M. Fatih Çıtlak ile Ramazan Sohbetleri
M. Fatih Çıtlak: Cami, güzellikleri cem eden, kötülükleri dışarıda bırakan, mü'minleri birleştiren mübarek mekândır
M. FATİH ÇITLAK - GAZETE HABERTÜRK
Cami ve mescit bir beldede Müslümanların yaşadığını gösteren en önemli mimari yapıdır. Efendimiz’in (SAS) dünyayı şereflendirmesinden sonra Allah Teâlâ bütün yeryüzünü ümmet-i Muhammed (SAS) için ibâdet yeri eylemiştir. Fakat namaz, sohbet ve mü’minlerin birbiri arasındaki meseleleri konuşması, ilim öğrenmesi için mescitlerin ve camilerin yapılmasını yine Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’inde beyân etmiştir.
EFENDİMİZ (SAS) MEDİNE’YE TEŞRİF ETTİKLERİNDE İLK ÖNCE MESCİT İNŞA ETMİŞLERDİR
Yeryüzündeki ilk bina olan Kâbe aynı zamanda mescittir. İlk kez Hazret-i Âdem’in (AS) inşa ettiği Kâbe, Nuh tufanından sonra Hazret-i İbrahim (AS) tarafından aynı temeller üzerinde tekrar inşa edilmiştir ve birçok tamirat geçirerek Allah’ın izniyle günümüze kadar gelmiştir.
Yeryüzündeki bütün mescit ve camiler, Kâbe-i Muazzama’nın bir şubesi gibidir. Efendimiz (SAS) Medine’ye teşrif ettiklerinde hemen mescit inşa ettiler çünkü namaz mescitte kılınır, diğer ibadetler, ilim, sohbet mescitte yapılır ve toplumu alakadar eden kararlar mescitte alınırdı. Hatta hadîs kaynaklarında sahâbilerin mescitte beraberce yemek yedikleri de rivayet edilmektedir.
Mescitleri temiz tutup orada ahlaka riayetle bulunanlara, Allah Teâlâ çokça ecir ihsan eder. Camiler edep ve ahlâkın zirvede olması gereken yerlerdir. Bu sebepten camilerde boş söz konuşulmamalı, lakayt bir şekilde davranılmamalıdır. Hatta Efendimiz (SAS) namaza yetişmek için koşarak camiye gitmekten dahi ümmetini men etmişlerdir. Camideki insan halim selim duruşuyla, tertemiz elbisesi ve bedeniyle, Kâbe’de ve Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda imiş gibi güzel huşusuyla, hem Hakk’ın rahmetine mazhar olmalı hem de halkın muhabbetine vesile olmalıdır.
Cami berekettir. Güzellikleri cem makamıdır. Camiye gelen cemaat ise Allah Teâlâ’nın misafiridir. Cami kelimesi Arapça’da içine alan, toparlayan, farklara bakılmaksızın birleştiren, ortak noktada buluşturan, rahmeti ve güzelliği toparlayan, azgınlığı şiddeti şeytanlığı dışarıda bırakan, ibâdetlerin hepsini içinde barındırabilen, Allah Teâlâ’nın “Cami” isminin mazharı, tecelli makamı, mü’minin ihtiyaç duyduğu her şeyi bulunduran manalarına gelmektedir.
Allah Teâlâ’nın huzurunda O’nun (CC) rızasını kazanmak için, şirkten uzak ibadet için kullarını cem eden makama cami derler. Camiyle alay etmek, hakaret etmek, herhangi bir mekânmış gibi üst baş pis şekilde içeri girmek, mü’minlere alem olmuş, camideki işaret ve remizlerle istihza etmek, kişinin imandan uzaklığına alamettir.
Bir şehrin siluetinde cami görünmüyorsa orada Müslümanların yaşadığına dair bir iz yok demektir. İstanbul’un siluetine bakın, sonra (Allah (CC) muhafaza) o siluetten camileri çıkararak şehri gözünüzde canlandırın. Diğer yerleşim yerlerinden farkı kalmayan, yere yığılmış ölü bir beden gibi duran şehrin diğer yerlerden farkı olmadığını hayretle müşahede edersiniz.
CEMAATLE NAMAZ KILMAYA GAYRET ETMELİYİZ
Kıymetli dostlar! Namaz kılarken hepimizin hataları, eksiklikleri olabilir. Fakat bir imam arkasında cemaat olduğumuzda, namazdaki kusurlarımız affolur ve inşallah namazlarımız kabule şayan olur. Efendimiz (SAS) “Cemaat rahmettir” buyuruyor.
Cemaatle namaz kılmanın hem ecri, sevabı çok fazladır hem de kişinin mesuliyeti böylece çok azalmış olur.
Camide cemaat olmanın bir güzel tarafı da şudur: O ibâdet esnasında, cemaatin içerisinde bulunan ve mânen ibâdeti en üst sayılan kişinin derecesine bütün cemaat yükseltilir.
CAMİ ADÂBI NASIL OLMALIDIR?
Camiye girildiğinde konuşulmamalı; huzura, sükûnete, edebe dikkat edilerek ibadet yapılmalı; camiden insanlara güler yüz göstererek, selâmlaşarak hiç kimsenin dedikodusunu yapmadan, laubalilikte bulunmadan edeple ayrılmalıdır. Hane halkına, sokaktaki insanlara güler yüz gösterilmelidir. Kızgınlık ve öfkeyle, lüzumsuz kaprislerle ramazan ayının bu birbirinden güzel ve cennet gibi olan günlerini cehenneme çevirmemek lazımdır.
ALLAH’IN (CC) HUZURUNA ÇIKMAK
Şeybân-i Râi isminde büyük bir Allah (CC) velisi vardır. İmam-ı Şâfi Hazretleri döneminde yaşadığı söylenir. Râi, çoban demektir. Bu Hazret bulunduğu mıntıkanın koyunlarını güder fakat her daim Allah (CC) zikriyle meşgul olur, insanlar da bazen onun duasını almak bazen de müşküllerini halletmek için huzuruna gelirlermiş.
Büyük âlimlerden iki kişi bu zatı görmek istemişler. Birisi diğerine “Bu zat ümmidir, bir yerden tahsil yaptığını kimse bilmiyor, fakat her meseleye cevap verir, insanlara ahkâm kesermiş. Vallahi ben gittiğimde kendisini imtihan edeceğim, söylenildiği kadar var mıdır yok mudur bir görelim” demiş.
Hazret’in yanına gelmişler. Selâm sabahtan sonra imtihan etmek derdinde olan âlim, Şeybân-i Râi Hazretleri’ne:
“Efendim bir sualim olacak, bir kişi bir vakit namazı kılamasa, aradan zaman geçse ve o kaçırdığı namazı kaza etmek istediğinde beş vakitten hangisini kaza edeceğini hatırlamasa ne icab eder yani ne yapması gerekir?”
Şeybani Rai hiç duraksamadan “Bir günlük kaza namazı yani beş vaktin tamamını kılar” diye cevap vermiş.
Âlim zât bunun üzerine çıkışmış:
“Efendim olur mu, nerede kaldı kolaylık? Mâlumunuz bu durumlarda kişi kalbinde en yakın olan duruma göre hareket eder. Hangi vakit olduğunu baskın olarak düşünüyorsa artık vesvese yapmaz hemen o vakti kılar öyle değil mi?” diyerek kendisince Şeybân- i Râi Hazretleri’ni hem düzeltmiş hem de biraz hizaya getirdiğini düşünmüş. Bunun üzerine Şeybân-i Râi Hazretleri şu muhteşem cevabı vermiş:
“Efendi efendi, ben onun hangi namazı kaçırdığını konuşmuyorum, aslında o adam tam tamına beş vakit namaz kılmamıştır. Zira namaz Allah Teâlâ’nın huzuruna durmaktır, bu adam bir gün içerisinde herhangi bir vakitte Allah Teâlâ’nın huzurunda olur da bu huzura çıkışını nasıl unutur? Demek ki o gün o hiç namaz kılmamıştır. O sebepten dolayı bir günlük kaza eder, o da yetmez, gözyaşlarıyla istiğfar etmelidir.” Bu muhteşem cevap karşısında âlim olan zât “Allah” diye bir sayha atar ve Şeybân-i Râi Hazretleri’nin ayaklarına kapanarak ondan özür diler.
AYET-İ KERİME
ALLAH’ın (CC) mescitlerini, ancak Allah’a (CC) ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan (CC) başka kimseden korkmayanlar şenlendirirler. Onların, doğru yolu bulanlardan olacakları umulur.
Tevbe 18
HADİS-İ ŞERİFLER
Bir gün Efendimiz (SAS) sahâbisine namaz kıldırmıştı ve mescitte oturuyorlardı. İçeriye bir adam girdi ve namazını hızlıca kılmaya başladı.
Efendimiz (SAS) bu adamın kıldığı namazı göstererek şöyle buyurdu:
“Bu durumu görüyor musunuz? Kim bu hal üzere ölürse Allah’ın (CC) dininden başka bir şey üzere ölmüştür. Böyle namaz kılan kişi kuzgunun leşi gagalaması gibi başını yerden hemen kaldırır. Rükû ettikten sonra secdesini tavuğun yem gagalaması gibi yapan da bir-iki hurma tanesi yiyen aç kimse gibidir. Bu yedikleri onun açlığından ne giderir?”
Hadîs-i şerîf - İbn-i Huzeyme
SORU VE CEVAP
- ‘İstiğfar’ ne demektir?
Sözlükte örtmek, örtbas etmek anlamına gelen istiğfar, dînî bir kavram olarak, hata ve günahların Allah (CC) tarafından af ve mağfiret edilmesini istemek; kulun işlediği iyi ve güzel amelleri azımsayıp bunları artırmaya çalışması, günahlarını çok bulup bunları azaltmaya gayret etmesi demektir. Aynı kökten gelen “Gufran” ve “Mağfiret” kelimeleri; Allah’ın (CC) kulun hata ve günahlarını örtmesi, ona azap etmemesi, günahlarını bağışlaması anlamına gelir.
- İstiğfar ile tövbenin farkı nedir?
İstiğfar ile “günahtan vazgeçme” anlamına gelen tövbe arasında bazı farklar vardır. Kişi ancak kendi günahından dolayı tövbe edebilirken, başkalarının günahından dolayı da istiğfar edebilir. Yani başkasının affını Allah’tan (CC) dileyebilir. Allah’ın (CC) güzel isimlerinden olan “Gafur” ve “Gaffar”, günahları örten, bağışlayan, affeden demektir. Kur’ân’da pek çok ayette istiğfarda bulunmak emredilmiş, Allah’ın (CC) mağfiret edici olduğu ısrarla vurgulanmış, özellikle seher vakitlerinde olmak üzere istiğfar edenler övülmüştür.
(Âl-i İmrân - 17, Zâriyat - 18)
GÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ