Civan Canova'yı kaybettik
Geçtiğimiz hafta kolunda hissettiği ağrı nedeniyle gittiği hastanede çekilen MR sonucunda akciğerinde kitle tespit edildiğini dile getiren Civan Canova, yaşamını yitirdi
Usta oyuncu Civan Canova'dan acı haber geldi. Son olarak Show TV'nin fenomen dizisi 'Üç Kuruş'ta 'Oktay' karakterini canlandıran Canova'nın hayatını kaybettiği öğrenildi.
"CANIM ABİMİZİ KAYBETTİK"
Acı haberi Kumru Tibet Aydın, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla duyurdu. Tibet, yayınladığı gönderide, "Canım abimi az önce kaybettik. Güle güle kıymetlim…" açıklamasını yaptı.
"BELKİ YİNE BİR YERDE KARŞI KARŞIYA GELİRİZ"
Canova'nın yakın arkadaşı Esra Dermancıoğlu da Instagram'dan yayınladığı gönderide, "Dostum, bu hayatta içime en dokunan sıcacık Civan'ımı kaybettik. Civan, huzur içinde dolaş bebeğim... Belki yine bir yerde, bir zaman karşı karşıya geliriz... Çok yeni bir haber. Sevdiklerine, sevenlerine buradan duyurmak istedim..." şeklinde konuştu.
"HER ŞEY 2014 YILINDA BAŞLADI"
Ünlü oyuncu, geçtiğimiz hafta hastane odasında yayınladığı bir video ile hayranlarını üzmüştü. "Her şey 2014 yılında Gümüşlük sahilinde dolaşırken başladı." diyen 67 yaşındaki Canova, birkaç ay önce hastaneye başvurduğunu ve çekilen MR sonucunda akciğerinde belirsiz kitle tespit edildiğini ifade etmişti.
"AİLEM YANIMDA" DEMİŞTİ
15 gün hastanede kaldığını ve birkaç gün sonra taburcu olacağını belirten usta oyuncu, daha sonra sözlerini şöyle sürdürmüştü:
Sol bileğimden ameliyatlıydım, kemik ölümü vardı bileğimde onu çıkardılar. Kafeye doğru giderken kapkara bir köpeğin üzerine bastım. Hayvan da gayrı ihtiyari sıçradı tabi, beni yere attı. Sağ kolumun üzerine düştüm. Kemik ölümü, tendon kopması, adele erimesi meydana geldi. MR çekildi ve doktor "Protez taktırman gerek." dedi. Onu da ben istemedim, ihmal ettim. 2.5, 3 ay önce feci ağrılarım başladı. Gece uyutmayacak kadar. Hastaneye geldim ve MR çektirdim. Koluma protez takılması gerektiğini söylediler. Ama o şimdi 2. planda kaldı. Çünkü akciğer filmi çekerken, belirsiz bir kitle olduğu tespit edildi. 15 gündür hastanedeyim. Ailem yanımda. Birkaç gün sonra taburcu edecekler.
"SAHNEDE ÖLMEK İSTİYORUM' GİBİ ULVİ DERTLERİM YOK"
Öte yandan Civan Canova, geçtiğimiz aylarda Habertürk'e verdiği röportajda bilinmeyenlerini anlatmıştı.
Oyuncu, "İleride ne yapmayı düşünüyorsunuz peki? Emeklilik aklınızdan geçiyor mu, yoksa 'Sağlığım el verdiği sürece sahnede, beyazperdede ve televizyonda olmak istiyorum' mu diyorsunuz?" sorusuna şu yanıtı vermişti:
Zaman ne gösterecek bilemiyorum. Öyle, “sahnede ölmek istiyorum” gibilerinden ulvi dertlerim yok benim. Bence çok bencilce bir düşünce bu. Diyelim ki sahnede rolünü oynarken aniden kalp krizi geçirdin ve öldün. Seyirci ilkin anlamayacak. Rol gereği sanacak. Anlayınca da bir kargaşadır başlayacak salonda. Herkes ayaklanacak. Oyuncular, seyirci, hepsi feryat figan. “Doktor yok mu?”, “Yetişin gidiyor adam!”, “Ambulans çağırın!” neviinden feryatlar. Sonra alacaklar seni gelen ambulansa. Seyirci oyunun sonunu göremeden, söylene söylene ayrılacak tiyatrodan. Oyunculardan birkaçı hastaneye, bazıları meyhaneye, bir kısmı da makyajını silmeden evlerine dönecek. Herkesin gecesi rezil olacak. Ne o, sen sahnede ölmek istedin. Hele bir perde kapansın, sonra git evine, gir yatağına, mışıl mışıl uyurken değiştir dünyanı. (Gülüyor) Şaka bir yana, ben sadece bana ayrılan süre boyunca kaliteli bir yaşam sürmek istiyorum. Kaliteden kastım; derin nefes alabilmek, aklımın yerinde olması, kimseye muhtaç olmadan ihtiyaçlarımı görebilmek. Yaptığım işler zaten mesleğin ötesinde birer hobi benim için. İnsan amatör kalmayı bilmeli hayatta. Ancak böylelikle arınabilir hırstan, kıskançlıklardan. İçimden geldiğinde hobilerimi de sürdürebilirsem ne ala. Sürdüremezsem de canım sağ olsun. Sağ olduğu kadar. Sonra günün birinde belki biri çıkar, bir tuvalin köşesine de beni iliştirir.
İşte o röportaj...
"O GÜN HAYATIMIN DÖNÜM NOKTALARINDAN BİRİYDİ"
* Oyunculuğa Yılmaz Güney'in 'Arkadaş' filmiyle başladınız... Kendisiyle tanışma ve filme dahil olma süreciniz nasıl gerçekleşti?
* "Benim meslek hayatımdaki ilk şansım Mahir Canova’nın oğlu olmaktı. İkinci şansım da Kartal Tibet olmuştur." diye bir açıklamanız var. Bu iki şansın hayatınıza kattığı en önemli şeyleri sıralayabilir misiniz?
"EŞSİZ BİR İNSANI KAYBETTİK"
* Kartal Tibet için ayrıca bir parantez açabilir misiniz?
Ben çocukluk kahramanımı, gençlik idolümü; kardeşlerim ve annem benzersiz bir aile babasını; ailemiz de her konuda bizleri motive eden eşsiz bir insanı kaybettik. Acısı o kadar taze ki şu an onunla ilgili ne söyleyeceğimi, nereden başlayacağımı bilemiyorum. Tam karşımdaki masada resmi, çocukluğumuzu ve hayatımızın en mutlu anlarını kaydettiği 8mm kamerası, onları bize gösteren film makinesi, aylardır bakışıyoruz karşılıklı. Zamanı gelince başlayacağım yazmaya Kartal ağabeyi ve onun hayatımızdaki anlamını ve yerini. Uzun uzun anlatacağım.
* Kartal Tibet'in aklınıza kazınan ve kariyerinize şekillendirmenizde yol haritası olarak gördüğünüz bir sözü var mı?
Kartal ağabey veciz ifadeler, beylik nasihatlerden ziyade davranışlarıyla örnek oldu bizlere. Ailesine olan bağlılığı, ilgisi, sevgisi; mesleğine olan saygısı, disiplini ile, alçakgönüllülüğü, gösterişsizliği, sadeliği ile örnek oldu. Mesela içmeyi severdi bir zamanlar. Herkes de bilirdi bunu. Kimseden de saklamazdı. Ama hiç kimse onu çakırkeyif ya da sarhoş bir halde görmemiştir. Hiç bozmazdı kendini. Bense gençlik yıllarımda oldukça abartmıştım bu zaafımı. 80’li yılların sonunda, “artık yeter” dedi Kartal ağabey, “Ben hayatımdan bu mereti çıkartıyorum”. Çok iyi hatırlıyorum. Kendine yarım duble viski koydu, bu benim hayatta içtiğim son kadeh dedi, içti ve bıraktı bardağı bir köşeye. Sonra da bir daha ömrünün sonuna kadar ağzına bir damla içki sürmedi. Ne yazık ki bazı kendini bilmezler sonraları sette bile içtiğini söylediler. Ne o elleri titriyormuş, elinde bardak varmış. Elleri genetik olarak titrerdi biraz. Rahmetli babasının da titrerdi elleri. Erkek kardeşimin de öyle. Onun bu kararı bana da örnek oldu. Akabinde ben de bıraktım bu kötü alışkanlığımı. Benim de arkamdan konuşanlar, inanmayanlar oldu. Hiçbirine kulak asmadım. Diyeceğim Kartal ağabey kararlarıyla, davranışlarıyla hepimize; bana, kardeşlerime, çevresine doğru ve tutarlı bir yaşam sunmaya çalıştı.
ARALARINDA GEÇEN SON DİYALOĞU ANLATTI
* Kendisinin bir vasiyeti var mıydı?
Yazılı bir vasiyeti yoktu. Zaten son günlere kadar konuşuyor, şakalar yapıyor, tüm yakınlarıyla ilgileniyordu. Ailesine çok düşkündü. Sevdiklerinin her daim çok mutlu olmasını isterdi.
* Size söylediği son cümleyi hatırlıyor musunuz?
En son bu yılın mayıs ayında gördüm. 1 Temmuz’da da 'elveda' dedi ve sonsuzluğa karıştı. 'Vefat etti' diyemiyorum çünkü çok zor geliyor onun bu hayattan koptuğuna inanmak. Ölümünden sonra yalan yanlış haberler çıktı basında; yok depresyondaymış, yok eve kapanmış, yok çok kilo aldığı için çıkmıyormuş gibi saçma sapan haberler. Halbuki son günlerine kadar çok neşeli ve çok mutluydu. Ne depresyonu, bizlere bile moral veriyordu. Zaten gençliği boyunca iş dışında sağda solda gezmezdi ki eve kapansın. İşi biter evine gelirdi. Bir de vasiyeti varmış öldükten sonra tören istememiş diye yazdılar. Böyle bir şey hiç konuşulmadı aramızda. Sadece gösterişi sevmezdi. Bunu da bizler bilirdik sadece. “Yarın Gümüşlük’e gidiyorum Kartal ağabey.” dedim, giderken. “Güle güle yavrum. Habersiz bırakma. Kendine iyi bak.” dedi. Bu oldu son konuşmamız. Üzerimde onun hediye ettiği bir gömlek vardı. Daha önceki seyahatlerimden birine çıkmadan önce vedalaşmaya gittiğimde üstüme çay dökmüştüm. Hemen içeri gitmiş, dolabından özenle seçtiği ve hiç giymediği bir gömlek getirmişti giymem için. “Bak, bunu sen hediye etmiştin” dedim. Gülümsedi. Ben Gümüşlük’teyken ağırlaştığı haberi geldi. Apar topar döndüm İstanbul’a. Son iki üç gün yoğun bakımdaydı. Sürekli uyutuluyordu. Artık ümidi kesmişti doktorlar. Direniyor ama çok zorlanıyordu. Yanına kimseyi almıyorlardı. Kız kardeşim, eşi ve Amerika’dan apar topar gelen ve babasıyla son kez vedalaşma şansını yakalayan erkek kardeşim hastanede, yoğun bakımın kapısında bekliyordu. Sonra doktor onları da eve yolladı. Kız kardeşim her an telefon başında doktorla konuşuyor, durum hakkında bilgi alıyordu. Artık bekliyorduk acı haberi, kaçınılmaz sonu. Bir ara arka odaya gidip ses kaydetti kız kardeşim telefonuna. “Babacığım. Seni çok seviyoruz. Babamız olduğun için gurur duyuyoruz. Ama çok yoruldun babacığım. Ne olur dinlen artık. Sana söz veriyoruz. Anneme çok iyi bakacağız. Ne olur dinlen, huzura kavuş canım babacığım.” Bu ses kaydını babasına dinletmesini için, bir an olsun başından ayrılmayan doktoruna yolladı. Doktor bey dayamış telefonu Kartal ağabeye dinletmiş kardeşimin sesini, kendinde değilken. Sonra hemen kız kardeşimi aradı hayretler içerisinde. Yanında hemşire de varmış. Kardeşimin konuşması bitince nabzı düşmüş, kısa bir süre sonra da son yolculuğuna çıkmış. Tabi ne kadar duydu, anladı mı bilemiyoruz. Gene de çok anlamlıydı bizim için.
* Çok yönlü bir sanatçısınız; Yazarlık, oyunculuk, yönetmenlik ve ressamlık... Sanki sanatınız, hayatınızın içerisinde değil de, sanatınızın içerisinde bir hayatınız olmuş...
Sanat dünyasının içinde doğunca ister istemez öyle oluyor. Henüz okuma yazma öğrenmeden babamın ve öğrencilerinin tiyatro sohbetlerini dinlerdim. Babamın o dönemki öğrencilerinin çoğu sonradan konservatuvarda hocam oldu. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda, geceleri kendimi tiyatro kulisinde bir rol için makyaj yaparken hayal eder, öyle dalardım uykuya. Ama babam istemezdi tiyatrocu olmamı. TED’deki eğitimimi tamamladıktan sonra Siyasal Bilgiler’e girmemi ya da rahmetli dedem gibi hukukçu olmamı arzu ediyordu. Annemin babasının son görevi 3. Ağır Ceza Dairesi başkanlığıymış. Hala dolaşır internette, hukuk sitelerinde; dürüstlüğü ve meslek etiği ile ilgili yazılar. Kendim söyleyemediğim için ablamı aracı yapmıştım. O söylemişti babama, liseyi bitirdikten sonra konservatuvara girmek istediğimi. Babam da “Başarısız olursa hayat boyu acı çeker” demişti. Ama bir yandan da farkına varmadan teşvik ediyordu. On üç yaşındayken Londra’ya götürdü. Her gün bir müze gezdirir, resimler ve ressamlar hakkında bilgi verir, iki günde bir de tiyatroya götürürdü. Üç hafta kaldık Londra’da. Bütün müzikalleri orada izledim. Shakespeare’ in doğduğu kasabayı gezdim, adına düzenlenen festivalleri izledim. Madame Tussauds Müzesi’nde balmumu heykelleri görünce büyülendim. Ankara’ya dönüşte tuz seramiğinden küçük heykeller yapmaya başladım. Annemin makyaj malzemeleri ile boyuyordum yüzlerini. Bıyık ya da saç bulamayınca annemin kürkünün içinden keserdim gizli gizli. Elbiselerini eski kumaşlardan diker, gözlerine, kirpiklerine, tırnaklarına, saatine, çoraplarına varıncaya kadar yapardım. Bütün bu kapıları, dediğim gibi, babam açtı bana. O açıdan çok şanslı bir çocuktum.
CİVAN CANOVA HAKKINDA
Tam adı "Ahmet Civan Canova" olan tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, 28 Haziran 1955'te Ankara'da dünyaya geldi.
Devlet Tiyatrosu oyunculuğuna 1979'da başlayan Canova, 1990'lı yıllardan itibaren yazdığı tiyatro oyunları ile ödüller aldı.
Birçok dizi ve filmde yer alan sanatçı, 2006'da "Eve Dönüş" filmindeki işkenceci polis rolü ile Altın Portakal En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü'nü, 2011'de de "Ölüleri Gömün" oyunundaki rolü ile Afife Tiyatro Ödülleri Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu Ödülü'nü kazandı.
Fotoğraflar: AHT, Instagram