"Kocamı sevmem için çok neden var"
Akif Beki ile sürpriz bir evlilik yapan Zara, İzzet Çapa'ya konuştu
GAZETE HABERTURK- HT PAZAR
Aslında her şey Küçük Emrah’ın başının altından çıkmıştı. “Küçük Emrah, Küçük Ceylan” derken 80’li yıllarda bir “küçük şarkıcı” yağmuru başladı. Az kalsın ben de şarkıcılığa başlayacaktım ama biraz karta kaçmıştım... Şaka bir yana, o günlerden bu yana bir Emrah kaldı, bir de Ceylan... Fakat biri daha var ki, bugün şöhretinin sınırlarını zorluyor. “Neşecik” desem kimse hatırlamaz ama “Zara” deyince akan sular durur. “Acı Gerçekler”, “Eyvahlar Olsun” kasetleriyle o günlerin küçük şarkıcılarıyla yarışan Neşecik, bugün müzik dünyamızın başa güreşen birkaç kadın starından biri. En baştan belirtmem lazım ki, “Şarkıcı-türkücü muhabbeti yapacağız” diye gittim bu söyleşiye. Ama karşımda felsefeyi de, tasavvufu da çok iyi bilen, son derece eğitimli genç bir kadın buldum. Ona “Türkülerin kraliçesi” deniyor ama cazdan alaturkaya kadar her türden şarkıyı söyleyebilen Zara, aslında bundan çok daha fazlası. Röportaj için buluştuğumuzda yeni çıkacak albümünü dinlettiğinde buna bir kez daha emin oldum. Türküleri flamenko formatında öyle bir yorumlamış ki insanın ağzı bir karış açık kalıyor. Zaten Zülfü Livaneli’ye konuyu açtığımda albümdeki Leylim Ley şarkısı için “Müthiş bir yorum çıkacağını biliyorum, merakla bekliyorum” demişti.
Albümde söylediği Aşık Mahzuni Şerif’ten tutun da Şebnem Ferah’ınkine kadar her şarkının başka bir tadı var. Bir de “Hazine” adlı albümünde yer alan “Seher Vakti Çaldım Yarin Kapısını” türküsünün hikâyesi var ki, hem Zara’nın hem de yeni evlendiği eşi Akif Beki’nin en sevdiği türküymüş. İtiraf etmeliyim ki, bu sürpriz evliliğin detaylarını çok merak ediyordum. Zara da bu konuda hiç konuşmamıştı. “Seher Vakti Çaldım Yarin Kapısını” bana bu kapıyı araladı işte. “Neden” diye sorarsanız, ayrıntıları söyleşinin içinde okuyacaksınız. Bir de şu var tabii. İki aylık evli Zara ile yapılan ilk röportaj bu. Ne diyelim, o da bana nasip oldu.
Neşecik’ten Zara’nın doğuş hikâyesini anlatsana önce.
Hepimizin bir hikâyesi var ama Neşecik geçmişte kaldı. Çocukluk, konservatuvar yıllarım bana çok şey kattı. Her şeye şükürler olsun.
Anlaşıldı, “Geçmiş geçmişte kalsın” diyorsun. “Keşke”lerin var mı?
“Keşke” yerine “Bir dahaki sefere” derim. Dünyaya eğitilmeye geldik, her şey o eğitimin parçası. Derler ki: “Nakşımı tenkit etme, nakkaş gücenir.” Hepimiz bir ustanın el işleriyiz.
‘YAPRAK DÜŞSE OKURUM’
Tasavvufun özünde de bu yok mu?
Elbette. Neden varız, neden bu dünyaya geldik, nereye gidiyoruz? Bunların cevabını ararken tasavvufla tanıştım. Özün özünü tanıdım.
Cevapları bulabildin mi peki?
Var olma sebebimizin kendimizi tanımaktan geçtiğini ve içimde bir yolculuk yapmadan dışarıda hiçbir şey bulamayacağımı öğrendim. Yunus Emre “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” demiş ya işte öyle bir şey.
Kendini bu konuda nasıl eğittin?
Benim için kitap okumak su içmek gibi bir ihtiyaç, insanı okumak da öyle. Ağaçtan yaprak düşse ondan bile eğitim alırım. Baktığım her şeyde tasavvufun öğretilerini görüyorum.
Her şeyde mi?
Tabii. Yaşama dair keşfettiğim her şeyle Allah’ı keşfettiğimi düşünüyorum. İnan bir terziye ya da kuaföre gittiğimde onların ilmine sahip olmak istiyorum. I Her gördüğüne sahip olmak isteyen çocuk gibisin... Zaten kendime “Ne yapıyorsun?” diye sordum. Söz yazmaya, beste yapmaya çalışıyorum. At binmek, takı tasarlamak, dikiş, nakış, örgü, gurme olma isteğim, enstrüman çalma aşkım... Hepsini birden nasıl yapayım ki, sonra çözdüm sebebini.
Neymiş bu maymun iştahın sebebi?
Allah’ın yarattığı ilimlerin içine girdikçe, O’nun sanatına daha da çok hayran olduğumu fark etmek.
Hepsini birden yapamamak hayal kırıklığı yaratmadı mı?
Hayır, anladım ki yaratılan her şey mükemmel. Ona ulaşmanın türlü yolları var ve herkes kendi yolundan ulaşabilir. Ben de kendimce bir yol buldum.
Haydi gel biraz da müzikten bahsedelim. Türkücü Zara’yı anlat...
Önce şunu bir açıklığa kavuşturalım. Türkücü tabirinden hiç hazzetmedim. Çünkü yaptığım işi basite indirgeyen bir ima içeriyor. Başka tarzlara yönelebileceğim halde halk müziği diyorum. Bana göre müziğin ana damarıdır. Yine de müzik türleri arasında hiyerarşik sırayı doğru bulmam. Yaptığım müziği diğerlerinin üstünde görmediğim gibi altında konumlandırılmasına da razı olmam.
Peki ne demeliyiz sana?
Müzik yorumcusu, Türk müziği yorumcusu, Türk halk müziği sanatçısı demek daha doğru. I Haklısın aslında Sezen’den alaturkaya, caza kadar şarkı okumuşluğun var. Doğru, bu arada Sezen Hanım bana her zaman çok büyüklük yapmıştır. “Tükeneceğiz”i söylemek istediğimde hiçbir şart koşmadan verdi. Türkü formunda bestelediği bir eserini aldığımda “Stüdyomu istediğin gibi kullanabilirsin” dedi. Bunlar unutulmaz.
Ne özelliğin varmış ki senin?
Onu bilmem ama bu onuru yaşamak güzel.
Şimdi görüşüyor musunuz?
Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüz. O bizim Sezen’imiz.
‘YEDİĞİM TOKATLAR İÇİN KİMSEYİ SUÇLAMADIM’
Müzik dünyasında herkes Sezen gibi değil. Kurtlar sofrasında çok kazık yedin mi?
Çok. Ama bunların hepsi hayatın birer öğretisi. Yediğim hiçbir tokat için kimseyi suçlamadım.
Bütün bu hoşgörü de yine tasavvuftan mı kaynaklanıyor?
Hayat seni eğitip törpülüyor zaten. Yaşadıklarına anlam katmak istersen tasavvuf zevk verir. Ayrıca tüm bu öğretiler türkülerde bile var. O ezgiler açık öğretim gibi eğitiyor insanı. Bak işte bu yüzden bile sadece “Türkücü” denmesi rahatsız ediyor beni.
Ne yapalım yani, Google’a giriyorsun “Zara kimdir?” yazıyorsun “türkücü” çıkıyor.
Tamam, bunun için de kimseyi suçlamayıp faturayı kendime çıkarıyorum. Çünkü ben de onlardan biriydim eskiden. Batı müziği trendine kapılmış bir gençtim. Duran Duran, Bryan Adams, Chris de Burg, Black Sabbath dinleyip bizim hikâyemizi anlatan türkülerden anlamazdım.
‘MAGAZİNE KARŞI DEĞİLİM’
Ne değişti peki?
O müziğin ne kadar karakterli olduğunu gördükten sonra, ona hizmet etmeye çalıştım.
Yani Türk halk müziğine borcunu mu ödüyorsun?
Bir anlamda. Açığımı kapatmak için yıllarca çalıştım. Önyargıları kırmak lazım. Halkın algısını yükseltmediğimiz sürece böyle devam edecek. Halbuki türküler bizim kültürümüz.
Artık sadece türkü mü dinliyorsun?
Yabancı müzikten Orhan Gencebay’a, klasik müziğe kadar harmanlamışım her şeyi.
Bak bunları hiç bilmiyorduk. Özel hayatını bu kadar gizli tutmasan belki herkes daha çok tanır seni.
Magazine karşı değilim. Ama ne olayların kontrolümün dışına çıkmasını, ne de söyleyecek sözüm yoksa önde olmayı seviyorum.
O zaman herhalde eve kapıyorsun kendini. Şimdiye kadar hiç görmedim “Zara İstinye Park’ta” diye bir haber.
Yok, aslında İstinye Park’tan da, Kanyon’dan da çıkmıyorum. Ama fotoğraf olarak görmüyorsunuz.
Nasıl paparazzilerle aranda bu kadar kesin bir sınır çizebildin?
Bunu insani duruşumla yaptım. İşin içinde gönül yoksa kimseye bir şey yaptıramazsınız. O arkadaşlarla aramızda saygılı bir ilişki var.
‘PİRE İÇİN YORGAN YAKARIM’
Anladık, medyayla aran iyi. Peki ya yanında çalışanlarla?
Uykusuz geceler de geçiririz, “Hadi paydos, herkes tatile” de deriz.
“Despot bir patron değilim” diyorsun yani.
Bilmem, bunu onlara sormak lazım. Tek isteğim yaptığımız işte gönülleri yoksa yanımda da olmamaları.
Bütün bunlar iyi hoş da hiç mi bam teline basıldığı olmuyor? Olmaz olur mu?
Bir şeyi bir kere söylerim, eğer söylediğimin aksi yapılırsa o zaman beni tanıyamazsınız. Allah Allah! (Gülüyor...)
Eyvah “Yakar geçerim” diyorsun.
O kadar da değil. Hatayı yapana gönül kırmadan ve hakaret etmeden öyle bir şey söylerim ki hayatı boyunca kendi kendini affetmez. Prensiplerime ters düşen bir şey olursa pire için yorgan yakmaktan çekinmem. Bir daha geri dönüşüm de yoktur.
Ama affetmek büyüklüktür.
Aslında affetmem gerekiyor. Allah affediyor, biz kimiz ki tersini yapacağız? Yılanın ısırığından değil ama içindeki zehirden ölürsün. Çünkü ısırık izi geçer ama zehir kanında dolaşır. İşte affetmemek de o zehir gibi bir şey.
‘Ninnim, Rodrigo’nun gitar konçertosuydu’
Nasıl bir çocuktu Zara?
İstanbul’da doğup büyüdüm ama bu topraklara aidim. Şehir çocuğu olduğum kadar köy çocuğuyum yani. Köy hissiyatıyla şehir türküleri söylüyorum onun için. Ama ailem de sanat müziğini sever. Büyüyünceye kadar ninnim neydi biliyor musun; Rodrigo’nun gitar konçertosu.
Ninnin Rodrigo, peki ilk oyuncağın neydi Stradivarius keman mı?
Yok canım, anneciğim bana su içinde küçük bir basketbol potası olan bir oyuncak almıştı. Yanındaki düğmeye basıp içindeki minik topları potaya sokmaya çalışıyorsun. Nasıl sevdim anlatamam. O gün de dayım ameliyat olmuştu, hastaneye onu ziyarete gittik.
Oyuncakla dayının ne alakası var şimdi?
Dayımın yanında yatan küçük bir çocuk vardı. Ümitsiz vakaymış; elimdeki oyuncağı görünce babasından aynısını istedi. Adam da annemle konuştu.
Sonunu tahmin edebiliyorum...
Annem “Burada bir kardeş var” deyince durumu anladım, verdim oyuncağı. Sonra aylarca aynısından aradık ama bulamadık, içimde kaldı. Bu da benim kilit noktalarımdan biri, ne zaman biri “Oyuncak” dese o olay aklıma gelir.
Yaramaz bir çocuk muydun?
Çok sıcakkanlı, güleç bir çocukmuşum.
‘Pilot olacakken konservatuvara girdim’
Yıllar geçti, Zara büyüdü ve konservatuvar yolu göründü. Anneden nasıl kopardın izni?
İzin koparmaya filan gerek kalmadı, zaten annem istedi.
Sen de havalara uçtun tabii...
Aslında amacım havalara uçmaktı. Pilot olmak istiyordum. Hatta ders alıp 1 saat tek motorlu uçak bile kullandım.
“Ama anne veto etti” diyorsun...
Öyle... Millet çocuğu konservatuvara gitmesin diye uğraşır, benimki “Seni oraya yazdıracağım” diye tutturdu. Aramızdan 10 kişinin seçileceği sınava 900 aday girdik. Ve işte o ana kadar tek türkü bilen ben 10 kişiden biri oldum.
Tek türkü mü dedin? Hangisiydi o?
“Biter Biter Kırşehir’in Gülleri Biter”.
Güller bitti ama sendeki türkü sevdası bitmedi. Yeni bir CD hazırlığındasın...
Evet ama yepyeni bir formatta. Türkülerin okunuşlarını bozmuyorum ama hepsinin düzenlemeleri flamenko aranjesiyle yapılıyor. Albüm bitti sayılır, çok yakında dinleyebileceksiniz.
Ninnisi Rodrigo’nun gitar konçertosu olan Zara’dan, gitarla söylenen türkülere... Peki neden Zara?
Neşecik’in suçu ne?
İlk albümüm çıkarken Koray Kasap “Fotoğraf olarak da, ses olarak da uluslararası bir duygu var. Yarın yurtdışına açılırsan herkesin telaffuz edeceği bir ismin olsun” deyip koydu bu ismi.
‘Akif’in bir şiirini albümde kullandım’
Sana mı yazdı?
Hayır kitabında vardı. Beni tanımadan 10 yıl önce yazmış.
Dur tahmin edeyim, Akif bey Yengeç, sen de Oğlak.
Evet, annem de bu türküyü ilk dinlediğinde “Oğlak hanım, bana Yengeç’i anlatmak ister misin?” dedi. (Gülüyor...)
Hangisiydi seni ele veren bu türkü?
“Seher Vakti Çaldım Yarin Kapısını.” Yıllardır bu türküyü albümlerime koymak istedim ama bir türlü kısmet olmadı. Fakat Akif’in en sevdiği türkü olduğunu öğrenince hem onu albümüme aldım hem de sonuna şiiri ekledim. Sağ olsun Metin Şentürk de çok güzel seslendirdi mısraları. Zaten Metin’in sizi tanıştırdığı çok yazılıp çizildi. Yok canım Metin sadece şiiri okudu. Bizi tanıştırdığı filan doğru değil.
Kayınvalide ile Akif Bey’in arası nasıl?
Eşimi sevmem için trilyonlarca neden var ama tabii ki anneme olan sevgisi en önemlilerinden biri.
Nazara inanıyor musun?
Tabii... Akışa teslim yaşamayı seviyorum. Ve herkes için çok iyi niyetlerle yaşıyorum. Nazardan korunmak için de dua etmekten başka bir şey yapmıyorum.
Bu akışına teslim olduğun hayat bir gün seni aktif siyasete götürür mü?
Ben bütün insanları kucaklayacak bir iş yapıyorum. Yıllarca bu soru bana soruldu, teklifler de geldi. Ama ben böyle çok iyiyim. Herkes kendi işini yapmalı.
İŞTE O ŞİİR
İşte Akif Beki’nin
10 yıl önceki o şiiri
Zara’nın Hazine albümünde yer verdiği
“Seher Vakti Çaldım Yarin Kapısını” adlı
türkünün sonuna koyduğu eşi Akif Beki
tarafından yazılmış şiir:
Ben harflerden dal,
Sen yasin
Ben pazartesi ikinci günü yaratılışın
Sen cumartesi en sonuncusu halkanın
Aşktan sonra gelir benim inşam
Ben son kat sema-i ûlada
Ben kamer feleği sen zuhalsin
Ben yedinci kat sen en uzaksın göklerde
Ben Adem sen İbrahim soyu
Ben muallim sen mürebbiyesin
Ben sin sen sad
Ben su sen toprak
Ben Yengeç sen Oğlak
Böylece Zara oldun, gün geldi felsefeye ve tasavvufa vurdun kendini...
Felsefeyle de ilgilenirimama o dahamantık yüklüdür. Tasavvufun içinde aşk vardır. Ben de içinde aşk olan her şeyle ilgiliyim.
“Aşk” derken?
Tabii mecazi aşktan bahsetmiyoruz. Gerçek aşk nedensiz ve niçinsiz olur ki, onu da yaşamaya çalışıyorum.
Akif Beki ile sürpriz bir evlilik yaptın. Nasıl tanıştınız?
Bir davette tanıştık. O günden sonra evrenin bize sunduğu güzel oyunlarla sık sık karşılaşmaya başladık. Benim için çok özel, kelimelerle anlatılamayacak bir insan.
İkinizin de çok yoğun iş hayatı var.
Evliliğinizi olumsuz etkilemiyormu bu durum? Tam tersi. Önemli olan 30 saati birlikte geçirmek değil, zamanı kaliteli yaşamak. Sadece birkaç dakika göz göze gelirsiniz ama bu bir ömre bedeldir. Uzun süre beraber olup hiçbir şey paylaşamayanlar var.
Ne yemekler yapıyorsun Akif Bey’e?
Valla iki aydır evliyiz ama doğruyu söylemek gerekirse hiç vaktimiz olmadı.
Nasıl hitap ediyorsunuz birbirinize?
Ben “Sayın Beki diyorum, o da Zara Hanım diyor”. (Gülüyor...) Yok canım herhalde böyle konuşmuyoruz!
Tanışmadan önce de Zara dinlemişliği var mıymış Akif Bey’in.
Tabii. Hem Akif’in çok iyi bir kulağı vardır ve her türlü müziği sever. Yabancı müzik de dinliyoruz, Âşık Veysel de... Müzik zevkleriniz aynı yani. Söylediğim gibi benim seçtiğim eserleri sevecek kadar iyi kulağı olduğundan aramızda sorun çıkmıyor.
Vay, biraz otoriteriz galiba?
Asla... İkimiz de birbirimize çok saygılıyız.
Beraberken en çok ne dinliyorsunuz peki?
O kadar geniş yelpazemiz var ki... Mesela Akif bir gün, daha çıkmadan Ertuğrul Özkök’ün seçtiği senfonik eserlerden oluşan albümü getirmişti. Mumları yaktık, keyifle gece boyu onu dinledik.
“Yelpazemiz geniş” dedin madem, başka?
Ben de Sertab’ın CD’sini almıştım geçenlerde. Onu da birlikte dinledik. O kadar az enstrüman kullanmış, minimal bir çizgide yapmış ki albümü. Bu çok zor bir seçim ama harika olmuş. Bu kadar popüler bir sanatçının hiç ihtiyacı yokken böyle bir yolu seçmesi ancak hizmet aşkıyla olur.
Evde kimin sözü geçiyor?
Öyle bir diktatör havası yok. Beraber karar veririz her şeye.
Canım son sözü söyleyen biri vardır herhalde.
Babam “Evde son sözü hep ben söylerim, o da, ‘Peki karıcığım’dır” derdi. (Gülüyor...)
Bir de ‘Otoriter değilim’ diyorsun...
Akif benim görüşlerime çok değer verir ve her şeyi bana da sorar. Aslında bu duygusallık ve saygıyla alakalı bir şey. Evliliğiniz gerçekten sürpriz oldu. En yakın arkadaşlarımız bile bilmiyordu.
Ama annene söylemişsindir herhalde.
Ona söylemeden durumu anlamıştı zaten. İlişkimizden kimsenin haberi olmadığı günlerde Akif’in “Ben Yengeç, sen Oğlak” diye biten bir şiirini albümde kullanmıştım