Son dakika... TBMM Başkanı Mustafa Şentop'tan önemli açıklamalar
Son dakika... "Terörizmle Mücadele ve Bölgesel Bağlantılılığın Güçlendirilmesi Dördüncü Parlamento Başkanları Konferansı"na ev sahipliği yapmak için Antalya'da bulunan TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Habertürk TV'nin gerçekleştirdiği özel yayında Muharrem Sarıkaya ve Serap Belet'in sorularını yanıtladı... Şentop, "İstanbul Sözleşmesi'nin maddelerine yapılan mahkemelerce atıfa rastlamadım. Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun var. O kanun yürürlükte. Mahkemeler o kanuna binaen uygulama yapıyor. O kanun ancak kanunla değiştirilebilir. Sokaktaki vatandaşın İstanbul Sözleşmesi üzerinden kadına karşı şiddete karşı şu çok önemlidir, ahlaki olarak kötüleştiriyor tartışmasını mübalağalı buluyorum. Bu konularda iç hukuk düzenlemeleri önemli. Sözleşme bir çerçeve sunuyor sadece" ifadelerini kullandı...
Habertürk TV'nin özel yayınında Muharrem Sarıkaya ve Serap Belet'in sorularını yanıtlayan TBMM Başkanı Mustafa Şentop, gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Başkan Şentop, TBMM Adalet Komisyonu'nda milletvekilliği dokunulmazlıklarıyla ilgili 1300'e yaklaşan vahim bir dosya sayısının olduğunu söyledi. 'Uluslararası terör' gündemiyle toplanan Parlamento Başkanları Konferansı'yla ilgili bilgi vererek konuşmasına başlayan Şentop, şöyle konuştu:
"İSRAİL'E FİLİSTİNLİ MAHKUMLARIN AŞILANMASIYLA İLGİLİ MEKTUP YAZDIK"
Sanıyorum 2 ay kadar oluyor. Filistin Büyükelçiliği'nden İsrail'deki cezaevinde yer alan Filistinlilere aşı yapılmadığına, bu konuda bir girişimde bulunmama dair bir mektup gelmişti. Arkasından bir mektup daha geldi Filistinliler'den. Sayın Cumhurbaşkanı ve Dışişleri yetkilileriyle istişare ettik. Nihayetinde İsrail'de Filistinlilere aşı yapılmasına dair İsrail Meclis Başkanı'na mektup gönderdik. Arkadaşlarımız takip ediyor.
TBMM Başkanı Mustafa Şentop'un konuşmalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
"FİZİKEN VE VİDEO KONFERANS İLE TOPLANTILARA KATILIMLAR OLACAK"
Konferansın dördüncüsü yapıyoruz. İlki İslamabad, ikincisi Tahran, üçüncüsü İstanbul'da yapıldı. İran İstanbul'daki toplantıya katılmamıştı. Geçen yıl salgın dolayısıyla yapamadık. Çin, Pakistan, Afganistan, İran, Türkiye, Rusya, Irak dahil oldu. Uzun başlığı var 'Terörle Mücadele ve Bölgesel Bağlantının Güçlendirilmesi'. Suç işleyen uyuşturucu dahil olmak üzere parlamento başkanları olarak ne yapılabileceğine dair... Bu ülkelerin girişimiyle oluyor. Kurumsallaşmış toplantı henüz değil. Bir nevi müzakere zemini. Başka ülkelerden de talep var. Onlarla ilgili kararlar bu toplantılarda alınıyor. Biraz hibrit bir toplantı olacak. Fiziken veya videokonferans yoluyla katılanlar olacak. İyi bir çalışma olacağını düşünüyorum. Meclis Başkanlığının başkanlığından ülkeden heyetler geliyor.
"GÖRÜŞMELERİN MÜZAKERELERİ AÇICI, DERİNLEŞTİRİCİ İŞLEVİ VAR"
Nihayetinde ortak bildiri yayınlıyoruz. Toplantıların kurumsallaşmasını istiyoruz. Bir nevi soft diplomasi diyebiliriz. BM başta olmak üzere birçok uluslararası kuruluş var. Parlamenterler Arası Birlik diyebiliriz. 1978'de kurulmuş. Halen dünyanın en eski uluslararası kuruluştur. Sonuç alıcı bakımından kısa vadede çok verimli olmasa da, görüşmelerin müzakereleri açıcı, genişleşitici, derinleştirici bakımından. Ülkelerle ilgili sınırlama yok. Katılacak ülkelerin mutabakata varılması prensibi var. Sanıyorum 2 ay kadar oluyor. Filistin Büyükelçiliği'nden İsrail'deki cezaevinde yer alan Filistinlilere aşı yapılmadığına, bu konuda bir girişimde bulunmama dair bir mektup gelmişti. Arkasından bir mektup daha geldi Filistinliler'den. Sayın Cumhurbaşkanı ve Dışişleri yetkilileriyle istişare ettik. Nihayetinde İsrail'de Filistinlilere aşı yapılmasına dair İsrail Meclis Başkanı'na mektup gönderdik. Arkadaşlarımız takip ediyor.
"TBMM BAŞKANI PARTİSİNİN MECLİS İÇİ VE DIŞI TOPLANTILARINA KATILAMAZ"
Tek başına parlamentoların çözüm üreteci olduğunu söylemek biraz zor ama. Çözüm sürecinin gelişmesinde parlamentoların önemli roller üstlenmesi mümkündür. Son zamanlarda Covid salgını süreci yavaşlattı ama yine de toplama baktığımızda büyük ölçüde parlamento inisiyatifiyle gelişen çalışmalar olduğunu görüyorum. Kongreye telgraf çektim. Ben AK Parti üyesiyim. Bu tarafsızlık Anayasa'da çerçevede çizilmiş bir tarafsızlık. Mesela Meclis Bakanı partisinden istifa etmiyor. Mensubu olduğu siyasi partinin Meclis içi ve dışındaki toplantılarına katılamaz diyor Anayasa. Yönetirken yapmış olduğu işlerde tarafsızlık öngörülüyor. Parti üyesi olmam hasebiyle telgrafla kongreye başarı dileklerimi ilettim. Bu yıl yapılan kongreler 2023 hatta 2024 yerel seçimlere partileri taşıyacak kongreler bunlar. Sayın Cumhurbaşkanımızın genel başkan olarak seçilmesini kutluyorum, arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.
"TÜRKİYE'DE İÇ SİYASET DIŞ SİYASET DİYE BİR AYRIM SÖZKONUSU DEĞİL"
Son zamanlarda bütün dünyada hem ülke içi hem uluslararası gündemlerin hızlı şekilde değiştiğini görüyoruz. 20. yüzyılın bir statükosu vardı. 2 Dünya Savaşı'nın oluşturduğu statüko. İki kutuplu dünya vardı, herkesin yeri belliydi. Çok dinamik ilişkiler ağı yoktu. O kutuplar içerisinde ülkeler arasında ilişkiler vardı. Dünya meseleleriyle ilgili olarak çok fazla politika üretmeye ihtiyaç yoktu. Blokların politikaları belliydi ve siz o politikaların içinde yer alırdınız. Bir taraftan bir gerilim bir taraftan konfor vardı. Fakat 90'lardan itibaren o bozuldu. Şimdi bazılarına göre çok kutuplu bazılarına göre kutupsuz bir dünya mevcut. Yeni bir dünya düzeninin oluşması gerekiyor. Yeni politikalar üretme mecburiyeti var. Türkiye'de iç siyaset, dış siyaset diye bir ayrım sözkonusu değil. Bir söz vardır 'hiçbir iç siyaset görmedim ki dış politikayla alakalı olmasın' diye. Günümüz dünyasında bunu çok rahat söyleyebiliriz. Bu bakımdan geçtiğimiz hafta yaşananların, önümüzdeki haftalarda da buna benzeyen zaman zaman yoğun gündemi olacağını düşünüyorum.
"PARTİLERİN UZLAŞILAN MADDELER ÜZERİNDE YOĞUNLAŞMASI LAZIM"
Önce bir niyetin olması lazım yeni anayasa yapma konusunda. 2011 seçiminden sonra Uzlaşma Komisyonu oluşturulmuştu. Bütün partilerin eşit temsille katıldığı, 25 ay üzerinde çalışıldığı ve 59 madde üzerinde mutabakat sağlanmıştı. Yüzde 40'ın üzerinde bir kısmıdır Anayasa'nın. O zaman da AK Parti'yi komisyonda temsil eden üç kişiden birisi bendim. AK Parti'nin önerisi Başkanlık sistemi üzerindeydi. Nitekim referandumda kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin ilk metni odur. Uzlaşılan noktalarda yoğunlaşmak lazım. Bir çözüm yolu bulunabilir. Esas mesele de şudur, millet yetki vermiş Meclis'e, seçmiş temsilcilerini göndermiş. Belli sayıyı sağlayarak Anayasa'yı değiştirebilirsiniz demiş. Üçte ikiyi geçtiği zaman referanduma gerek yok. Anlaşırsanız bana gelmeden bu işi yapabilirsiniz demiştir. Anlaşılan konularda böyle bir yol izlenebilir.
"PARLAMENTER SİSTEMLE İLGİLİ ÖNERİLER SOMUTLAŞMIŞ DEĞİL"
O dönemde anlaşılan maddeler üzerinden gitmek kolay değil. Partilerin birtakım revizeleri olacaktır. Belki maddenin, kapsamı, cümleleri üzerinde değişiklikler olabilir. Öbür taraftan parlamenter sistem üzerine demek çok doğru değil. Temel haklar, siyasi haklarla ilgili düzenlemelerdir. Diğer tarafta yargı ile ilgili, ekonomik sosyal düzenlemeler vardı. Hangi hükümet sistemi olursa olsun uygulanabilecek hükümlerdi. Şimdi ben bu sistemi savunuyorum. Anayasamızda geçerli olan bir sistem. 2012'de bu metni kaleme alanlardan birisiyim ben. Parlamenter sistemle ilgili yapılan öneriler somutlaşmış öneriler değil. Yeni Anayasa tartışmasının kıymetli olduğunu söylemek isterim. 91'de bazı siyasi partilerin önerileri vardı. Somut bir metin gelsin dediğinizde orada bir sıkıntı ortaya çıkıyor. Uzlaşma Komisyonu'nda bir bölümle ilgili siyasi partilerin hazır metin getirmesi gerekiyordu. Bazı partilerin metin getiremediği için toplantıların ertelendiğini gördüm. Parlamenter sistem dediğinizde, dünyada birbirinden çok farklı onlarca model çıkabilir. Nasıl bir şey öngördüğünüzü ancak somut maddelere döktüğünüzde anlayabiliyoruz. Bu tartışmalar ciddiye alınmalı, sonuç olur, olmaz. Sonuç almak mutlaka hedef olmalı ama somut bir metin ortaya çıkmalı. Somut çalışma olarak bir şey görmedim. Parlamenter sistem mâlum Türkiye parlamenter sistemde idi diyebiliriz. 1982'den sonra 2007'ye kadar farklı görüşler ortaya koyan, yarı başkanlık diyen bazı siyaset bilimciler vardı. 2007'den sonra Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi. O yetkilerle Cumhurbaşkanının yarı başkanlığa geçtiğini söyleyenler de vardı.
"YENİ ANAYASA TARTIŞMALARI BU ANLAMDA BİR FIRSATTIR"
Parlamenter sistem dediğinizde nasıl bir parlamenter sistem istiyorsunuz? Geliştirilmiş, iyileştirilmiş, güçlendirilmiş ifadeler soyut. Sizin önerdiğiniz parlamenter sistemde Cumhurbaşkanını kim seçecek mesela... Tabii karar verici ben değilim. Bunu siyaset diliyle tartışmak kolay. Ben diyorum ki, tartışmanın somut tartışmaya çevrilmesi için sayın Cumhurbaşkanının yeni anayasa tartışması bir fırsattır. Acaba önceki sisteme mi görülmek isteniyor, yoksa başka bir şey mi? Güçlendirilmiş parlamenter sistemi derken neyi kast ediyorsunuz? Hükümetlere kararname yetkisi verilir güçlendirilmiş parlamenter sistemde. Bu verilecek mi? Bazı açıklama yapan, parlamenter sistemi isteyen siyasetçiler kararname olmaz diyor. Güçlendirilmiş sistemde hükümete düzenleme yetkisi veren husustur. Bu olmaz diyorsanız, o zaman ne olacak. Bu sistemde güçlendirilen nedir, yürütmedir. Yürütmenin güçlendirilmesidir. Somut bir şey ortaya konmak lazım. Yeni anayasa tartışmaları bu anlamda bir fırsattır.
"BİZİM SENATO TECRÜBEMİZ ÇOK HOŞ BİR TECRÜBE DEĞİL"
Başkanlık sistemi ile senatonun ayrılmaz ikili olduğunu söylemek doğru değil. Senatolar federal sistemin unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Olabilir ama bizde senato tecrübesi hoş bir tecrübe değil. Özellikle yasama süreçlerini zorlaştırdığı için. Şüphesiz tartışılabilir. Başkanlık sisteminin zorunlu bir sonucu değil senatonun varlığı. Senatonun sisteme katabileceği çok özel bir nitelik yok kanaatimce.
"MECLİS'İN 'UYGUN' BULMASI 'ONAYLAMA' İZNİNİ VERİYOR"
Milletlerarası antlaşmaların hukuk sistemimizde nasıl onaylandığı, bunlardan nasıl çıkılacağına dair konularda bugün yazan arkadaşlar daha önce de makaleler yazmış. O zaman söylediklerinle bugün yazılanlar arasında çelişkiler var. Anayasa'nın 90. maddesine göre üç adım var. Birinci adım imzalanma aşaması. Bu yürütmenin yetkisindedir bizde. Ya Dışişleri Bakanı, hükümet yetkilisi veya diplomat imzalar. İkinci aşaması anlaşmanın onaylanmasının uygun bulunması. Bu parlamento yetkisindedir. Bunu biz kanunla yapıyoruz. Üçüncü aşama onaylanma aşaması. Burada da yetki daha önce Bakanlar Kurulu'ndaydı şimdi yeni sistemde Cumhurbaşkanında. Cumhurbaşkanı onayladıktan sonra yürürlüğe girer. Meclis'in uygun bulması onaylama izni veriyor. Cumhurbaşkanı onaylamayabilir. Parlamento aşaması onaylamayı zorunlu kılan bir aşama değildir. Mesela Romanya ile Serbest Ticaret Anlaşması yapmışız. Meclis uygun bulmuş. Aradan 5 yıl geçmiş. Bakanlar Kurulu bu anlaşmanın feshi diye karar çıkmış, vazgeçilmiş. Mevzuat ve uygulama bu şekilde. Bakanlar Kurulu kararıyla vazgeçilmiş kararla ilgili tekrar bir kanun çıkarılmasının örneği yok.
"TBMM'NİN ONAYLAMASI İLE ULUSLARARASI SÖZLEŞME UYGULAMAYA GİRMİYOR"
Bu konuyu hayretle izliyorum. Bu kararname değil, Cumhurbaşkanlığı kararı. Bir idari işlemdir. Bununla ilgili Danıştay'a başvurulabilir. Burada şaşırdığım husus şudur. İlk defa karşılaştığımız, hukukta ilk defa karşımıza çıkan sorunu teorik olarak tartışıyormuşuz gibi yapıyoruz. 1963'den beri Türkiye'de uygulanan bir sistem var. 1990'lı yıllarda da var, yakın zamanda da var. Örnekler üzerinden gidersek sorun kalmıyor. Yeni bir mevzuat hazırlıyoruz, bu konuyu nasıl yapalım dendiğinde amenna. 1997 tarihli rahmetli Süleyman Demirel imzasıyla sona erdirilen anlaşmalar var. Meclis'in onaylamasıyla uluslararası sözleşme uygulamaya girmiyor. Bu gerek şarttır. Uygun bulma kanunu olmadan Cumhurbaşkanı onaylamaz. Uygun bulma kanunu olması Cumhurbaşkanının onaylamasını zorunlu kılmıyor. Onayladıktan sonra da vazgeçebilir. Mantıkta mümkün, muhtemel arasında bir fark vardır. Marmara denizinde ayran yapabilmek mümkün müdür, mümkündür, yeterli yoğurt bulursanız yapabilirsiniz. İhtimal ise gerçeklerden hareketle yapılabilecek bir şeydir.
"İNGİLTERE BU SÖZLEŞMEYİ 2012'DEN BERİ ONAYLAMAMIŞTIR"
Bu bir süreçtir, gerekli değerlendirmeler yapılır sonuçta bir kişi imza atar. Burada sözleşme imzalanıyor o zaman, o tarihte ve onaylanıyor. Yaşanan süreç içerisinde sözleşmenin gerek Türkiye içerisinde gerekse Türkiye dışında yorumlanmasıyla ilgili bazı değerlendirmeler yapılıyor. Nitekim daha önce imzalayan bazı ülkeler var, bunlar onaylamamış. Mesela İngiltere henüz onaylamamış. İç hukukta uyum düzenlemeleri yapıyoruz diyor. 2012'den bu yana onaylanmamış bu sözleşme. Rusya, Azerbaycan imzalamamış. İmzalayıp, onaylayan bazı ülkeler çıkma eğiliminde. Mesela Polonya bu yaklaşım içerisinde. Sözleşme kurallar, kelimeler, cümlelerden ibaret. Teorik olarak söylüyorum imzalıyorsunuz, zamanla bazı yorumların olabileceğini görebiliyorsunuz.
"ULUSLARARASI SÖZLEŞME İLE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNİ BİRBİRİNE EŞİTLEMEK DOĞRU DEĞİL"
Almanya'da mesela böyle bir şey olsa, bütün sözleşmelerden çıktı diyelim. Sonra birisi geldi hepsine girdi diyelim. Bu olabilir mi, imkan dahilindedir. Ama böyle bir şey niye olsun? Sizin dediğiniz sözleşmeler, temel sözleşmeler asgari bazı müşterek konular üzerinden hareket eden sözleşmeler. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile ilgili bunu söyleyebiliriz. Temel haklar tanımlanmıştır, ek protokolle ilaveler yapılmıştır. Bundan üzüntü duyan, rahatsız olanlar da var. Bundan uzun zamandır çıkılması gerektiğine dair birtakım görüşler ortaya koyanlar da var. Meclis'te yapmış olduğum bir toplantıda sadece uluslararası sözleşme ve kanunlarla kadına karşı şiddetin önlenebileceği kanaatinde değilim dedim. Bu bir uygulama meselesi. Uluslararası sözleşme ile kadına karşı şiddetin önlenmesini birbirine eşitlemek doğru değil dedim. Mesela İngiltere'de sözleşmeyi onaylamamışlar. İmzalamayan ülkeler var mesela. Bunlar kadına karşı şiddeti önemsemiyor mu? Sözleşmenin bunları azaltıcı bir etkisi olduğunu söyleyebiliyor muyuz? Söyleyemiyoruz.
"KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİ DAİR KANUN YÜRÜRLÜKTE"
Şu an İstanbul Sözleşmesi yürürlükte. 3 ay geçtikten sonra. Sözleşmeden nasıl çıkalacağı bildiriliyor. Tanımış olduğu sürenin bitmesi gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi'nin maddelerine yapılan mahkemelerce atıfa rastlamadım. Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun var. O kanun yürürlükte. Mahkemeler o kanuna binaen uygulama yapıyor. O kanun ancak kanunla değiştirilebilir. Sokaktaki vatandaşın İstanbul Sözleşmesi üzerinden kadına karşı şiddete karşı şu çok önemlidir, ahlaki olarak kötüleştiriyor tartışmasını mübalağalı buluyorum. Bu konularda iç hukuk düzenlemeleri önemli. Sözleşme bir çerçeve sunuyor sadece.
"SÖZLEŞME GİTTİ ŞİDDET ARTACAK DEMEK ULUSLARARASI REALİTEYE UYGUN DEĞİL"
Bu konuda nihai bir değerlendirme yapmam doğru değil. Herkes kendi bulunduğu tırnak içerisinde sosyolojik cemaati içerisinden bakıyor. O cemaatin beslendiği bilgi kaynaklarından beslenerek konuya bakıyor. Karşı çıkanlar da var. Bir taraf o tarafı görmüyorum. Ben gerek kanunun 6284 sayılı kanun, ufak tefek eksiklikler dile getiriliyor. Tamamlandıktan sonra bu kanunun yeterli olacağı kanaatindeyim. Şikayetçi olunan hususlar idarenin ve yargının uygulamalardan kaynaklandığı hususlar olduğunu, hukuki eksiklikler varsa bunları tamamlama yönünde adımlara sebebiyet vereceği kanaatindeyim. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere kadına karşı şiddetle mücadelede kararlı ifadeleri oldu. Şimdi 'sözleşme gitti şiddet artacak' demek uluslararası realiteye uygun değil.
"KENDİ KURALLARININ EVRENSEL OLDUĞU İDDİASI PARADİGMA EMPERYALİZMİ"
Etkisi yoktu, bazı ifadelerin, kavramların rahatsızlık uyandırdığı, ona dair yorumlar üzerinden, Avrupa çapında, Türkiye'de taleplerin açık söyleyelim LGBT-İ çerçevesinde yaklaşımlar. Batı Avrupa merkezli bazı hukuk, insan hakları paradigmaları var. Bunların bir kısmı evrensel. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ilk halinde kabul edilen hususlar, farklı dünya görüşüne sahip ülkelerde kabul edilebilecek şeylerdir. Bir de Batı Avrupa'da kendi özeline ait bazı insan haklarına dair paradigmalar, yaklaşımlar, anlayışlar var. Aşağı yukarı bir yüzyıldan fazla bir zamandır kendi kurallarının evrensel olduğuna dair bir anlayışı var. Bir nevi paradigma emperyalizmi.
"SİYASİ, KÜLTÜREL, HUKUKİ PARAMETRELERE DAYALI YORUM YAPILABİLİR"
Biz niye kanun değişiklikler yapıyoruz. Kanun çıkarıyoruz birkaç ay sonra değiştiriyoruz. Kanunu çıkartırken bir çerçeve var, ama uygulamada farklılıklar ortaya çıkıyor. İnsan sayısınca farklı yorum yapabilmek mümkün. Bizim kabul edebileceğimiz, değer bulabileceğimiz yorumlar birtakım parametrelere dayanan, siyasi, kültürel, hukuki parametrelere dayalı yorum yapılabilir. İlk defa 24. dönemde sayın Cemil Çiçek döneminde karşılaşılıyor. Bir tane dosya geldiği zaman, kesin hüküm. O sırada Meclis'te basın yoluyla suçlarla kanun düzenlemesi var. Bunu görüyorlar, bekletiyorlar. 1 aydan biraz fazla bekliyorlar. Kanun düzenlemesi çıkınca yargılamanın yenilemesi yapılacak, dosya iade ediliyor, vekilliği düşmüyor. Daha sonra iki vekille ilgili kesin hüküm geliyor. Dosyanın geldiği zaman Meclis tatilde, kesin hüküm okunamıyor. Genel kurul toplantısı olmadığı için. 25. dönemde böyle bir olay yok. 26. dönemde 8 milletvekiliyle ilgili gelen kesin hükümlerin hepsi okunuyor. Bir tanesi okunamamış. Bu sefer de 24 Haziran 2018 seçimleriyle ilgili karar alınmış, Meclis tatile girmiş. Sayın İsmail Kahraman dönemi.
"BU KONUDA TEK ÖRNEK OLAN BERBEROĞLU ÜZERİNDEN GİTMEK YANLIŞ OLUR"
Daha önce 27. dönemden önce kesin hüküm olarak Meclis'e gelmiş ve bekletilmiş, dönem sonuna kadar bekletilmiş tek bir örnek yok. Varsa bunun böyle olduğuna dair iddiası olan arkadaşımız 'Şu milletvekilinin kesin hükmü Meclis'te bekletilmiştir' desin. Hiçbir örnek yok. Kesin hükümler okunmuş. Okunamayanlar var, genel kurul toplantısı olmadığı için. Sayın Berberoğlu ile ilgili karar Meclis'e gelmiş. Kısa bir süre sonra Ömer Faruk Gergerlioğlu ile dosya kesin hüküm olarak gelmiş. Sözkonusu ceza istinafta kesinleşiyordu. 2019 Ocak ayında meclise gelmiş. İki konumuz vardı. Birisi daha önce de olmakla beraber, bireysel başvuruya dair başvuru konusunda Meclis'te bilgilendirme yapılmamış. Onunla ilgili d eğerlendirmeler yapılırken yargı paketi ile ilgili düzenlemeler geldi. Bu düzenlemenin kesin hükümlü dosyaya etki edeceğine dair kanaat vardı. Temyiz hakkı doğduğu için kesin hüküm ortadan kalktı. Lehine olabileceği düşüncesiyle beklenmesi söz konusu oldu. Daha sonra kanun düzenlemeleri ortadan kalktıktan sonra, araya salgın süreciyle Meclis'in tatilini de koyduğunuzda dosyalar okutuldu. O zaman sayın Berberoğlu ve 2 HDP'li milletvekilliği düştü. Bu konuda tek bir örnek Berberoğlu üzerinden gitmek yanlış olur. Onun durumu da spesifik durum. Anayasa değişikliğinde dokunulmazlıkların kaldırılmasına etkisi tartışıldı. Gergerlioğlu ile ilgili durum Berberoğlu'na benzemiyor. Dokunulmazlığa dahil olmayan Anayasa'daki suçlar bağlamında konuyla ilgili.
"BAZI SİYASETÇİLERİN 1994'TE YAŞANANLARI ARZU ETTİĞİ KANAATİNDEYİM"
Önceki dönemlerde dosya sayısı az hem de suçların mahiyeti itibarıyla niteliksel olarak farklıymış. 24. dönemde başlamış. Önce yok. Çünkü bu tür yargılamaları olanlar milletvekili adayı gösterilmemiş. Kanunen bir engel yok. Fakat bu tür dosyaları olan kişiler aday gösterilmemiş partiler tarafından. Bir itina gösterilmiş. Trafik kazası yapmış falan gibi suçlar, taksirli bazı suçlar var. Bunun dışında istisnai suçlar var. Toplam dosya sayısı çok değil o zaman. Şimdi durum değişmiş. Milletvekilliği dokunulmazlığı suç işleyenlerin sığınağı gibi kalkanmış gibi düşünülmemeli. Dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri vardı. Milletvekilliği sıfatı devam eden kişilerdi. Halbuki Ömer Faruk Gergerlioğlu olayı böyle değil. Artık milletvekili sıfatı taşımayan bir kişi var. Dokunulmazlık kaldırıldığı zaman hangi dosya ile ilgili dokunulmazlığı kaldırılmışsa. Burada dokunulmazlık diye bir şey sözkonusu değil çünkü milletvekilliği düşmüş oluyor. Hukuki statüsü itibariyle farklılık var. Bazı siyasetçilerin 94'te yaşanan görüntülerin yaşanmasını arzu ettiği kanaatindeyim.
"MECLİS BAŞKANI'NIN FEZLEKELERİ KARMA KOMİSYONA HAVALE ETME YETKİSİ VAR"
Temelli kapatma verildiği takdirde siyaset yasağı getiriliyor. Ama Hazine yardımı kesilmesi, onun sonucu olarak siyaset yasağı getirilmiyor. Milletvekillikleri düşmüyor, siyasi parti üyelikleri engelleniyor. Meclis Başkanlığının fezlekelerle ilgili görevi karma komisyona havale etmektir. Bu konuda karar karma komisyonundur. Karma komisyonunun gündemi belirleme yetkisi var. Meclis Başkanlığının bir yetkisi yok. Bu konuyla ilgili şahsi görüşlerimi ifade etmiş olurum sadece.
"BARIŞÇIL BİR YOL OLAN SİYASETLE TERÖR YÖNTEMİ BİRLEŞİRSE..."
İnanıyorum ki Türkiye'de siyaset yapan hangi partiden olursa olsun hiç kimse prensip olarak siyasi partinin kapatılmasına taraftar olmaz. Ama diğer taraftan da bir siyasi parti Anayasa'ya göre, siyaset yapmak için kurulmuştur. Siyaset bir yol, yöntemdir. Ülke, toplum sorunlarını d ile getirmek için tercih edilmiş bir yoldur. Konuşarak, müzakere ederek iş yapmak için bir yoldur. Barışçı bir yoldur. Bir de birtakım iddialar, ideolojiler peşinden gerekirse terörü meşru gören, terör faaliyetleri yapan yöntemle amaçlara ulaşmaya çalışan yapılar var. İki yol birleşirse, bir ilişki yaşanmaya başlanırsa. Tamamen barışçıl yol olan siyaset teröre başvuran yapıyla birleşirse... O zaman partiler kapatılmamalı diye iyi niyetli kararı sürdürebilir miyiz? Orta yol yoktur. Ya siyaset barış yoludur, ya da terör diye bir yol vardır. Onun da siyasetin içinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Üçüncü bir yol yoktur. Şüphesiz şahısların eylemleri, suçun şahsiliği önemlidir ama öyle bir hal alır ki bu artık tüzel kişiliğin eylemi olarak gerçekleşirse o zaman kapatılması gündeme gelebilir. Buradan baktığımızda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iddianamesi ve Anayasa Mahkemesi'nin bakacağı dava var.
"1000 SORUN ÇÖZÜLÜP DE 3 SORUNA BAKIP DA GENELLEME YAPMAK YANLIŞ"
HDP'li milletvekiliyle ilgili olarak Meclis'te dokunulmazlık kaldırıldı. Suçun mahiyeti, cezasının ağırlığına göre zaman zaman değerlendirmeler olmuş. Bütün dosyalarla ilgili hareket etmek pek mümkün gözükmüyor. Partilerin 'milletin talebi' dediği şey kendisini destekleyen seçmenlerin talebi. Mesela 'millet dokunulmazlıklara dokunulmasın' deniyor. Ama başka bir kesim de 'dokunulmazlıkları niye kaldırmıyorsunuz?' diyor. Farklı talepler Anayasa ve iç tüzüğe göre karara bağlanıyor. İşte nihai karar odur. Zaman zaman dar alana sıkışmış tartışmalar içerisinde yorulduğumuzu düşünüyorum. Bazen olmasa da olur diyeceğimiz münakaşalar yaşandığını görüyoruz. Türkiye bunu hak etmiyor. 84 milyon nüfusumuz var. Coğrafyamız dünyanın en kritik coğrafyası. Etrafımızda olan bitenleri görüyoruz. Dünyanın arayış içerisinde çırpındığını görüyoruz. Salgın süreci bunun içerisinde. Türkiye bu kadar mülteciyi bir taraftan bünyesinde barındırıyor. Bütün bunlar burada dururken bir alanda bir konuyla ilgili olarak 1000 iş var. Diyelim ki 900 tanesi güzel olmuş. 100 tanesinde 3 tanesi ciddi sorun. Bu üç sorunu alıp da 'memleket kötüye gidiyor, batıyoruz bittik' deniyor. 84 milyonun yaşadığı ülkede mutlaka yanlış giden işler olacaktır. Genel tablo kötü müdür, ona bakmak lazım, sonra detaylandırmak lazım. Yanlış varsa milyonda bir de olsa tabii ki düzeltilmeli. Fakat abartmak yanlış. Siyasetin daha çok somut olaylar üzerinden, olayların kendi ağırlıkları miktarınca tartışılmasının faydalı olacağı kanaatindeyim. Ama tabanda bu yok. Milletimiz daha hoşgörülü. Birbiriyle şakalaşıyor. Gerginlikler de yaşanıyor ama komşular, mahalleli arasında o kutuplaşma yok. Bu daha çok siyaset içinde var.
"İTTİFAK DÜZENLEMESİYLE BARAJI SIFIRLAYACAK NOKTAYA VARDIK"
Seçim kanunlarında değişiklik yapmak için 1,5 yıldan az bir vaktimiz var. Haziran 2022'den önce seçim kanunundan önce bir şey yapılacaksa bitirilmesi gerekiyor. Seçim Kanunları ve Siyasi Partiler Kanunları Anayasa ve hükümet sistemi ile bağlantılı kanunlar. Hükümet sistemi Anayasal düzeyde gerçekleşti. Meclis içtüzüğü, siyasi partiler ve seçim kanununda gerekli değişiklikler yapılması lazım. Yeni hükümet sistemine uyum kanunları bunlar tabiri caizse. Baraj konusu malum, esasen bir taraftan siyasette temsili sağlamak hedef, bir taraftan da siyasi yelpazenin un ufak olacak dağılmasını, siyasetin mikroya kadar dağılmasına imkan vermemek lazım. Makul bir baraj düşüncesi olabilir. İttifaklarla ilgili yapılan düzenlemelerden sonra partiler ittifak yapıyor. Bütünüyle barajı sıfırlayacak bir noktaya da vardık. 2018'de seçimden önce yapılan bir çalışma vardı ittifaklarla ilgili. O zaman partimizi temsilen yer almıştım. MHP'li arkadaşlarımızla o konuyu görüşmüştük. O zaman dünyadaki örnekleri de inceledik. Birçok farklı model var. Bunlardan bir kısmı tek baraj öngörüyor, ittifaklar için de öngörülüyor. Bazı ülkelerde seçim ittifakı sözkonusu olduğunda ittifaka katılan parti sayısına göre barajda artış görülüyor. İki parti ittifak yaparsa baraj diyelim ki yüzde 15, üç partide yüzde 20 oluyor. Bazı ülkelerde genel barajı öngörüyor.
"İSTANBUL'DAKİ BAZI MAHALLELERİN NÜFUSU 100 BİNİN ÜZERİNDE"
Parlamentoda tamamen istikrarsızlığı doğuracak tablonun olmaması lazım. Diyelim ki parlamentoda 20-30 parti var. Yasama faaliyeti zorlaşıyorsa bu da doğru değil. Farklı sistemler var. Bazı ülkelerde dar bölge sistemi kendi içinde barajı olan sistem. Oyların çoğunu almanız gerekiyor, diğeri sıfırlanıyor. Sadece baraj üzerinden bakmamak lazım seçim sistemine. Öyle mekanizmalar var ki, kendiliğinden baraja benzeyen süzme mekanizmaları oluşabiliyor. Cumhurbaşkanımız o zaman Başbakan'dı. 30 Eylül 2013'de. Demokratikleşme paketi açıklamıştı. Haziran 2015'de seçim olacaktı. Kanun değişikliğini Haziran 2014'e kadar yapmamız gerekiyordu. Üç model sunmuştu. Birisi dar bölge sıfır baraj. İkincisi daraltılmış bölge yüzde 5. Üçüncüsü aynen korunması. Tabii bunları tartışma imkanı olamamıştı. Ortaya çıkacak tablonun Türkiye'nin bütününü temsil bakımından yansıtması önemli. Seçilen milletvekili belli illerden seçiliyorsa da Türkiye'nin tamamını temsil eder. Dar bölgede böyle bir sonucu doğuracak sistem de olmaması lazım. Biraz da Türkiye sosyolojisi üzerinden buna bakmamak lazım. Varsayalım 120 bin oyla seçiliyor bir milletvekili. İstanbul'da 100 binin üzerinde oyu olan mahalleler var. Oradan seçilip gelecek bir milletvekili mesela. Biraz daha geniş çerçeve içinde değerlendirmek lazım.
"TÜRKİYE ŞU ANDA ULUSLARARASI KONULARA YOĞUNLAŞMIŞ DURUMDA"
Yeni hükümet sistemine göre yeni iç tüzüğe ihtiyacımız var. Şu an ki iç tüzük 1973'de kabul edilmiş. O zaman TBMM ve Senato var. Senato'nun ayrı bir içtüzüğü var. Şüphesiz bir çok değişiklikler olmuş. İç tüzüğün insicamı, bütünlüğü bozulmuş. Bu sistemde mâlum kanun tekliflerini sadece milletvekilleri verebiliyor. Hükümetten gelmiyor. Daha önce Başbakanlık'ta en son nihai olarak kanunla ilgili çalışmalar yapılıyordu. Orada bununla ilgili birimler vardı. STK'ları dikkate alınarak mutfak çalışması yapılıyordu. Şimdi böyle bir mutfağın bütün detaylarıyla Meclis'te olması lazım. Eskiden bütün hazırlıklar yapılır metin gelirdi. Bu işin komisyonda yapılması lazım. Komisyonların sıfırdan çalışmayı yapabilecek mutfağı olması lazım. Komisyonlar resen çalışabilmeli. Şimdi havale edilen işlere ancak bakabiliyor. Türkiye'nin şu anda birçok önemli meselesi var. Şu anda bulunduğu bölgeyle ilgili uluslararası politika meselelerinin daha önemli olduğu kanaatindeyim. Suriye, Kuzey Irak, Doğu Akdeniz'deki gelişmeler önemli. Türkiye bu konulara yoğunlaşmış durumda.
"YENİ SİSTEMDE ERKEN SEÇİM SÖZKONUSU DEĞİL, SİYASETEN MANTIĞI YOK"
Erken seçime sıfır ihtimal görüyorum. Erken seçim konusu hükümet sitemi değişikliği öncesi parlamenter sistemdeki anlayıştan kaynaklanıyor. Şimdi anayasa değişti ama kafalarda bu değişikliği tam manasıyla değiştiremeyen siyasetçiler var. Eski sistemle bugün yorum yapanlar var. Eskiden karar almak kolaydı. Meclis'te karar yeter sayısı sağlandığında seçim kararı alınabiliyordu. Şimdi Meclis'te nitelikli çoğunluk aranıyor, beşte üç lazım. Cumhurbaşkanlığı seçimi de yenileniyor. Cumhurbaşkanı seçim kararı aldığında seçim süresini kısıtlamış oluyor. Önünde iki yıl varsa, millet sormaz mı peki? Ciddi bir kriz olduğunda, siyaset çıkmaza girdiğinde açık kapı olsun diye düşünülmüş yeni sistemde. Eskiden hiçbir zaman vaktinde yapılan seçim yoktu. Bu sistemde erken seçim sözkonusu değil. Siyaseten de çok mantığı yok.
"TÜRKİYE'NİN VE MİLLETİMİZİN GELECEĞİNDEN ÇOK ÜMİTLİYİM"
Türkiye'nin çok ciddi birikimi var. İnsanımızın birarada yaşamak konusunda, birlikte yaşamak konusunda kesin iradesi var. Türkiye'nin üstesinden gelemeyeceği mesele yok. Kendi kendimizi içimize kapatarak, kahrederek kendi kendimizi kötülemeyelim, Türkiye'yi kötülemeyelim. Türkiye'nin yeni kurulacak dünyada çok büyük görevler üstlenebilir. Hem insani hem kültürel anlamda hem diplomasisiyle. Türkiye bir umudun ülkesi, hem dışarıdan hem içeriden. Aramızdaki sorunlar konuşulabilir, tartışılabilir. Büyük fotoğrafı görmemiz lazım. İrademizi kararlılığımızı güçlendirerek Türkiye'nin geleceğe yürümesi lazım. Ben Türkiye ve milletimizin geleceğinden çok ümitliyim.