Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Contemporary İstanbul'da selfie çılgınlığı

        Sanatseverlerin merakla beklediği 13. Contemporary Istanbul, geçtiğimiz pazar günü sona erdi. 83 galeri, 400’ü yabancı 650 sanatçının yaklaşık 2 bin eseriyle yer aldığı fuara bu sene 74 bin kişi katıldı.

        Contemporary Istanbul'un bu yıl belki de en çok dikkat çeken eserlerinden biri, Emre Yusufi’nin “Divine Selfie” adını verdiği selfie çeken Herkül’ü tasfir eden eseriydi belki de. Çünkü içinde anlayacağınız üzere 'selfie' vardı ve katılımcılar heykel ile fotoğraf çekilebilmek için uzun bir kuyruğa girmeyi göze almıştı. Neticede işin ucunda çekilen fotoğrafları 'Instagram'da paylaşmak vardı.

        Dahasıfuara katılanların büyük bir çoğunluğu vakit kaybetmeden eserlerin fotoğraflarını çekebilmek telefonlarının kamerası açık bir şekilde geziyor, fotoğraf çektikten sonra da hızla oradan uzaklaşıyordu. Sosyal medyada selfie furyası 'Sanat sosyal medya için mi?' sorusunu akıllara getirdi.

        REKLAM

        Habertürk köşe yazarları Fatih Altaylı ve Kadir Kaymakçı, Contemporary Istanbul'daki sosyal medya çılgınlığını ele aldı.

        FATİH ALTAYLI - ALAN YOK KIRAN ÇOK

        Contemporary İstanbul, çölde vaha gibi geliyor insana.

        Giderek azalan sanatsal olaylardan dolayı nefessiz kalan topluma ya da en azından toplumun bir kesimine hava aldırıyor, moral veriyor.

        Bu yıl da inanılmaz bir kalabalık vardı.

        Fakat gelenlerin durumu biraz ilginçti.

        Sergiyi gezenlerin neredeyse yüzde 80’i sürekli bir selfie çekme ve bunu bir an önce sosyal medyadan paylaşma derdindeydi.

        Çekmelerinde bir mahzur yok elbette ama bunu yaparken eserlere verdikleri zararın bir mahzuru var.

        Biricik Suden, bu durumu “Satın alınandan daha çok selfie çekme uğruna kırılan eserlerin yer aldığı bir Cİ’un daha sonuna geldik” diye esprili bir şekilde duyurdu.

        Acaba önümüzdeki yıl bu fuarda selfie’yi yasaklamak sanat ve sanatçılar için daha mı iyi olur!

        KADİR KAYMAKÇI - ANLAMIYORUM AMA VARIM!

        Geçen hafta Contemporary İstanbul'da, 15 santime 15 santim bir tuval üzerinde sadece bej mi gri mi anlamadığım bir boya olan sanat eserinin önünde dururken tüccar Frederic Tudor'un getirdiği 'buz'lara boş gözlerle bakan Martinikliler gibi hissettim! Tıpkı buzu tanımayan ada halkı gibi ben de eserin karşısında 'hypocognitive' bir şekilde kalakaldım...

        Tudor, 1806'da Massachusettes'ten Karayipler'deki Martinik Adası'na doğru yola çıkarken zengin olma hayalleri kuruyordu. Gemisinin ambarını, donmuş nehirden topladığı buzlarla, doldurmuştu ve bunu sıcaktan yanıp kavrulan tropik ada halkına satıp paraya para demeyecekti.

        ANCAK EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYMADI

        Hayatları boyunca buz görmemiş, soğuk bir şey içmemiş, dondurmanın ne olduğunu bilmeyen Martinikliler'in gözünde Tudor'ın 'malları' hiçbir şey ifade etmiyordu.

        'Dahi' tüccarın zenginlik hayalleri Karayip güneşinin altında, tıpkı ambarındaki buzlar gibi, eriyip gitti.

        HYPOCOGNITIVE MİSİNİZ?

        “İnsanın kaderi çoğu zaman bildiklerine değil bilmediklerine dayanır” diyor Kaidi Wu: “Çoğu zaman hayatın sonuçları 'hypocognition'la belirlenir...”

        Antropolojist Robert Levy'nin ortaya attığı 'hypocognition' terimi 'bir nesne, kategori veya fikir için dilsel ya da bilişsel temsil eksikliği' demekmiş.

        REKLAM

        Buzla ilgili en küçük bir fikirleri olmayan Martinikliler gibi benim de üzerinde, gri mi bej mi olduğunu bile anlamadığım, boyadan başka bir şey olmayan tuvaldeki sanatla ilgili hiçbir dilsel ve bilişsel fikrim yoktu...

        Frederic Tudor'un gemisindeki buzlar karşısında 'hypocognitive' olan Martinikliler'den 212 yıl sonra, geçen hafta Contemporary İstanbul'u gezen 74 bin kişinin 70 bininin sergilenen eserler karşısında 'hypocognitive' olduğunu düşünüyorum...

        BİLMEK DEĞİL OLMAK YETİYOR

        Contemporary İstanbul'da sergilenen eserlerin önünde selfie çektirmek için harcadığı zamanı eseri anlamaya harcamayan insanlarla ilgili bir grup arkadaşla çevirdiğimiz geyik konular arasında seke seke gezdikten sonra kitleler halinde izlenen dizilerin, okunan kitapların önünde durdu!

        'Bir yerde olmanın, bir şeyi izlemenin, okumanın' farketmekten, anlamaktan, bilmekten daha önemli olduğu bir dönemdeyiz sanki...

        Hepimiz 1806'da buz karşısında duran Martinikliler gibiyiz.

        Onlardan farkımız 'buz'un ne olduğunu bilmesek de onun karşısında durmak yetiyor bize...

        Contemporary İstanbul'da 'olmak', Maniac'ı 'izlemek', Tutunamayanlar'ı 'okumak' değil derdimiz; herkes bunlardan bahsediyor ben de 'katara' katılayım dışarıda kalmayayım paniğindeyiz...

        'Dilsel ya da bilişsel' bir fikir sahibi olma ihtiyacında da değiliz. Orada 'görünmek' yetiyor da artıyor bize...

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa