Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem En güzel Çanakkale şiirleri 2, 3, 4 kıtalık! Resimli, anlamlı, uzun ve kısa 18 Mart Çanakkale Zaferi şiir
        • 1

          Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük başarılarından biri olan 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü bu sene de yurdun dört bir yanında coşkuyla kutlanacak. Birinci Dünya Savaşı sırasında kazanılan Çanakkale Zaferi'ni anmak için düzenlenecek gösterilerde okunacak şiirler merak ediliyor.

        • 2

          Bülent Ecevit – Çanakkale

          “Söyle arkadaşım” dedi Anadolulu Mehmet

          Yanıbaşında ki Anzak erine

          “Nerelerden kopup gelmişin

          Neden çökmüş bu mahsunluk üzerine”

          “Dünyanın öbür ucundan” dedi gencecik Anzak

          “Öyle yazmışlar mezar taşıma

          Doğduğum yerler öylesine uzak

          Örtündüğüm topraksa gurbet bana”

          “Dert edinme arkadaşım” dedi Mehmet

          “Değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet

          Sende artık bizdensin

          Sende bencileyin bir Mehmet”

          Çanakkale toprağının

          Üstü cennet altı mezar

          Kavga bitmiş mezarlarda

          Kaynaş olmuş yiten canlar

          “Ya sen” dedi Mehmet

          Oyun çağındaki İngiliz erine

          “Yaşın ne senin kardeş

          böylesine erken buralarda işin ne”

          “Yaşım sonsuza dek on beş”

          dedi ufak tefek İngiliz eri

          “Köyümde askercilik oynar

          coştururdum trompetle bizimkileri

          Derken kendimi cephede buldum

          Oyun muydu gerçek miydi anlamadan

          Bir sahici kurşunla vuruldum

          Sustu boynumdaki trompet

          Son verildi böylece oyundan bozma işime

          Gelibolu’da bana bir yer kazıldı

          Mezar taşıma ‘Onbeşinde trampetçi’ yazıldı

          Öyküm de künyem de bundan ibaret…”

          Yağmur yağıyordu usul usul toprağa

          Gözyaşları düşerek üstüne sanki

          Damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa

          Sahibini yitiren bir trompet

          “Ya sizler” dedi Mehmet

          Dünyanın dört kıtasından

          Mezar dolusu erlere

          “Hangi rüzgar savurdu sizleri

          bu bilmediğiz yerlere?”

          Kimi İngiliz’di kimi İskoç

          Kimi Fransız’dı kimi Senegalli

          Kimi Hintli kimi Nepalli

          Kimi Avustralya’dan Yeni Zellanda’dan Anzak

          Gemiler dolusu asker

          Her biri niye geldiğinden habersiz

          Gelibolu’nun oya gibi koylarından sızarak

          Tırmanmışlardı dağa bayıra

          Siper siper yara gibi yarılan toprak

          Mezar olmuştu savaş ardından onlara

          Kiminin burada yattığı sanılır

          Kiminin adı bilinse de mezarı bilinmez

          Kiminin de mezar taşında

          On altı,on yedi on sekiz yaşında

          Ebedi istirahate çekildiği yazılı

          Çanakkale topraklarında

          Her birinin erken biten yaşam öyküsü

          Eski yazıtlar gibi taşlara böyle taşlara böyle kazılı

          “Anlamaz mıyım”dedi “halinizden kardeşler”

          adına yazılı taşı bile olmayan asker

          Anadolulu Mehmet

          “Bende yüzyıllarca yaban ellerde

          Neyin uğruna bilmeden can vermişim

          Kendi yurdum uğruna can vermenin tadına

          İlk kez Çanakkale’de ermişim

          Uğrunda can verdikçe vatanlaştı ancak

          Ekip biçtiğim padişah mülkü toprak

          Değil mi ki sizler alamazsanız bile

          Bu topraklar almış sizleri basmış bağrına

          Sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale…”

          Çanakkale toprağının

          Üstü cennet altı mezar

          Kavga bitmiş mezarlarda

          Kaynaş olmuş yiten canlar

          Bir garip savaştı Çanakkale Savaşı

          Kızıştıkça kızgınlığı dindiren

          Ara verdikçe ateşe düşmanı kardeşe

          Döndüren bir savaş

          Kıyasıya bir savaştı

          Ama saygı üreten bir savaş

          Yaklaştıkça birbirine

          Karşılıklı siperler

          Gönüllerde yakınlaştı

          Düştükçe vuruşanlar toprağa

          Dostlar gibi kaynaştı

          Savaş bitti

          Ölenler kaldı sağlar gitti

          Köylü köyüne döndü evli evine

          Kır çiçekleri geldiler akın akın

          Çekilen askerlerin yerine

          Yaban gülleri dağ laleleri papatyalar

          Kilim kilim yayıldılar toprağa

          Siper siper

          Toprağın savaş yaralarını örttüler

          Koyunlar koruganları yuva yaptı kendine

          Kuşlar döndü gökyüzüne kurşunların yerine

          Çiçeğiyle yemişiyle yeşiliyle

          Silah yerine sapan tutan elleriyle

          Geri aldı savaş alanlarını doğa

          Can geldi toprağa silindikçe kan izleri

          Yeryüzünde cennet oldu öylece

          O cehennem savaş yeri

          Şimdi Çanakkale Gelibolu

          Bahçe bahçe

          Ülke ülke

          Mezar dolu

          Üstü cennet altı mezar

          Çanakkale toprağının

          Kavga bitirmiş mezarlarda

          Kaynaş olmuş yiten canlar

          “Huzur içinde uyusun”

          Vuruştukları topraklarda

          Kavgadan kinden uzakta

          Yanyana dostça yatanlar

        • 3

          MEHMET ÂKİF ERSOY - ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

          Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

          En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

          -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-

          Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

          Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

          Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"

          Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

          Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

          Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,

          Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.

          Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,

          Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

          Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

          Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

          Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

          Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!

          Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,

          Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,

          Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

          Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

          Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

          Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.

          Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,

          Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

          Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

          Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;

          Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

          Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

          Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,

          Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.

          Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer

          O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...

          Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,

          Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.

          Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

          Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

          Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

          Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.

          Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

          Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

          Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

          Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

          Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?

          Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.

          Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,

          Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;

          Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;

          "O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.

          Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

          İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.

          Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

          O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...

          Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

          Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

          Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

          Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

          Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...

          Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

          Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

          "Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.

          Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...

          Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.

          "Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;

          Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

          Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,

          Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

          Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

          Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;

          Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;

          Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

          Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;

          Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

          Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

          Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

          Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,

          Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,

          Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

          Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

          O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;

          Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;

          Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!

          Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

          Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

          Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

        • 4

          ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

          Çanakkale dediğin manasızdır sanma sen

          Ordaki şehitlerdir tarihlere şan veren

          Vatan toprağı için can ile serden geçen

          Korkuyor bu kafirler tüyleri diken diken

          Su üstü mayın dolu nusret toplar mayını

          Bir yandan Elizabeth düşünüyor canını

          Komayacağız yerde şehitlerin kanını

          Korku bilmez bu millet artıracak şanını

          Mehmedoğlu Seyyid'in mermiyi kaldırışı

          Dünya durdu, dönmüyor seyreyliyor yarışı

          Anlayacak kafirler bucağı ve karışı

          Türküm başkaldırdı ki zaferdir haykırışı

          Gaza, cihad nasib et Türk milletine ya Rab!

          Anzak, Hindu, İngiliz... Hepsi harab ve bitab

          Her renk, her dil, her kıta bilsin ki bu kutlu ab

          Çanakkale suyu bu ne Rum dinler ne Arab

          Anafarta, Dardanos, Boğalı, Seddülbahir

          Türktedir bu topraklar dünyada evvel ahir

          Kayboldu İngilizler bilinmiyor nerdedir

          'Çanakkale Geçilmez' bu da açık gerçektir

          Samet Mehmet Bora

        • 5

          BİR YOLCUYA

          Dur yolcu! bilmeden gelip bastığın

          Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

          Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın

          Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

          Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda

          Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda

          İstiklal uğrunda, namus yolunda

          Can veren Mehmet'in yattığı yerdir.

          Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

          Son vatan parçası geçerken ele,

          Mehmet'in düşmanı boğduğu sele

          Mübarek kanının kattığı yerdir.

          Düşün ki, haşre dek kemiğin, etin

          Yaptığı bu tümsek, amansız çetin

          Bir harbin sonunda bütün milletin

          Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

          Necmettin Halil ONAN

        • 6

          Çanakkale Destanı

          Yaşamaz ölümü göze almayan.

          Zafer, göz yummadan koşana gider.

          Bayrağa kanının alı çalmayan,

          Gözyaşı boşana boşana gider!

          Kazanmak istersen sen de zaferi

          Gürleyen sesinle doldur gökleri

          Zafer dedikleri kahraman peri

          Susandan kaçar da coşana gider.

          Bu yolda herkes bir ey delikanlı

          Diriler şerefli ölüler şanlı

          Yurt için döğüşen başı dumanlı

          Her zaman bu şandan, o şana gider

          Faruk Nafiz Çamlıbel

        • 7

          Ziya Gökalp – Çanakkale

          Uzaklarda bir ada var,

          Halkına derler İngiliz,

          Hem medeni, hem canavar,

          Fendinden emin değiliz.

          Doğrulukta Rus Kazağı,

          Onun yanında sofudur.

          Topu tutar dört bucağı

          Denizlerin Moskofu’dur.

          Budur en gizli emeli:

          Müslümanlar uyanmasın!

          Uçtan uca İslam ili

          Kendine arpalık kalsın..

          Allah dedi: “Kabul olsun”.

          Ümmetimin bedduası,

          Dağılsın ordusu Rus’un,

          İngilizlerin donanması..

          Türk dedi: “Demek yaradan

          Kurtarmayı ister bizden;

          Karaları Kızıl Rus’tan,

          Denizleri İngiliz’den…

          Türk köyünden kalktı geldi.

          Hazırladı siperine…

          Bu geliş ok gibi deldi,

          İngiliz’in ciğerini.

          Moskof dedi İngiliz’e:

          “Çanakkale aşılmalı;

          Kızıl, Kara, Akdeniz’e

          Hakimiz, anlaşılmalı…”

          İngiliz, Fransalı’yı,

          Aldı beyaz kotrasına…

          Tutmuşum sandı yalıyı,

          Geldi Boğaz sefasına…

          Beş Mart’ta iki donanma,

          Kal’amıza saldırdılar…

          Toplarımız coşkun suya,

          Zırhlıları daldırdılar…

          İngilizler korktu kaçtı,

          Rus ümidi kesti artık;

          Anarşistler bayrak açtı,

          Rus ilinde düştü Çarlık…

          Çok geçmeden birdenbire,

          Parçalandı Rus ülkesi,

          Sevinçle düştü tekbire,

          Elli milyon Türk’ün sesi…

          Ancak “Turan” hayal değil.

          Hakikata döndü bugün…

          Türk bilecek yalnız bir dil,

          Bizim için bu düğün…

          Çanakkale dört devlete,

          Galebeye sen çevirdin!

          Çar kölesi yüz millete,

          İstiklali sen getirdin!

          Senden ötürü bilsen daha,

          Kurtulacak nice ülke…

          Ne Afrika, ne Asya’da,

          Kalmayacak müstemleke…

          Çünki nasıl karalarda,

          Artık yoksa Rus zorbası;

          Gezemeyecek deryalarda,

          İngiliz’in donanması…

        Haberi Hazırlayan: Elif Avcı
        Yazı Boyutu

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

        Habertürk Anasayfa