Ders Google Earth
Bugünün çocuklarına yarının eğitimi lazım; nerede ve nasıl?
Geçen yil İlkokul İkinci siniftayken seçmeli dersler arasında bilgisayar eğitimini görünce çok sevinen oğlumun mutluluğu ilk derste yerini hüsrana bıraktı. Sadece evimizin değil, apartmanın da teknolojiden sorumlu bakam olarak, bu dersten beklentisi hayli yüksekti. Ne var ki, laboratuarda -evet, okulda bu çalışma alanlarına bilgisayar laboratuarı deniyor- öğretmen iki saat boyunca bilgisayarı açma-kapamayı anlatmıştı. "Üstelik bütün sınıf biliyordu. Ama öğretmen kitaptaki ilk konunun bu olduğunu söyledi" diye sızlandı durdu hafta boyunca. Aynı serzeniş tüm sınıfta yankılanınca bilgisayar dersi iptal edildi.
ASLI ORTAKMAÇ / NEWSWEEK
Müfredatın standart olduğu ve hiç bilgisi olmayan çocuklara da eğitim vermeyi amaçladığı bir gerçek. "Peki ya konuyu zaten bilen çocukların suçu ne" diye soruyor özel bir okulda bilgisayar öğretmenliği yapan Süleyman Sönmez. "Bir öğretmen sınıfa girerken şunu aklından çıkarmamalı. O sınıfta üç grup öğrenci var: Çok bilenler, orta derecede bilgisi olanlar ve hiç bilmeyenler. Oysa müfredata bağlı kaldığında, öğretmenin bu üç gruba karşı sadece bir stratejisi bulunuyor." Hele bir de ders bilgisayarsa. Günümüzde öğrencilerin bilgisayarla karşılaştıkları ilk yer okul değil doğrusu. Ve inanın, oğlunun teknolojik aygıtlar konusunda doğal bir yeteneğinin olduğunu düşünen ve gözlemleyen tek anne de ben değilim. Ev hanımı Tülin Serez, televizyonla ilgili bir sorun için dijital yayın yapan firmanın çağrı merkezini aradığında, alıcı ayarlarının nasıl düzeltileceğini anlatan görevlinin en sonunda "evde bir çocuk varsa, onunla konuşabilir miyim" diye sorduğunu anlatıyor gülerek. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi'nden psikolojik danışma ve rehberlik uzmanı Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak, genç ve çocukların 20 yıl öncekilere göre çok daha farklı bir profil çizdiğini kabul ediyor: "Çevresel faktörler, beyindeki nöron bağlantılarını etkiler. Bugün, bizim çocukluk dönemimize göre çok daha fazla ve farklı uyaran var, haliyle bu uyaranlar nöronların yapısını da farklılaştırıyor."
Beyindeki bu değişim günlük hayatta, ebeveynlerin ve öğretmenlerin deyimiyle, öğretmenini dinlemeyen, çabuk sıkılan,sürekli cep telefonuyla oynayan çocuklara tekabül ediyor. Sönmez bu farkı şöyle anlatıyor:
"Okumuyor, tarama yapıyorlar. DikKa katleri süreksiz değil ama kesintili. Örneğin, bilgisayarda oyun oynayan çocuğunuz sizinle kesik kesik konuşuyor. Aslında birdikkat dağınıklığı yok, konuşurken diğer yandan bilgisayarda, sürekliliği olan başka aktiviteyle uğraşıyor." Çoklu görev olarak g tanımlanan bu yetenek, pek çok bilim insanına göre beynin hızlı biçimde evrim geçirdiğinin göstergesi. Sönmez ise bir süre sonra bu kesintilerin de ortadan kalkacağını ve önümüzdeki yıllarda insanların aynı anda birden fazla işi aksatmadan yapabileceklerini düşünüyor. "Tıpkı çift işlemcisi olan bir bilgisayar gibi."
40 yıllık ilkokul öğretmeni Ayşe Karagöl Erdoğan da öğrenci-lerindeki değişimin farkında. "20 yıl önce, ders çalışırken öğrencilerim 3 saat boyunca masa başından kalkmazdı. Şimdiki çocuklar değil 3 saat, 40 dakikalık derste bile yerinde oturmuyor." Ayşe öğretmen, çocuklar dikkatleri dağılmadan derse odaklansın diye öğretim metotlarını sürekli güncelliyor. Tahta önünde ders anlatmak yerine, öğrencilerin aktif olarak katıldığı ders programları planlıyor. Elektronik aygıtlar gibi kimi konularda öğrencilerinin kendinden daha ileride olabileceğinin de farkında. "Böyle durumlarda, tüm sınıfla birlikte konuyu araştırıyor, projeler hazırlıyoruz. Böylece hem onlar hem de ben öğreniyorum" diyor.
Ne var ki tüm öğretmenler ve ebeveynler Ayşe öğretmen kadar yeniliğe ve değişikliğe açık değil. Hatta üniversitelerdeki öğretim görevlileri bile.
İstanbul Üniversitesi Enformatik Bölümü'nden Yard. Doç. Fatih Gürsul, üniversitede sınıflarda akıllı tahta bulunduğunu ancak bazı hocaların kullanmak istemediğini anlatıyor. Akıllı tahta, öğretmenin tüm yazdıklarını kaydediyor. Dolayısıyla, öğrenciler not almak yerine tamamen dersi anlamaya odaklanabiliyor. Daha sonra öğretmen tahtaya yazılanları öğrencinin e-posta adresine gönderiyor. "Fakat öğrencinin önünde yanlış yaparsa, otoritesinin sarsılacağını düşünen kimi öğretim elemanları bu teknolojiyi kullanmak yerine öğrencilerine not dikte ettirmeyi tercih ediyor" diyor Gürsul.
Yeşilyaprak'a göre günümüz çocuk ve gençleriyle ebeveynler ve öğretmenler arasındaki en büyük çatışma kaynağı, yetişkinlerin gençler üzerindeki otoritelerini kaybetmek istememeleri. Zira, eskiden bilgiyi anne, baba ve öğretmeninden edinen çocuk, artık istediği bilgiye teknolojik araçlar ve internet sayesinde ulaşabiliyor. "Hem vereceği bilgiyi hem de genci kontrol etme gücünü yitirmekten korkan yetişkinse bu değişikliklere ayak uydurmaya direniyor" diyor Yeşilyaprak.
Aynı sebeplerden, uzaktan eğitim gibi Türkiye'de olmasa da pek çok Avrupa ülkesinde yaygınlaşan eğitim modellerine karşı da bir direnç söz konusu. Öğretmenlerin çoğu dersin, sınıfta yüz yüze yapılması gerektiğinde ısrarlı. Aksi takdirde başarının düşeceğini iddia edenleri belki ancak Gürsul'un araştırması ikna edebilir. Gürsul'un, Prof. Dr. Hafize Keser yönetiminde 2008'de hazırladığı "Çevrimiçi ve yüz yüze problem tabanlı öğrenme yaklaşımlarının öğrencilerin başarı ve matematiğe yönelik tutumlarına etkisi" başlıklı tezi bu alanda dünyada bir ilk. "Gençler günde 8 saat MSN başından kalkmıyorsa, bu potansiyeli verimli hale getirmek gerekir" düşüncesiyle çalışmaya koyulan Gürsul, matematik sınıfındaki bir grup öğrenciye, bundan sonra dersleri internetten vereceğini söyledi. Sınıftaki çalışma grubunun sahip olduğu tüm imkânlar internet grubuna da sağlandı. Değerlendirmelerde internet grubunun daha başarılı olduğu tespit edildi. Daha da önemlisi, bu çalışma sisteminin öğrencilerin sosyal ilişkilerini ve grup çalışmasını da olumlu etkilemesi. "Uzaktan eğitim modelinin sosyal etkileşimi azalttığı iddia edilirdi" diyor Gürsul. "Gördük ki aksine zaman ve mekân bağımlılığı olmadan derslere daha iyi odaklanan öğrenciler aynı zamanda ders saatleri dışında da internet ortamında bilgi paylaşıp, sohbet ederek sosyal ilişkilerini geliştirdi." Katılımcı öğrencilerden birinin şu sözleri durumu özetliyor aslında: "Grup olarak çözülen problem grup dayanışması, yardımlaşma gibi özellikleri ortaya çıkarttı."
Gürsul'un çalışması ve benzer araştırmalar gösteriyor ki mevcut eğitim sistemi, günün çocuklarının çok gerisinde. Üstelik buradaki temel problem, materyal ya da donanım eksikliği değil. Milli Eğitim Bakanlığı'nm geçen Temmuz'da yayınladığı rapora göre son altı yılda ülke genelinde ilköğretim okullarına 700 binden fazla bilgisayar gönderildi, sadece Doğu Anadolu'daki illerde 1500'e yakın bilgi teknoloji sınıfı açıldı ve 3 bini aşkın ilköğretim okulunda da ADSL üzerinden uydu bağlantısı kuruldu. Ama uzmanlara göre bu teknolojileri kullanacak, ona inanan ve gerçekten ne ifade ettiğini anlayan eğitmen bulmak zor. Nitekim yakın zamanda coğrafya öğretmenleri arasında yapılan bir anket çalışması da bu tespiti doğruluyor. Her türlü teknolojik imkânın sunulduğu bir ortamda öğretmenlere ders anlatırken kullanmak istedikleri araçlar sorulduğunda alman cevaplar, 20 yıl öncekinden çok da farklı sayılmaz. Öğretmenlerin ilk tercihi hâlâ harita. İkinci sırada küre var, üçüncü tercihleriyse tepegöz -projeksiyon değil-. Beş öğretmenden sadece biri sınıfta bilgisayar istiyor. "Oysa derse konu olan bölgeler, şehirler GoogleEarth'ten de takip edilse, coğrafya dersleri çok daha keyifli hale gelmez mi" diye soruyor Süleyman Sönmez. Artık sanal dünya turuna çıkan çocuklar, komşu ülkeleri ezberleyip iklim örtüsü ve geçim kaynaklarını sıralamayı reddediyor.