Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İSTANBUL (AA) - ÖZGÜR DİKMEN - Pers Kralı Keyhüsrev’le ABD Başkanı Donald Trump’ın nasıl bir alakası olabilir ki? İlk duyulduğunda kulağa alakasız gelse de ABD’deki Evanjelik Hıristiyanlar ve İsrail’deki Dindar-Siyonist Yahudiler için kesinlikle öyle değil. Özellikle ABD’deki Evanjelik güruhtan bazıları Trump’ın başkanlığına Tevrat’tan deliller getiriyor ve dahası pek çok “Televanjelist” vaize göre Donald Trump, moden çağın Keyhüsrevi.

        Tevrat’a göre Keyhüsrev, Kudüs’teki tapınakları yıkılan ve vadedilen topraklardan Babil’e sürülen Yahudileri, Babil’i ele geçirerek kurtarmıştı. Dahası o dönem, kendisinin yakınında olan Yahudi peygamberi Ezra’ya ciddi imkanlar verip Kudüs’teki tapınağın yeniden inşasını sağlayarak sürgüne giden Yahudilerin yeniden kendilerine vaadedilen topraklara geri dönmelerine yardım etti. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ve yakın bir zamanda İsrail’in Batı Şeria’daki işgalini uluslararası düzlemde legalize edecek bir planla gelmeye hazırlanan Trump, neden modern çağın Keyhüsrevi olmasın ki? Tapınak hayalleri kuran Dindar-Siyonist kamp için dahası da var. Onlara göre Kubbetu's Sahra’nın yerinde yükselecek Yahudi tapınağı da Trump’ın başkanlığı sırasında inşa edilecek. Tapınakçı Yahudiler için Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak tanıması yeterli bir 'mucize'. Bunun anısına İsrail’deki Tapınak Enstitüsü Keyhüsrev ve Trump’ı yan yana gösteren bir hatıra parası bile bastırdı. Yani ABD’deki Evanjelistler ve İsrail’deki Yahudilerin bir kısmı için Trump asla sıradan bir ABD başkanı değil.

        İsrail merkeze alınarak bakıldığında 21. yüzyılın -şimdilik- ilk çeyreğine İsrail’in altın dönemi demek hiç de yanlış olmaz. İkinci Irak savaşından bu yana hemen hemen bütün bölgesel değişimler, İsrail’in güvenliğine doğrudan katkıda bulundu. Saddam rejiminin Amerikan işgaliyle son bulmasından İran’a uygulanan yaptırımlara, Mısır’daki darbeden Suriye’deki kaosa kadar birçok gelişme İsrail’i tehdit eden unsurları saf dışı bıraktı. İsrail’in bu mevcut konumunu komplo teorilerine başvurmak yerine İsrail’in Batılı ülkelerle kurduğu ittifaklar ve ABD’nin verdiği koşulsuz destek bağlamında düşünmek gerekiyor. Barack Obama’nın başkanlığının son döneminde İsrail’e sağlanan mali ve askeri destek, ABD-İsrail ilişkilerinin tarihindeki en yüksek miktara ulaşırken, Donald Trump’ın ABD başkanı olmasıyla, İsrail’e verilen politik ve finansal destek yeni zirveleri gördü. Bugün İsrail’in gerek dış politika söylemi gerekse içeride yaptığı çeşitli düzenlemelerin hiçbiri ABD desteğinden bağımsız olarak anlaşılamaz. Birkaç gün önce İsrail Parlamentosu'nda oylanan Ulus Devlet Yasası da buna dahil. Yasanın hem içeriği hem de zamanlaması ABD’nin Kudüs hamlesi ve ardından gelecek olan “Yüzyılın Anlaşması” için bir hazırlık olarak görülebilir.

        - Yüzyılın Anlaşması'nın ayrıntıları

        Her ne kadar detayları kamuoyuyla paylaşılmamış olsa da Yüzyılın Anlaşması’na dair pek çok kanaldan çeşitli yorumlar geliyor. Bu da aslında detayların yavaş yavaş siyasetçilerle paylaşılarak suyun ısıtıldığının bir göstergesi. Bir yandan İsrail’in yanında duran Suudi Arabistan, Filistin meselesinde barışı savunur bir söylem benimserken, diğer yandan Filistinli yetkililer Trump’ın önerisinin kabul edilemeyeceğini söylüyor. İsrailli yorumculara göre İsrail’in işleri yolunda. Yüzyılın Anlaşması kabul görecek bir öneri olmasa bile ABD’nin İsrail’e Batı Şeria’nın İsrail egemenliğine girmesi ve Kudüs’ün hızla Yahudileştirmesi konusunda engel olmayacağı yorumları yapılıyor. Trump’ın Ortadoğu diplomasisi açısından bu kötü ihtimal. İyi ihtimalse Yüzyılın Anlaşması’nın çeşitli baskılarla masada tutularak uluslararası topluma yegâne meşru çözüm şeklinde sunulması. Halihazırda şimdiden anlaşma merkezli bir koalisyon oluşmuş gibi bir görüntü mevcut. İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün’ün Amerika’nın liderliğinde bir araya geldiği henüz adı konmamış koalisyona, Trump’ın planını Müslümanlara empoze edecek ittifak gözüyle bakılıyor.

        Geçtiğimiz aylarda Ramazan’dan sonra açıklanacağı söylenen ama açıklanmayan planın içeriği çokça tartışılırken, kimi yorumcular da ABD’nin detayları kontrollü olarak çeşitli politik çevrelerde sızdırıp içeriği gelen tepkilere göre belirlediğini söylüyor. Şimdiye dek farklı çevrelerde konuşulan ve birbirini doğrulayan ayrıntılar da mevcut. Bunlardan biri şehrin doğusunu da içine alacak şekilde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak taraflarca tanınması. Bu zaten ABD’nin büyükelçilik hamlesiyle de facto olarak dayattığı bir durumdu. Aynı derecede kritik bir madde de Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleriyle alakalı. Yüzyılın Anlaşması’yla mevcut yerleşimlerin İsrail’in tam egemenlik alanına dahil edilmesi öngörülüyor. İsrail halihazırda yerleşimleri sadece yerleşimcilerin üzerine ev inşa edip kullandığı araziden ibaret görmeyip, güvenliklerini sağlamak bahanesiyle etraflarındaki arazileri de yerleşime dahil ediyor. Her ne kadar anlaşma, Batı Şeria’da “Filistin Devleti’nin egemenliğinde” olacak bir miktar toprak öngörse de bu önceki barış planlarında Batı Şeria’da gelecekteki bir Filistin devletine bırakılacak toprak miktarının yüzde sadece 11’ine tekabül ediyor. Diğer yandan Gazze’ye “özel bir statü verilerek” orada ayrı bir devletin kurulması ve güvenliğinin de Mısır’a devredilmesi öngörülüyor. Son olarak da İsrail’in kuruluşundan bugüne sürgün ettiği Filistinli mültecilerin geri dönüşüne dair umutlar da son buluyor. Trump’ın planına göre konunun gündeme gelmesi bile imkansız gibi.

        - Trump'ın planı İsrail'in tarihsel eğilimine uygun

        Trump’ın planının İsrail’in kuruluşundaki vizyonla uyuşan bir yönü var. İsrail’in kurucuları, yani ilk Başbakan David Ben Gurion ve etrafındakiler İsrail’in bağımsızlığı ilan ederken aslında devletin konvansiyonel manada devlet özellikleri taşımadığının farkındaydı. Yeni devletin sınırları, nüfusun nitelikli bir çoğunluk oluşturmaması ve mevcut Yahudi toplumunun kolektif kimlikler bakımından görece homojen bir görünüm vermemesi gibi meseleler, Ben Gurion’un İsrail’i yerli yerinde bir devlet olarak görmesine imkan vermiyordu. Bu sorunların çözümlenerek, İsrail’in bütünleşmiş bir devlet olarak ortaya çıkışı zaman alacak bir meseleydi.

        Diğer yandan David Ben Gurion, o dönemde sayıları 1000’i bulmayan ve Siyonizmi reddeden ultra-Ortodoks Yahudilere bazı imtiyazlar vermişti. Bu imtiyazların temelinde de ulusal bütünlüğü sağlama noktasında desteklerinin alınmasıydı. Ben Gurion zaman içerisinde ulusun gittikçe sekülerleşeceğini ve bütünleşeceğini düşünüyordu. Ne var ki süreç öyle gelişmedi ve günümüz İsrail’i, aşırı sağın gittikçe yükseldiği ve çeşitli Yahudi grupların bile birbirini dışladığı bir yapıya dönüştü. Ancak Ben Gurion’un bu bütünleşme beklentisinin sonuçlarından birisi de kuruluşun hemen sonrasında yapılacak bir anayasaya karşı çıkmasıydı. Böyle bir anayasa sınırları, vatandaş tanımını ve başka birçok unsuru sabitleyerek tamamlanma sürecinde İsrail devletinin esneklik göstermesini engelleyecekti. Sabit bir hukuki metnin varlığında, sınırlar bu metinle sabitlenmiş olacak ve Doğu Kudüs’ün ya da Batı Şeria’nın İsrail topraklarına katılması mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla bir anayasa devletin tamamlanmasının önündeki en büyük engeldi.

        Gerek jeopolitik olarak İsrail’in güvenliği gerek de tarihsel miras Batı Şeria’nın ve Kudüs’ün tamamının İsrail egemenliğine girmesini gerektiriyordu. Bu noktadan bakıldığında İsrail’in attığı adımlar; 67 Savaşı, sonrasında Yahudi yerleşimlerinin genişlemesi, Doğu Kudüs’te İsrail egemenliğinin sağlanması ve bu çerçevede İsrail’in attığı uluslarası adımlar İsrail’in jeopolitik olarak sürekli tamamlanma arayışında olduğunu gösteriyor. Bu durum kolektif kimlikler için de geçerli. İsrail’deki güvenlik söylemiyle iç içe geçen kimlik politikaları 67 Savaşı’ndan bugüne Dindar-Siyonist Blok’un kontrolsüz yükselişini beraberinde getirdi ve toplumdaki temel siyasi blok sağın sağında konumlandı. Bu çerçevede Donald Trump’ın gerek Kudüs hamlesi gerekse “Yüzyılın Anlaşması” gibi bir planla gelmesi, İsrail’in bu tarihsel eğilimine ciddi bir katkı sağlıyor.

        Ulus Devlet Yasası Trump’ın barış planına İsrail içinde hukuki bir zemin hazırlamak bağlamında incelenebilir. Ulus Devlet Yasası’yla vatandaşlık tanımının üstü örtük bir şekilde değiştirilerek “ülkenin kaderini belirleme hakkının Yahudilere münhasır” hale getirilmesi ve Arapça’nın devletin resmi dillerinden biri olmaktan çıkarılması, Arapların tehcirini kolaylaştırıp toplumun Yahudileştirilmesini ve böylelikle nitelikli Yahudi çoğunluğun sağlanmasını kolaylaştıracaktır. Diğer yandan yasada Yahudi yerleşimlerinin geliştirilip güçlendirilmesi milli bir değer olarak belirlenmektedir. Bu çerçevede yasa bir türlü açıklanamamış “Yüzyılın Anlaşması’na” İsrail iç hukukunda bir hazırlık olarak görülebilir. Nitekim mevcut yasa ilk defa 2011 yılında parlamentoya getirilmişti ve ancak Trump’ın ABD başkanı olduğu bir konjonktürde parlamentodan geçirilebilirdi.

        [TRT World'de araştırmacı olarak çalışan Özgür Dikmen, İsrail siyaseti ve dış politikası alanlarında çalışmalarına devam etmektedir]

        Anadolu Ajansı ve DHA tarafından geçilen tüm İstanbul haberleri, bu bölümde Haberturk.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. İstanbul Haberleri alanında yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen ajanslardır.

        Tüm Yerel Haberler
        İstanbul İlçeleri
        Tüm İstanbul Haberleri
         İstanbul

        İstanbul

        Nöbetçi Eczaneler

        Yazı Boyutu
        Günün Önemli Manşetleri

        Benzer Haberler

        Habertürk Anasayfa