Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Bu yangın öngörülebilir miydi?

        Yorgunluğu yüzünden okunan Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, acımtırak bir bakışla şöyle dedi: “Aynı anda bu kadar büyük yangının başlaması görülmüş bir şey değil. Yoksa biz geçen yıl 15 büyük yangına müdahale ettik ve söndürdük.

        Ancak o zaman biri bitiyordu, biri başlıyordu. Şimdi çok geniş bir alanda 8 büyük yangın aynı anda başladı.

        Bu, bizim en büyük zorluğumuz bu. Güçlerimiz bölündü. Yoksa ekiplerimiz dünyanın en iyi ekipleri arasındadır. Teknik ve teknolojik malzememiz gayet iyi.

        Ancak size şunu söyleyeyim, yangının seyrini değiştiren şey rüzgardır. Tüm önlemleri almamıza rağmen, termik santralin olduğu yerde mesela, rüzgar yüzlerce metre öteye yanmış kozalakları, ağaç kabuklarını fırlatıp, yangını sıçrattı. Yangından oluşan ateş bloğunu alıp karşı tepeye taşıdı. Bununla baş etmek çok zorladı bizi.”

        Muğla Orman İşletmesinde kurulan yangın koordinasyon merkezinde sürekli hava durumunu kontrol eden Meteoroloji Bölge Müdürü Latif Gültekin: “Bu olağanüstü bir hava durumu. Ne yıllık istatistiklere uyuyor ne ülke şartlarına. Nem, sıcaklık, rüzgar böylesine değişken, böylesine yangına müsait hiç olmamıştı.”

        Şurası kesin ki, olağanüstü bir felaketle karşı karşıyayız.

        REKLAM

        Öngörülebilir miydi?

        Ben “evet” diyorum ama birlikte helikoptere binip Muğla’daki yangını gözlemlediğimiz Orman Bölge Müdürü Yasin Yaprak başka bir şey diyor: “Evet bir öngörü olabilir. Ancak yangın sayısını, yayılacağı alanı, bunları söndürmek için kullanılacak araç, insan sayısını ne kadar abartarak tahmin etsek bile yaşadığımız felaket ondan yine büyük.”

        Bakan Pakdemirli’ye soruyorum aynı soruyu: “Evet daha kötü bir senaryoya göre planlamalar, alımlar yaptık. Ancak beklediğimizin çok üzerine çıktı felaket.”

        Öngörülmesi zor olsa da, sahadaki koordinasyon, sevk ve idare açısından sorunlarımız olduğunu söylemeliyim.

        Muğla’nın Gökpınar mevkiinde, dağların tepesinde yangını durdurmak için adeta savaş düzeni almış ormancıların şefi, “Ne olursa olsun, bu bir vatan savunması. Evet çok büyük felaket anacak söndürmek zorundayız… Başka çaremiz yok.”

        Bence şimdi o genç orman şefinin dediği durumdayız.

        Diğer sorunları tartışacağımız zaman gelecek. Yaralarımızı hele bir saralım.

        Sonra canımız yansa da özeleştiri yaparız.

        Cephenin en önündeki savaşçılar

        Savaş terminolojisini kullanıyorlar gerçekten.

        “Cephe önü, cephe gerisi, atış yapmak, hattı tutmak, hava desteği, kara unsurları, ateşi dövmek…”

        “Savaşıyoruz biz. Ateşle, rüzgarla savaşıyoruz” genç ve sakin haliyle açtığı cephede ateşin geçmesini engellemeye çalışan orman söndürme ekibinin şefi böyle tarif ediyor durumu.

        Muğla’nın Gökpınar mevkiinde, 150 metre eninde, kaç kilometre uzunluğunda olduğunu bilmediğim uzunlukta bir cephe burası.

        İş makineleriyle böyle bir alan açılmış, ağaçtan, bitki örtüsünden arındırılmış, yangının tepeyi aşıp, diğer tepeye sıçramasını engelleyecekler.

        Arozözler, greyderler, tankerler sürekli hareket halinde. Hortumlar ellerinde genç ekip, nerede bir alev görse, hemen oraya koşup su sıkıyorlar. Taarruz eden düşmanı püskürtür gibi, alevlerin “şerit” dedikleri bu alanı aşmasına engel olmaya çalışıyorlar.

        Yüzlerce insanın görevi bu cepheyi, bu hattı tutmak.

        “Rüzgar bizim lehimize” dedi şef. “Yangına doğru esiyor. Tepeyi aşamayacak.”

        Bu sözü ettikten on dakika sonra bir motosiklet hızla ileri doğru gitti. Sonra canhıraş bir şekilde el işaretiyle “gelin gelin” diye hareketler yaptı.

        Hemen bir arazöz oraya doğru gitti. Yangındaki en çok korkulan şey olmuştu. Rüzgar birden yön değiştirmiş, yanan ağaçlardan kabukları alıp, açılan hattın üzerinden aşırıp yangın olmayan ormana fırlatmıştı. Belki 200 metre öteye.

        REKLAM

        Hemen düştüğü yerde bir ağaç kökünü (onlar ‘dipçik’ diyor) tutuşturmuştu. Hızla söndürdüler.

        Çıplak toprakta küçük küçük ateşler yanıyordu. Şaşkınlıkla baktım.

        “Toprak değil, çürümüş dallardan, yapraklardan gübrelenmiş tabakayı yakıyor” dedi, 12 yıllık ormancı. 8 gün Marmaris’teki yangını söndürmek için uğraştıktan sonra Muğla’ya gelmiş. Çok tecrübeli.

        Kütahya’dan gelen madenciler vardı. “Hangisi zor?” dedim. “Yangın çok zormuş” dediler, toz, is, ter içindeki halleriyle.

        Orman yangını söndürmek kadar zor bir şey olamaz herhalde.

        Söndü sandığınız bir yer, rüzgarla birden alevleniyor. İşte bu çok moral bozucu bir şey.

        Sahadaki ekibin yorgun ve bitik olduğunu gördüm. Acil değiştirilmesi gerekir. Ancak yangın sönmeden cepheyi terk etmiyorlar.

        Tam bir savaşçılar yani.

        SAVAŞAN ŞAHİNLER

        Uzaktan bakınca yangın söndürme helikopterinin oyuncak gibi kolay hareket ettiğini düşünüyorsunuz.

        Bana da yaptığı iş kolay görünüyordu önceden.

        Rusya’dan gelen 1990 doğumlu helikoptere bindiğimde fikrim değişti.

        Dışarıda 40 derece sıcaklık, helikopterin motor ısısına karşınca sanki 50 dereceye çıkıyor. Oturacak yer bile yok neredeyse. Sıfır konfor.

        Biner binmez mürettebattan biri yere battaniye gibi bir şey serip yüz üstü uzandı. Kafasını yarı açık kapıdan dışarı çıkardı.

        3O yıllık orman mühendisi ve helikopterin idari sorumlusu... “Bambici bu” dedi. Yani yangına su döken sepeti (ona da ‘bambi’ deniyor), tam ateşin üstüne geldiğini takip edip, boşaltma butonuna basan kişi bu.

        Belinde bir kemer ve iple helikoptere bağlı. Tam iki saat boyunca yerinden kalkmadan, 20 sortide suyu tam hedefe ulaştırmak için uğraştı.

        İki pilot var içeride. Bir de Türk kaptan, hava trafiğini sürekli kontrol edip, yönlendiriyor.

        Yani toplam 5 kişi.

        Helikopter iki saat havada kalabiliyor. Sonra inip yakıt ikmali yapıyor ve yeniden cepheye dönüyor.

        Hiç durmadan su alıp, yangına döküyor. Bir günde 10 saat çalışıyorlar.

        Duman motorlar için tehlike. Ani rüzgar hareketleri de öyle. Sonuçta alevlerin üzerinde uçuyorlar.

        Ben iki saat uçtum. İndiğimde ayaklarım tutmuyordu. Beynim uğulduyor, başım şiddetli ağrıyor, kulaklarım gürültüden zor duyuyordu.

        Bu insanlar 10 saat boyunca bunu yapıyor. Savaşan şahinin savaşçı ekibi yani.

        Kuşların dayanılmaz feryadı

        Yangın yerinin belki de en acı veren şeyi, yaşayan canlıların ölmesi.

        İstisnasız hepimizi derinden etkiledi.

        Şahit olduğum bir şey var ki sanırım daha derinden sarsacak sizi.

        Yangının rüzgarın etkisiyle sıçradığı bir ormanlık alan tutuşunda, kuşların acı feryatları yükseldi.

        O anları videoya çektim.

        Daha fazla söyleyecek sözüm yok.

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa