “Okusana bana yazdıklarını” dedi, okudum. Aradan bir süre geçti, bir araya geldik. Sıla ve Efe Bahadır şarkıyı çaldılar ve söylediler. Ben ağla ağla... Sıla şarkıya mührünü koymuştu.
Sen şarkı söylemeyi düşünüyor musun?
Şu an oynadığım ‘Nereye Gitti Bütün Çiçekler’ isimli tiyatro oyununda söylüyorum. “Şarkı söyleyebiliyorsak hâlâ yaşıyoruz ve hayattayız demektir” üzerinden hepimizin söylediği şarkılar var. Hikâye zamansız, mekânsız bir mülteci kampında geçiyor. 7 kadın, 7 farklı hikâye.
‘Hayat bana güzel ve esprili davrandı’
Hayat sana nasıl davrandı?
Güzel ve esprili davrandı. (Gülüyor) Asıl mesele kendini sevmek. Gerçek acının, sevdiğini ölümle kaybetmek olduğunu, hastalık olduğunu, üzüntülerin, gündelik sıkıntıların fazla kafaya takılmaması gerektiğini anladım.
Ömür Sabuncuoğlu / HT MAGAZİN