Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Tiyatro "Yıldız Kenter gözümüzde fosildi"

        Sedef Şahin ile Sinan Albayrak...

        Ortak özelliklerinden biri aynı konservatuvardan mezun olmaları.

        Bir değeri ise Yıldız Kenter.

        Sedef Şahin, Yıldız Kenter ile 'Kraliçe Lear' için 150'den fazla kez sahneye çıktı.

        Sinan Albayrak ise İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda Yıldız Kenter'in öğrencisi oldu.

        Sedef Şahin ile Sinan Albayrak, tiyatro sahnesinde çarpıcı bir oyun sahneliyorlar.

        'Dönme Dolap'...

        Sedef Şahin, 15 yıldır sahnelemeyi hayal ettiği 'Pierre' ile Juliette'nin bir evde yaşadıklarını konu edinen 'Dönme Dolap'ın sahne arkası ekibini oluşturduktan sonra 'Pierre' içinSinan Albayrak'a teklif götürdü.

        Sedef Şahin ile Sinan Albayrak, Habertürk HT Stüdyo'da Mehmet Çalışkan'a 'Dönme Dolap'ı ve tiyatro anlayışlarını anlattı.

        Sinan Albayrak, öğrencilik yıllarında 'fosil' olarak nitelediği Yıldız Kenter'in klasik tiyatroyu özümsemesi konusundaki etkisinden de söz etti.

        Tiyatro oyuncusu olmanızın dışında en önemli ortak özelliklerinizden biri Yıldız Kenter'in öğrencisi olmanız. Yıldız Kenter size ne ifade ediyor? Kariyerinize ve yaşamınıza nasıl katkıları bulundu?

        Sinan Albayrak: Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda okurken 3'üncü sınıfta yatay geçişle İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'na geldim. Ne yazık ki sadece bir yıl öğrencisi olabildim ama bu bile Yıldız Kenter'in esansını almaya, şerefini tadabilmeme yetti. Mükemmel bir kadın, Türk tiyatrosunu klasik anlamda şekillendiren Konstantin Stanislavskiy ekolünü inşa eden mimarlardandır. Biz de onun sayesinde klasik tiyatroyu gerçek anlamda hissedebildik.

        Sedef Şahin: Benim için çok özel bir yerdi. Ben de İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunuyum ama okulda öğrencisi olamadım. Okula girmeden bir yıl önce birlikte sahneye çıkma şansı yakaladım. Benim için rüya gibiydi. 'Kraliçe Lear'ı yaklaşık 2 buçuk sezon 150'den fazla kez oynadık. Ve o da 2 kişilik bir oyundu. Tıpkı 'Dönme Dolap' gibi... Dolayısıyla usta - çırak ilişkisi yaşadım. Tiyatroda kendime güvenmemi sağladı. Bence bir ustanın çırağına verebileceği en güzel hediye, en güzel miras bu. Nur içinde yatsın. Kendisi benim için her daim çok özel bir yerdedir.

        Image Title 1 Image Title 2
        Description

        * Konstantin Stanislavskiy (1863 - 1938)

        Büyük Rus devrimi ve öncesi önemli bir tiyatro yönetmenidir. Devrimden önce gerçekçilik akımını benimseyip, daha sonra Toplumcu gerçekçi akıma yönelmiştir. 1877'de amatör olarak oyunculuğa başladı. F. P. Komisarjevski'nin yönetimi altında vodvillerde, operetlerde, dramlarda ve komedilerde oynadı. 1898'de Vladimir İvanoviç Nemiroviç - Dançenko ile birlikte 'Moskova Sanat Topluluğu'nu kurdu. Anton Çehov'un yapıtlarını sahneleyerek büyük ün kazandı. Psiko -realist oyunculuk kavramını ortaya atan ilk kişidir. Çehov'un oyunlarını klasik tarzların dışına çıkarak yönetti.

        REKLAM

        Sinan Bey Yıldız Kenter'in size edindirdiği en önemli öğreti ne olmuştur?

        Sinan Albayrak: Klasik tiyatronun sahiplenilmesi gerektiğini öğretti. Bizler klasik tiyatroyu hep itici bulurduk. Shakespeare'den bu yana gelen o klasik anlayış ve ağdalı dili gençler olarak hep yıkma derdindeydik. Bizim gözümüzde Yıldız Kenter, Cüneyt Gökçer ve onlar gibiler fosildi, dinozordu. Aslında yıkılması gereken duvarlardı. Gençlik yıllarımızda düşündüğümüz buydu. Birkaç arkadaşım ve ben Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda bu düşüncelere sahip olduğumuz için mezun olamayacaktık. O yüzden yatay geçişle ben ve iki arkadaşım İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'na geçtik. İlk dönemi çok rahat atlattım; 'hiçbir şeye bulaşmayacağım' dedim. Hatta sınıfın en yüksek notunu aldım. İkinci dönem Yıldız Hanım ile biraz çatışmaya başladık. Çünkü ben sabah 7'de gelirdim ayrı bir yerde çalışmaya başlardım. Diğer öğrenciler de bana katılırlardı. Isınma hareketleri adı altında ses eğitimi veriyordum. Yıldız Hoca bunu öğrendi ve beni çok azarladı. İlk çatışmalarımız böyle başladı. Sonra o çatışmalar gerçekten beni de Yıldız Hanımı da bir takım alanlarda düşündürttü. Karşılıklı çok enteresan biçimde bir dil oluşturduk. Özetle Yıldız Kenter, bana klasik tiyatroyu tamamen özümsemem gerektiğini hatırlattı. Benim için en önemli özelliği budur.

        Klasik tiyatroya karşı olduğunuz için mi yatay geçiş yaptınız?

        Sinan Albayrak: Klasik tiyatroya karşı olduğumuz için değil ama günlerde okulda birtakım siyasi karışıklıklar vardı. İstenen hocalar ve istenmeyen hocalar vardı. Biz arada kalıyorduk. Birini savunmamız gerekiyordu. Bu siyasette de böyledir. Doğru ya da yanlış bir yeri savunduk. Savunduğumuz hocalar okuldan atıldı. Yeni hocalar geldi. Biz de istenmeyen öğrenciler olduk. Bunun içerisinde o dönemde hocalarımız Levent Ülgen ve Laçin Ceylan... Yenilikçi ve öğrenciyi hırpalayarak çalıştıran, kendilerini sorgulatan hocalardı. Daha modern tiyatro anlayışıyla bezenmiş Jerzy Grotowski ekolünü bize hissettiren hocalardı. Yeni gelen hocalar ise yine klasik anlayışa devam eden hocalardı. O hocalardan biri rahmetli Tarık Ünlüoğlu idi. O zamanlar karşı çıktığımız hocalardan biri de kendisiydi ama tanımadan bilmeden yaptığımız bir şeydi. Anton Çehov'un 'Martı' adlı eserini sahneliyorduk. Ben, oyunda trigger oynuyordum. Tarık Ünlüoğlu, bana "Hayatımda gördüğüm en iyi triggerdi. Benden de iyi oynadın" dedi. O anlamda bir hocadan belki de ilk ve son övgümü aldım. Ne var ki yönetim bizi affetmedi. Biz anladık ki mezun olamayacağız yatay geçişle kaçıp geldik.

        * Jerzy Grotowski (1933 - 1999)

        Polonya'da Marion ve Emilia Grotowski'nin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası ressam ve heykeltıraş, annesi öğretmendi. 1951'de 'Gelişmiş Dramatik Sanat Okulu'na girdi. Tiyatro eğitimini Rusya ve Çin'de yaptı. 1957'de küçük bir rolle ilk kez sahnede yer aldı. 1958'de 'Tanrıların Yağmuru' adlı, Jerzy Krzyszton'a ait eserden oyunlaştırılan yapıtı yönetti. 1959'da, '13 Dize' adlı tiyatroyu kurarak uzun soluklu çalışmalarına başladı. 1964'e kadar 'yoksul tiyatro' kavramı üzerinde çeşitli uygulamalar yaptı. 1969'da ürettiği Apocalypsis Cum Figuris, 20'nci yüzyılın en iyi eserleri arasında kabul edilir. Çalışmalarında temelde ruhu açığa çıkaran arı ve yalın bir yöntemi savundu. Opole kentinde kurduğu 'tiyatro laboratuvarı'nı 1965'te sansür nedeniyle Wroclaw'a taşıdı. Tiyatro sanatında önemli ve yepyeni bir sayfa açan en önemli yapıtları; 'Akropolis', 'The Constant Prince' ve 'Apocolypsis Cum Figuris'tir.

        Jerzy Grotowski, dünyanın birçok yerini dolaşarak deneysel tiyatro kuramına öncülük yaptı. Oyun ve yazılarında düşüncelerini materyalist bir dille aktardı. Çalışmalarında kent dışı yaşam ve doğa konularına eğildi.

        Günümüzde hangi tiyatro ekolü hakim?

        Sinan Albayrak: Klasik ekolün hakim olduğunu söyleyemem. Alternatif tiyatrolar çoğaldı. Mesela ben Almanya'da bir tiyatroya dahildim. Sokakta karnaval havasında tanıtımlar yapan, sırıklar üzerinde tiyatro yapan, buldukları inşaatlarda yaşayan ve orada tiyatro hayatını gerçekten özümseyen insanlar vardı. Klasik tiyatro; ağdalı cümleler, kelimeleri gözlerinle hissettirmek gibi. Oyuncunun elinden kelimeleri aldığın zaman oynamak değil yaşamak ve yaşatmak zorundadır. Bu anlamda şimdi klasik tiyatronun içinde evrimleşmiş yeni bir tiyatro var.

        Sedef Şahin: Yıldız Hoca'nın da öğrettiği gibi 'Önce klasiği özümse onun üzerine koymak istiyorsan koy ama hep gerçek ve samimi olsun'... Ben hep bunu öğrenip benimsemişimdir.

        Sinan Albayrak: Doğrusu da bu ama bazen bunu atladık ve 'yeni tiyatro yapacağız' dedik. Klasiğe hiç dokunmadık. Klasik tiyatro bir antikadır, bir sanattır, tatlı ahşap kokusudur. Bunu daha yeni yeni olgunlaşma dönemimde öğreniyorum.

        Seyirci ve oyun sayısının artmasını alternatif tiyatroya bağlayabilir miyiz?

        Sinan Albayrak: Kesinlikle doğru. Ben şu anda klasik tiyatroyu savunuyorum ama ayrı bir branş, ayrı bir tür olarak savunuyorum. Benim yine gönlümde şimdiki tiyatro anlayışının içerisinde daha canlı daha enerjik, seyirciyi de işin içine katan karşılıklı paslaşmaya dayalı bir tiyatro türü var. Ama bu Türkiye'de daha çok küfrün daha çok söylendiği, varoş kelimelerin daha ön plana çıkarıldığı tiyatro, yeni tiyatro olarak sunulmaya başlandı. Şu anda biz daha evrimleşme aşamasındayız. Henüz şeklini bulamadık.

        'Dönme Dolap', çapkınlık yapmak isteyen bir adamın başına gelenleri hikâye ediniyor.

        Yeni oyununuzun adı 'Dönme Dolap'... Oyun ne anlatıyor?

        Sedef Şahin: Bir cümle bulduk kendimize hep onu söylüyoruz ama galiba en net anlatan cümle de o. Çapkınlık olgusunu yeniden sorgulatıyor. Bence oyunda anlattığımız evrensel bir problem. Yaş almış bir adamın kendinden yaşça küçük bir kadına onu ikna edebilmek için neler yaptığı, yapabildiğini anlatıyor. Ama karşısında da ondan daha oyuncu, ona daha fazla numara çeviren bir kadınla karşılaşıyor. Aslında biraz çetin cevize çarpıyor. 'Dönme Dolap', sürprizlerle dolu bir oyun. Herkesin yüreğine dokunan bir finalimiz var.

        Rollerinize nasıl hazırlandınız?

        Sedef Şahin: Daha çok birbirimizi tanımakla geçti. Tiyatroda önemli olan frekansın tutmasıdır. Sahnedeki sürprizlere birbirimizi hazırlamamız oyunu tatlı ve güzel yapan unsur. Sinan ağabeyi yıllardır takip ediyordum. Her yerde de söylüyorum; kendisi ustamdır. Dolayısıyla kendisiyle çalışmayı çok istiyordum. Takip ediyordum ama yakından tanımıyordum. Prova süreçlerimiz daha çok birbirimizi tanımak, birbirimizin frekansına girmekle geçti. Sonra da rejisörümüzün yardımıyla bir reji oturttuk.

        Sinan Albayrak: Sedef yıllar sonra tiyatro yapmama ikna vesilesidir. 14 yıl sonra ilk defa tiyatro yapıyorum. Daha önce kurum tiyatrolarındaydım. 'Ustamdır' diyor, yaş itibariyle olabilir ama sahneye geldiğin zaman ustalığın yaşla alakalı bir durum olmadığını, duyguyla alakalı bir durum olduğunu seyirci de görecektir. Teklifi, Sedef bana telefondan yaptı. Ben kendisini sadece birkaç kez görmüştüm. Haşarı kendi doğallığında bir kız. Sedef beni aradı ve 'Sinan ağabey böyle bir oyun var ve seninle çalışmak isterim' dedi. O sırada benim dizi faaliyetim de yoktu ve vaktim çoktu. Çünkü tiyatroyla diziyi bir arada götürmek çok yorucu bir şey. Baktım oyun hakikaten keyifli ama 'Bir istirhamım olacak, oturalım karşılıklı okuyalım. Oyun güzel olabilir ama enerjimiz tutacak mıydı? Tutması çok önemli. 'Armutla kabağı yan yana koymayalım. Bir uyum olsun' dedim. Tiyatroda her şey enerjiye bağlı. Baktım ki karşıdan gelen çok iyi bir enerji var. Oyunda kendi içimde yine bir dönüşüm geçirdim. Biz içeriğinden dolayı bunu Türk toplumuna adapte edebilmek adına karakterin karizmasını yıkarak biraz daha saf, tatlı bir adam haline getirmek durumundaydık. Bu manada çok tatlı bir oyun çıktı.

        Tiyatroya neden 14 yıl ara verdiniz?

        Sinan Albayrak: Küskündüm' diyeyim. Bakırköy Belediye Tiyatroları oyuncusuyum. Biz buna 'emekli sandığına bağlı memur' diyoruz. O dönem yine enteresan olaylar yaşandı. Ben tiyatrodan atıldım. Dava açtım, 3 yıl sonra mahkemeyi kazandım. Bu arada gittim, Eskişehir Tiyatroları'nda bir daha sınava girdim. Bir daha stajyer oldum, bir daha memurluğumu aldım. İstifa ettim, geldim. Atıldığım tiyatroya geri döndüm. 3 yıl sonra bir daha attılar. Çok enteresan bir inatlaşma haliydi. O süre içerisinde küstüm. İnsanıma ve çevreme soğudum. Sonra araya TV ve sinema girdi.

        Sedef Şahin: Ben hatırlattım kendisine. O kadar çok ısrar ettim ki 'Böyle olmaz. Seni çok özledik' dedim. Sağolsun beni kırmadı ve geri döndü.

        Günümüzde tiyatro, salon, izleyici sayısı arttı. Peki en önemli sorunumuz sizce nedir?

        Sinan Albayrak: Ailelerin öncelikle tiyatro bilincini çocuklarına aşılaması gerekiyor. Çocuk tiyatrosundan başlayarak o hayatı, o dünyayı tanıtması gerekiyor.

        Sedef Şahin: Çocuk tiyatrolarına gerekli özeni vermediğimizi düşünüyorum. Çocuğa çocukken tiyatroyu sevdirmek gerekiyor. Bu anlamda bence çocuk tiyatrosuna ciddi bir yatırım yapmamız lazım.

        'Dönme Dolap' Fransız yazar Eric Assous'un eseri ama son yıllarda Türk yazarların oyunları daha çok sahnelenmeye başladı. Bunun nedeni telif hakları mı yoksa seyirciye bizim hikâyelerimiz daha mı anlaşılır, daha mı çekici geliyor?

        Sinan Albayrak: Eğer devlet tiyatrolarından söz ediyorsak bence biraz hükümetle de alakalı. İktidarla beraber devlet tiyatroları içerisinde daha çok Türk oyunları, daha yerel motifler işlenmeye başlandı. Yoksa durumun çok da telifle alakalı olduğunu düşünmüyorum. Bu bir manada iyi çünkü devlet tiyatrolarının havuzuna oyun bırakmaya çalışan, yeni oyunlar piyasaya sürmeye çalışan genç yazarlarımız var. Bu anlamda önü biraz açıldı ama sonra bir bakıyoruz ki bunda da maalesef kurumlar içerisinde kayırma söz konusu. Biraz çıkar ilişkilerine döndü. Bu aslında her zaman var olan bir durumdu. Çok genç yazarlar bu sefer yine kenarda tutulmaya ve eski oyunlar öne getirilmeye başlandı. Bizim belli başlı bildiğimiz yönetmenler var. Bakarsınız yıllar boyu hep aynı oyunu sahnelerler. Şimdi isim vermek istemiyorum ama baba baba isimler bunlar. Bir bakarsın Trabzon'da oynattığı oyunu geliyor İstanbul'da da sahneletiyor, İstanbul'da sahnelettiğini Adana'da da sahneletiyor. Tutturmuşlar bir oyunu, kendi yaratıcılıklarını da kullanmıyorlar. Bu maalesef gereksiz bir ticarete dönüştü.

        Sedef Şahin: Dünyada bir yenilik arayışı olduğunu düşünüyorum. Yıllardır hep aynı oyunlar oynandığı için eskiden yılda 30 - 40 tane oyun çıkıyordu. 2019'da 418 oyun sahnelendi. Her gün bir oyuna gitseniz bile gün yetmiyor. 7 yıldır tiyatro yapmıyordum. Yapmama sebebim içime sinen bir metin ve ekip bulamamamdı. Çünkü başka türlü bir oyuncu için sahnede olmak istiyorsunuz ama sevdiğiniz metin ve sevdiğiniz insanlarla olmayı tercih ediyorsunuz. Yani ben öyle tercih ediyorum. Dolayısıyla yeni metin bulmak da çok zor. Bu anlamda inşallah sizin dediğiniz doğrudur.

        'Dönme Dolap'

        Fransız Senarist Eric Assous'un 1998'de yazıp, Gencay Gürün'ün Türkçe'ye çevirdiği oyun; evli ve bir çocuk sahibi 'Pierre'nin öyküsünü konu alıyor. Eşi ve oğlu bir haftalığına tatil için şehir dışına çıkan 'Pierre', çalışmak için Paris'te kalmak zorundadır. Bir haftalığına bekâr bir hayat yaşayacak olan 'Pierre'; güzel, neşeli bir kişiliği olan ve tek başına yaşayan 'Juliette' ile bir akşamüstü barda tanışır. Birbirleri ile konuşmaya başlayan ve kısa zamanda kaynaşan ikili, 'Pierre'nin daveti üzerine bir şeyler içmek üzere erkeğin evine gider. 'Juliette' ile arasında bir hayli yaş farkı olmasına rağmen, 'Pierre'in zarafeti ve fiziksel çekiciliği bu farkı kapatmaktadır.

        Ne var ki gece, hiç de ikilinin düşündüğü gibi devam etmeyecektir. Adam gece boyunca kadının derdini çözemez. Kadın adamla bir kedi fare oyunu mu oynamaktadır yoksa; bir amaç için mi eve gelmeyi kabul etmiştir? Bu kadın kimdir? Mesleğini bile öğrenemezken kadının uydurduğu kimliklerden hangisine inanabilir? Genç kadının çözülemeyen gizemi belki de büyük bir sırrın habercisidir.

        Yöneten: Özgür Yetkinoğlu

        Sanat Yönetmeni: Kerem Yılmaz

        Dekor - Kostüm Tasarım: Atölye Sanat

        Reji Asistanı: Hamdi Malcı, Eda Gülçiçek

        Işık Tasarım: Akın Yılmaz

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa