Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Son dakika: Fantastik sinemanın 15 klasiği
        • 1

          HARRY POTTER VE ÖLÜM YADİGARLARI BÖLÜM 2 (2011)
          (Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 2)

          Yedinci filmin umutsuz ve kasvetli karanlığının peşinden gelen bir ölüm kalım savaşı! Büyücülerin dünyasındaki faşizan Voldemort rejimine karşı demokratik ve paylaşımcı değerleri savunan Hogwarts ruhunun savaşı bu... Tek lidere karşı herkesin kendi görevini yaptığı ekipte Harry Potter da var. Harry'nin gerçek kahramanlığın, sınırsız özverinin ve sevginin anlamını kavradığı film, seriye yakışan görkemli bir final. Bu film, sadece Voldemort ile Harry arasında "İyi olan kazanır" diyeceğimiz bir final karşılaşması değil. Daha fazlası... Bir yanıyla, adının da çağrıştırdığı gibi ölüm korkusuyla baş etme üzerine bir film. Harry gerçek kahramanlığın, sınırsız özverinin ve sevginin anlamını kavrıyor. İsyan hareketinin aslında bir lideri değil, ruhu var. Harry de o ruhun bir parçası. Savaşa yıllar öncesinden hazırlanan Hogwarts, öğretmeni ve öğrencileriyle bir bütün olarak çıkıyor Voldemort'un karşısına.

        • 2

          EJDERHANI NASIL EĞİTİRSİN (2010)
          (How to Train Your Dragon)

          Cressida Cowell’in 12 kitaplık serisinden sinemaya uyarlanan film, ejderhalarla savaşan bir Viking adasında geçiyor. Kral babasına ve diğer Viking savaşçılarına benzemeyen çelimsiz Hiccup, avladığı ilk ejderhaya kıyamıyor ve onu gizlice yaşatmaya karar veriyor. Gerçek gücün ve bilgeliğin, “düşmanı”nı anlamaktan geçtiğini vurgulayarak barışın sırrını ifşa eden harika bir film... Dean DeBlois ve Chris Sanders’in yönettiği filmin çok eğlenceli ve sürükleyici olduğunu da belirtelim.

        • 3

          PAN’IN LABİRENTİ (2006)
          (El Laberinto del Fauno - Pan’s Labyrinth)

          Guillermo Del Toro’nun yazıp yönettiği film, 1944 yılında İspanya’da geçer. Diktatör Franco’nun muhaliflere göz açtırmadığı kanlı bir dönemdir. Ofelia, Franco’nun ordusunda subay olan sadist üvey babasının annesine ve kendisine karşı olan sevgisizliğinden, yaşadığı dünyanın umutsuz karanlığından ancak fantezi dünyasına kaçarak kurtulur. Del Toro, Ofelia’nın fantezi dünyasıyla onu saran gerçeklik arasındaki ilişkileri özenle kuruyor ve kaçıp gittiğimiz bütün hayal dünyalarının gerçeklerle olan vazgeçilmez bağı üzerine düşündürüyor.

        • 4

          YÜZÜKLERİN EFENDİSİ (2001-2003)
          (The Lord of the Rings)

          2001 yılında ‘Yüzük Kardeşliği’ ile başlayan, ‘İki Kule’ (2002) ve ‘Kral’ın Dönüşü’ (2003) ile tamamlanan ‘Yüzüklerin Efendisi’ni bir üçleme ya da seriden ziyade üç bölümlük tek bir film olarak kabul etmekten yanayım. Filmler birbirinden bağımsız olmadığı için, üçünün de seyredilmesi gerekiyor. J.R.R Tolkien’in fantezi türünün klasikleri arasına kabul edilen 3 ciltlik romanı, Orta Dünya’da farklı ırklar ve halkların ortak düşmana karşı verdiği savaşı anlatır. Peter Jackson’ın yönettiği film Tolkien’in dünyasını sinemaya uyarlama konusunda çok başarılı bir deneme... Her filmin kendine özgü bir havası var. Sözgelimi, ilk filmde yuva duygusu ve yolculuk öne çıkar. İkinci film, ara bölüm olmanın bazı dezavantajlarından kurtulamazken 11 Oscar kazanan üçüncü film, görkemli savaş sahnelerinin de katkısıyla destan duygusunun hakkını verir.

        • 5

          RUHLARIN KAÇIŞI (2001)
          (Spirited Away-Sen to Chihiro no Kamikakushi)

          Birçok soruşturmada 2000’li yılların en iyi filmlerinden biri olarak kabul edilen ‘Ruhların Kaçışı’nda yazar ve yönetmen Hayao Miyazaki, bizi bu kez küçük Chihiro ile birlikte kötü ruhların yaşadığı, bizim yaşadığımız boyutta olmayan gizemli bir şehre götürüyor. Açık büfedeki yemekler yüzünden domuza dönüşen annesiyle babasını kurtarmak isteyen Chihiro, ruhların arınmaya geldiği hamamda çalışmaya başlıyor. Miyazaki’nin üstüne kitaplar yazılan ve sayısız analize konu olan fantastik filmi, bir büyüme hikâyesi üzerinden çağdaş Japon toplumunun eleştirisini yapıyor; seyirciyi benzersiz bir hayal dünyasına sürüklüyor.

        • 6

          KAPLAN VE EJDERHA (2000)
          (Wo hu cang long - Crouching Tiger, Hidden Dragon)

          Feodalizm döneminde Eski Çin’de geçen ve dövüşçülerin yerçekimine meydan okuduğu ‘wuxia’ filmleri tarzındaki ‘Kaplan ve Ejderha’, dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yaptıktan sonra gösterime girdiği yılın en çok hasılat yapan filmlerinden biri olmuş, 10 dalda aday olduğu Akademi ödüllerinde 4 Oscar birden kazanmıştı. Ang Lee’nin yönettiği filmin öyküsü, yıllar boyunca ustasının katilini bulamadıktan sonra emekli olup köşesine çekilmek isteyen Li Mu Bai (Chow Yun-Fat) ve onun efsane kılıcı ‘Yeşil Kader’in çevresinde şekillenir. Li Mu Bai, yıllarca duygularını açıklayamadığı Yu Shu Lien (Michelle Yeoh) ile karşılaştığı günlerde, kılıcın peşine düşen genç savaşçı Jen’i (Zhang Ziyi) durdurmak zorunda olduğunu anlar. Gücün karanlık tarafına çekilen Jen, inanılmaz dövüş yeteneklerine sahiptir. Gelmiş geçmiş en estetik ve güzel dövüş filmlerinden biri olmasında iki kadın dövüşçü karakterin kuşkusuz büyük payı var.

        • 7

          PRENSES MONONOKE (1997)
          (Mononoke-Hime)

          Japonya’nın geçmişinden gelen bu fantastik hikâye, köyünü kötü bir varlığa karşı korurken sağ kolu lanetlenen Prens Ashitaka’nın macerasını anlatıyor. Lanet ona insanüstü güçler verse de içten içe yiyip bitiriyor. Ashitaka, laneti kaldırmak için batıya doğru yola çıkıyor... Animasyon ustası Japon yönetmen Hayao Miyazaki’nin yazıp yönettiği film, Japon halk hikâyeleriyle fantazi öğelerini çevreci temalarla bir araya getiriyor. Filmin dönüm noktası, Ashitaka’nın hayvanların lideri olan ve kurtlar tarafından yetiştirilen Prenses Mononoke’yle karşılaşması ve ona âşık olması. Mononoke'nin doğal dünyayı insanlığın aç gözlülüğünden kurtarmak için verdiği mücadele, sadece Ashitaka'yı değil, bizi de etkiliyor. Feminist alt metinlere sahip film, doğa ve hayvan sevgisini fantezi ve macerayla birleştiriyor. Gösterime girdiği yıl, Japonya’da gişelerde “Titanic”i dahi geçen bir film olmuştu.

        • 8

          BUGÜN ASLINDA DÜNDÜ (1993)
          (Groundhog Day)

          Zamanın baskısından kurtulmanın nelere kadir olabileceğini anlatan belki de en iyi film... Harold Ramis'in Danny Rubin'le birlikte yazdığı senaryo; küçük bir taşra kentinde geçen sıkıcı bir günü defalarca yaşamak zorunda kalan kibirli, hava raporu tahmincisi Phil’in fantastik öyküsü üzerine kurulu. Önceleri kendini kapana sıkışmış gibi hisseden Phil (Murray) gerçek anlamda olgunlaşıp, zayıflıklarından arındıkça hayatın değerini anlar ve gerçek anlamda sevmeyi de öğrenir. Aşkın bazen çaba istediğini ve mutsuzluğumuzun nedenlerinin çoğu zaman kendi içimizde gizli olduğunu anlatan film, bugün artık “modern bir klasik” olarak anılıyor.

        • 9

          MAKAS ELLER (1990)
          (Edward Scissorhands)

          Makastan elleri olan ve toplumdan uzak yaşayan Edward Scissorhands’in (Johnny Depp) banliyöde geçen hüzünlü ve duygusal masalı... Tim Burton’ın kendi çocukluk yıllarından izler taşıyan film, imkânsız bir aşk hikâyesi de anlatıyor. Elleriyle harikalar yaratan ama kimseyi dokunup hissedemeyen ve toplum tarafından ötekileştirilen Edward rolünde Depp, kariyerinin ilk önemli başrollerinden birinde harika bir performans çıkarıyor. Gerçek bir modern klasik.

        • 10

          KOMŞUM TOTORO (1988)
          (My Neighbor Totoro-Tonari no Totoro)

          Japon animasyon ustası Hayao Miyazaki’nin başyapıtlarından biri… Disney’in miki faresi varsa, Japonların da Totoro’su var. Zaten bütün Ghibli Stüdyosu filmleri Totoro resmiyle başlar. ‘Totoro kim?’ derseniz, ‘Çocukların çok seveceği bir orman sakini’ diye yanıt verebilirim… Hastaneye kaldırılan annelerine daha yakın olmak için babalarıyla birlikte orman kenarında bir evde yaşamaya başlayan Satsuki ve Mei isimli iki kız kardeşin öyküsünü anlatan filmde kötü karakterler yok. Çocukların ormanda yaşadıkları deneyimler var. Özellikle Totoro’nun kucağında uykuya daldıkları sahne, filmin ruhunu da özetliyor: Annenin yokluğuna karşı doğanın şefkati...

        • 11

          BERLİN ÜZERİNDE GÖKYÜZÜ (1987)
          (Der Himmel über Berlin - Wings of Desire)

          Usta Alman yönetmen Wim Wenders, Berlin üzerinde gökyüzünde dolaşan ve bazen insanların arasına karışan melekler aracılığıyla insan olmanın anlamını sorguluyor. Filmdeki melekler, insanların düşüncelerini dinliyor, dertlerini sıkıntılarını öğreniyor ve sonra da ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. İçlerinden biri, trapezci kıza âşık olunca ölümlü olmaya karar veriyor. Şehri ikiye ayıran duvarın henüz yıkılmadığı dönemden kalma duygusal bir Berlin filmi…

        • 12

          PRENSES GELİN (1987)
          (The Princess Bride)

          William Goldman’ın 1973’de yayımlanan kendi romanından sinemaya uyarladığı film, büyükbabasının hasta torununa anlattığı masalı getirir karşımıza. Masal, çiftlikte çalışan bir gencin (Cary Elwes) güzel Prenses Buttercup’ı (Robin Wright) kötü ve rezil Prens Humperdinck’den kurtarmaya çalışırken yaşadığı serüvenleri anlatır… Rob Reiner’in yönettiği film, hayli eğlenceli ve komik bir tarza sahip. İlk gösterime girdiğinde eleştirmenler çok beğenmiş ama gişelerde bekleneni verememişti. Ama yıllar içinde özellikle ABD ve İngiltere’de 1980’ler nostaljisi taşıyan kültleşmiş bir klasiğe dönüştü. Robin Wright, filmin ardından herkesin tanıdığı bir isim haline gelmişti.

        • 13

          HİÇ BİTMEYEN ÖYKÜ (1984)
          (The NeverEnding Story)

          Alman yönetmen Wolfgang Petersen’in Michael Ende’nin romanından sinemaya uyarladığı film, fantezi macera türünü sevenlere hitap ediyor. Her şey gizemli bir kitap ve bu kitabın sayfalarındaki serüvenlerin içine çekilen 10 yaşındaki bir çocukla ilgili… Kitapta genç bir savaşçı, Fantasia adlı güzel ülkeyi yok etmek isteyen Nothing adlı karanlık gücü durdurmakla görevlendiriliyor… Batı Almanya yapımı olmasına rağmen İngilizce olarak çekilen film gösterime girdiğinde genellikle çok olumlu eleştiriler almış ve daha sonraki yıllarda iki devam filmi daha çekilmişti.

        • 14

          AŞK VE ÖLÜM (1946)
          (A Matter of Life and Death)

          İkinci Dünya Savaşı sırasında geçen film, ölümle yaşam arasında kalan bir İngiliz pilotun hikâyesini anlatıyor. David Niven, İngiliz pilotunu, Kim Hunter ise onun sesine âşık olan Amerikalı kadını oynuyor. Filmde öbür dünyaya çıkan merdivenler, fantastik mahkemeler, çok romantik anlar ve kararlar var. Şu cümle filme de damgasını vuruyor: “Evrende kanundan daha güçlüsü yoktur ama Dünya’da en güçlüsü aşktır. Pilotun hayatta kalmak için çıktığı ilahi mahkeme sahnesiyle akıllarda kalan film, 1999'da British Film Institute tarafından en iyi 100 İngiliz filminden biri seçildi. Michael Powell ve Emeric Pressburger’in yönettiği film bugün hâlâ seyredilen gerçek bir klasik...

        • 15

          OZ BÜYÜCÜSÜ (1939)
          (The Wizard of Oz)

          L. Frank Baum'un 1900 tarihli “The Wonderful Wizard of Oz” adlı romanından uyarlanan film, kendini aniden yabancı bir diyarda bulunan Dorothy'nin serüvenlerini anlatır. Aslında her şey bir çocuğun ebeveynlerinin koruyucu kanatlarından uzakta kendi başının çaresine bakmasıyla ilgilidir... Dorothy, hiç tanımadığı bir dünyada yeni arkadaşlar edinerek ve sorunlara çözümler üreterek evine dönmeye çalışırken kendi ayaklarının üstünde durmayı öğrenir. Victor Fleming ve George Cukor’un yönettiği, başrolünde Judy Garland’ın oynadığı film, aynı zamanda sinema tarihinin en iyi müzikallerinden biri olarak da kabul edilir.

        Yazı Boyutu

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

        Habertürk Anasayfa