Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Veysel UÇUM (TKP Kars Eski İl Sekreteri’ydi)
        .png
        .png

        "KARS'TA DEV-LİS'İN KURULMASI"

        Siyasetle, 1973 yılında CHP’nin düzenlemiş olduğu bir mitingle tanıştım. 1974 yılından itibarense Kitle isimli bir dergi okumaya başlamıştım. Aynı yıl Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin (TSİP) “kitle”si içinde buldum kendimi. 17 yaşında, 1976 yılının Nisan ayında okul yatakhanesinde çıkan sağ-sol kavgasının ardındansa ilk nezarethaneyle tecrübesini yaşadım. TSİP’te aktifleşen çizgim, o dönem solun kalesi sayılan Kars’ta, Dev-Lis’in kurulmasıyla perçinlendi.

        1977 yılında Ankara’da sol örgütlerin düzenlediği “Şiliyle Dayanışma Gecesi”nde TKP’ye duyduğum hayranlık su yüzüne çıktı ve siyasi çizgimin TKP olduğuna karar vererek Kars’a döndüm. TKP’nin siyasi çizgisine yakın İlerici Gençler Derneği’nin (İGD) Kars şubesinin oluşumu için çalıştım. 1978’de Ecevit Hükümeti’nin kurumasıyla Türkiye genelinde Eğitim Enstitüleri’nde başlayan yeniden öğrenci alma sürecinden yararlanarak Kars Eğitim Enstitüsü’ne gidip kaydını yaptırdım. Aynı yıl parti bölge sekreterinin “parti üyeliği” teklifine pelur bir kağıda yazdığım “Türkiye Komünist Partisi’nin bir üyesi olmak” istiyorum cümlesiyle karşılık verdim. Böylelikle, parti il sekreteri olarak örgütlü biçimde mücadele içinde yer almaya başladım.

        REKLAM

        "PARTİ ADIM, OKTAY ŞEKİP'Tİ"

        Oktay Şekip parti ismiyle TKP İl Sekreteri olarak siyasi faaliyetlerim hız kazandı. Yasal konumum Kars İGD başkanlığı, illegal konumum TKP il sekreterliğiydi. Ben işkenceyle 12 Eylül’den yedi ay önce, 5 Şubat 1980’de tanıştım.

        Halkın Birliği’nden bir arkadaşa zorla verdirilen, “Hamza Can ve Veysel Uçum iki bavul dolusu silahla trenden inip Bayrampaşa Mahallesi’ne gitti” ifadesinin ardından gözaltına alındım. İfade gerçek olmadığı için sorgumda bana bir kerecik olsun “İki bavul dolusu silah nerede?” sorusu bile sorulmadı, sadece işkence yapıldı.

        Burada dört gün rutin bir işkence gördüm. Kars Siyasi Şube’de 12 Eylül’ün öncesiyle sonrası arasında işkencenin dozajında ve biçiminde farklılık olduğunu söylemeliyim. Gözaltı süresi 48 saat olmasına rağmen dört gün falaka, elektrik, -25 derecede kara gömme ve otonun arkasına iple bağlayarak yerde sürükleme gibi olaylara maruz kaldım.

        Veysel Uçum, cezaevi yıllarının ardından hukuk öğrenimi görüp avukatlık mesleğini seçti.

        "ORUÇ'U ÖLDÜRDÜKLERİ İÇİN BİZİ ÖLDÜRMEDİLER"

        Burada ben ve benimle örgütsel hiçbir ilişkisi olmayan Tuncay isminde bir arkadaş işkence gördü ve ölümle tehdit edildim. Ancak şunu da söylemeliyim, beni öldüremeyeceklerini biliyordum çünkü bizim gözaltımızdan kısa bir süre önce burada siyasetle hiç ilgisi olmayan Oruç Korkmaz isminde bir terzi çırağı öldürüldü. Yaşanan tam bir trajediydi!

        O dönem siyasetle ilgisi olmayan ancak her miting ve gösteriye meraklı biçimde gelip bakan ve Kars’ın büyük bir bölümünün “yarım akıllı” diye tabir ettiği yine terzi çırağı Sefer isminde bir çocuk sokağa çıkma yasağının olduğu bir gece gözaltına alınıyor.

        Gözaltına alınma sebebi korkup kaçması. Polis, Sefer’in kaçmaya başladığını görünce peşine düşüyor ve yakalayıp siyasi şubeye götürüp; işkenceye başlıyor. Yediği elektriğin ardından Sefer, THKPC-MLSPB üyesi olduğunu söylüyor. Örgütün başı sorusu üzerineyse, “Madem cezaevine gideceğim orada yalnız kalmayayım” diye terzi çırağı arkadaşı olan Oruç’un ismini veriyor. Sefer’in ifadesi üzerine evli olan Oruç’u alıyorlar ama çocuk doğal olarak hiçbir örgütle ilişkisi olduğunu kabul etmiyor.

        Bu olay nasıl sonuçlandı biliyor musunuz? Korkusu yüzünden önce kaçan sonra da örgüt kuran Sefer, 3 yıl Erzurum 1 No’lu Askeri Cezaevi’nde yattı, Oruç Korkmaz ise ciğerlerinin işkencede patlaması sonucu hayatını kaybetti. Erzurum’da cezaevinde bire bir Sefer’den dinlediğim bu olayın taze olması nedeniyle bize işkence yaptılar ancak öldürmeyi göze alamadılar.

        REKLAM

        "CEZAEVİNDE KARDEŞİMLE AYNI YATAĞI PAYLAŞTIM"

        Bense üzerime verilen ifadenin ardından önce işkence gördüm. On gün kadar gözetimde tutulduktan sonra 20 Şubat 1980’de 9 ay ceza aldım ve Erzurum 1 Nolu Askeri Cezaevi’ne gönderildim. 12 Eylül darbesini cezaevinde karşıladığımda 21 yaşındaydım.

        Kars’ta kim varsa toplayıp; Erzurum’daki cezaevine getirmişlerdi. Bunlardan biri de maalesef benden altı yaş küçük olan 15 yaşındaki kardeşim Mehmet Ata’ydı. Suçu duvara yazı yazmak olan kardeşimi cezaevinde gördüğüm an beynimden vuruldum. İşkence görüp görmediğini sorduğumda “Kollarımda sigara söndürdüler, ben iyiyim, sen nasılsın Ağabey?” yanıtını vermişti. 12 Eylül’de yazılama yapmanın cezası insanların bedenlerinde sigara söndürmekti. Ata, o suçundan ötürü bir yıl ceza aldı ve dört ay Erzurum’da yattı. Kardeşimle bir buçuk ay aynı yatağı paylaştık. Ben 21 o daha 15 yaşındaydı. Cezasının kalan kısmını ise Kars Kapalı Cezaevi’nin Çocuk Koğuşu’nda tamamladı.

        Veysel Uçum (sağdan ikinci), Kars'ta 12 Eylül öncesi günlerden...

        "YURTDIŞINA ÇIKMAMAK HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASIDIR"

        TKP Operasyonu yapılmadığı için ben üzerime verilen, daha doğrusu alınan ifade için 9 ay yattım ve 80 yılının Kasım ayında hakkımda gıyabi tutuklama bulunduğu için tutuklu vaziyette Kars’a götürüldüm. Burada savcılığa verdiğim ifadenin ardından serbest kaldım.

        Darbeden 3 ay sonra, aralık ayında partinin çağrısı üzerine İstanbul’a gittim ve bana yurtdışına çıkmamın daha uygun olacağı söylendi. Önerileri de Moskova’ya Parti Okulu’na eğitim için gitmemdi. DİSK’ten yetkililerin yurtdışına çıkmasının daha elzem olduğu düşüncesiyle bundan vazgeçildi.

        Bu benim olumlu anlamda hayatımın dönüm noktası oldu. Darbe olmasına rağmen “Ulusal Direniş” kararı nedeniyle faaliyetlerime Türkiye’de devam etmem gerekti. İstanbul ile Kars arasında mekik dokudum. Ancak 1981 yılının Şubat ayında Türkiye genelinde Mersin’den başlayarak TKP Operasyonu için düğmeye basıldı.

        REKLAM

        "SİYASİ ŞUBE, ANNEME İMZA ATMA ZORUNLULUĞU GETİRDİ"

        81 yılının Haziran ayında üstümle ilişkim koptu, üç ay İstanbul’da çeşitli ilişkilerle yakalanmadan yaşamımı sürdürdüm. Beni bulmak için babannem ve 12 yaşındaki kız kardeşimin siyasi şubeye çağrıldığını ve tehdit edildiklerini öğrenmem üzerine 1981’in Eylül ayında Kars’a geri döndüm.

        Baskı ve kontrol altında tutmak için bir suçlu gibi her gün annemin siyasi şubeye gidip imza atmasını bile istemişler. O da iki ay siyasi şubeye gidip imza atmış. İki ay korundum ancak Kars sonuçta küçük bir ildi ve 12 Aralık 1981’de yakalandım.

        Yakalandıktan sonra 25 gün Kars Siyasi Şube’de tutuldum. Öldüresiye atılan bir dayak sırasında burnum kırıldı. Onun dışındaki işkenceler rutindi. Akşam saatlerinde falakayla başlayan, elektrik ve dayakla devam eden bir süreçti ama ilginç olan kulağımdan aldığım elektriğin etkisiyle sağ kulağımın dört beş santim aşağı sarkması olmuştu. İfademde legal bir dernek olan İlerici Gençler Derneği’nin (İGD) üyesi olduğum yer aldı. İfademin ardından yine Erzurum’a gönderdiler.

        "ERZURUM BÖLGE TRAFİK MÜDÜRLÜĞÜ'NÜ İŞKENCEHANE YAPTILAR"

        Darbenin ardından ikinci defa gittiğim Erzurum’da tutuklu sayısı arttığı için bizi 3 No’lu Askeri Cezaevi’ne koydular. Cezaevinde ikinci haftaydı sanırım, beni gıyabımda tutuklama olan davalar nedeniyle Erzurum Sivil Cezaevi’ne aldılar.

        Burada birkaç haftanın geçmesinin ardından cezaevi müdürünün yanına çıkardılar ve gözlerimin önünde iki bey müdüre kırmızı bir zarf iletti. Zarfa karşılık olaraksa cezaevi müdürünün o görevlilere hediyesi ben oldum. İnfazımı yatıyor görünmeme; ailemin, dostlarım beni cezaevinde bilmesine rağmen ben artık cezaevinde değildim.

        O andan itibaren şunu biliyorsunuz, işkence yapacakları kesin ama hayatta bırakırlar mı bırakmazlar mı? TKP’den aldığım siyasi terbiye ser vermek sır vermemek üzerine kurulu olarak Kars-Erzurum Karayolu üzerinde Erzurum Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Trafik Şube Amirliği’ne götürüldüm, işkence merkezi burasıydı.

        REKLAM

        "MESAİLERİNE BENİMLE BAŞLIYORLARDI"

        Burada iki ekip vardı. Biri hiçbir şeyden anlamayan sadece önüne gelen eti doğrarcasına, kasap gibi çalışan bir işkenceci ekibiydi. Bir de gerçekten parti hakkında benim kadar hatta alınan ifadelerle benden çok bilgiye sahip olan profesyonel bir sorgu timi bulunuyordu.

        Ben burada 120 gün ay kaldım. Son iki ayını rutin işkence sayabilirsiniz ama ilk iki ay çok zorladılar. Sabahın 09.00’unda adamlar mesailerine benimle başladılar. Gün geldi tek konuları ben oldum. İki ay burada bir buçuk metreye bir buçuk metre büyüklüğünde bir tecrit hücresinde tuttular. Sabahları dayakla başladılar ve ağız burun bırakmadıktan sonra ikinci aşamada tazyikli suyla dirilttiler. Sırılsıklam olduktan sonra elektrik daha dayanılmaz olduğu için ona aldılar. El ya da ayağa vurulan kelepçe, pranga bileklerimizi belki parçalamaz diye bileklerimize önce zımpara gibi bir bez sarıp, sonra prangalayıp askıya taktılar.

        "İNSAN, İNSANIN AĞZINA TÜKÜRÜR MÜ?"

        İki ayı dayanılmaz olmak üzere burada geçen dört aylık zaman diliminde bir tek şeyi asla unutamam. En çok ağrıma giden ve hazmedemediğim pis bir şekilde ağzıma tükürmeleri oldu. Bitmişsiniz, düşmüşsünüz, zaten pelte gibi yerde yatıyorsunuz; öldüreceklerse tamam öldürsünler ama insanın üzerine çullanıp zorla ağzına tükürmenin insanlık ve onurla açıklanabilecek bir yanı var mı? 10 yıl önce Irak’taki cezaevlerinde Amerikalı askerlerin yaptığı muameleden daha azı mı yapıldı yüz binlerce insana?

        Ben hücremde karanlık olmasına rağmen her şeyi aradım. Cam da, demir de hatta intihar etmek için teneke bile aradım ama yoktu! Bulabilseydim ben orada intihar etmenin teslim olmamak anlamına geldiğine inandığım için intihar ederdim. Direnebilmek için hücremde Parti Genel Sekreteri İsmail Bilen’in yüzünü duvara bakarak gözlerimle defalarca çizdim. Bir de ben işkencedeyken Erzurum’a kamp kuran annemi düşündüm. İkinci ayın sonunda farklı merkezlerde verilen ifadelerin de etkisiyle TKP İl Sekreteri olduğumu kabul ettim. Cinsel tacize uğramadım ancak bu dönemde insanların onurlarını ezmek için cuntanın her yolu mübâh saydığını herkes bilmeli.

        REKLAM

        "AÇIN MENİM HÜCREMİ ÇORABIMI YIKAYACAĞIM"

        Bu işkencehanede gülme edimine dair tek bir şey yaşadım ve hâlâ aklıma geldiğinde kendimi tutamam. Erzurum Trafik Şube Müdürlüğü’ne siyasetle yakından uzaktan ilgisi olmayan ama gerçekten çok gariban bir öğretmeni getirmişlerdi.

        Getirmelerinin nedeni verilen eşgâle uymasa da öğretmenin isminin “Nihat” olmasıydı. Suçsuz Nihat Hoca’yı biraz hırpaladıktan sonra bizim de işkence gördüğümüz meydana getirdiler ve dayak yemeye başlamasıyla birlikte acı bir şekilde:

        “Beni niye buraya getirdiniz?” diye feryatları yükselmeye başladı.

        Bir süre sonra o da pelte gibi yere düştü, kendine gelir gelmezse bizim yörenin şivesiyle, işkence gören hiç kimsenin söylemeyeceği şeyi söyledi ve “Açın menim hücremi, çoraplarımı yıkayacağım” diye bağırmaya başladı.

        Çok doğal, çok içtendi ve yediği dayaktan geçip; çoraplarının kana bulanmasını içerleyen Nihat Hoca’nın “Meni buraya neden getirmişseniz, açın hücremi çorabımı yıkayacağım” cümlesi orada yüzümde tebessüm yaratmıştı. Polis bile adam delirdi mi diye şaşırmıştı.

        "DEVRİMCİLİK PAYLAŞIMDA ADALETTEN YANA OLMAKTI"

        Burada geçen dört ayın ardından tekrar Erzurum Sivil Cezaevi’ne götürüldüm. 2 Temmuz 1982’de tahliye edildim. Beş yıl süren davamın ardındansa beraat ettim ve hukuk eğitimi alma düşüncesi belleğimde iyice yer etti ve onu daha sonra gerçekleştirdim. Devrimcilik, o zaman da şu anda da benim için paylaşımda adaleti, yasalar karşısında eşitliği, özgürlüğü, insanca yaşamayı, yurdunu sevmeyi ve bu değerler için mücadele etmeyi ifade ediyor. Ben yaşadıklarımdan hiçbir zaman pişmanlık duymadığım gibi o dönemi öğretici bir dönem olarak görüyorum. Bugün bile inandığım bir örgüt olsa aynı çabayla ancak legâl bir örgütte çalışırım.

        "ÜLKEMİZE YAZIK OLDU..."

        Türkiye’nin 78 Kuşağı’nı değerlendirememesi gerçekten kayıptır. Sağın tepesinde bilinçli bir biçimde bu süreci yönlendirenlerin dışında o örgütlenme içinde de yer alan insanların bir çoğunun bir ideal uğruna mücadele ettiklerini düşünüyorum. Ancak bu düşüncem bilinçli bir biçimde faşist bir devlet yönetimini düşleyenler bakımından dün de bugün de geçerli değil.

        Siyasi mücadele başka bir şeydir, katil olmak başka bir şeydir. Ben silah taşıdım ama hiçbir canlıya ateş etmedim. Hiçbir canlıya ateş edemezdim de zaten.

        Ülkeye gerçekten yazık oldu. 12 Eylül olmasaydı şimdiye kadar çoktan sular mecrasında akmaya başlamış olurdu. Ben 21 yaşında TKP sekreteriydim ve “memleket daha iyi nasıl yönetilir” sorusunu sordum milyonlarca kuşak arkadaşım gibi. Yetmedi, buna cevap da aramaya çalıştım. 12 Eylül, gençliği, duyarsızlık içinde “yurtseverlik” kavramını bile edinememiş bir kitleye dönüştürdü. 12 Eylül bu memleketi alıp ileriye götürmek isteyen bir kuşağı yok etti!

        (Alper Uruş'un, 12 Sanık 12 Tanık isimli kitabından alınmıştır.)

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa