Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Tiyatro Yılmaz Erdoğan ve Necati Akpınar için her şey bu salonda başladı
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        BKM...

        Hayallerinin peşinde koşan iki adamın yokluklar içinde kurduğu, daha önce benzeri görülmemiş bir sanat merkezi.

        3500 yıl geriye giderek filozof Herakleitos ile filozof Demokritos'ı selamlayarak ülkenin kültür hayatının ve sanat anlayışının geleceği adına oyuncu, senarist ve yönetmen yetiştiren okul.

        Tiyatro, TV ve sinemadaki üretimlerinin yanı sıra sahne gösterileri ve müzik organizasyonlarıyla da sektöre, dinamizm kazandıran, resmi adı Beşiktaş Kültür Merkezi olan Hayalciler Birliği.

        Hayalciler Birliği, 25'nci yılını geride bıraktı.

        Habertürk'ten Mehmet Çalışkan, BKM'nin 25 yıl içinde ürettiklerini, kültür ve sanata katkılarını 'Haftanın Portresi'nde derledi.

        REKLAM

        Yılmaz Erdoğan...

        Tiyatro; kafasını, gönlünü, her yerini kaplamıştı.

        Nöbetçi Tiyatro'da Ferhan Şensoy ile çalışmıştı.

        1988'de arkadaşlarıyla birlikte 'Güldüşündürü' adını verdikleri tiyatro grubunu kurdu.

        Çok kararlı ve azimli bir tiyatrocuydu.

        Necati Akpınar...

        Levent Kırca - Oya Başar Tiyatrosu'nun müdürüydü.

        Günümüzde eğlence sektörü ve kültür - sanat adına en çok üretim yapan BKM'nin Yılmaz Erdoğan ile birlikte kurucusu.

        BKM'nin ortaya çıkmasının nedeni bir gazete ilanıdır.

        Aynı tarihlerde şehrin farklı semtlerinde aynı amaç için uğraş veren Yılmaz Erdoğan ile Necati Akpınar'ın bir araya gelerek BKM'yi kurmalarına Levent Kırca - Oya Başar Tiyatrosu için verilen 'Yetenekli Mizah Yazarı Aranıyor' başlıklı ilan vesile oldu.

        Yılmaz Erdoğan: Affedersiniz, bakar mısınız? Levent Kırca ile görüşecektim. Kendisi nerede acaba?

        Necati Akpınar: Şuradan git.

        Bu diyalog, 1989'da Levent Kırca - Oya Başar Tiyatrosu'nun girişinde gerçekleşti.

        Necati Akpınar, o esnada kitapları düzeltiyordu.

        Yılmaz Erdoğan'ın kitapçı sandığı Necati Akpınar, tiyatronun müdürüydü.

        Ve o 'Yetenekli Mizah Yazarı Aranıyor' ilanını kendisi vermişti.

        Birçok kişi başvuruda bulundu ama işe alınan sadece Yılmaz Erdoğan'dı.

        Bir ay sonra dekorsuz olarak Almanya turnesine çıkıldı.

        Necati Akpınar ile Sinan Bengier tarafından 24 saatte dekor yapıldı.

        Sorunlu bir turneydi ama Yılmaz Erdoğan ile Necati Akpınar'ın birbirleri için kader arkadaşı olacaklarının ilk tohumları orada atıldı.

        Birbirlerine olan inançları da sevgileri de o turnede başladı.

        Yılmaz Erdoğan'da sanat yaratımı yeteneği, Necati Akpınar'da ise o yaratımı insanlara ulaştıracak organizatör vasıfları vardı.

        Hayallerinin peşinden birlikte koşmaya karar verdiler.

        Necati Akpınar, bir gün Yılmaz Erdoğan'ın evine gitti; "Tiyatro için Beşiktaş'ta mükemmel bir yer buldum. Her şey istediğimiz gibi, sadece koltukların tozunu alıp yerleşebiliriz."

        Necati Akpınar'ın sözünü ettiği yer Mıstık Sineması.

        Oysa ki salon, hiç de öyle koltukların tozunu alıp yerleşilecek kıvamda değildi.

        Tadilattan geçmesi gerekiyordu.

        Peki para nerede?

        Kuruş yok.

        Tadilat için arabalarını sattıkları yetmezmiş gibi borca da girdiler.

        Koltuklara ve perdeye bir firma sponsor oldu.

        BKM'nin kurulduğu 1994'te ekonomik kriz vardı.

        Enflasyon canavarı semirdikçe semiriyordu.

        Terör olayları tırmanıştaydı.

        Bu olumsuzluklar eğlence sektörüne derin bir darbe indiriyordu.

        Böyle bir ortamda eğlence sektörüne girmek, hem de borç parayla girmek ancak delilerin gösterebileceği bir tavırdı.

        O yüzden Yılmaz Erdoğan ile Necati Akpınar hakkında 'Bunlar deli' deniyordu.

        Yılmaz Erdoğan, oyunu yazmıştı.

        'Otogargara'...

        Salon da hazırdı.

        Peki bu oyunu nasıl izleteceklerdi.

        Başrolde bir ünlü olmalıydı.

        Demet Akbağ, biçilmiş kaftandı.

        Peki ona ödenecek para nerede?

        Kuruş yok.

        Üstelik borç çok.

        Demet Akbağ, Nöbetçi Tiyatro ve Yasemin Yalçın TV'ye yazdığı skeçlerini çok beğendiği Yılmaz Erdoğan ile çalışmak için yanıp tutuşuyordu.

        Ne var ki bundan ne Yılmaz Erdoğan'ın haberi vardı ne de Necati Akpınar'ın.

        Bir gün...

        Yılmaz Erdoğan ile Necati Akpınar, Dikran Masis'in düğününe gitti.

        Bir de ne görsünler...

        Demet Akbağ da orada.

        Yılmaz Erdoğan, tüm medeni cesaretini toplayarak yanına gittiği Demet Akbağ'a 'Otogargara' anlatıp kendisiyle çalışmaktan mutluluk ve gurur duyacaklarını söyledi.

        Ayak üstü konuşmadan sonra tekrar bir araya gelmek için sözleştiler.

        Birkaç gün sonra buluştular.

        Yılmaz Erdoğan: Bizim başlayabilmemiz için bir isme ihtiyacımız var. 'Evet' dersen tiyatroyu 'Otogargara' ile açacağız. 'Yok' dersen biz tiyatroyu bir şekilde açacağız ama belki başka bir oyunla.

        Demet Akbağ: Bu oyun otogarda geçiyor. Ben kadın oyuncu olarak ne yapacağım ki? Bu oyunda bana rol yok. Bu bir erkek oyunu.

        Yılmaz Erdoğan: Vallahi bizim sana düşündüğümüz birçok rol var.

        Demet Akbağ ile tanıştıkları düğün, hayallerinin gerçekleşmesinin ilk vesilesi olurken bir ömür boyu sanat üretimine 'Sonsuza kadar evetttttttttttttttttttt' dediler.

        Bütün çalışmalar hazırdı.

        Ya seyirciler hazır mıydı?

        Henüz değildi.

        'Otogargara'nın tanıtım değeri yüksekti.

        Peki ticari değeri yüksek miydi?

        İlk zamanlar oyuna ortalama 200 kişi geldi.

        Oysa salon, 700 kişilikti.

        Satılan biletlerin geliriyle ancak oyuncuların ücretleri ve salonun giderleri karşılanabiliyordu.

        Tiyatroyu açmak için alınan borçların kuruşu bile ödenemiyordu.

        BKM Beşiktaş'ın kapısında seyirci kuyrukları olması gerekiyordu.

        Ne var ki onun yerine alacaklı kuyrukları oluşuyordu.

        Kul, sıkışmasına fena halde sıkışmıştı ama hızır ortalıkta görünmüyordu.

        Ta ki Demet Akbağ'a gelen bir teklife kadar.

        Özel bir TV kanalı, Demet Akbağ'dan bir program yapmasını istedi.

        Demet Akbağ, TV'nin sahibine dedi ki; "Yılmaz Erdoğan ve Necati Akpınar işin içinde olmazsa teklifinizi kabul edemem."

        Hızır, 'İşte geldim buradayım, yardım konusunda bir ustayım' nidaları eşliğinde nihayet kendini gösterdi.

        1994'ü 1995'e bağlayan yılbaşı gecesinde özel TV kanalı için 'MTV - Meclis TV yılbaşı Özel' adını verdikleri programı yaptılar.

        Daha sonra da orta sınıf bir ailenin hikâyesini ekrana taşıdılar.

        'Bir Demet Tiyatro'...

        'Mükremin Çıtır', 'Feriştah', 'Lütfiye Çıtır Fıdıllıoğlu', 'Züleyha', 'Eyvah Necdet', 'Tombalak', 'Telviye Çıtır', 'Tirbuşon', 'Saldıray Abi', 'Laz Bakkal', 'Fadıl Fıdıllıoğlu', 'Zabıta İrfan', 'Mücver Abla' ve 'Kudret'...

        Karakterleri sonraları fenomen hale gelen 'Bir Demet Tiyatro', önceleri ilgi görmedi.

        Toplantıya çağrıldılar.

        TV yöneticisi dedi ki; "Demet, sen arkadaşlarından vazgeçmiyorsun ama dizide çok ince espriler var. İzleyici bir şey anlamıyor. Bari formatı değiştirin."

        Yılmaz Erdoğan dedi ki; "Biz başka bir şey yapmayız. Bir bölüm daha yapalım. Gerekirse para da almayalım. Eğer bu da tutmazsa yazarlığı bırakıp hayatıma yazar kasa olarak devam edeceğim."

        TV yöneticisi iki programlık şans tanıdı.

        'Bir Demet Tiyatro', yine tutmazsa olacak olan şuydu; 'Tak sepeti koluna herkes kendi yoluna'...

        Ortada büyük bir kriz vardı.

        TV işi biterse para kaynağı kesilecekti.

        BKM Beşiktaş'ın geliri zaten kısıtlıydı.

        Yoksa hayaller, kabusa mı dönüşecekti?

        Yoksa büyük krizler, günün sonunda elde edilecek olan zaferin büyük fırsatları mıydı?

        Sorun neydi?

        'Bir Demet Tiyatro'nun reyting alamaması.

        Yılmaz Erdoğan, intihar alışı yaparak düşmanı kendi silahıyla vurdu.

        'Çıtır Ailesi'nin evine reyting cihazı takılmıştı.

        'Mükremin Çıtır' ile 'Lütfiye Çıtır ise birer denekti.

        O da ne?

        'Bir Demet Tiyatro'nun yerlerde sürünen reytingleri, reyting skeçleriyle tek programda şaha kalktı.

        Reyting oranı 3 - 4'ten 10'a fırladı.

        'Bir Demet Tiyatro'nun kurtuluşunu, üzerine '10' yazan bir pastayla kutladılar.

        'Bir Demet Tiyatro'nun kurtuluşu aslında birkaç ay önce kurulan BKM'nin doğuşuydu.

        O pasta aslında BKM'nin doğum günü pastasıydı.

        Diğer büyük kanallar dedi ki; "Sizi bize transfer edelim."

        TV'nin sahibi yöneticisine dedi ki; "Git yeni bir anlaşma yap. Yapamazsan istifa et."

        Yayın hayatı bir hafta önce pamuk ipliğine bağlı olan 'Bir Demet Tiyatro', ekrana 7 yıl boyunca örümcek ipliğiyle tutundu.

        'Bir Demet Tiyatro'nun tüm ülkeyi kapsama alanına almasıyla "Yahu bu adamlar tiyatro sahnesinde 'Otogargara' diye bir oyun da sahneliyormuş" denmeye başlandı.

        Ve 'Otogargara' zamanı başladı.

        O güne kadar farkında olunmayan oyun, tıklım tıklım salonda 4 yıl boyunca ayakta alkışlandı.

        Yılmaz Erdoğan ile Necati Akpınar, 'Bu da mı gol değil hakim bey?' demek üzereyken tüm ülke 'Gol, hem de son saniyede 90'a atılan şampiyonluk golü' dedi.

        Bir anı;

        Fakülte öğrencisiyken çalıştığım dergi için Yılmaz Erdoğan ile röportaj yapmak istedim.

        Derginin sahibi 'Yapamazsın. Yaparsan sana bir haftalık prim veririm' dedi.

        'Otogargara'nın sahnelendiği bir akşam BKM Beşiktaş'a gittim.

        Binanın içinde dolaşırken bir odanın içinde Yılmaz Erdoğan'ı yazı yazarken gördüm.

        Göz göze geldiğimizde;

        - Kime baktın? Daha doğrusu buraya nasıl geldin?

        - Odanızı tesadüfen buldum. Ben öğrenci - gazeteciyim. Sizinle röportaj yapmak istiyorum.

        - Skeç yazıyorum, çok işim var. Başka zaman gel.

        Dergi, ülkedeki ekonomik krize dayanamayıp birkaç ay sonra kapandı. Gidemedim...

        Papazı bulmak üzereyken azimlerinin, inatçılıklarının, çalışkanlıklarının ve keskin zekalarının maddi ödülü olan parayı buldular.

        Para nerede?

        Paralarını bir bankaya götürdüler.

        Finans danışmanı sordu; "Paranızı nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsunuz?"

        Yılmaz Erdoğan ile Necati Akpınar cevap verdi; "Bilmiyoruz. Daha önce hiç paramız olmadı."

        Araba nerede?

        Kapının önünde.

        BKM Beşiktaş'ın tadilatı için sattıklarının yerine ikinci el taksitle araba almışlardı.

        Daha önce parayla hiç haşır neşir olamadıkları için mali konularda bir yönetici olması iyi fikirdi.

        Hem her büyük şirketin yaptığı gibi çağı yakalamaları hem de zaten anlamadıkları mali konulara kafa yormamaları gerekliydi.

        Bankadaki finans danışmanı ne güne duruyordu?

        Sonraki dönemde finansal çalışmalarının yanı sıra Uluslararası İstanbul Komedi Festivali gibi şirketin sanat üretimine katkıda bulunacak ve BKM'nin CEO'su olacaktı.

        Zümrüt Arol Bekçe...

        Yılmaz Erdoğan, ortaya ürünler çıkaracaktı.

        Necati Akpınar, üretileni halka sunacaktı.

        Zümrüt Arol Bekçe ise üretilenden elde edilen geliri sonraki üretimler için doğru bir şekilde kullanacaktı.

        Eğlence sektörünün en çok üreten şirketi olma yolunda sacayağı kuruldu.

        Bir gün;

        'Otogargara' oynanırken elektrikler gitti.

        Seyircilerden biri bağırdı; "Jenaratörünüz yok mu?"

        Durumu kurtarmak gerekti.

        Yılmaz Erdoğan'ın üzerine yeni yeni çalıştığı, el fenerlerinin kullanıldığı oyun hızır gibi imdada yetişti.

        Ekiptekilere dedi ki; "Koşun, kulisten fenerleri getirip bana tutun."

        Yılmaz Erdoğan, fener ışıkları altında anlattı.

        Karanlığa küfür etmek yerine bir mum yakan Yılmaz Erdoğan, aldığı alkışlarla ileriki zamanlarda oyununun göreceği ilgi konusunda aydınlandı.

        O yaşına kadar yaşadıklarını, gördüklerini anı cebinden çıkarıp ortalığa saçtı.

        Kâh güldürdü, kâh hicvetti.

        'Cebimde Kelimeler'...

        Yılmaz Erdoğan, askere gitti.

        Gündüzleri tüfek omuzda 'Yaylalar Yaylalar', geceleri ise kalem elinde;

        - Sen hiç ateş böceği gördün mü?

        - Hayır, görmedim.

        - Göremezsin, göstermiyorlar ki. Herkes de göremez zaten. Edison doğayı yendi. Hem de kendi sahasında. Biz o ara yoğunduk, Ediz Hun'un filmlerini seyrediyorduk.

        - Anlamadım.

        - Kıymetini bil. Anlasaydın yalnızlık çekerdin.

        Yazdıklarını telefonda Necati Akpınar ile Demet Akbağ'a okudu.

        'Tamam, yazmaya devam et' dediler.

        504 kez sahnelendi.

        'Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü'...

        'Otogargara', 'Bir Demet Tiyatro', 'Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü', 'Cebimde Kelimeler', daha sonraki yıllarda ise 'Bana Bir Şeyhler Oluyor', 'Haybeden Gerçek Üstü Aşk'...

        Güldürürken hicvetmek...

        Toplumsal veya siyasi bir durumu veya farklı insan hallerini güldürürken hicvettiler.

        'Mizah, neyin komik olduğuyla ilgili değil, sizin asabınızı neyin bozduğuyla ilgilidir' tanımlamasından yola çıkarak asaplarını bozan şeylerle ilgilenip onları anlattılar.

        Tiyatro ve TV'de 'Big Bang' gerçekleşmişti.

        Hayalciler Birliği'nin hayalleri tükenmemişti.

        Sıra, üzerinde dizi dizi yeni hayaller ülkesinin kurulacağı yeni dünyaları oluşturmaya gelmişti.

        Tiyatro kurmak için aldıkları borçlar kapatılmış, üzerine para da birikmişti.

        Sinema...

        Yıl 2001...

        O dönemlerde Türk sineması, bugünkü durumundan bir hayli uzaktı.

        Yılda 180 film çekilip toplam izleyici sayısı 44 milyonlara ulaşmıyordu.

        Deyim yerindeyse Türk sineması, kabuğunu kırıp, kumsaldaki bin bir türlü tehlikeyi atlattıktan sonra engin denizlere ulaşmaya çalışan bir kaplumbağa yavrusu gibiydi.

        O günlerde Şükrü Avşar, bir sohbetimizde şöyle demişti; "Oğlum, film çekmek tam bir delilik. Kumar oynasak kazanma şansımız daha çok.'

        Yeter ki lazım olan deli olsun.

        Yılmaz Erdoğan ile Necati Akpınar'dan daha delisi zor bulunurdu.

        Peşinden koşulan bir hayale, yeni kutsal topraklara ve ışıldayacak bir zafere gereksinimleri vardı.

        Kurdukları hayalleri beyazperde aracılığıyla tüm ülkeye anlatacaklar, insanların hayatlarına dokunacaklardı.

        Felsefeleri de şunlardı;

        İçlerinde benim de olduğum birkaç gazeteciyi alıp Van'ın Gevaş ilçesine götürdüler.

        İlçenin biraz dışında başka bir yerleşim merkezine vardık.

        'İyi de bu yerleşim merkezleri neden birbirine bu kadar yakın. Herhalde güvenlik meselesi yüzünden' dedim.

        Meğerse bulunduğumuz yerleşim merkezi, bir yerleşim merkezi değilmiş.

        Filmin çekim platosuymuş.

        'Vizontele'...

        Meslektaşım Çetin Kan ile sohbet ediyoruz; 'Vay canına! Adamlar bayağı bayağı bir kasaba kurmuş. Hollywood gibi maşallah.'

        O güne kadar birçok sete gitmiştim ama böylesini görmemiştim.

        Birebir bir kasaba.

        İlk kez öylesine bir film seti gören bizlerin 'Vizontele'de ilk kez televizyon gören ahaliden farkı yoktu.

        O dönem yüksek bütçeli film çekmek Rus ruleti oynamakla eşdeğerdi.

        Sinema solanlarında % 80 - 90 oranında yabancı filmler gösteriliyordu.

        İzleyiciler, Türk filmlerine ilgi göstermiyordu.

        Hayalciler Birliği'nin o güne kadar kazandıkları para, bütün bunlara rağmen 'Vizontele'nin emrine amadeydi.

        'Vizontele', gösterime 23 Ocak 2001'de girdi.

        Film, ya gişe yapacak ya da yapacaktı.

        Aksi takdirde Hayalciler Birliği'nin hayalleri hayal olarak kalacaktı.

        Yılmaz Erdoğan, Doğu Anadolu Bölgesi'nin ücra bir bölgesine televizyonun gelmesiyle yöre sakinlerinin hayatlarının, hayallerinin, düşüncelerinin değişmesinin zemini üzerine kurduğu filmde yok, yoktu.

        Komedi vardı, dram vardı, aşk vardı.

        Çocukluk günlerimden o güne kadar sinema salonlarının önünde öylesine bir kuyruk görmemiştim.

        O güne kadar öylesine bir gişe rakamı görmemiştik.

        Filmin izleyici sayısı 3.308.120 kişi.

        Vay canına.

        Ve

        Yok artık.

        'Vizontele', yeni dönem Türk sinemasında devrim yapan film oldu.

        Neden mi?

        * Filmdeki hangi karaktere başlı başına senaryo yazılsa film olurdu.

        * O güne kadar ünlü olmayan birçok oyuncu, 'Vizontele' ile çıkış yaparak kariyer sahibi oldu.

        * Yapımcılara filmlerine para yatırma konusunda cesaret verdi.

        * İzleyicinin ilgi gösterdiği ana akım Türk sineması filmlerine yol açtı.

        * Türk sinemasında kurumsal PR anlayışını başlattı.

        Bütün bunların sonucunda da 'Vizontele' ile yeni dönem Türk sineması başladı.

        Sonra 'Vizontele Tuuba'...

        Hemen ardından 'G.O.R.A' ile birlikte dönemin yeni izleyici rekoru.

        Ve günün sonunda 18 yılda gösterime giren 67 film.

        Gösterime girmeye hazırlanan 'Güzelliğin Portresi ' ve 'Bayi Toplantısı' ile birlikte 69 film.

        Yıllık ortalaması 3,8...

        'G.O.R.A'dan sonra 'Necati Akpınar'ın masasının üstü 'Ağabey, bir senaryo yazdım. Dilerim okumaya vaktiniz olur' diye gönderilen senaryolarla dolmaya başladı.

        O senaryolardan biri 'Beynelmilel'dir.

        1982'de Adıyaman'da bir grup yerel müzisyenin o yıllarda uygulanmakta olan sokağa çıkma yasağından dolayı düştükleri geçim sıkıntısına buldukları çözüm sonrası tutuklanmaları sonrası gelişen olayları hikâye edinen film, BKM adına bir ilk oldu.

        BKM, 2006'dan sonra kendi bünyesi dışındaki kişilere film çekerek 'Sinema sektörünün ağabeyi, can suyu' olma yolunda ilk adımını Türkiye'de ve yurt dışında 12 ödül kazanan 'Beynelmilel' ile attı.

        Senaryolar geldikçe filmler çekildi.

        Filmler çekildikçe yeni yönetmenler, yeni senaristler, yeni oyuncular yeteneklerini ve bilgilerini sergileme, kendilerini geliştirme alanı buldu.

        Sinemada, TV'de ve tiyatro sahnesinde her yapım yeni deneyimlere, o deneyimler ise yeni hayallere yelken açılmasına neden oldu.

        Kabına sığmayan bir yapı haline dönüşen BKM, 'Başkalarına aktarılmayan bilgi ıslak toprağa yağan kara benzer' felsefesinden yola çıkılarak 2006'da sektör adına yeni devrime imza attı.

        Yılmaz Erdoğan, kendi eğitim ocağında genç senaristlere, genç oyunculara el vererek onları yetiştirip sektörün hizmetine sundu.

        BKM Mutfak..

        22 kişi, yazdıkları skeçleri oynamak için sahneye çıkacaktı.

        Canlı performansları daha sonra TV'den tüm ülkeye yayınlanacaktı.

        'Çok Güzel Hareketler Bunlar'...

        22 kişi, kapıdan ilk girdikleri anda Yılmaz Erdoğan'ın 'Önce iyi insan olun' öğretisiyle karşılaştı.

        Yılmaz Erdoğan dedi ki; "Ben herkesten üstün olmak, üstün olduğumu göstermek için sahneye çıkıyorum derseniz burada yeriniz yok. Ben bir ayna getirdim. O aynaya bakalım derseniz beraberiz."

        Yılmaz Erdoğan, öğrencilerine iyi insan olmadıkları, kendilerini üstün görme düşüncesinde oldukları takdirde BKM bünyesindeki hiçbir organizasyonda yerlerinin olmayacağını salık verdi.

        Sonra da ikinci öğretisi peşi sıra geldi; 'Yazın. Yazarsanız birçok kişiye ekmek kapısı açarsınız. Yazmazsanız evde oturup iş beklersiniz.'

        'Yazın. Yazarsanız birçok kişiye ekmek kapısı açarsınız. Yazmazsanız evde oturup iş beklersiniz' öğretisi Yılmaz Erdoğan'ın tüm kariyerinin açılımıydı.

        Yazdılar.

        Sonra sahneye çıkıp yazdıklarını oynadılar.

        Ne ölçüde başarılı oldukları seyircilere soruldu...

        Çalınan her zil;

        Yılmaz Erdoğan'ın gururuydu.

        Sektöre yeni senaristler, yeni oyuncular kazandırılacağının habercisiydi.

        'Çok Güzel Hareketler Bunlar', 22 kişiden oluşuyordu.

        Peki, 'Hey ağabeyler! Biz de yetenekliyiz. Biz ne olacağız?' diyenler ne olacaktı?

        BKM, deneyimlerini, bilgilerini sadece 22 kişiye aktarmakla yetinir miydi?

        Vizyonunu sadece 22 kişiyle geliştirebilir miydi?

        O zaman gelsin 'BKM Mutfak Alt Yapı.'

        O zaman gelsin BKM Mutfak Açık Mikrofon.'

        'BKM Mutfak Alt Yapı', 'Çok Güzel Hareketler'in üst yapı için kendini geliştirme olanağı bulurken 'BKM Mutfak Açık Mikrofon', Türkiye ve yurt dışında yılda yüzlerce stand up gösterisi için sahneye çıkan yeni komedyenleri sektöre kazandırdı.

        Tiyatro, TV ve sinema...

        Bir hayalleri daha vardı.

        Yerli ve yabancı şarkıcıların konserleri ve müzikaller...

        Dünyaca ünlü şarkıcıların, müzikallerin dünya turnelerinde Türkiye'yi olmazsa olmaz noktalarından biri haline gelmesi üzerine kurulan hayaller, efsanevi isimlerin sahnede Türkçe olarak 'İstanbul, hazır mısın?' nidalarıyla gerçeğe dönüştü.

        Türkiye'ye gelen efsane isimler, 'Parasıyla değil mi kardeşim? Gel işte' diyebileceğiniz sanatçılar değil.

        Sordukları ilk soru şu; 'Organizasyonu kim yapıyor?', 'Organizasyonun başında kim var?'

        Organizasyonu düzenleyenin BKM, organizasyonun başında ise Zümrüt Arol Bekçe'nin olduğunu öğrendikten sonra 'Ver elini Türkiye' diyerek sahnede şakıdılar.

        Hiç iş planları olmadı.

        Sadece hayal kurdular.

        Ve şartlar ne olursa olsun hayallerinin peşinde koştular.

        1994'ün delileri, oldu günümüzün dahileri...

        * Dijital fotoğraf arşivi için Dilay Kant'a, sayısal veriler için Türkan Ergüzel'e teşekkür ederim.

        Yazı Boyutu

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

        Habertürk Anasayfa