Kırık dökük bir aşk hikayesi: İngiltere Brexit'ten vazgeçebilir mi?
İngiltere ile Avrupa Birliği arasındaki ilişki, İngilizlerin tam üye olduğu 1973'ten bu yana hep inişli çıkışlıydı. 2016'da yapılan Brexit referandumu ise, coğrafi olarak Manş Denizi ile birbirinden ayrılan Britanya ile kıta Avrupası'nın siyasi olarak da birbirinden ayrılmasının ilk adımıydı. Dünya siyasetinin gördüğü en büyük 'boşanmalardan' biri olan Brexit'te final tarihi olan 29 Mart'a yaklaşılırken, İngiliz siyaseti giderek mesafesi artan Manş Denizi'nde çırpınıyor, ne Brüksel'de ne Londra'da kimse Başbakan Theresa May'in anlaşması parlamentodan geçmezse ne olacağını bilmiyor. İşte İngiltere ve Avrupa Birliği'nin yıllar süren 'kırık dökük' hikayesi ve önümüzdeki iki buçuk ayda gerçekleşebilecek potansiyel Brexit senaryoları...
1945, Avrupa'nın en zor yıllarından biriydi. İkinci Dünya Savaşı henüz sona ermiş, savaşı kaybeden Almanya'nın ordusu dağıltılmış, toprakları müttefikler tarafından paylaşılmıştı. Avrupa'nın en önemli şehirleri yıllar süren savaş boyunca yerle bir edilmiş, Avrupa ekonomileri sarsıcı bir şekilde küçülmüştü.
Savaştan bir yıl sonra, İngiltere'nin efsane başbakanlarından Winston Churchill, Zürih Üniversitesi'nde yaptığı konuşmadaki tarihi sözler Avrupa'nın geleceğine ışık tuttu. Churcill, "Bir çeşit Avrupa Birleşik Devletleri inşa etmeliyiz"
Churcill'in konuşmasının üzerinden geçen 73 yılda, Avrupa ülkeleri daha önce eşi benzeri görülmemiş bir siyasi yapılanmaya giderek Avrupa Birliği çatısı altında bir araya geldi. Ancak Churcill'in ortaya koyduğu vizyona rağmen, İngiltere 1963 ve 1967'de Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle'ün vetosuyla iki kez Avrupa Birliği'nin kapısından döndü. İngiltere'nin üçüncü başvurusu üyelikle sonuçlandığında yıl 1973'tü ve De Gaulle görevden ayrılmıştı.
İngiliz siyaseti, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa yanlıları ve Avrupa şüphecileri olarak ikiye bölünmüştü. Öyle ki, 1975'te Avrupa Birliği üyeliğinin oylandığı referandumda geçerli oyların yüzde 67'si üyelikten yana verilmesi de tartışmaları sonlandırmadı. Aradan geçen yıllarda İngiltere ile Avrupa Birliği arasındaki ilişki her zaman, diğer üyelere oranla, mesafeli bir şekilde seyretti. Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya ile birlikte Avrupa Birliği'nin lokomotif ülkelerinden biri olmasına karşın kendini Schengen ve Euro gibi uygulamaların dışarısında tutmaya çalıştı.
2016 yılı ise İngiltere-Avrupa Birliği ilişkisinin kader yılı oldu. Seçimlerden zaferle çıkan Başbakan David Cameron, bundan aldığı kuvvetle Avrupa Birliği tartışmalarını bitirmek istedi ve ülkeyi referanduma götürdü. 'Britain' (Britanya) ve 'exit' (çıkış) kelimelerinden türetilen Brexit kelimesiyle ifade edilen referandum sonuçları Cameron'ın beklediği gibi değildi. İngilizlerin yüzde 52'si Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden ayrılması yönünde oy kullandı.
23 Haziran 2016'da yapılan referandumun ardından, İngiltere'de Avrupa yanlıları ve Avrupa şüphecileri arasındaki bölünme ve İngiliz siyasetindeki fay hatları iyiden iyiye derinleşerek belirginleşti.
Yasal takvime göre 29 Mart 2019, İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden resmen ayrılması gereken tarih olsa da, neler yaşanacağını ne Londra'da ne de Brüksel'de henüz bilen yok...
SON DURUM: MAY'İN ANLAŞMASI YARIN OYLANACAK
"Sizler referandumda sandıklara gittiğinizde, bunu sesinizin duyulması için yaptınız. Bazılarınız on yıllardır ilk defa siyasi bir sürece güvendiniz. Sizi yüz üstü bırakamayız, bırakmamalıyız"
Bu sözler İngiltere Başbakanı Theresa May'in Sunday Express için yazdığı ve dün yayınlanan köşe yazısından. May, Brexit'in uygulanmamasının referandumda oy kullanan seçmenin iradesine saygısızlık olacağı fikrinde.
Brexit referandumunun ardından May hükümeti ile Avrupa Birliği yönetimi arasında yaklaşık iki yıldır devam eden müzakereler sonrasında, geçtiğimiz Aralık ayında bir anlaşmaya varılmıştı.
Ancak May'in Brüksel ile vardığı anlaşma kendi partisi dahil İngiliz siyasetindeki kimseyi memnun etmedi. Öyle ki anlaşmanın Avam Kamarası'ndan geçmeyeceğini anlayan May, geçen ay yapılması planlanan oylamayı son dakikada erteledi ve yeniden müzakere için Brüksel'in yolunu tuttu. AB yönetimi ve üye ülke liderleriyle bir dizi görüşme yapan May, istediği güvenceleri elde edememiş gibi gözüküyor.
Yarın, Avam Kamarası'nda May'in Aralık ayında AB ile vardığı ayrılık anlaşması oylanacak. Ancak anlaşmanın oylamada reddedilmesi bekleniyor. Bu durum da İngiltere'yi tarihinin en büyük belirisizliklerinden birine itiyor. Zira anlaşmanın reddedilmesinin ardından sürecin nasıl işleyeceğine dair Londra'nın bir planı yok ve Brexit'in resmen gerçekleşeceği tarih olan 29 Mart'a sadece iki buçuk ay kaldı.
FELAKET SENARYOSU: ANLAŞMASIZ AYRILIK
İngiltere parlamentosunda anlaşmanın geçmemesi ve 29 Mart'a kadar başka bir anlaşmaya varılamaması durumunda İngiltere, Avrupa Birliği'nde bir anlaşma olmadan ayrılacak.
Bu İngiltere'nin ani bir şekilde, son 40 yıldır iç ve dış ticareti düzenleyen yasal çerçeveden çıkması anlamına geliyor. İş ve lobi grupları bunun limanlarda aksaklıklara, ilaç stoklarında sıkıntılara ve hatta gıda kıtlığına neden olabileceğini belirtiyor.
Öyle ki acil durumlarda görevlendirilmek üzere 3500 kişilik bir askeri birliğin görevlendirildiği ifade ediliyor.
İngiltere Merkez Bankası'nın anlaşmasız ayrılık senaryosuna göre, ilk etapta İngiltere ekonomisi yüzde 8 oranında daralabilir, Ada'da ev fiyatları üçte bir oranında değer kaybedebilir. Stelinin dolar karşısında yüzde 25'lik değer kaybı, işsizliğin yüzde 7.5'a yükselmesi ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın yüzde 8 azalaması da İngiltere Merkez Bankası'nın anlaşmasız ayrılık senaryosunda öne çıkan başlıklar olarak görünüyor.
Ekonomik belirsizliğin yanı sıra, anlaşmasız ayrılık Birleşik Krallık'ta yaşayan 3.5 milyon Avrupa Birliği vatandaşı ve AB ülkelerinde yaşayan 1 milyon İngilizin geleceğini de belirsiz hale getirecek. Ancak anlaşmasız ayrılıkla ilgili hazırlıklar yapan Avrupa Birliği, üye ülkelerden İngiltere vatandaşlarının haklarını saklı tutmasını talep etti.
Diğer yandan Avrupa Birliği, İngiliz havayollarının birliğe giriş çıkış yapan uçuşlarına devam edebileceğini ancak AB içindeki uçuşlarını sürdüremeyeceğini belirtiyor.
İNGİLTERE, BREXIT'TEN GERİ DÖNEBİLİR Mİ?
İngiltere'nin Brexit konusunda büyük bir belirsizliğe sürüklenmesinin beraberinde getirdiği sorulardan biri de İngilizlerin AB'den ayrılmak vazgeçip vazgeçemeyeği sorusu oluyor. Aslında Avrupa Adalet Divanı geçtiğimiz ay aldığı kararla yasal olarak bunun yolunu açtı. Kararda, İngiltere'nin AB'den ayrılmak için 50. maddeyi işleterek başlattığı süreci tek taraflı olarak durdurabileceği belirtildi.
Ancak bu şu an için muhtemel seçeneklerden biri olarak gözükmüyor. İngiltere'de, Brexit yanlıları 'anlaşmasız ayrılık' seçeneğine daha yakın bir politika izlerken, ana muhalefetteki İşçi Partisi erken seçim çağrısı yapıyor. İşçi Partisi, anlaşmanın reddedilmesi halinde parlamentoya bir güven oylaması teklifi sunabilir ancak hükümetin düşmesi ve erken seçime gidilmesi için May hükümetini dışardan destekleyen DUP'un desteğini çekmesi gerekiyor. DUP, Brexit anlaşmasına destek vermeyeceğini net bir biçimde açıklasa da henüz hükümet değişikliği istediğine dair bir işaret vermiş değil.
Sıklıkla dillendirilen seçeneklerden biri olan 'ikinci Brexit referandumu' henüz masada değil ancak önümüzdeki günlerde çok daha fazla konuşulmaya başlanabilir. Zira, Brexit karşıtları aylardır ikinci bir referandum için kampanya yapıyor. 'Halkın Oyu' kampanyası, süreç boyunca ikinci bir referandum için 1.5 milyon imza topladı ve son kararın yine halka bırakılması gerektiği yönünde bir söylem kullanıyor.
The Guardian'ın haberine göre, Avrupa Birliği ise 29 Mart olan ayrılık tarihini anlaşmasız bir ayrılık gerçekleşmemesi için ertelemeye hazır. May hükümetinin böyle bir talebi olup olmayacağı bilinmese de, Brüksel'in Theresa May hükümetine yapılan anlaşmayı kurtarması için Temmuz'a kadar süre verebileceği ifade ediliyor. Ancak İngiltere Başbakanı Theresa May, son süreçte yaptığı birçok açıklamada Brexit'in 29 Mart 2019'da gerçekleşeceğini kesin bir dille söylemişti.
UZMAN GÖRÜŞÜ: İNGİLİZ SEÇMENDE PİŞMANLIK HİSSİ OLUŞMUŞTUR
İngiltere ile Avrupa Birliği arasındaki Brexit belirsizliği, İngiliz siyasetinin sürüklendiği kaosu ve Brexit sonrası Avrupa Birliği'nde yaşanabilecek muhtemel gelişmeleri Marmara Üniversitesi Avrupa Araştırmaları Enstitüsü'nden Doç. Dr. Armağan Emre Çakır, Habertürk için değerlendirdi. İşte Doç. Dr. Çakır'ın değerlendirmeleri ve konuyla ilgili sorularımıza verdiği yanıtlar:
İngiltere'nin Mart 2019'da ayrılışıyla birlikte Avrupa Birliği önemli ülkelerinden birini kaybedecek. Ancak bir yandan da tarihsel sürece baktığımızda Birleşik Krallık'ın, birçok kritik süreçte kendini bloğun dışarısında tuttuğunu görüyoruz. Brexit, beklentilerin aksine Avrupa entegrasyonunu hızlandırma potansiyeli taşıyor mu?
Doç. Dr. Armağan Emre Çakır:Avrupa bütünleşmesi bir 'kazan-kazan' (win-win) projesidir; AB'de yer alan tüm devletler ekonomik, siyasal, sosyal açılardan zaman zaman fedakarlık göstermek durumunda kalır, ancak uzun vadede ve genel toplamda birlikte kazanırlar. AB bu özelliğini, uluslararası ilişkilerin zorlu atmosferinde, bazı istisnai dönemler ve durumlar dışında korumayı başarmış, bu sayede, 1950'lerden bugüne bir cazibe merkezi ve türünün tek örneği olarak ayakta kalmıştır. AB'ye ilk üye olduklarında katkıları görece en az olan devletler bile, hızla Avrupalılaş(tırıl)mış ve AB'ye – her durumda ekonomik olmasa da en azından– örneğin güvenlik açısından katkı yapar hale gelmiştir. Bu nedenle, AB'nin hiçbir üyesinin faydasından çok zararı olduğunu, dolayısıyla üyelikten ayrılmasında AB için hayır bulunduğunu iddia etmek kolay değildir. Hele İngiltere gibi önemli bir ülkenin...
İngiltere'nin, AB'nin federalleşmemesi için başlangıçtan beri çaba gösterdiği, bütçeye yaptığı katkının yüksekliğinden hep rahatsızlık duyduğu, sosyal politika konusunda uzun yıllar çekimser kaldığı, Schengen Anlaşması'na ve Euro projesine katılmadığı, adalet ve içişleri konularındaki işbirliği girişimlerinden sadece kendi seçtiklerine katılmayı tercih ettiği, AB'nin kendi askeri karargahını oluşturmasına ve NATO'nun Avrupa savunmasındaki rolünün zayıflatılmasına sıcak bakmadığı gibi gerçekler, "İngiltere giderse AB sorunlu bir üyesinden kurtulur" görüşünde olanların açtığı ilk kartlardır. Ancak daha geniş bir perspektiften yapılacak bir değerlendirme, İngiltere'nin AB'ye yaptığı katkılarının önemini ve İngiltere'nin gidişinin AB için bir kayıp olduğunu ortaya koyar: İngiltere, Almanya'dan sonra AB'nin ekonomisi en güçlü ikinci ülkesidir ve AB bütçesine Almanya ve Fransa'dan sonra en fazla katkı yapan üyedir. Gelişmiş bankacılık ve finans piyasaları ve kendi para birimiyle AB'ye uluslararası arenada önemli bir açılım getirirken, nükleer bir güç ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi bir üyesi olarak AB'nin uluslararası aktörlüğüne kayda değer bir fayda sağlamaktadır. İngiliz diplomatlarının özellikle ABD, Rusya, İran gibi ülkelerle görüşmelerde önemli teknik bilgileri ve müzakere deneyimleri bulunmakta, AB kurumlarında çalışan İngilizler, hukuk, muhasebe, askerlik gibi konularda devletlerinin birikimini Birliğe aktarmaktadırlar. AB'nin 1980'lerden beri ilerleme kaydetmeye çabaladığı bilgi teknolojileri, enerji, iklim değişikliği gibi konularda İngiltere dünya çapında önemli noktalara gelmiştir.
AB, İngiltere'nin gidişiyle kağıt üzerinde federalizm yönüne doğru belki birkaç açılım yapabilir; ancak bu açılımların içini doldurması kolay olmayacaktır. Umulur ki, İngiltere'nin ayrılışının ardından AB yeniden ve gecikmeden, kazan-kazan çıktısı üreten bir sistem haline gelmeyi başarır.
24 Haziran 2016 günü referandum sonuçları kesinleştiğinde İngiltere'de bir zafer, Avrupa'da ise bir yenilgi havası vardı. Avrupa Birliği'nin dağılma senaryoları konuşulmuş, birçok üye ülkenin benzer bir yola girebileceğine dair yorumlar yapılmıştı. Ama aradan geçen 2.5 yılın ardından baktığımızda farklı bir atmosfer görüyoruz. İngiliz siyaseti kaosa girerken, Avrupa'da şüphecilerin hızı ise kesilmiş gibi görünüyor. Sizce Avrupa Birliği bu havayı nasıl değiştirdi ve moral üstünlüğünü kazandı?
Doç. Dr. Armağan Emre Çakır:İngiliz halkı ve siyasetçileri AB'yi anlamakta bazen zorlanmış ve onu hafife almışlardır. İngiliz medyasında özellikle tabloid gazetelerin yaptığı, sığ ama yüksek sesli AB karşıtlığının da etkisiyle, bu ülkede popülist bir "AB karşıtlığı" söylemi oluşmuştur. Bu söyleme inanan ve sayıları gitgide artan İngiliz seçmenleri, İngiltere'nin AB üyeliğinin üzerinin bir kalemde çizilebileceğini zannetmişlerdir. Referandumum hemen sonrasındaki sevinçte bu zannın payı büyüktür.
Fakat İngiltere'nin AB'den çıkışının ülkeye getireceği ekonomik, sosyal, siyasal, hukuksal maliyet tüm veçheleri ile ortaya çıkınca, ve İngiltere'nin 45 yıllık üyeliği sürecinde AB arasında husule gelmiş organik kaynaşmanın bistüri ile kesilir gibi ayrılmasının teknik güçlüğü anlaşılınca, referandumda İngiltere'nin AB'den ayrılması yönünde oy kullanmış olan İngiliz'lerde pişmanlık hissi oluşmuştur. Benzeri bir değişim de diğer üye ülkelerde yaşayan Avrupa şüphecilerinin bakış açısında yaşanmıştır: Onlar da hem İngiltere'nin ayrılışının AB için bir kayıp olacağının, hem de bir ülkenin AB'den ayrılmasının o kadar kolay olmadığının farkına varmışlardır.
İngiltere'nin AB'den ayrılmasının ardından, Almanya ve Fransa birliğin hem ekonomik hem de kültürel anlamda lokomotif ülkeleri haline geldiler. Özellikle güçlü ekonomisi ve üretim gücüyle Almanya'nın öne çıktığını ve birliğe liderlik ettiğini görüyoruz. Sizce üye ülkeler için yakın gelecekte Alman hegemonyası riski var mı? 2019'un Mart'ında Birleşik Krallık'ın ayrılması ve Mayıs'ta yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri Avrupa Birliği için yeni bir dönemi mi işaret ediyor?
Doç. Dr. Armağan Emre Çakır: İngiltere 1973'te o dönemki Avrupa Ekonomik Topluluğu'na katılırken, Fransa bu yeni ve büyük üyenin Almanya'nın gücünü, Almanya ise Fransa'nın gücünü dengeleyeceğini umuyordu. Aradan geçen 45 yılda Fransa ve Almanya arasındaki güç dengesi Almanya lehinde önemli ölçüde değişmiş, Almanya Birliğin başat ülkesi haline gelmiştir. İngiltere'de çekildikten sonra, Fransa, Almanya'yı dengelemekte daha da zorlanacaktır. AB genelinde de, yukarıda bahsedilen ve on yıllar içinde özenle oluşturulmuş kazan-kazan durumu Almanya lehine değişmeye başlayacaktır. Ancak, bu dönüşümün Almanya için bile sancılı olacağını söyleyenler vardır. Örneğin, Köln'de yer alan Alman Ekonomi Enstitüsü, İngiltere'nin AB'nin gümrük rejiminin tam olarak dışına çıkması durumunda, İngiltere ile iş yapan Alman firmalarının toplam olarak üç milyar Avro gümrük vergisi ödemek zorunda kalacağı öngörüsünde bulunmuştur.
İngiltere'nin AB'den ayrılışı planlandığı gibi 2019 Mart ayında gerçekleşirse 2019 Mayıs ayında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimleri İngiltere'de gerçekleşmeyecektir. Ancak İngiltere'deki Yüksek Seçim Kurulu, ayrılma sürecinin uzaması ve seçimlerin İngiltere'de gerçekleştirilmek durumunda kalması ihtimaline karşı bir yedek bütçe ayırdığını duyurmuştur. AB'nin Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi'de bu ihtimali gözönünde bulundurmaktadır. Seçimler İngiltere'siz gerçekleşirse, bu durum Parlamento'nun politika tercihlerinde ciddi sapmalara yol açmayacaktır.
Çünkü birincisi, AB'nin üye sayısının çokluğu düşünüldüğünde, Avrupa Parlamento'sunda üye ülkeler arasında, sahip oldukları sandalye adedi açısından büyük farklar bulunmamaktadır. 751 sandalyeden 96'sı Almanya'ya (% 12.8), 74'ü (% 9.9) Fransa'ya aittir. İtalya ve İngiltere'nin 73'er sandalyesi (% 9.7) vardır. İngiltere ayrıldığında, bu % 10'dan az olan bu pay diğer üyeler arasında paylaştırılacaktır. İkincisi, Avrupa Parlamentosu AB'nin kurumsal yapısı içinde tarihsel süreçte hep güç kazanmışsa da, AB'nin uzun vadeli ve kritik kararları hala AB'nin Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi'nde alınmaktadır. Üçüncüsü, halkın Avrupa Parlamentosu seçimlerine ilgi ve katılımı düşüktür. Sonuç olarak, İngiltere'nin AB'den ayrılmasının ardından yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin Avrupa Birliği için yeni bir dönem başlatacağını söylemek zordur.