Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

HT CUMARTESİ / Ali Esad Göksel

Öyle anlar, öyle insanlar vardır ki... Sizde “Ben bunu daha önce gördüm” hissi yaratır. Bilimsel ve artistik tabiriyle “déja vu”... Edebiyatın, sinemanın bayıldığı, kullan kullan tüketemediği bir keyfiyettir.

Açıkçası tekin değil. Öyle ya, bildiğinizi zannediyorsunuz fakat emin de değilsiniz... “Galiba hali...”

Oldum olası “işte budur matematiğine sarılmışları” ürküten bir hülya...

Geçtiğimiz hafta tam aksini yaşadım... Bir şehre gittim ki burnumuzun dibi. Nedendir bilinmez, ertelemiş durmuşum. Daha iyi, daha rahat bir zaman olur diye belki... Meğer o zaman geçen haftaymış.

Nihayet Selanik’teyim. Yıllardır heves ettiğim bir menzil. Ne diye? Gerekçe gani... Önce, mutfağının şöhreti... Sonra Doğu Roma’nın en önemli şehirlerinden... Büyük İskender var... Şehir arkeoloji kokuyor. Bitti mi? Hiç olur mu canım. Osmanlı var. Dile kolay, 5 asır... Tamam mı? Az durun. En önemlisi en sona... Nüfusu bizden... “Bizden” ne demek?

İşte orada sıkıntıdayım. Anlatmak kolay bir şey değil. Bire bir yaşamak lazım... Şöyle aktarayım da tam olsun.

Selanik’te dünya çapında bir Rus avantgarde’ları koleksiyonu var. Müzenin sorumlusu beni otelime bırakacak: Uzun bir rembetiko suaresinden arta kalmışız. Müzik ve his dünyalarının sarhoşuyuz. Yolumuz uzun. Bomboş yollarda, varoştan şehrin merkezi yarım saatten fazla. Gecenin üçü olmuş. Simsiyah saçlı kadınla vedalaşıyoruz. Neden bilmiyorum ama yürümek istiyorum.

Mahallemizin oldukça fiyakalı bir binası “occupay wall street” halinde. Ama nasıl bir şenlik görülmeye değer. Graffiti’ler, pankartlar... Elbette, gençler. Çok güzel kızlar, oğlanlar...

Müzik, şarkılar, sloganlar... Bir kız, anlamını bilmek istediğim bir şarkı söylüyor. Coloratur soprano.

Terbiyeli bir sesi var. Arada klasik kulvarı bırakıp doğaçlamaya geçiyor. Ve nakarat geliyor. Yine kızlar. 4-5 kişilik bir koro. Sonra kahkahalar, bağrışmalar... Ve olmazsa olmaz, sıkılan yumruklar...

Mutlular, isyan etmek istiyorlar, haklılar, isyan edecek çok şey var.

İçim ümitle doluyor.

Karşıya geçiyorum. Oturaklı bir esnaf lokantası. 24 saat açık... Merak içinde yanaşıyorum. Tezgâhta neler var? O an bir kere daha anlıyorum. Şayet beyniniz açsa iradeniz iflas eder. Gece vardiyasına kalmış okkalı amca buyur ediyor Rumca. O kadarını anladım. “Ne yersin?”

Aç gözlülüğüm okunuyor olmalı. Gülerek soruyor. “İşkembe?”

İngilizce “Evet” deyince, benim Selanikli olmadığımı anlıyor.

Ve şimdi dikkat: “İstanbullu musun?”

Doğrulup öpüyor. Garsonuna el ediyor: “Vre rakı getiresin.”

Ve anlatıyor. Dedesi Çanakkaleli. Fotoğraflar geliyor. İşkembe unutulmasın, nasıl diyeyim “Olağanüstü”. Üst üste şerefe... Uzo içiyoruz. Çanakkale anlatılıyor. Rembetiko’nun müziği çekilmiş, libretto’su orada. İkimizin de yüzü gülüyor, içi acıyor.

“Bizden” bu işte... Hatta “Bizden daha fazla bizden”...

Nasıl olur? Oluyor işte... Elinizdekine titrer, sakınırsanız! Dönüşmeden, değişmeden elinizde kalıveriyor...

KÖRFEZ

Ey İzmirliler, Selanik nasıl bir yer göreniniz var mı, bilir misiniz?

Elbette biliyorsunuz. İzmir ve Selanik, bu iki şehir, bu iki körfez Siyam ikizleri gibi... Dümdüz, upuzun, sakin bir denizin, aynı izdivaç içinde olduğu kaç şehir var? Bana iki ayrı yerde, birbirinden habersiz iki ayrı erkek ile yaşayan bir kadını hatırlatıyor.

Ege Denizi fettan bir kadın ya...

Bir şey daha...

Yeryüzünde elindeki güzelliği, şehrin mimarisini umursamaz bir lakaytlıkla seyredenler yarışsa. Sonuçtan eminim, Türkler ve Yunanlılar şampiyon olurdu.

“Vicdansızlık şampiyonları.”

Yaşadıkları şehre ihanetin şampiyonları...

Eski Roma’dan kalma eserlere iki buçuk metre mesafede apartman yapılır mı?

Şaşırmayasınız. Bizler ki Eski Roma’dan kalma eserleri ufalayıp alışveriş merkezi projelerine temel etme gayretindeyiz. Sözün bittiği yerdir.

Komşularımızın efsanevi bir sinema sanatçısı vardı. Melina Merkouri... Sonra “kültür bakanı” oldu. “Bakınız” diyor. “Bu camiler, imaretler, minareler... Hepsi bize mirastır. İnsan mirasına sahip çıkmaz mı? Özgüveninize ne oldu?”

Bizdeki müze ve kiliseleri camileştirmek isteyenler, az kulak veresiniz.

Selanik’in ezber bozan bir belediye başkanı var. Şehrin âşığı. Öyle laf olsun diye değil, bütün partilerin oyunu alarak seçilmiş. İkinci döneminde... Az yaşlanmaya yüz tutmuş bir delikanlı gibi. 70 yaşlarında... Ama zıpkın gibi. Benimle konuşmaya geldiğinde üzerinde dar bir chino ve beyaz bir gömlek var. Yannis Boutaris.

Asıl mesleği şarapçılık. Sadece şehri değil, Yunan şaraplarını da konuşuyoruz. Osmanlı’dan kalan eserleri “İslam sanatı müzesi” yapma arzusunda... Sonra körfez, mimari miras... Konuşacak o kadar çok şey var ki... Boutaris’in ne için ezici bir seçmen çoğunluğuna sahip olduğu meydanda...

Müze sahibi şoför

Alışılmadık öyküleri sever misiniz? Çoğu kez insana magazin gibi gelir. Bu öylesi değil. Nefes kesici ve gerçeküstü. Moskova’ya uzanıyoruz. II. Dünya Savaşı vakti. Yunan Elçiliği’nin şoförü, George Costakis.

Costakis, misafirleri antikacılara, sanat galerilerine götürür. Üstüne tercümanlık da yaptıkça içine düşen virüs serpilmeye başlar. Hele savaş ve sonrasının sefaleti... Stalin’in hoyrat teorileri, sanatçıları geçim sıkıntısına düşürünce Costakis azimli bir sanat eserleri alıcısı olur. Açtır ama resim almaktadır.

1960’lı yıllarda şoför Costakis’in Moskova’daki müzedairesi bir ziyaretgâh olmuştur. Kennedy, Rockerfeller gibi misafirleri vardır. Bizim müze banisi şoför 1990’da ölünce, koleksiyonu Yunan hükümeti satın alır. Selanik’teki Modern Sanat Müzesi’ne verir. Bu müze şoför Costakis’in küresel ölçekte şapka çıkarılan koleksiyonunu sergilemektedir. Müzenin sorumlusu benim için istisnai bir şey yapıyor; kapalı olan müzeyi açtırıyor. Kurulu alarmlar kapatılıyor. Güvenlik yeniden pozisyon alıyor. Ve Chrysa ile müzeyi geziyoruz. Koleksiyon nefes kesici... Müteşekkirim...

Selanikliler içleri yaşama sevinciyle dolu insanlar. Frau Merkel uğraşıyor. Ne yapsa etse bu hal değişmiyor. Almanlaşmaları doğalarına aykırı. Yaşama bu denli âşık, eğlenmeyi, gülmeyi bir sanat haline getirmiş insanlar...

Saat 23.00. Kumburgaz gibi bir yerdeyiz. Garaj ile sera arası bir yapıya varıyoruz. Hafif tırsmış haldeyim: Bizi rüküş bir akşam bekliyor olabilir mi?

İçerinin dekorasyonuna bakarsanız, evet. Masaya gelen şarabın kalitesine bakarsanız, evet. Ve müzik başlıyor. Bir kadın şarkı söylüyor. Keman, saz ve akordeon var. Sanırsınız ilahlar bizim camekâna dokunmuş. Müzik ve o kadının hüzün dolu sesi bizi eline alıyor.

Ağlamak istiyorum. Ama durun. Müzik susuyor ve “Yaşa vre” başlıyor... Tamam “anakaranın fıtratında hüzün olabilir” ama şarkı araları eğlenceye rücu zamanı...

Tekrar yola koyuluyoruz. 20 dakika sonra deniz kenarında şaşırtıcı bir ev. Klasik mimariden modern mimariye geçerken yapılmış mahir bir ev. Sabık kralın yazlık sarayıymış. Kapıda sivil bir polis bekliyor. Selanik’te ilk kez polis görüyoruz. Bizim Yeşilköy’ü andırır bir muhit. Nihayet “tavernadayız”.

Hamodrakas.

Son zamanlarda rastladığım en başarılı balık ve deniz mahsulleri lokantası. Mutfak, servis ve şarap listesi fevkalade. Önü deniz, arkası yoğun bir yeşillik. Fiyatlar bizim Boğaz muadillerinin yarısı. Yalnız başına bir Selanik seferine değer. Sahibiyle de tanıştım. 1926’da açılmış. Aynı yerde. Aynı mutfak...

Ve aynı müşteri...

Yalnız arada kaçamak var. Geçen ay Putin gelmiş. Hamodrakas’ta yemek yemiş. Yazlık saray’a kalmış. Oysa ben oraya Merkel talip sanmıştım...

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ