Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan'dan açıklamalar
Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan, Habertürk'ten Kübra Par'a konuştu. Yerel seçimlere ilişkin konuşan Başkan Sayan, "Algı yaratmak isteyen, Türkiye'yi zor durumlarla karşı karşıya bırakmak isteyen güçlerin üzerimizde bir oyun oynadığı kanaatindeyim" ifadelerini kullandı. Savcı Sayan, terör örgütü PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan'ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan mesajı için de "Öcalan, kendi örgütünün Amerika'nın güdümüne girdiğini, Ortadoğu'da büyük bir felakete sebep olacağını ve bu felaketin altında Kürtlerin de, Türklerin de, Arapların da ezileceğini gördü. Kendi örgütüne ayar çekmeye çalışıyor, fakat örgüt onun kontrolünden çıktı" dedi
Terör Örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan 8 yıllık aradan sonra geçtiğimiz 2 Mayıs’ta avukatlarıyla görüştürüldü. O görüşmeden sonra yayınladığı mesaj oldukça dikkat çekiciydi. Çatışma değil demokratik müzakere yöntemine ihtiyaç olduğuna vurgu yapması, 2013 Nevruz mektubuna atıfta bulunması ve daha önemlisi PKK’nın Suriye kolu SDG’ye “Türkiye’nin hassasiyetlerine duyarlı olun” çağrısı akıllara “Yeni bir çözüm süreci mi başlayacak?” sorusunu getirdi. Ayrıca mesajın İstanbul’da seçimlerin yenilenmesinin hemen öncesine denk gelmesini de manidar bulanlar oldu. İşte bu kritik konuyu, Ağrı’da yüzde 55.7 oranında oy alarak belediye başkanlığının HDP’den AK Parti’ye geçmesini sağlayan Savcı Sayan ile konuştum.
Geçtiğimiz günlerde sağlık sorunları nedeniyle bir süre hastanede kalan Sayan ile Ankara’daki evinde görüştük...
"TÜRKİYE’Yİ ZOR DURUMDA BIRAKMAK İSTEYEN GÜÇLER
İSTANBUL SEÇİMİNDE ÜZERİMİZDE BİR OYUN OYNADI"
Savcı Sayan: "Hile yapılmadan, sandıklara gereken özen gösterilerek demokratik bir seçim yapılırsa, kim kazanırsa kazansın başımızın tacıdır, saygı duyarız. Halkın iradesi hür iradedir, kimse ona karşı çıkamaz. Yeter ki ABD’nin, FETÖ’nün, Türkiye karşıtı güçlerin bu işte parmağı olmasın, organizasyonu onlar yapmasın. Onun dışında hiçbir şeye karşı çıkamayız, zaten böyle bir hakkımız da yok."
Savcı Bey, geçen gün paylaştığınız bir tweet epeyce gündem oldu. “Hâkim güçler İstanbul’u ve Kudüs’ü işgal etmek istiyor. İstanbul seçimini bir başkanlık seçimi olarak görmeyin, İstanbul Kudüs’tür, hâkim güçler İslam’ın iki başkentini işgal etmek istiyor. Oyun bunun üzerine kurulmuş, seçim işin kılıfı” demişsiniz. Halkın oy kullandığı demokratik bir seçime daha gidiyoruz. Bu anlamıyla bu tarifiniz biraz abartılı olmamış mı?
Burada abartı yok. İlk günden beri bu işin bazı güçler tarafından tezgâhlandığını söylüyorum. Dolayısıyla bunu bir siyasi partiye ya da seçmene bağlamıyorum. Algı yaratmak isteyen, Türkiye’yi zor durumlarla karşı karşıya bırakmak isteyen güçlerin üzerimizde bir oyun oynadığı kanaatindeyim. 15 Temmuz’da darbeyi gerçekleştiren güçler ve onları destekleyen Batılı güçler, İstanbul ve Ankara onlarda olmadığı için başaramadılar. Dolayısıyla Türkiye’yi yenmenin Cumhurbaşkanlığı ikametgâhlarını işgal etmekten ibaret olduğunu anladılar. Bunun üzerine oyun kurdular, bunun üzerine tezgâh kurdular. Bu tezgâhta siyasi partileri kullanmış olabilirler. Ben direkt onların bu işin bilincinde olduğunu söylemiyorum, tabanı bununla ilişkilendirmek istemiyorum. Ama bir partiyi, partinin yönetimini kullanabilirler. Bunun üzerine Türkiye’ye bir operasyon yapıyorlar.
Savcı Bey, o zaman AK Parti kazanmayınca Ankara ve İzmir işgal mi edilmiş oldu?
Hayır. Seçimin normal şartlarda kazanılması, başka bir partinin seçim kazanması, bunlar hep demokratik haktır. Ben Ağrı’da seçimi başka bir partiden aldım. Bunlar hep bizim demokratik haklarımız. “Bunlar daha önceden tezgâhlandı” diyorum. Tezgâhlanan, vatandaşın demokratik bir şekilde oyunu kullanması değil; sandık oyunlarından bahsediyorum. Sandıkta görev yapacak insanların kimliğine baktığımızda, sandıklardaki yanlışlara baktığımızda, sayım sonucunda sandıkların yüzde 10’unun sayıldığı bir ortamda 16 bin oyun nasıl heba edildiğine baktığınızda, bütün bu organizasyondan söz ediyorum. Yoksa insanların demokratik haklarını kullanmalarından, başka partiyi seçmelerinden rahatsız olmuş değilim. Bu bizim haddimize de değil. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kazandığı Mersin’i, İzmir’i, Antalya’yı tartışmıyoruz. İstanbul’da apaçık bir organizasyon, apaçık bir saldırı, bir sandık operasyonu var. Bunu tartışmamız lazım. Onlar belki bugün CHP’nin lehine olduğu için karşı çıkmıyorlar ama yarın CHP’nin aleyhine dönebilir. Çünkü adamların hedefinde Türkiye var. Bugün CHP’yi kendi amaçları için kullanıyor olabilirler, fakat yarın öbür gün CHP onların işine gelmezse farklı bir partiyi kullanacaklar. Bu sefer de CHP aynı haksızlıklara, aynı organizasyona karşı çıkacak. İşaret etmek istediğimiz nokta bu ve bunu tartışmaya açıyoruz. Yoksa vatandaşın demokratik hakkını kullanmasını, oyunu başka partiye vermesini ne sorgulayabiliriz ne de sorgulamak haddimizedir. Bakın, Ağrı’nın ayakta durabilmesi için İstanbul’un düşmemesi lazım.
Ekrem İmamoğlu kazandığında, İstanbul düşmüş mü sayılıyor?
O anlamda söylemiyorum. Daha önce Nurettin Sözen de kazanmış, başka partiler de kazanmış. Birilerinin ülkemizle oynadığını, hile yaptığını söylüyorum. Bunların Ekrem İmamoğlu’nu seçme gibi bir dertleri yok. Sadece kendi amaçlarına ulaşmak için bizi, Ekrem İmamoğlu’nu, başkasını kullanabilirler. Buna müsaade etmeyelim. Ekrem İmamoğlu da AK Parti de müsaade etmesin ve vatandaşın hür iradesi sandığa yansısın. Eğer hile yapılmadan, sandıklara gereken özen gösterilerek demokratik bir seçim yapılırsa, kim kazanırsa kazansın başımızın tacıdır, saygı duyarız. Halkın iradesi hür iradedir, kimse ona karşı çıkamaz. Yeter ki ABD’nin, FETÖ’nün, Türkiye karşıtı güçlerin bu işte parmağı olmasın, organizasyonu onlar yapmasın. Onun dışında hiçbir şeye karşı çıkamayız, zaten böyle bir hakkımız da yok.
"ÖCALAN PKK’YA, 'ABD’NİN OYUNUNA GELMEYİN,
SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNE KARŞI ÇIKMAYIN,
TÜRKİYE’NİN HASSASİYETLERİNE DEĞER VERİN” MESAJI VERDİ"
Savcı Sayan: "Abdullah Öcalan, ABD’nin artık Kürtlerle oynadığını anlamış. Bunu anladığı için de bu anlamda açıklamalar yapıyor. Aslında kendi örgütüne, 'ABD’nin oyununa gelmeyin. Suriye’nin toprak bütünlüğüne karşı çıkmayın. Türkiye’nin hassasiyetlerine değer verin' mesajları vererek yardım ediyor. Öcalan, kendi örgütünün Amerika’nın güdümüne girdiğini, Ortadoğu’da büyük bir felakete sebep olacağını ve bu felaketin altında Kürtlerin de, Türklerin de, Arapların da ezileceğini gördü. Kendi örgütüne ayar çekmeye çalışıyor, fakat örgüt onun kontrolünden çıktı."
Bugünlerde Türkiye terör örgütü PKK lideri Öcalan’ın son açıklamasını konuşuyor. Avukatları sekiz yıl aradan sonra Öcalan’la görüştü, o da dikkat çeken bir açıklama gönderdi. “Bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır. Fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle; yani akıl, politik ve kültürel güçle bu süreci çözebiliriz. 2013 Nevroz bildirgesinin belirttiğimizi ifade tarzını daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürülmesine kararlıyız” diyor. Suriye’ye ve PYD’ye dair de mesajları var. Öcalan’ın bu açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz?
Amerika Birleşik Devleti Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ederken bir taşla iki kuş vurmak istedi. Birincisi, o günkü şartlarda Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye vererek, kendi amaçları doğrultusunda Türkiye’den bir şeyler kopardı. İkincisi, “Ben Abdullah Öcalan’ı Türkiye’nin başına bela ederim. Dolayısıyla her zaman benim dediğimle oturur, benim dediğimle kalkar. Türkiye’ye karşı istediğim gibi kullanırım, bu maksatla Türkiye’ye verdim” mesajıydı. Fakat bugün görüyoruz ki Abdullah Öcalan artık ABD’nin dediklerini yapmıyor. ABD’nin dediklerini yapmayınca, ABD, Abdullah Öcalan’ı PKK’dan ayrı değerlendirmeye başladı. Dolayısıyla PKK üzerinden Türkiye’ye saldırmaya başladı. Çözüm sürecinin bozulmasına baktığımızda da bu süreci bozanın PKK olduğunu görüyoruz. Onlar da ABD’nin desteğiyle bu işi yapmıştır, çünkü Abdullah Öcalan ABD’nin kontrolünden çıktı. Abdullah Öcalan ile Türkiye’yi karıştıramıyor, provokatif eylemler yaptıramıyor. Abdullah Öcalan içeride belki de Türkiye’nin işine gelecek söylemlerde bulundu, bu da ABD’nin işine gelmedi ve ABD, PKK’yı direkt kullanmaya başladı. Şimdi süreç böyle devam ediyor. Ayrıca PKK da Abdullah Öcalan’ı dinlememeye başladı. Abdullah Öcalan’a çok bağlı milletvekilleri onun dediğini düşünebilir ama PKK’nın çözüm sürecini bozan ana kadrosuna baktığımızda, tamamen ABD’ye bağlı olduğunu görüyoruz. Abdullah Öcalan’ın mesajları artık PKK’nın cenahında dikkate alınmıyor. Bu da ileride PKK’nın içinde belki de bölünmeye yol açacak. Dolayısıyla Abdullah Öcalan, ABD’nin artık Kürtlerle oynadığını, Kürtleri komşu oldukları ya da yaşamış oldukları ülkeyle savaşa götürdüğünü anlamış. Bunu anladığı için de bu anlamda açıklamalar yapıyor. Aslında kendi örgütüne, “ABD’nin oyununa gelmeyin. Suriye’nin toprak bütünlüğüne karşı çıkmayın. Türkiye’nin hassasiyetlerine değer verin” mesajları vererek yardım ediyor. Ama Amerika, başka amaçlarda olduğu için PKK’yı hızlı bir şekilde kullanmak istiyor. PKK da artık ekonomik anlamda Amerika’ya muhtaç durumda ve göbek bağıyla buna bağlı. Böyle bir çatışma var ve bu çatışmanın içerisinde Abdullah Öcalan’ının söylemlerinin PKK’yı ne kadar kontrol altına alabileceğinin tahmin edilmesi çok zor.
Öcalan, kendi örgütünün Amerika’nın güdümüne girdiğini, Ortadoğu’da büyük bir felakete sebep olacağını ve bu felaketin altında Kürtlerin de, Türklerin de, Arapların da ezileceğini gördü. Kendi örgütüne ayar çekmeye çalışıyor, fakat örgüt onun kontrolünden çıktı. PKK artık ekonomik, stratejik, lojistik anlamda hâkim güçlerin güdümünde.
"PKK ARTIK ÖCALAN’I DİNLEMİYOR"
Öcalan bu durumdan rahatsız mıdır?
Kendi örgütü açısından tabii ki rahatsız, çünkü Öcalan artık PKK’nın ABD destekli olarak bir şey yapamayacağını, sadece bölgeyi yakacağını anladı. Bunu hesaplıyor ve bundan rahatsız oluyor. PKK da artık Öcalan’ı dinlemiyor.
"KÜRTLER ARTIK YORULDU"
Savcı Sayan: "PKK bu işe başladığında 1 yaşında olan Kürtler şimdi 40 yaşında, 10 yaşında olan Kürtler 50 yaşında. Bu memlekete bir fayda getirdi mi? Bu seçimde Kürt bölgelerinde AK Parti’nin bu kadar yüksek oy almasına baktığınızda, burada HDP’nin ve PKK’nın kendisine bir ayar çekmesi gerekmiyor mu? Bu insanlar, “Biz artık yorulduk, üzerimizden siyaset yapmayın. Kürtlüğümüzü de Sezai Temelli’den falan öğrenecek değiliz, önümüzde Selahattin Eyyubi var, Bediüzzaman var. Artık bu oyunlara gelmiyoruz” demek istedi. İleride bunun meyvelerini toplayacağız."
Ama Kürtler yoruldu. “Kürtler” deyince bunu PKK boyutuyla değerlendirene de karşı çıkıyorum. Kürtler bu ülkenin asli unsurudur, bu ülkenin sahibidir. Kürtlerle ilgili bir sorun varsa Türkiye Cumhuriyeti Devleti oturur, konuşur, tartışır. Sadece Kürtlerle ilgili değil, ülkede hangi kesimle ilgili sorun varsa bunun çözüm noktası devlettir, hükümettir. Bunu bahane ederek insanları ölüme götürmenin bu memlekete ve millete fayda getirmediğini kırk yıldan beri görüyoruz. PKK bu işe başladığında 1 yaşında olan Kürtler şimdi 40 yaşında, 10 yaşında olan Kürtler 50 yaşında. Bu memlekete bir fayda getirdi mi? Bu seçimde Kürt bölgelerinde AK Parti’nin bu kadar yüksek oy almasına baktığınızda, burada HDP’nin ve PKK’nın kendisine bir ayar çekmesi gerekmiyor mu? Bu insanlar, “Biz artık yorulduk, üzerimizden siyaset yapmayın. Kürtlüğümüzü de Sezai Temelli’den falan öğrenecek değiliz, önümüzde Selahattin Eyyubi var, Bediüzzaman var. Artık bu oyunlara gelmiyoruz” demek istedi. İleride bunun meyvelerini toplayacağız.
Artık PKK’nın Kürtler üzerinde silah dışında hiçbir etkisi kalmamıştır. İdeolojik yüzde 10-15’lik bir tabanı farklı görüyorum. Artık baskıyla, ABD’nin planlarıyla bölgede güçlerini yeniden kazanmak istiyorlar. Bölge eski bölge değil, Kürtler eski Kürtler değil. En azından 1993 Kürtleri değil. Buna bu açıdan bakmak lazım. Tayyip Erdoğan, Kürt sorununun çözümü için gövdesini taşın altına koydu. Kürt siyasi hareketlerinin geçmişten bugünkü hareketlerine baktığımızda, Türk siyasetinde kim ki Kürtler için iyi bir adım atacak, mutlaka ona engel olmuşlardır. Özal’a baktığımızda, “Kürt siyasi hareketini temsil ediyorum” diyenler engel olmuştur. Erbakan’a baktığımızda onlar engel olmuştur. Bugün Tayyip Erdoğan’a baktığımızda, yine bunlar engel olmuştur. Demek ki bu bir dış projedir. Demek ki dışarıdaki hâkim güçlerle bunlar paralel düşünüyor. Çünkü o dışarıdaki hâkim güçlerde kim Türkiye’deki Kürt sorunuyla ilgili bir problemi çözmek istemişse, ya öldürülmüştür ya siyasi olarak yalnızlaştırılmıştır ya da gücünü kırmak için tezgâhlar kurulmuştur. Bu ülkenin birliği beraberliği için kim çırpınmışsa bir oyuna kurban gitmiştir.
"NİYE HERKES İSTANBUL’DAKİ YENİLGİNİN SEBEBİNİ KÜRTLERE YÜKLÜYOR?
KÜRTLERİN OYLARI SANDIKTA BELLİ Mİ?"
Öcalan’ın açıklamasının tam da İstanbul seçimlerinin yenilenmesinin arifesine denk gelmesini manidar bulanlar oldu. “Öcalan’a böyle bir açıklama yaptırarak İstanbul seçimlerinde Kürtlerin AK Parti’ye olan küskünlüğü azaltılmak istendi” yorumlarına ne diyorsunuz?
Buna katılmıyorum. İstanbul’da Kürt oyları PKK’ya mı bağlı? İstanbul’daki Kürt oyları konuşulunca niye millet PKK’ya dikkat çekiyor. Bu, oradaki Kürtlere, bize haksızlık değil mi? İstanbul’daki Kürtlerin hepsi PKK’lı mı? Kürt oyları deyince neden hemen Abdullah Öcalan’a bakılıyor? Bu, insanları oraya yönlendirme çalışması değil midir? Abdullah Öcalan ve PKK 2007 seçimlerinde yok muydu? Kürtler yine vardı. Niye herkes eksiğini Kürtlere bağlıyor? Herkes oy verdi de bir Kürtler mi oy vermedi?
İstanbul seçimlerinde Kürt seçmenin Binali Yıldırım’dan daha çok Ekrem İmamoğlu’na oy verdiği analizlerine katılmıyor musunuz?
Katılmıyorum, şiddetle reddediyorum. Niye herkes İstanbul’daki yenilginin sebebini Kürtlere yüklüyor? Kürtlerin oyları sandıkta belli mi? “PKK’lılar vermedi” deseler, o ayrı bir şey, onu tartışsınlar. Biz siyaset yapıyoruz. İstanbul’daki AK Parti teşkilatlarında Kürtlerden geçilmiyor. Birçok yerde Kürt aday var. Herkes diline “Kürtler oy vermedi” cümlesini pelesenk etmiş. Sonra da PKK kozu konuşuluyor. Önce bir mantıklı olun, PKK ile Kürtleri birbirinden ayırın. Öcalan’ın sözlerini neden İstanbul seçimleriyle bağdaştırıyorlar? Bu da bir oyun, bu da bir tezgâh. Biraz önce bir video izledim; KCK Yürütme Konseyi Üyesi Bese Hozat, açık açık İmamoğlu’na oy istiyor. Bu ayrı bir şey. Neden Kürtleri bunun içine katıyorsunuz? O zaman siz bütün Kürtleri PKK’lı olarak görüyorsunuz?
PKK kendi kitlesine yönelik bir mesajda bulunduğu zaman, bu İstanbul’da bütün Kürtlere mi söyleniyor? Böyle bir şey yapmak Kürtlere saygısızlıktır. Ben Kürdüm. Benim gibi, AK Parti’ye oy veren milyonlarca Kürt var. MHP’de, CHP’de, başka partilerde siyaset yapan Kürtler var, bir de PKK’ya ait Kürtler var. Bir milleti topyekûn PKK’nın güdümüne sokmak, sadece ondan medet ummak Kürtlere bir saygısızlıktır.
Öcalan PKK’nın Suriye kolu SDG’ye de bir çağrıda bulundu, “Türkiye’nin hassasiyetlerine duyarlı olun” dedi. Bu açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Dediğim gibi Öcalan, Amerika’nın PKK’yı kullandığını gördü. Hem Türkiye’ye hem Suriye’ye saldırtıyor. Orada büyük bir savaşa sebep olacak. Bu savaş çıktığı zaman ve orman yandığı zaman, aslan da içinde yanacak, öbürü de yanacak, diğeri de yanacak. “Buna alet olmayın” diye kendi örgütüne çağrı yaptı.
Öcalan’ın açıklamasında dikkat çeken noktalardan bir tanesi de 2013 Nevruz’undaki mektubuna atıfta bulunmasıydı. Öcalan’ın bu açıklamasıyla ilgili “Yeni bir çözüm sürecinin başlangıcına işaret” yorumları yapıldı, ne dersiniz?
Çözüm süreci çok iyi niyetlerle başlamıştı. Bölgede müthiş bir rahatlık yaratmıştı. İnsanlar tedirgin olmaktan kurtulmuştu. Artık ölümlerin olmayacağına, bir kardeşlik havasının hâkim olacağına canı gönülden inanmışlardı. Bunu gören hâkim güçler, Türkiye’nin şahlanacağını, savaşta harcanan parayla Türkiye’nin bölgede yıldız bir ülke olacağını anladı ve mutlaka çözüm sürecini bozmak istedi. 1990’ların başında, Kürtler dağa çıksın diye şiddetli işkenceler yapılmıştı. Filistin askıları, insanlık dışı muameleler yapılmıştı. Bunun temel sebebi Kürtlerin dağa çıkmasını istemeleriydi. “Türkiye’de isyan başlasın, ülke bölünsün parçalansın” isteği vardı. Bunu isteyen bir kısım FETÖ’cülerin, ABD’yle iş tutan işbirlikçilerin o günkü planları buydu. Çözüm sürecinde ise bunların dağdan ineceğini, Türkiye’nin rahatlayacağını anladılar. Bu sefer, dağa gönderdikleri insanların geri dönmemesi için bir tezgâh içine girdiler. Hendek savaşlarıyla, oradaki birtakım senaryolarla bu tezgâhı başlattılar. Çözüm sürecini bozanlar, dış güçler ve onun elinde olan PKK gibi örgütler, Türkler ile Kürtlerin kardeşliğini hazmedemedi. HDP demiyorum, HDP’nin içinde bu anlamda çok iyi niyetli siyasetçiler var. Elbette ki göbekten PKK’ya bağlı siyasetçiler de var ama gerçekten iyi niyetli, bu işin siyasi anlamda bir çözüme kavuşması gerektiğine dair önemli görüşleri olan siyasetçiler de var. Bunu bozdular, Türkiye’ye çok büyük haksızlık ettiler. Çünkü Tayyip Erdoğan siyasi hayatını bu işe adamıştı. Türkiye’de Kürt kardeşlerimiz her şeyi kabullenmişti. Yeter ki kan akmasın, insanlarımız birbirini öldürmesin. Oğlu askerde şehit olan Yozgatlı anne, dağda oğlu öldürülen Kürt annesini gerçekten kabullenmişti. Bu çok önemli bir olay. Kucaklaşabilirlerdi, ki bunu yaptılar da. Ama bunu gören, yıllardan beri Türkiye’yi parçalamak isteyen güçler süreci kendi kötü emellerine alet etti.
Öcalan son dönemde bunları gördü. Çözüm süreci olsaydı Türkiye’nin ne kadar rahatlayacağını gördü ve örgütüne tekrar bunu hatırlatıp, “Dikkatli olun. Amerika sizi bir defa kullandı, ikinci defa da kullanıyor. Bu sefer sadece Türkiye’de değil, bölgede bir ateşe benzin döküyorsunuz. Bu da o coğrafyanın komple yanması anlamına gelir. 10 bin kilometre ötedeki ABD’nin bize bir faydası yok. Aman bu coğrafyayı yakmayın” dedi. O anlamda SDG’ye çağrı yapıyor.
"ÖCALAN BUNLARI EĞER İYİ NİYETLE
SÖYLEMİŞSE BU ÖNEMLİ BİR AŞAMA"
Bu anlamıyla Öcalan’ın açıklamalarını PKK’ya kıyasla daha makul buluyorsunuz, öyle mi anlamalıyız?
Arka planda kafasında ne yatıyor bilmiyorum. Nihayetinde teröre bulaşmış, yöneticilik yapmış bir kafa. Dolayısıyla kafasının arkasında ne olduğunu hesaplamam mümkün değil. Devletin güçleri belki benden daha fazla bilgi sahibi. Eğer iyi niyetle söylemişse, ben bu anlamı çıkarıyorum: Anladı ki bu işlerin Türkiye’ye, dünyaya, Kürtlere faydası yoktur. Geldiği noktada bunlar eğer iyi niyetle söylenmişse bu önemli bir aşama. Ama yok, başka bir mevzi kazanmak ya da başka bir planın parçasını devreye sokmak için söylenmişse, buna da zaten Türkiye kırk yıldır müsaade etmedi, bundan sonra da müsaade etmeyecektir. Bunu kabullenmemiz lazım. Ama biz Kürtler bu saatten sonra şapkamızı önümüze koyup çok iyi düşünmek zorundayız. Bizim ülkemiz Türkiye’dir; bu ülkeden başka ülkemiz yok. Bu ülkenin toprağında, bayrağında bizim kanımız var. Nevroz’da niye 500 bin kişinin elinde Türk bayrağı dalgalanmıyor, bunu çok merak ediyorum. Madem ki “Biz ülkemizi bölmek istemiyoruz” diyorsak, bunu HDP’li siyasetçiler de söylüyorsa, o zaman niye biz Nevroz’da 500 bin tane Türk bayrağını sallamıyoruz? Niye korkuyoruz? Niye PKK’ya meydan okumuyoruz? Niye çözüm sürecinde HDP’li siyasetçiler, “Silahı bırakacaksınız, bu işin başka çaresi yok. Biz yorulduk. Ne yapmaya çalışıyorsunuz?” demedi? Bunu dememiz lazım.
"SÜREÇLER ABDULLAH ÖCALAN’IN LAFLARIYLA BAŞLAMAZ"
Savcı Sayan: "Kürtlerle ilgili bir çözüm veya seçim konuşulurken herkes İmralı’yı veya Kandil’i gösteriyor? Türkiye’de bir problem varsa, bu problemin çözümü için anayasal çerçeve içerisinde milletle her zaman konuşulur."
Adına “çözüm süreci” denmese bile, Öcalan’ın bu mesajı önümüzdeki süreçte yeni bir sürece, yeni bir açılıma işaret mi?
Türkiye’de süreçler Abdullah Öcalan’ın laflarıyla başlamaz. Kendileri laflarıyla bozabilir. Türkiye’de bir devlet vardır, bir hükümet vardır, içimizde bir problem varsa bu problemi çözme iradesine sahip bir millet vardır. Türkiye zayıf bir ülke değildir.
Peki, Savcı Sayan öyle bir sürece ihtiyaç olduğunu düşünüyor mu?
Türkiye’de bir problem varsa, bu problemin çözümü için anayasal çerçeve içerisinde milletle her zaman konuşulur. “Kürtlerle ilgili bir sorun varsa çözelim” dediğimizde niye herkes bize İmralı’nın, Kandil’in yolunu gösteriyor? Niye bu haksızlığı yapıyorlar? Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, bakanları ya da ana muhalefeti Doğu ve Güneydoğu’daki halkla oturup, “Kardeşim, sorununuz nedir?” diyemeyecek mi? Oralara müsaadeyle mi gireceğiz? PKK’dan ya da İmralı’dan pasaport mu alacağız? Böyle bir şeyi Kürtlere de Türklere de haksızlık olarak görüyorum. Bu ülke bizimdir, aynı evin içerisinde yaşıyoruz. Aynı babanın, aynı memleketin, aynı coğrafyanın evlatlarıyız. Evlatlar arasında bir sorun varsa, bu sorunu evin içinde çözeriz. Niye hep dışarıdaki komşulara ya da evimizin huzurunu istemeyenlere müracaat ediyoruz? Bunu tartışmak lazım. Kürtlerle ilgili bir çözüm veya seçim konuşulurken niye herkes İmralı’yı veya Kandil’i gösteriyor? Kürtlerin oyu da, Kürtlerin sorununun çözümü de bunların elinde değildir. Terör boyutu Kandil’de olabilir. Ama o zaman herkes buna birlikte karşı çıkmalı ve nasıl çözüm getiririz diye kafa yormalı. “Kürtler kendi evindeki yoksulluğu, işsizliği bir sorun olarak oraya havale ediyor, dolayısıyla çözüm de oradadır” demek bana göre biraz zafiyettir.
Bir yandan da Suriye’de kurulacak güvenli bölge ile ilgili ABD bir çözüm bulmaya çalışıyor. SDG Komutanı Mazlum Kobani geçtiğimiz günlerde, Türkiye’yle dolaylı görüşmelerin olduğunu iddia etti. PYD Sözcüsü Salih Müslim de ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin bu anlamda bir arabuluculuk yaptığını iddia etti. SDG ile Türkiye arasında dolaylı da olsa bir görüşme var mıdır?
Bir görüşme olduğuna inanmıyorum. Tabii ben yerel siyaset yapıyorum. Türkiye’nin merkezi siyasetini yöneten Cumhurbaşkanımız, Dışişleri Bakanımız var, onlar adına konuşma haddine de sahip değilim. Güvenli bölge konusunun Türkiye için olumlu olacağını düşünüyorum. Ama Amerika’nın bu işlere bir çözüm getireceğine asla inanmıyorum, çünkü Amerika zaten bölgeyi karıştıran, silahları veren bir güç. Yardım yataklıktan bahsediyor, DAEŞ’in elindeki silahların menşeine bir baksın. Eğer terör örgütlerine yardım yataklıktan yargılanması gereken varsa önce ABD’nin yargılanması lazım. Ayaklarındaki ayakkabıdan tutun da altlarındaki arabaya kadar bunların menşei bellidir. Niye “Amerika çözüm üretecekmiş” diye birbirimizi kandırıyoruz? Neyin çözümünü üretecek? Bir taraftan benzin döküyorsun, öbür taraftan itfaiyeye küçük bir yardımda bulunup söndürmeye çalışıyorsun.
"SEÇİM GÜNÜ AĞRI’DA HDP’Lİ GENÇLER ANNE BABALARI
BANA OY VERMESİN DİYE KİMLİKLERİNİ ALMIŞLAR"
Ağrı’da yüzde 55.7 oy alarak belediye seçimini kazandınız. HDP’nin oyu yüzde 37’de kaldı. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?
Hükümetimizin yaptıklarını, sayın Cumhurbaşkanımızın yaptıklarını gidip halkımıza anlattık. Oraya giderken önümüzde dört fotoğraf çıktı ve biz bu dört fotoğrafta yoktuk. Bu fotoğrafların içini doldurursak seçimi kazanacağımıza kanaat getirdik. Birinci fotoğraf, ekonomik fotoğraftı. Orada insanların ekonomik anlamda sıkıntıları var, bunlarla ilgili çözüm önerilerimizle, önemli argümanlarımızla gittik. Halk buna inandı. İkinci fotoğraf sosyolojik bir fotoğraftı; Kürtlere haksızlık yapıldığını, dolayısıyla bölgeye gereken önemin verilmediğini düşünüyorlardı. Bununla ilgili iddiaları da çürüttük. Türkiye’de bir geri kalmışlık varsa bu sadece Kürtlere has bir şey değildir, toplumun her tarafında rahatsızlık olabilir. Bunları bertaraf etmenin yolu demokratik bir ülkeden geçer. Dolayısıyla kavga gürültü ederek, provokasyonlara gelerek ne bu bölgeye ne de bu ülkeye bir fayda sağlanamayacağını anlattık. Kürtlüğün kimsenin tekelinde olmadığını söyledik. Biz doğuştan Kürt olduğumuz için bunu başkasından öğrenecek durumumuz yoktur. Bunların bütün önerileri dış bağlantılıdır. Dolayısıyla bölgemizin üzerinde oyun oynuyorlar, bizi kandırıyorlar. Bu sosyolojiyle yaklaştık, bunu da bertaraf ettik. “HDP güçlüdür, PKK tehdit ediyor. Dolayısıyla burada kimse bunlara karşı çıkamaz. Karşı çıkanı asarlar keserler. Bu seçimi alırlar” şeklinde psikolojik bir fotoğraf vardı. Birebir vatandaşa dokunarak, her mahalleye polissiz korumasız girerek, her eve uğrayarak bunu da anlattık. Dördüncü fotoğraf, ideolojik bir fotoğraf. Yani ne yaparsanız yapın, ideolojik olarak HDP’ye inanmış bir fotoğraf vardı. Bunu da belli argümanlarla çürütmeye çalıştık. Kimsenin tekelinde olmadıklarını, dolayısıyla bir haksızlık yapılmışsa buna hep birlikte karşı çıkabileceğimizi anlattık. Birbirimizi boğazlayarak, birbirimizi öldürerek kimsenin bu ülkeye fayda sağlayamayacağını ifade ettik. Dolayısıyla her gün o fotoğrafların içinde bizim yerimiz çoğaldı, onlarınki küçüldü. Dört fotoğrafa hâkim olmaya başladık ve seçimi aldık.
Yüzde 55’lik sonucu bekliyor muydunuz?
Evet, bekliyordum. Aslında daha yüksek oy alacaktık. Seçim günü HDP’nin gençleri şeytanı bile aklına gelmeyecek bir taktik uyguladı. Sabahleyin evlerinden çıkarken anne babalarının kimliklerini alıp çıkmışlar. Dolayısıyla binlerce vatandaşımız oy kullanamadı. Bu da onların taktiğiymiş, biz de seçimden sonra öğrendik. Radikal düşünceye sahip gençlerde, “Anne babalar AK Parti’ye, Savcı Sayan’a oy verebilir” düşüncesi hâkim olunca, anne ve babalarının kimliklerini alıp öyle çıkmışlar. Binlerce oyumuz böyle heba oldu, yoksa çok daha yukarıdaki bir banttaydık.
İl Genel Meclisi’nde tablo tersine; HDP yüzde 45, AK Parti yüzde 37,5 aldı. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Aslında çok da tersine değil. Burada da çok önemli bir başarı var. Milletvekilleri seçimlerinde 3’e 1’dik. Bu tabloda ise 2-2’lik bir durumdayız. Şu anda seçim olsa, bahsettiğiniz rakamlara göre 2’ye 2’lik bir tablo söz konusu oluyor. Bu da başarımızın bir kanıtı. Bazı merkez ilçelerde adaylar bazında eksik oy alacağımız durumlar oluştu. Aday profili çok önemli. Orada da biraz oy kayıplarımız oldu. Onları kaybetmemiş olsaydık, il genel meclis tablosunda da çok daha önde olacaktık.
"GÜVENLİK GÜÇLERİNİN OYUYLA KAZANDIĞIMI İSPATLASINLAR,
BELEDİYE BAŞKANLIĞINDAN İSTİFA EDERİM"
“Aslında Ağrı’da güvenlik güçleri yoğunlukla oy kullandığı için Ağrı’da Savcı Sayan kazandı” iddiaları da var, ne dersiniz?
Ağrı bu anlamda hiç suçlanmayacak bir il, çünkü Ağrı’da güvenlik güçlerinin toplam oy sayısı 2 bini geçmez. İlçeleri de çıkarırsanız merkezde bin oydan fazla değildir. Bunu her türlü ispatlayabiliriz. Ağrı’da bu şekilde olağanüstü bir durum veya herhangi bir taşıma oy söz konusu değil. Bunu ispatlasınlar, belediye başkanlığından istifa ederim. Ben hakkıyla kazandım. “Taşıma oy var, güvenlik güçleri oy kullandı” diyen HDP’lilere seslenmek istiyorum: Siz 2014’te kazandınız, 24 Haziran’da kazandınız, o zaman siz kimi taşıdınız da kimin oylarıyla kazandınız? 24 Haziran’daki taşıma ne oldu?
"AĞRI'DA KADINLARI ÖZGÜRLEŞTİRİP
MESLEK SAHİBİ YAPACAĞIZ"
Savcı Sayan: "Özümüze bağlı kalarak kadınları özgürleştirip meslek sahibi yaparsak, sabahleyin evinden çıkan kız, “Baba bana 20 lira verir misin?” demezse, genç delikanlı kahveye giderken, “Anne babamdan 20 lira ister misin?” demezse, terörün de işsizliğin de biteceğine inanıyorum."
Ağrı’da Savcı Sayan ne yapacak, nasıl fark yaratacak? En önemli hedefleriniz neler?
Doğu’da model şehir olacağız. Bölgede siyasetin yönünü değiştireceğiz. Ağrı’da model yapıp bütün bölgeye örnek şehir olacağız. Bu şehri örnek alan bütün şehirlerin, ideolojik siyasete değil de hizmet siyasetine oy verebileceğini düşünüyorum. Büyük hayallerim, bölgeye özgü projelerim var. Kadınlara yönelik projelerim var. Kadın çok önemli, bende çok büyük emekleri var.
Kadınlar için ne yapacaksınız?
Kadınları iş sahibi, meslek sahibi yapacağız. İş ve meslekten kazandıkları paraları sosyal hayatta iyi harcayabilecekleri, sosyal statü kazanabilecekleri ve kendi evliliklerinden başlayarak mutluluklarını had safhada yaşayabilecekleri bir ortamı onlara sunmayı düşünüyoruz. Müthiş bir mutsuzluk hâkim; boşanmalar üst seviyede. Bunun temelinde yatan çok önemli ekonomik sorunlar var. Bunların hepsini hesapladık, raporlar şeklinde ortaya koyduk. Bölgemize çok büyük markalar tekstil yatırımı yapıyor. İki yıl içerisinde 20 bin kadını tekstil atölyelerinde iş sahibi yapmayı düşünüyoruz. Önemli paralar alacaklar ve bu paralarla evlerini güzelleştirebileceklerdir. Hâlâ 20 yıl önce evinden çıkmış teyzesinin gelinliğiyle gelin olmak zorunda kalan kızlarımız var, hâlâ bir paket margarini veresiyeyle alabilmek için bakkalın önünde bekleyen annelerimiz var, hâlâ çocuğuna önlük alabilmek için parmağındaki yüzüğü satmak zorunda kalan annelerimiz var. Bütün bunların üstesinden gelebilmek için onları iş sahibi yapabilmemiz lazım. Ellerine ceplerine atıp gidip özgürce bakkaldan, marketten alışveriş yapmaları gerekiyor. Bir kafeteryada oturup özgürce çay içmeleri gerekiyor. Bütün bu potansiyel var. Ekonomik anlamda da bunları düzeltirsek bölgede çok önemli işler başaracağımıza inanıyorum.
CHP, Osmanlı İmparatorluğu’nun reddedip Cumhuriyet’le birlikte yeni bir Türkiye yaratma sevdasına düştü; geleneğini, göreneğini, Türklerin her şeyini yok etmeye yöneldi. Türkler buna 50 yıl dayandı, isyan etti, kendi özüne dönmeye çalıştı. HDP Kürtleri ve PKK’nın bir kısmı da Kürtleri Selahattin Eyyubi’nin geleneğinden koparıp yeni bir Kürt yaratmak istediler. Geleneğinden göreneğinden kopmuş, hiçbir şekilde mutluluğu yakalayamayacakları bir pozisyon yarattılar. Kürtler artık buna isyan ediyor. Anlıyorum ki o günkü Türk kardeşlerimiz üzerindeki oyunu tezgâhlayan güçler, Kürtler üzerindeki oyunu oynamak isteyen güçlerle aynıdır.
Kendi geleneklerimize, özümüze bağlı kalarak kadınları özgürleştirip meslek sahibi yaparsak, sabahleyin evinden çıkan kız, “Baba bana 20 lira verir misin?” demezse, genç delikanlı kahveye giderken, “Anne babamdan 20 lira ister misin?” demezse, terörün de işsizliğin de biteceğine inanıyorum.
"HANGİ EVE GİRDİYSEM BİR DRAM,
HANGİ SOFRAYA OTURDUYSAM BİR YOKSULLUK"
Savcı Sayan: "Doğu’dan çocukları götürüp Batı’da gezdirmeyin, bu yanlış bir proje. Batı’dan çocukları getirip Doğu’da gezdirin, çünkü Doğu’daki çocukları götürdüğün zaman oradaki güzellikleri görünce Doğu’ya döndüklerinde, devletin onlara haksızlık yaptığını düşünüyorlar. Karnı aç olan çocuğa kebap göstermeyin; ya kebap verin ya da her gün kebap yiyenleri getirin, onlarla bir gün sofrada oturtun. Döndüklerinde hem o yedikleri kebabın kıymetini bilsinler hem de yiyemeyen kardeşlerini anlasınlar. Bunu başarabilirsek her şeyi başarırız.”
Bütün ömrümü buna adayacağım. Koltukta, mevkide gözüm yoktur. Dünya malına da tamah eden birisi değilim. Kral sofraları da istemiyorum. O halkla çok mutluyum. Onlarla oturdum, dertleştim. Onlarla patatesi sobadan çıkardık yedik. Beş çocuğun bir döşekte yattığını gördüm. Penceresinde camı olmayan, kâğıt bisküvi kutularıyla çocuklarını ısıtmaya çalışan insanlarla beraber seçim sürecini yürüttüm. Onların bende çok emeği var. Onları mutlu edeceğim. Bir annenin evine gittim, iki defa ayağımı öpmeye çalıştı. Karşı çıktım, “Derdin nedir? Ben senin ayağını öperim” dedim. “Oğlumu 16 yaşında dağa götürdüler, sonra da hiç yapmadıkları bir eylemi yüklediler. Oğlum 200 yıla yakın ceza aldı. Sadece Tayyip Erdoğan’dan ölmeden önce oğlumu istiyorum, başka bir şey istemiyorum” dedi ve anne baba 15 dakika boyunca ağladı. Hangi eve girdiysem bir dram, hangi sofraya oturduysam bir yoksulluk. (Gözleri doluyor…)
"DOĞU’DAN ÇOCUKLARI GÖTÜRÜP
BATI’DA GEZDİRMEYİN, BU YANLIŞ BİR PROJE"
Bir evde toplantıdayken, 10 yaşında bir çocuk yanıma geldi. “Savcı Amca, babama iş bulur musun? Babam dört beş aydır işsiz” dedi. Valiliğe müracaat ettik, babasına iş bulduk. İş bulmak, onları duymak ayrı bir şey. Ama o babanın işsizliği 10 yaşındaki bir çocuğa yansımışsa; demek ki çocuğun beslenme çantasında bir eksik var, demek ki defter alamıyor, o da o kadar etkilenmiş. Daha sonra evlerine ziyarete gittim. Beni gördü, gözleri açıldı. Yanına oturdum, “Babanı işe aldık” dedim. Bu insanları unutamıyorum... (Ağlıyor…)
Türkiye’ye sesleniyorum: Terörden, her şeyden şikâyet ediyorsunuz. Terörü bitirmek istiyorsanız bu insanlara öncü olun. Bu kadınları, bu insanları kurtarırsak inanın terörü bitiririz, Türkiye’yi yıldızlaştırırız. Bir de, Doğu’dan çocukları götürüp Batı’da gezdirmeyin, bu yanlış bir proje. Batı’dan çocukları getirip Doğu’da gezdirin, çünkü Doğu’daki çocukları götürdüğün zaman oradaki güzellikleri görünce Doğu’ya döndüklerinde, devletin onlara haksızlık yaptığını düşünüyorlar. Ama Batı’daki çocukları getirirsek hem kardeşlerinin yoksulluklarını görecekler hem de nasıl cennet bir yerde yaşayıp kıymetini bilmediklerini anlayacaklar. Karnı aç olan çocuğa kebap göstermeyin; ya kebap verin ya da her gün kebap yiyenleri getirin, onlarla bir gün sofrada oturtun. Döndüklerinde hem o yedikleri kebabın kıymetini bilsinler hem de yiyemeyen kardeşlerini anlasınlar. Bunu başarabilirsek her şeyi başarırız…