Özlem Zengin: Seçmen sahici ve kuşatıcı olana meyleder
16 Nisan'daki referandumda kabul edilen hükümet sistemi değişikliği teklifinin mimarlarından birisi olan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Özlem Zengin, Gazete Habertürk'ten Kübra Par'a konuştu
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Özlem Zengin, referandumda kabul edilen hükümet sistemi değişikliği teklifinin mimarlarından biri. Kuruluşundan itibaren AK Parti hareketinin içinde yer almış, tabandaki hassasiyetleri bilen ve uç yorumlardan kaçınan bir siyasetçi. Nitekim referandumdan önce, iki kesimin birbirine ağır ithamlarda bulunduğu günlerde, Habertürk için yaptığımız röportajda “‘Evet’ diyen de ‘Hayır’ diyen de vatanını seviyor” demişti ve o sözleri her kesimden büyük destek görmüştü. Referandum sonucuna dair tahmini de rasyoneldi. Kimi isimlerin “Kabul oranı yüzde 60’a varıyor” iddialarına karşılık o, “Yüzde 50’ye yeni yaklaştık” diyerek işin çantada keklik olmadığını vurgulamıştı.
“16 Nisan’da ortaya çıkan tablo, Özlem Zengin’in haklı olduğunu gösterdi” diyebiliriz. Peki 51.5- 48.5 dengesi ne anlama geliyor? Seçmen ne mesaj verdi? AK Parti ve Cumhurbaşkanlığı, bundan sonra nasıl bir yol izleyecek? Hem bunları hem de son günlerde dikkat çeken “Mavi Marmara” polemiği etrafında şekillenen “iç tartışma”ların anlamını sormak için tekrar kapısını çaldım. Referanduma günler kala, ABD’de yaşayan oğlu Salih ağır bir trafik kazası geçirmiş. Çok şükür durumu iyiymiş ama bir süre iki elini de kullanamayacakmış. Bu moral bozukluğuna rağmen röportaj talebimi geri çevirmedi. Ruhen biraz bitkin olsa da sorularıma yine “sakin bir akılla” yanıt verdi...
- Kimileri yüzde 60 “Evet”lerden bahsederken, siz Habertürk için yaptığımız röportajda “Yüzde 50’ye yeni yaklaştık” demiştiniz. Referandumdan yüzde 48.5’e 51.5 gibi başa baş bir sonuç çıkmasını nasıl karşıladınız?
Öncelikle hamd ettim çünkü şahsen ben kolay bir şey olmadığını görüyordum. Zor bir süreçti. Yaptığımız diğer seçimlere benzemiyordu. Adım adım inşa etmek gerekiyordu.
- Peki, “Evet cephesinde oylar beklentinin altında kaldı” denilebilir mi?
Benim açımdan beklentinin altında kalmadı. Ben, bu işin çok zor bir iş olduğunu çalışırken de görüyordum. “Yüzde 53 olabilir” diye düşünüyordum. Ama bu sonuç önemli bir netice. Bu kadar önemli bir başarının da rakamlar üzerinden küçültülmesini haksızlık olarak görüyorum.
- Kabul oranının yüzde 55’i aşmamasının nedenleri ne olabilir? Teşkilatlar mı yeterince çalışmadı, insanlar mı ikna olmadı?
Bu değişiklik anlatılması zor, teknik bir konuydu. Bir taraf “Sistem değişirse her şey daha kötü olacak” diyor, yaşananın devamını getirmek için oy istiyor. Ama siz, bir gelecek vaadiyle oy istiyorsunuz. Türkiye’nin daha iyi olacağına dair bir hayal kuruyorsunuz ve insanları buna ikna etmeye çabalıyorsunuz. O yüzden, “Evet” kampanyasının özünde bir zorluk vardı. Bir de Türkiye’de artık bütün siyasi partiler için siyaset yapma biçimi değişiyor. Evet, bir taraftan kendi seçmeninize hitap ediyorsunuz ama büyümek istiyorsanız, farklı kitlelere de hitap etmek zorundasınız. Üslubunuzun değişmesi gerekiyor. Hele ki Cumhurbaşkanı seçecekseniz, tek bir partinin oyu, dili, üslubu tek başına yetmiyor. Zaten toplumda bir kaynaşma, fikirlerde birbirine geçme hali var. Siyasi liderler artık hepsini içeren, daha kuşatıcı cümleler söylemek zorunda.
‘İNSANLAR HUZUR İSTİYOR’
- Kimilerine göre, Türkiye yine tam ortadan ikiye bölündü. Siyasette bundan sonra kendi tabanını konsolide etmeye çalışan, daha sert bir üslup mu görürüz, yoksa daha yumuşak, daha kucaklayıcı bir üslup mu?
Kampanya sürecinde özellikle üniversitelere, yurtlara, STK’lara gitmeyi tercih ettim. Hepsinin tercih ettiği şey, yumuşak bir dildi. “Herkese özgürlük alanı verelim, insanlar sakin sakin kararlarını versinler ve nihayetinde Türkiye kazansın” arzusu vardı. Bu referandum, siyaset yapma tarzını değiştiren bir başlangıç noktası oldu. İnsanlar huzur istiyorlar. Bu ülkenin geleceği için ortak bir akılda buluşalım istiyorlar. Bence bundan sonra siyasette daha sakin bir akılla sorulara cevap verenler, daha kuşatıcı olanlar kazanacak. Bu süreçte kaygılar, korkular büyütüldü. Bir kısım, çok abartılı şeyler söyledi. Buna rağmen insanlar bir hayale, bir geleceğe “Evet” dediler. Bundan sonra bizi sahici bir siyaset bekliyor. Meseleleri kendi hacminde anlatan, abartmayan, yalan söylemeyen... Bu sistemde, milletvekilleri kendi partilerinin anlayışının ötesinde, yasama olarak ortak bir akıl geliştirecekler. Seçilecek Cumhurbaşkanı, çok büyük bir oy alarak seçilecek. Ben çok ümitliyim.
‘HER SEÇİMDE SIFIRDAN BAŞLIYORSUNUZ’
“Türkiye çok büyük bir değişime ‘Evet’ dedi. Bunu küçültmeden, bu bize ne getirecek, buradan nereye gideceğiz, ona bakmak lazım. Verilen kararı çok düşünülmeden verilmiş gibi göstermek haksızlık. Her seçimde aslında sıfırdan başlıyorsunuz. Evet, size inanan insanlar var. Ama onlar bile kararlarını tekrar gözden geçirerek adım atıyorlar. Bir mayanız var. Her seçimde bu mayayı çoğaltarak yeniden anlatmanız gerekiyor. O yüzden, tek bir seçim hiçbir şey için tek başına fikir vermiyor. Bütününe baktığınızda, 15 yıldır devam eden ve her seferinde bütün engellemelere rağmen insanını ikna eden bir ekol var.”
‘MHP’NİN REFERANDUM ÖNCESİ KENDİ İÇİNDE MESELELERİ VARDI’
- Pek çok bölgede “Evet”lerin oranı, AK Parti ve MHP’nin oy toplamının epeyce altında kaldı. Sizce bunların çoğunluğu AK Parti’den mi gitti, yoksa MHP’den mi yeterince gelmedi?
Bunlar daha analize muhtaç. Ama bunun bir örneğini yakın zamanda yaşadık. Sayın Cumhurbaşkanı’mızın adaylığı döneminde CHP ve MHP bir araya gelerek Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiler. Gösterdikleri aday, kendi partilerinin toplamı kadar oy almadı. Bu zor bir iş. Seçmenin bir iradesi var. İnsanımız hangi siyasi partiden olursa olsun, o partiye oy veren seçmen kendine tekrar soruyor. Öyle bakıldığı zaman, bu analize muhtaç bir konu.
- Ama MHP tabanının yeterince ikna olmadığını söylemek mümkün galiba, değil mi?
Bu süreçte MHP asıl desteği zaten Meclis’te verdi. MHP’deki cevap, sadece Anayasa’ya münhasır bir itirazdan kaynaklanmıyordu. Partinin kendi içinde meseleleri vardı ki o da bu süreçte devam edecek. Seçmen, yeri geldiğinde sizinle sonuna kadar beraber ama yeri geldiğinde de “Yanlış yapıyorsun” diyebilir.
‘EYALET KONUSUNDA BİR HASSASİYET VAR’
- Son düzlükte gündeme gelen eyalet tartışması, sonucu etkilemiş olabilir mi?
Eyalet, bizim insanımızın çok hassas olduğu bir konu. Bütün konuşmalarımızda bunun altını defaatle çizdik; Cumhurbaşkanı’mız da “Asla böyle bir şey yok, bu Anayasa değişikliğinin hiçbir maddesinden bu çıkarılamaz” dedi. Bunun bir rahatsızlık yarattığı doğru ama oya ne kadar yansıdığını bilmiyoruz.
‘ÇÖZÜM ARTIK HALKLA DOĞRUDAN TEMAS’
- Kürt seçmenin referandum tercihi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bir defa, bölgedeki insanımızın bu konuya ciddi şekilde ikna olduğunu, daha evvelki seçimlere göre oyumuzun arttığını görüyoruz. 7 Haziran’dan sonra o bölgedeki insanlarımız HDP’ye bir şans verdi ama HDP bu şansı maalesef çok kötü kullandı. Hendeklerin kazılması, partinin değil terör örgütünün görünür olması, Irak’a ve Suriye’ye bakarak ne yapacağına karar verme hali, insanları hüzünlendirdi. Vatandaş, HDP ile arasına mesafe koydu.
- Peki bölgede AK Parti oylarındaki artış “Çözüm masasına geri dönün” mesajı olarak okunabilir mi?
Çözüm artık halkla doğrudan temas. Bölgeye olan yatırımlar, kayyumlarla beraber problemlerin yakından görülüp çözülmesiyle ilgili uğraşlar, aslında bu sürecin devamı. Şu anda da bölge insanı olan bitenden memnun.
‘MAVİ MARMARA’DAN BAHSEDERKEN BİRAZ MERHAMETLİ OLMAK LAZIM’
- Son günlerdeki Mavi Marmara tartışmasına nasıl bakıyorsunuz?
Şuna üzülüyorum; Türkiye’de, efendi efendi bir şey anlatıyorsunuz. Siz bunları anlatırken uçuk kaçık cümleler çıkıyor. Ortak akıl, makuliyet içerisinde olmayacak ekstrem cümleler. Ve bu cümleler bir sürü insanın sırtına yük olarak kalıyor. Benim doğumuna şahitlik ettiğim, arkadaşımın çocuğu Furkan Doğan, Mavi Marmara’da şehit oldu. Ben Furkan’ı hatırladığım zaman çok derin bir ıstırap hissediyorum. (Gözleri doluyor...) Orada şehit olan insanları düşünerek bir kelam edilmeli. Arkada çok ağır bir yara bırakmış... Kaldı ki yola çıkarken alınan izinler ayrı bir mesele, burada yaşanan mağduriyetler ayrı mesele. Bu kadar önemli bir konu için bir şeyler söylerken biraz merhametli olmak lazım. Biraz, “Bu laf nereye gidiyor?” diye düşünmek lazım.
- Cumhurbaşkanı’nı seven kitlenin ikiye bölündüğü söylentisi var. Bu tartışmanın da oradan çıktığı düşünülüyor...
Cumhurbaşkanı’mızın varlığı öyle bir bağlaç ki onu tek tipolojiden insan sevmiyor. Farklı ekoller var ama bunların hepsi günün sonunda Tayyip Erdoğan sevgisinde buluşuyor. Bunların yarıştırılmasını garipsiyorum.
- Arada bir gizli kavga, bir güç yarışı var mı? “İslamcı gelenekten gelenler küstürülüyor” tartışması var...
“Ben daha bağlıyım”, “Sen daha bağlısın” demek doğru bir şey değil. Her biri başka ama hepsi sevmenin, muhabbetin bir şekli. İslamcı gelenek dediğimiz şey, olduğu gibi bir yerde duran bir şey değil. O geleneği biliyorum. Ben de oralardan geldim. Bu hareket çok değişerek yoluna devam etti ve devam ederken bu anayol bir sürü yan kanallarla birleşti. Birleştiği için bugün AK Parti iktidarı oldu. Birleştiği için Tayyip Erdoğan dünyanın baskısına rağmen bu kadar başarılı bir lider olmaya devam ediyor. Yani burada kenara giden, küsen, dağılan bir şey yok. Aslında hepsi yan yana, beraber akmaya devam ediyorlar. Hareketin özünde bir tartışma, bir kavga olduğunu düşünmüyorum. Olsa sonuçlar böyle olmaz. Ama zaman zaman kendini “daha” görmek isteyenlerin, “daha”ya vurgu yapmak isteyenlerin çok anlamlandıramadığım çıkışları oluyor. Bu çıkışları da bizim için çok faydalı bulmuyorum. Ben, “Kol kırılır, yen içinde kalır” şeklinde de düşünmüyorum. Ama kendi içinizde yaptığınız bir tartışmanın hacmi çok önemli. Bu müzakerenin hedefi daha iyiye gitmek olmalı. Eğer yaptığınız tartışma sizi tarumar ediyorsa, yaralarınızı derinleştiriyorsa çözüm hasıl olmuyordur. Ama ben AK Parti’yi oluşturan ana yapının tek bir şey ile şekillenmediğini ve hâlâ mıh gibi yerinde olduğunu düşünüyorum.
‘MUHAKEMESİNİ YAPARIZ’
- Bu referandumda AK Parti seçmeni size bir ikazda bulundu mu?
Türkiye’deki siyasetin çok yerli ve çok dinamik olduğunu düşünüyorum. Ankara’da ev yemekleri yapan bir yere gittim. Orada bir hanımefendi beni tanıyıp “Ben ‘Evet’ verdim, oğlum ‘Hayır’ verdi” dedi. Türkiye’de bir ayrışma olduğuna inanmıyorum. Yani bu ayrışma uzakta bir yerde değil, aynı evin içinde. Konuyu baştan sona düşünen bir seçmen var. Yerelde bir şeyden rahatsızlık varsa bunun da sandıkta tezahürleri olduğunu görüyoruz.
- Büyükşehirlerin “Hayır” demesini nasıl yorumluyorsunuz?
İzmir için zaten değişen bir durum yoktu. İstanbul ve Ankara, bir parça geride kaldı. Eğitimli olmayan insanların AK Parti’ye dair bir tercihte bulunduğunu söylemek, haksızlık ve “Evet”in başarısını küçültme gayreti. Türkiye’de kim iktidar olmak istiyorsa, o insanların oyunu almak zorunda. Türkiye’de muazzam aklıselim sahibi bir seçmen var. Ben hayretle izliyorum. Rasyonel ama bir taraftan da merhametli bir seçmen. Zaman zaman ikaz eden ama aynı zamanda her daim kendinden ziyade memleketi düşünen bir seçmen. Bu referandum, diğer seçimlerden başka bir şey. Buradan çıkan neticeyi bir sonraki yerel seçimlere ya da genel seçimlere uyarlamak da doğru değil. Her bir ilçenin, her bir ilin muhakemesi yapılır. Biz bu sorgulamayı her seçimden sonra yaptık, yaparız.
- “Arada az fark olması sistem değişikliğinin meşruiyetini tartışmaya açıyor” diyenlerin haklılık payı var mı?
Bu beni tebessüm ettiriyor. 1982 Anayasası, yüzde 92 ile kabul edilmiş. Belki idamlar olmasa 1961 Anayasası da daha yüksek bir rakamla kabul edilirdi. Bu kadar yüksek oranla “Evet” denilmesi, o Anayasa’ları meşru hale mi getirmişti? Burada meşru olmasının kriteri bellidir. Birincisi, bu Anayasa hangi yöntemlerle hazırlandı; Meclis’ten geçerken Anayasa’nın bize getirdiği kriterlere uydu mu? Devamında da uygun bir şekilde halk oylamasına gidildi mi? Yüzde 50+1 oy alsa bile bu oylama meşrudur. Anayasa böyle söylüyor.
- YSK’nın mühür basılmayan oy pusulalarını da geçerli sayarak şaibeye neden olması, ne kadar doğru?
YSK’nın geçmişte pek çok uygulaması var. Bu sefer de YSK kendiliğinden harekete geçmedi, var olan bir problemi çözmek istedi. Bunu yaparken de mühürsüz kullanılan oyların kime ait olduğunu bilmiyordu. Kimse de “Bunlar ‘Evet’ miydi, ‘Hayır’ mıydı?” diye iddia edemez. Bu karar yüzünden “Evet”e dair bir tartışma yapılıyorsa, bu aynı oranda “Hayır”a da dairdir. Sandık kurulu başkanları, hangi partiden geldiğini bilmediğimiz insanlardan teşekkül ediyor. Normal şartlar altında, bu sandık başkanlarının bunları kontrol etmesi lazımdı. Sandık başkanları, resmi üyeler, müşahitler bunlara bakmalıydı. YSK, önüne gelen probleme bir çözüm üretti.