Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

Balçiçek İLTER / GAZETE HABERTÜRK

Fotoğraflar: Sinan BİLGENOĞLU

Ne öğrendik 15 Temmuz’dan?

Öncelikle bu süreç bize Cumhurbaşkanı’mızın kararlılığını, vatanı ve milleti için nasıl yola çıktığını bir kez daha gösterdi. Cumhurbaşkanı’nın güçlü ve cesur yapısına tekrar şahitlik ettik. Halkı için nasıl kararlı bir duruş sergilediğini ve halkın da hem Cumhurbaşkanı’nı hem de temsil ettiği konumu nasıl cansiperane savunduğunu, hayatlarını vermeye hazır olduğunu biliyorduk ama daha kesin bir şekilde fark ettik. Müthiş kıymetli bir birliktelik bu, karşılıklı müthiş bir özveri... Sayın Cumhurbaşkanı’mızın Gezi sürecinden bu yana bize yansıttığı bir demokrasi tecrübesi vardı, o dönem onu karşılamaya havaalanına gitmiştik, hatırlarsanız... İşte o tecrübe bugün önce kalkışma gecesine, ardından demokrasi nöbetlerine taşındı.

Peki siz ne öğrendiniz?

O günden beri irdeliyorum. Hani, aklımızda hep kalıplar var, hep o kalıplara göre konuşuyoruz, oysa özümüze indiğimizde hep aynıyız. Onu öğrendik, gördük. Hayatın o telaşı içerisinde o aynılıklarımızı galiba unutuyoruz. İster istemez önyargılı bakıyoruz. Ben Türkiye’de sade vatandaşın hiçbir ayrışması olmadığına inanıyordum. “Toplumda kutuplaşmaayrışma” diyorlardı ya, ben buna inanmıyordum, çünkü gündelik hayatta bunu görmüyordunuz. Bunun en önemli tezahürünü o gece gördük. Eğer tabanımızda bir ayrışma olsaydı, o tabanlar darbeye karşı durmak yerine birbiriyle çarpışabilirdi, Allah muhafaza.... Türkiye’de siyaset sanal olarak bir ayrışma olarak bina edilmeye çalışılıyordu.

Siyaset bundan besleniyordu çünkü...

Ben kelimelerimle buna muhalif olmuş birisiyim, itiraz etmişimdir. Hep beraber şunu gördük. Fikirlerimizin aynı olduğunu düşündüğümüz insanlarla pek çok konuda farklıyız, farklı düşündüğümüzü zannettiğimiz insanlarla düşündüğümüzden çok daha fazla konuda beraberiz. İmanın kimde olduğunu bilemeyiz, bu konudaki imtihanımızı ancak hayat bittikten sonra Allah’ın huzurunda vereceğiz. En önemli mesele, kafamıza farkına varmadan koyduğumuz önyargıları, frenleri, bunları geriye koymamız gerektiğidir. Hayata bakışımız, inancımız, yaşam tarzımız farklı olabilir ama bu ülkenin geleceği için özümüzde aynı yerde buluşuyormuşuz, bunu görmüş olduk, çok kıymetli bir şey bu.

15 Temmuz olmasaydı birleşemeyecek miydik?

Birleşemeyecektik ve bu olayın böylesine vahim olduğuna da inanamayacaktık. Bu yapılanmanın içerisinden anlatıyorlar ama onlar kamuoyunun bildiği isimler, benim daha yakın bildiğim kişilerden dinlediğim hikâyeler var. O sistemden atılan ya da kendi isteğiyle atılan... Şöyle söylerlerdi: “Siz idrak edemezsiniz onların ne kadar kötü olduğunu.’’ Bu süreçte de gördük ki çok merhametsizler. Hiç düşünmediğimiz kadar vicdansızlar. Oysa imanlıysanız değil dosta, düşmana bile merhametiniz artar. Ve en çok da kendi ekibindeki insanlara merhametsiz, ardından kendine bu olanakları sağlayanlara, bu topluma merhametsiz, hiç vefa duygusu yok. Diğer taraftan da şaşırtıcı bir şekilde korkak.

Cemaat’ten yakın dostlarınız var mıydı?

Arkadaşlarım vardı, ayrılanlardan. Girip çıkmış, canı yanmış. Kendim hiç ilgi duymadım çünkü o ağlayan ritüeller, sohbetler hiç inandırıcı gelmedi. Üstelik hiç konuşulmuyor; bu yapılanmanın kadın yaklaşımını da konuşalım. Kız öğrencilerle alakaları pek yoktu. Bu yapılanmaya baktığımda özünde erkek, para seven, zengin seven, müthiş bir kast sistemi olan ve itirazı olmayan parlak zekâyı seven bir yapı görüyorum. Sorgulamayacak. Bir tür yöntemle insanları aptallaştırıyor. Zekâ yetmiyor, onu kullanmak için sizi bir yere hapsetmesi gerekiyor. Verdiği vazifelerle, yöntemlerle sorgulama kabiliyetini yitiriyorsunuz.

Ya kadınlar?

Kadın onlar için dekorun bir parçası. Bu kurgunun ve resmin tamamlanması için kast sistemi devam etmeli. Kadınlar asli unsuru değil, çok net bir kullanma durumu. Kadının meta olarak kullanılmasının en net örneği. Kadın başını örtmek istiyor, “Hayır örtme’’ diyor. “Senin böyle olman lazım’’ gibi... Ya da tam tersi, kadın rektörün başı örtülüyor, o ara işlerine öyle geldiği için. Düşünsenize, evde seccade bile bulundurmuyor; çocuk görür de anaokulunda söyler vs... Bu arada hem dekorun bir parçası hem de unutmamak lazım ki kadınlarla bir eve girmek kolay. Bu terör örgütü bir şey olmadan önce evlerde altlığını hazırlıyor.

Ne demek o altlık?

Yani sohbet ortamlarında bir kehanet gibi olacaklara hazırlıyorlar. Ben eminim ki bu darbe girişimiyle ilgili altlıklar hazırlanmıştır. Daha dershanelerle ilgili hukuki düzenleme yokken bile onların kapatılacağı bilgisi evlerde yayılıyordu.

Mafya yasası omerta gibi, herkes susmuş...

Benzer yönü var. Cuma sohbeti yapıyorsunuz, sevdiğiniz abla gelmiş, orada size anlatırken diyor ki: “3 gün sonra dava patlayacak, birilerinin yolsuzluğu ortaya çıkacak.’’ Bir keramet gösterme hali. Bir şeyler olmadan önce altlığını hazırlama... Kadınların en çok kullanıldığı alan. Yeni evlere, yeni insanlara temas etmek için dini kullanarak o sohbet halkalarında bunları yaymak. Darbeci askerlerin eşleri mutlaka dinlenmeli. Onlar neyi, ne kadar biliyorlar? İnanılmaz bilgileri olduğunu düşünüyorum. Bu terör örgütünü çözmek için kadınlara bakmak lazım. Eş durumundaki ablalara bakmak lazım. O kadınlar kendilerini gizleme vitrininin en önemli parçaları.

Ülke travmadan geçiyor, ya AK Parti?

Derin bir aldanılmışlık hissi var ama yeni değil. 17-25’ten sonra travmamız başladı bizim. En ağır olay oydu. Erime o zamandan beri başlamıştı bu yapıda, onu görüyorduk. Bu yapı için ekonomik rant çok önemli. Zengin insan seviyorlar. Sohbetlere yollanan insanlar da hep bu amaca yönelik. Himmet için yarışlar yapıldı düşünsenize. “Bir ev verdim, arabanın anahtarını attım.’’ Koskoca adamlar... Sorgulamayan zekâlar istendi. Kadınlara gelince, size öyle bir program yapıyorlar ki sizin diğer arkadaşlarınızla, ailenizle bile bağınız, vaktiniz kalmıyor. Ben bilirim ki o insanlar yıllardır 3 ayda bir telefonunu değiştirir.

Garip gelmedi mi? Sormadınız mı?

Merak edersiniz, sorarsınız, “Tedbir’’ diye cevap verirler. Sonuçta sormaktan vazgeçersiniz. Yapının içine girmişlere öyle bir yaşam koçluğu yapıyorlar ki başkalarıyla temas edemiyorsunuz. Onun gazetesi, onun televizyonu, dizisi, onun yemeği, sosyalleşmesi, onun okulu, onun üniversitesi... Bir de sanal rütbeler veriliyor. Bunları da atlamamak lazım. Sürekli imamlar var başınızda. Hem ekipler arasında geçişkenlik olmasın hem de sizin sorgulama gücünüz ortadan kalksın diye. İtaat kolaylaşsın diye. Sizi bir taraftan değerli, bir taraftan değersiz hissettirerek bir hegemonya hali oluşturuyorlar. Küçücük yaştan alıyor, “Seni bilmem nereye vali yapacağım, üstelik ders de çalışmana gerek yok, soruları da vereceğim, hızlı geleceksin oralara’’ vs. gibi işletiyorlar sistemi. Evlere ve öğrenci evlerine kâğıtlar dağıtılıyor.

Ne kâğıdı?

Kimden peynir alacağınıza kadar yazılı. Nereden alışveriş yapılacak, hangi marka mobilya alınacak. Her şey bellidir.

Bu yeni öğrenilen bir şey değil konuşmalarınızdan anladığım kadarıyla, bu durum rahatsız etmez miydi sizleri?

Bu hep vardı doğru, yeni öğrenmedik. Çok rahatsız ederdi. İşadamısınız, örneğin koltuk üretiyorsunuz, süngerinden yayına kimden alacağınızı söylüyorlar. Karşılıklı himmetini de alıyor. Terör örgütü böyle besleniyor işte. Bu tarz, işadamının da işine geliyor. Kendince himmetini veriyor, işi yürüyor. O yüzden terör örgütü aktif olarak siyasetin içinde olmadan siyasi güç olmaya çalışıyor. Türkiye’da maalesef siyasetçi olmadan siyaset üretmeye çalışanlar var.

Ne ilginç bir tespit bu...

İşadamları, STK gibi görünen yapılar... Aslında aktif siyasetçi onlar. Üstelik hiçbir bedel de ödemiyorlar, siyasetçi gibi siyasetin yükünü de taşımı- yorlar. Geçmişte üniversiteler ve asker de böyleydi, siyaset üretiyorlardı. Yani bakın FETÖ yapılanmasına, neden bu kadar çok STK’sı var? Her yerde paralel yapı üretmiş; yargıda, askerde, poliste... Bunu yaparken de kâh kariyer kâh ekonomik gelecek hayali, insanın içinde asılı, özünde var olan bütün hırsları kullanmışlar. Öte yandan itaat etmek o kadar zor bir şey ki... Buna nasıl ikna ettiklerini anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Tam bir teslimiyet. İnsan kendine bile bu kadar kolay teslim olmakta zorlanır.

‘ALLAH'IN BİZE ANLATTIĞI HİÇBİR ŞEYE UYMUYOR’

Koskoca işadamı ne uğruna falakaya yatar?

Aklım almıyor. Herhalde diyorum, imanla ilgili bir teyit noktası arıyorlar. İnanıyorsunuz, iman ediyorsunuz ama galiba buna bir sağlama duymak istiyorsunuz. “Sen iyi bir müminsin’’ diye... Herhalde bunun peşindelerdi. Oysa ki bunun cevabı bugün yok. Bunu bilmek için bu imtihanın bitmesi lazım. Bu dünyada olacak bir iş değil ki... 17-25 Aralık sonrasında etrafta “Ben onunla cehenneme de razıyım’’ cümlelerini duydum ben. Bu o kadar korkunç bir cümle ki. Bunu söyleyene ne yapabilirsiniz ki? Herkesin imtihanı tek başına ve gün içerisinde her olayda yeniden cevap veriyorsunuz. İman, “Bir defa iman ettim, bitti” denecek bir şey değil, her olayda yeniden cevap verilerek inşa ediliyor, ben öyle inanıyorum. Bu teslimiyet hali son derece kolaycı. Allah’ın bize anlattığı hiçbir şeye uymuyor. Ve siz tutuyorsunuz bütün iradenizi, hayatınızla ilgili bütün kararları bir başkasına teslim ediyorsunuz, olacak iş mi? Allah’ın yapmadığı bir şeyi yapıyorsunuz. İmanın bütün felsefesine ters bir şeyden bahsediyoruz. Hiç alakası yok. Vatana düşmanlık örneğin, bu nasıl bir şey?

‘ABDEST ALMIŞ ÖLÜME HAZIRLANIYORLAR’

15 Temmuz gecesi korktunuz mu?

Korkmak diyemem, galiba inanamadım, anlamakta zorlandım, korkuya sıra gelmedi. Ankara’daydım. Babam aradı, “Evladım bu darbe başarılı olmayacak, merak etme’’ dedi.

İnsanların üzerine ateş açıldığı bilgisi geldiğinde ben memleketim için çok korktum...

Aynen. Lojmanlardan çıktım, Çankaya’ya doğru yürürken çok kötü silah atışları vardı. Orada yürürken korkuyorsunuz. Ölüm çok yakın. Ve şunu fark ettim o gece, biz sıradan insanlar silahın ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Bence cesaretimiz oradan geliyor. “Duvarın dibinden yürü, hedef olabilirsin!’’ dediler bana örneğin. Tek korumanız duvarın dibi, ama yine de yürüyorsunuz... Tek başıma uzun bir yürüyüştü diyebilirim. Sonra milletimizi gördüm, arabalar, barikatlar... Allah bu milletten razı olsun, gerçekten çok cesur.

15 Temmuz travması ardından 7 Ağustos Yenikapı buluşması....

En önemli ders nedir biliyor musunuz? İnsanımızı aşağılayan birtakım söylemler vardır. “Köylü’’ derler, “Cahil’’ derler.... Oysa millet müthiş feraset sahibi, cesur, inandığına sonuna kadar inanan, sevdiğini sonuna kadar seven... Ve en çok da bu vatanı seven... İnsanlar o gece İstanbul Büyükşehir önündeki havuzda abdest almışlar. Ölüme hazırlanıyorlar... Müthiş etkileniyorum düşündükçe. Bu ülkenin gerçek sahibi olmadığı düşünülen ve verdiği oy bile sorgulanan insanların verdiği bir savaş bu. “15 Temmuz’dan itibaren bu ülkenin sade vatandaşına hiç kimse aşağılayıcı tek bir imada bile bulunamaz” diye düşünüyorum. 7 Ağustos’a gelince... Bütün mitinglere konumum gereği şahitlik etmiş biriyim. 6 Ağustos gecesi 01.30 gibi alana gittim, boş- ken bakmak hep heyecan vermiştir alana ve en büyük soru: “Acaba dolacak mı?’’ Ama o gece biliyordum hıncahınç dolacağını. O birlikteliğin anlamı müthişti. Mevlânâ’nın bir sözü var: “Konuşan bir neydir, dinleyen onu üfleyendir.’’ O gün o sahneye çıkan herkes, o kitlelere bakınca herhalde şöyle bir hisse kapılmıştır: “İnsan lal olsa yine dile gelir.” Siz konuşmuyorsunuz, o topluluk size konuşuyor. Üstüne söyleyecek cümle bulamıyorum.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ