X

Günün gelişmelerini anlık takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

Takipte Kalın

Anıl EMRE/YAZI DİZİSİ 1/GAZETE HABERTÜRK

Konumuz neden İslami radikalizm? Radikalizmin tek çeşidi dini radikalleşme değil, dünyadaki terör örgütlerinin büyük çoğunluğu siyasi ve ideolojik radikalleşme sonucunda doğmuştur. Dini radikalleşmenin tek çeşidi de İslami radikalleşme değil, yüzlerce yıl önce olmuş Haçlı seferlerine kadar da gitmeye gerek yok. Bugün Amerika’dan Avrupa’ya dünyanın birçok yerinde faaliyet gösteren ve ‘beyaz ırkın üstünlüğüne’ inanan gruplar, zencilerden daha üstün olduklarına dair inanışlarını İncil’in çarpık yorumlarıyla ortaya çıkan dini referanslara dayandırırlar. Ancak günümüz dünyasının realitesi, İslami radikalleşmenin çok daha hızlı bir şekilde İslam dininde hiçbir şekilde yeri olmayan terörizme dönüşebildiği. Ve bu realite evimize, ülkemize maalesef çok yakın.

EVİMİZİ TEHDİT EDEN YANGIN

Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da her gün görülen akıl almaz dehşet manzaraları, bölgemizin daha uzun süre bu şiddet sarmalından kurtulamayacağına işaret ediyor. Ve maalesef ateş ülkemize de sıçrıyor. IŞİD bağlantılı intihar bombacıları tarafından 5 Haziran’da Diyarbakır’daki HDP mitingine düzenlenen bombalı saldırıda 5, 20 Temmuz’da Şanlıurfa Suruç’ta bir gençlik organizasyonuna düzenlenen bombalı saldırıda 34 vatandaşımız öldü. Son olarak cumartesi günü Ankara’da barış mitingine düzenlenen, 99 vatandaşımızın öldüğü saldırıyı yapan intihar bombacılarının da IŞİD bağlantılı olduğundan şüpheleniliyor. Ölenlerin yanında tüm bu saldırılarda yüzlerce vatandaşımız yaralandı. Ülkemizden sadece IŞİD terör örgütüne 1300 civarı katılım olduğu tahmin ediliyor. Bunun yanında yıllardır El Kaide başta olmak üzere başka örgütlere de katılımlar var. Aileler tedirgin, evlatlarını bu yangına kaptırmamak için uğraşıyorlar, ama ne yapacaklarını, nasıl önleyeceklerini bilemiyorlar.

TERÖRİZMİN KIVILCIMI RADİKALİZM

Türkiye’de özellikle terör örgütü IŞİD’e karşı operasyonlar yapılıyor, geçtiğimiz haftalarda Suriye’de IŞİD’e ait hedeflerin vurulmasında uluslararası koalisyonla birlikte hareket edilmeye başlandı. Rusya’nın Suriye’yi başta IŞİD olmak üzere radikal dinci örgütlerden temizlemek için ülkeye cephane yığması ve hava saldırıları başlatmasıyla tüm dünyanın gözleri yeniden bu meseleye çevrilmiş durumda. Ancak terörle mücadelenin çok önemli bir parçası da terörü doğuran ana etken olan radikalleşme ile mücadele. Şu soruyu her gün kendimize sormamız gerekiyor. Bu ateşin evimize düşmesini, çocuklarımızın dini duygularının sömürülerek bu şiddet ve vahşet sarmalına kapılmasını, İslam adına savaştıklarını iddia eden ama İslam’ın temel prensiplerinin her birine karşı gelen bu örgütlerin ağına düşmesini nasıl engelleyeceğiz?

Terörizmin kıvılcımı olan radikalleşmeyi nasıl önleyeceğiz? Tüm bu soruların cevaplarını 4 gün boyunca psikolog, terör uzmanı ve din bilimcilerle konu- şarak arayacağız. İslami radikalleşmenin sebeplerini ve yöntemlerini inceleyerek bu sürecin bilimsel bir fotoğrafını çekeceğiz. Ve nasıl mücadele edileceğini öğrenecek, dünyadan örnekler inceleyecek, toplum ve devlet olarak çağımızın en büyük tehditlerinden birini nasıl bertaraf edeceğimizi tartışacağız.

TERÖRÜN DİNİ REFERANSI OLUR MU?

İslam adına hareket ettiklerini söyleyen örgütler aslında en büyük zararı adına savaştıklarını iddia ettikleri dine veriyorlar. Referanslarını, meşruiyetlerini, işledikleri cinayetlerin, saçtıkları vahşetin gerekçelerini İslam’a bağlıyorlar, adı aslen ‘barış’ anlamına gelen bir dinin ağza alınmayacak vahşetlerle anılmasına yol açıyorlar. Bu örgütler ortaya çıktığından beri hepimiz böylesine barışçıl bir dinden, böylesine korkunç bir vahşete nasıl gerekçe bulunabildiğini merak ediyoruz. İlahiyatçı Mehmet Akif Ersoy, IŞİD gibi örgütlerin, İslam’ın temel kaynaklarını istismar ettiğini belirtiyor.

İslami radikalizm konusunda Türkiye’nin sayılı uzmanlarından Prof. Mehmet Ali Büyükkara, dünyadaki diğer Müslümanlar hangi kaynakları referans alıyorsa, bu örgütlerin de aynı kaynakları referans gösterdiğini belirtiyor: “Kuran, sünnet dediğimiz Hz. Peygamber’in söz ve davranışları ve fıkıh dediğimiz geçmiş fetvalara dayanıyorlar.” Peki aynı kaynaklara dayanılmasına rağmen nasıl böyle bir vahşet görüntüsüyle karşılaşmak mümkün oluyor? Hangi ayet, hangi sure böyle bir vahşete izin verebilir? Kafa kesme, intihar saldırısı, diri diri yakma dinen nasıl olur da açıklanabilir? “Kuran ve sünneti bütüncül okumuyorlar. Kuran’ın içinden bir ayeti cımbızlayarak aldığınızda veya Hz. Peygamber’in bir hadisini tek başına okuyarak kapsamının, ifade ettiği anlamın, geliş sebebinin tamamen dışına çıkardığınızda, oradan bir hüküm, bir fetva üretirseniz bu parçacı bir yaklaşım olur. Parçacı okumalar sonucunda tamamen yanlış, surenin özüyle taban tabana zıt, hiçbir ilgisi olmayan tehlikeli anlamlar çıkarıyorlar. Bu mantıkla sadece terörizme değil, din ile hiçbir alakası olmayan her türlü yanlış davranışa referans bulabilir, her türlü sapkınlığı kendinizce meşrulaştırabilirsiniz.”

‘KÂFİRLERİ BULDUĞUNUZ YERDE ÖLDÜRÜN’

Bir örnek vermesini istediğimde, bu konu tartışılırken sık sık gündeme gelen “Kâfirleri bulduğunuz yerde öldürün” ayetini gösteriyor: “Bu ayet Kuran’da Tevbe Suresi’nde 2 yerde geçmektedir. Bunu bağlamından kopuk olarak alırsanız, her inanmayanı istediğiniz yerde öldürün anlamı çıkar. Ancak bununla uzaktan yakından alakası yoktur. Bütüncül olarak bakmamız gerekir. Her ayetin bir anlamı, bir bağlamı, bir iniş sebebi vardır. Söz konusu ayet; Hz. Peygamber Mekkeliler ile savaş halindeyken, Müslümanların kendilerini savunabilmeleri, kendilerine saldıranlara karşı canlarını koruyabilmeleri için indirilmiştir. Bunu dikkate almadan okursanız, bütün zamanlarda bütün mekânlarda geçerli bir hüküm olarak alırsanız tamamen yanlış okumuş olursunuz. Bu ayet hangi sebeple, hangi amaçla indi, ilk bu ayetle muhatap olan insanlar bunu nasıl algıladı? Bunları anlamak için bir akıl yürütme gereklidir. Geçmiş fetvaları açıp oradaki hükümleri direkt bugüne taşıma da benzer sonuç- ları ortaya çıkarmaktadır. Akıl yürütmeden yoksun olarak, sadece metin merkezli bakılırsa da son derece yanlış, sapkın ve tehlikeli anlamlar ortaya çıkıyor.”

SELEFİLİK

Bu yaklaşım terör örgütlerinin ve radikal grupların mensubu oldukları Selefi anlayışın temelinde yatıyor. Selefiliği Prof. Büyükkara’dan dinleyelim: “Tohumlarını 14. yüzyılda yaşayan İbn-i Teymiyye’nin ektiği Selefi anlayışın 2 temel özelliği vardır. Akli çözümlemelerden uzak durma yani bahsettiğimiz Kuran’ın ve sünnetin sadece metin merkezli okunması birinci özelliğidir.” İbn-i Teymiyye’nin İslam büyüklerinin anıtmezarlarına ve türbelere yapılan ziyaretleri ‘Allah’tan başkasına tapınma’ olarak nitelendirmesi de bu anlayışın bir uzantısı. IŞİD terör örgü- tünün ele geçirdiği bölgelerdeki türbeleri yok etmesinin altında yatan neden de bu. Büyükkara Selefiliğin ikinci temel özelliğini ‘dışlamacılık’ olarak tanımlıyor. Dışlamacılık, bu örgütlerin öne çıkan özelliği olan Şii düşmanlığının arkasındaki tüyler ürpertici anlayış: “Selefiler kendilerini dinin tek doğru takdimi ve tek gerçek temsilcisi olarak görürler. Sünnilik dışındaki Şiilik gibi mezhepler zaten bir kenara, Sünnilik içindeki Hanefilik veya Maturidilik gibi mezhepleri bile Sünni saymazlar. Onları doğru inançtan sapmış olarak görürler. Şiileri ise kâfir olarak gördükleri Yahudi ve Hıristiyanlardan yani Ehl-i Kitap olan dinlerin mensuplarından bile aşağı görürler, çünkü bu dinlerin Kuran’da bir statüsü vardır. Ama Şiiler onlara göre Müslüman iken şirke düşmüş kişilerdir ve mutlaka öldürülmeleri gerekmektedir.” İslam dünyasının büyük çoğunluğunda hüküm süren Moğolların, Müslümanlığa geçmelerine rağmen devlet yönetiminde İslam hukuku yerine kendi geleneksel hukuk sistemlerini uyguladıkları bir dönemde yaşayan İbn-i Teymiyye, Moğolları bir cahiliye devleti içinde yaşamakla suçlayarak Müslüman olamayacaklarını iddia etti. “İslam inanç sistemine katıldıklarını söyleseler bile İslam hukukunu çiğneyen her Müslü- man grupla savaşılması gerekti- ğine” dair fetvası ve tekfirci (kendi gibi inanmayanı kâfir ilan etme) anlayış bugün IŞİD ve El Kaide dahil Selefi anlayışla hareket eden grupların temel ilham kaynağı.

YAZI DİZİSİ 2

BİR MÜSLÜMAN NEDEN TERÖRİST OLMAYI SEÇER?

DÜN, İslam adına hareket ettiklerini iddia eden IŞID ve El Kaide gibi terör örgütlerinin varoluşlarını dayandırdıkları İslami anlayış olan Selefiliğin temel özelliklerini incelemiştik. Selefilik kendi içerisinde de farklılıklar gösteriyor. İlahiyatçı Prof. Mehmet Ali Büyükkara, tüm Selefilerin terörü desteklemediğini, hatta yukarıda saydığımız iki terör örgütü arasında bile büyük farklar olduğunu anlatıyor. İki örgüt arasındaki ‘dini yorum’ farkları aslında stratejik sebeplere dayanıyor. IŞID’in Ebubekir el-Bağdadi’den önceki lideri ve kurucusu kabul edilen ve 2006 yılında ABD’nin hava saldırısıyla öldürülen Ebu Musab el-Zerkavi’nin öne çıkan özelliği Şii düşmanlığı. El Kaide örgütü de Şiileri ‘kâfir’ olarak görüyor ancak Şiiler ya da Şiilerle ‘işbirliği’ içinde olan bazı Sünniler yerine, öncelikle İslam’ın asıl düşmanı olarak gördükleri ABD ve Batı ülkelerinin hedef alınmasını istiyorlar. Şii de olsa Müslüman kanı dökmenin İslam dünyasında kendilerine yönelik tepkiye yol açacağını düşünüyorlar. Zerkavi ise Şii cami ve merkezlerine saldırılar düzenleyerek, Şiilerin karşılık vermesini sağlamayı, bu sayede tüm Sünnilerin Şiilere karşı birleşeceğini düşünüyor. Bunun da İslam’ın ‘pürifiye’ edilmesini sağlayacak bir iç savaşa yol açacağını düşünüyor. Irak El Kaide’si olarak ortaya çıkan ancak daha sonra bu örgütten kopan, 2013 yılında da hilafet ilan eden IŞID’in hayalinde yatan da bu şekilde bir İslam iç savaşı.

KİMLER RADİKALLEŞİYOR?

Günümüzde İslam adına hareket ettiklerini iddia eden radikal örgütlere dünyanın her yerinden katılımlar var. Ortadoğu ülkelerinin yanında başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri, Kafkaslar, Çin ve çeşitli Afrika ülkeleri radikal terör örgütlerine katılımın olduğu ülkeler olarak gözümüze çarpıyor. Katılanların profilleri de en az geldikleri ülkeler kadar farklı.

Dünyadaki örnekleri incelediğimizde karşımıza Londra’da Harry Potter okuyarak ve Beatles dinleyerek büyüyen genç kızlardan, Batılı yaşam tarzını reddeden köktendinci genç adamlara, rap yıldızları ve boksörlerden sabıka kaydı kabarık eroin bağımlılarına kadar nadir rastlanacak genişlikte bir insan yelpazesi çıkıyor.

Türkiye’nin sayılı terör uzmanlarından Prof. Dr. Ercan Çitlioğlu’na göre, katılanların profilleri birbirinden ne kadar farklıysa motivasyonları da en az o kadar farklı: “Terörizmin genel karakterinde bu vardır. İngiltere’den IŞID’e katılan biriyle Afganistan’dan katılan birinin hikâyeleri, onları katılmaya iten sebepler aynı değildir.” Peki katılma sebeplerinden genelde göze çarpanlar neler? “Katılanlar içerisinde macera arayanlar var, psikopat eğilimli olanlar var, para ve ‘ganimet’ peşinde koşanlar var, oradaki vahşeti ve cariye pazarlarını görerek şiddet ya da cinsellik anlamında bastırılmış sapkın duygularını tatmin etmek isteyenler var. İslam adına savaşacağına inandığı için cihadist motivasyonlarla gelenler, dini hassasiyetleri sömürülenler, sapkın bir din yorumuna inananlar var. Özellikle IŞID en fazla insana ulaşabildiği için en geniş yelpazeyi barındıran örgüt olarak karşımıza çıkıyor.” Ancak Türkiye’den katılımlarla ilgili bir eklemede bulunuyor: “Türkiye’den macera veya bu bahsettiğim tatminsizliği gidermek için katılanların neredeyse hiç olmadığını düşünüyorum. Buradan katılım daha çok dini dürtü ve gerekçelerle oluyor.”

RADİKALLEŞENLERİN PROFİLİ

Türkiye’de terörle ve radikalleşmeyle mücadele konusunda politika üretmek amacıyla kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’ndan üst düzey bir yetkiliye, ülkemizde radikalleşenlerin profilini sordum. İslam dini adına hareket ettiklerini iddia eden örgütlere katılanlara dair yaptıkları çalışmanın sonucunda karşımıza çıkan profili şöyle tanımlıyor: “Eğitim seviyelerinin düşük olduğu net. Özellikle dar gelirli ve çok çocuklu ailelerden katılımlar oluyor. Toplumla sosyal bağları kuvvetli değil. Bu sebeple kimlik bunalımını ve arayışını daha yoğun şekilde yaşıyorlar. Dini bilgileri zayıf. Dinin aşırı yorumlarından etkilenmeye bu sebeple açıklar. Özellikle düzenli bir işi ve düzenli bir geliri olmayan kişiler bu süreçlere daha çok dahil oluyorlar. Kendilerini toplum içinde güçsüz hissedenlerin, IŞID’in propaganda videolarında gösterilen sözde ‘kahraman’lardan olabilme arzusu duyduğu da bir gerçek.” Prof. Çitlioğlu, bu profil içerisinde özellikle ergenlik çağındaki çocukların ağırlıkta olduğunu anlatıyor: “İsyankâr duygulara sahip, kendini kanıtlama ihtiyacı hisseden, dini duygularını da protestliklerini dışa vurmada kullanan gençler aşırı uçlara rahatlıkla kayabiliyorlar, kandırılmaya daha açık oluyorlar.”

Çoğunluğu her ne kadar gençler oluştursa da yapılan araştırmalar orta yaşlı, evli ve çocuklu, düzenli bir iş sahibi insanların da bu tarz örgütlere katıldıklarını ortaya koyuyor. Prof. Çitlioğlu’na göre bu alışılmadık bir durum değil: “HSBC Bankası’nı havaya uçuran El Kaide militanı, 35 yaşında evli ve 2 çocuk sahibiydi.” Ancak bu tarz katılımların gençlere göre çok farklı motivasyonlarla gerçekleştiğini söylüyor. “Buna ‘adanmış kimlik’ denir. Siz bir şeye inanabilirsiniz. Ama bu inancı hayatınızın merkezine koyuyorsanız, bu sizin tüm eylemlerinizi şekillendiriyorsa, böyle bir adanmışlık size tüm hayatınızı geride bıraktırabilir.”

BAZI DİNDAR GENÇLER NEDEN TERÖRİST OLUYORLAR?

Peki dindar bir insanı bir terör örgütüne katılacak kadar radikalleşmeye iten tam olarak nedir? Ülkemizin önemli psikologlarından Prof. Doğan Şahin, ‘varoluşlarını tehdit altında hissedenlerin’ radikalleşmeye çok daha yatkın olduklarını ifade ediyor. “Yaşam tarzlarının tehdit altında olduğunu düşünen insanlar daha kolay radikalleşirler.” Ortadoğu’daki birçok sorunun temelinde yatan SünniŞii çatışmasının bölge halklarının ciddi bir kısmını bu hissiyata itelediği aşikâr. Devlet mekanizmasının zayıf olduğu ya da tamamen çöktüğü ülkelerde, kendisi ve ailesinin güvenliğinden endişe duyan, inancından veya mezhebinden ötürü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını düşünenlerin radikalleşmesini anlamak daha kolay olabilir. Peki Avrupa’da yaşayan Müslümanların radikalleşmesini nasıl açıklamak gerekiyor? Prof. Şahin’e göre insanların kimliklerini tehdit altında hissetmeleri için hayatlarını tehdit altında hissetmelerine gerek yok: “İslamofobi Batı’da ciddi bir sorun. Müslümanlar ayrımcılığa maruz kalabiliyor, hayatın her alanında ötekileştiriliyorlar.” Geçtiğimiz aylarda söyleşi yaptığım eski İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw’a aynı soruyu yönelttiğimde, İngiltere’deki Müslümanların radikalleşmesinin, ‘uyum sorunu’ yaşayıp yaşamamalarıyla ilgili olduğunu söylemişti. “Genele baktığınızda Pakistan kökenli Müslüman çocukların okulda daha başarısız olduklarını görüyorsunuz. Beyaz çocukların arkasında kaldıkları gibi, Hindistan kökenli Müslüman çocukların da arkasında kalıyorlar. Ve radikalizme daha çok bunların kaydıklarını görüyoruz. Çünkü kültürel anlamda uyum sağlamakta daha çok zorlanıyorlar. Uyum sağlayamayınca antisosyal eğilimler gösterenler, suça bulaşanlar, terörizme sempati duyanlar olabiliyor.”

Geçtiğimiz haftalarda gazetemize konuşan ünlü Fransız sosyolog Alain Touraine, ‘Avrupa İslamı’nın teolojik zayıflığını’ başlıca bir unsur olarak tespit ediyor: “Avrupa’daki dini öğretiler, İslam dünyasının geneline göre müthiş bir zayıflık gösteriyor. Avrupalı gençler cihada gidiyor ama büyük çoğunluğu Kuran’ın ne dediğini bile bilmiyor.” Dini cehalet, radikal fikirlerin kolay kabul edilebilmesine yol açıyor. Ünlü İslam bilimci Ahmed Akbar, Avrupa’da yaşayan Müslüman toplumlarındaki kanaat önderlerinin, gençlere rehberlik etmeyi başaramadığını anlatıyor: “İmamların birçoğu yurtdışından yeni gelmiş, Avrupa kültürünü tanımayan insanlar. Çoğu yaşadıkları ülkenin dilini de bilmiyor. Yani Avrupalı bir genç olarak alkol, cinsellik, adaptasyon sorunları gibi meseleleri tartışmaya çalıştığınızda size verecek pek bir cevapları yok. Aileler de ekonomik olarak varolma mücadelesi verirken, bu gençler kendilerini dinleyecek, yol gösterecek pek kimseyi bulamıyorlar.” Her boşluğun bir şekilde doldurulduğu gibi, bu gençleri dinleme ve yol gösterme rolünü de radikal örgütler üstleniyor.

YAZI DİZİSİ 3

TÜRKİYE'DE YAŞAYAN DİNDAR BİR BİREY NEDEN RADİKALLEŞİR?

DÜNKÜ yazımızda dünya genelinde Müslümanların radikalleşmelerinin gerekçeleri olarak saydığımız sorunların hiçbiri Türkiye’de yok. Yüzde 99’u Müslüman olan ülkemizde bir Müslüman’ın dini kimliğinden ötürü ötekileştirilmesi söz konusu değil. Ne bazı Ortadoğu ülkelerindeki gibi zayıf bir devlet mekanizmasının yarattığı güvensizlik ortamından ne de yok olma korkusundan söz edilebilir. Peki Türkiye’den IŞID ya da El Kaide gibi örgütlere katılanların ana motivasyonu nedir?

TÜRKİYE’DEN KATILIMLAR

Araştırmacı Nevzat Çiçek geçtiğimiz yıl gazetemiz için kaleme aldığı yazı dizisinde, 2008 yılında El Kaide terör örgütü ABD İstanbul Başkonsolosluğu’na saldırdığında yaptığı analizi hatırlatıyordu: “El Kaide’nin özellikle Kürt illerinden destek görmesinde iki unsur çok etkili oldu. İlki, Hizbullah geleneğinden gelen ve silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt üyelerinin silahlarını yeraltında muhafazaları ve sonrasında ortaya çıkan boşlukta bir kısmının hücre örgütleme yoluna gidip bu hücrelerin “El Kaide üst yapısına” dahil olmalarıydı, zira dernekleşme üzerinden yasal hareket etmeyi kabul etmediler. İkinci önemli unsur ise ABD’nin Irak işgali sonrasında “Cihat” için Irak’a gidip orada savaşan militanların El Kaide’yle temasta olmalarıydı. Bu iki yapıya daha farklı silahlı yapıların eklenmesi El Kaide’nin Türkiye’de büyümesine yol açtı.” Bu altyapının birkaç yıldır IŞID’e katılımlara da zemin olmasının, çok sayıda gencin, Çiçek’in deyimiyle ‘pamuk toplamaya gider gibi IŞID’e katılmalarına’ neden olduğunu tespit etmek mümkün.

İlahiyat Profesörü Mehmet Ali Büyükkara, komşu ülkelerdeki ve İslam dünyasındaki gelişmelerin yol açtığı manzaraları işaret ediyor. Bu aşağı yukarı her ülkeden katılanların öne sürdükleri bir motivasyon: “Ortadoğu’daki gelişmeler, savaşlar, dikta rejimleri ve Müslümanların zulme uğradığı algısı. Irak işgali, Esad yönetiminin katliamları ve yıllardır süren Filistin sorununun yol açtığı manzaralar. Tüm bunlar Müslümanlar adına savaştıklarını iddia eden örgütlere çekebiliyor insanları.” Asıl sebebi ise ülkemizde ‘geleneksel cami merkezli dindarlığın zayıflamasıyla açılan boşluğu radikalizmin doldurması’ olarak tarif ediyor: “Eskiden dindar gençler mahalle camisinin etrafında toplanırlardı, büyüklerin lafı dinlenirdi, cami cemaatinin gözü önünde olunurdu. Buralarda bugün gördüğümüz anlamda radikalleşmeye yer yoktu. Geleneksel yapıların çökmesiyle yerini sanal cemaat yapıları aldı. İnsanlar internet üzerinden sanal cemaatlerle küresel düzeyde bağlantı kurabiliyor. Şiddet içerikli vaazlara olduğu kadar, profesyonelce çekilmiş özendirici propaganda videolarına erişim mümkün. Bunlar gençlere çok çekici geliyor. O anda yerel birkaç nokta devreye giriyor ve bu gençleri o tarafa çekebiliyor.”

"İSTANBUL HENÜZ FETHEDİLMEDİ"

İslam’ın yaşanabilmesi için devletin mutlaka İslami prensiplere göre yönetilen bir din devleti olması gerektiğine ve bu sebeple Türkiye’de gerçek İslam’ın yaşanamadığına yönelik inanış, birçok din bilimciye göre ülkemizdeki dini radikalleşmenin ana çıkış noktası. Eğitim seviyesinin düşüklüğü ve sağlıksız din eğitiminin yol açtığı bu inanış, yine eğitimsiz kesimleri ağına çekmeyi başarıyor. ‘Türkiye’de gerçek İslam’ın yaşanmadığı’ propagandasına gazeteci Mehmet Akif Ersoy çarpıcı bir örnek veriyor. IŞID’in Türkçe olarak çıkardığı Konstantiniyye adlı dergideki bir yazıda Hz. Muhammed’in “İstanbul bir gün mutlaka feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur” hadisine yer verildiğini belirten Ersoy, IŞID’e göre İstanbul’un henüz fethedilmemiş, dolayısıyla söz konusu müjdenin henüz gerçekleşmemiş olduğunu, bunun kendileri tarafından gerçekleştirileceğini ifade ettiklerini anlatıyor.

DİJİTAL 'CİHAD'

Tüm dünyadan IŞID terör örgütüne katılanların büyük çoğunluğu 10’lu yaşlarının sonlarında ve 20’lerinin başlarındaki gençler. Araştırmalara göre gelişmiş ülkelerde bu yaş nüfusunun yaklaşık yüzde 90’ı internet kullanıcısı, yüzde 70’i bir sosyal medya hesabına sahip ve ortalama olarak internette geçirdikleri süre haftada yaklaşık 20 saat. Zamanlarının büyük bir kısmını internette geçiren gençleri hedefleyen bir örgütün, başarılı bir internet ve sosyal medya kampanyası yürütmeden bugünkü büyüklüğüne ulaşması düşünülemezdi. Arap dünyasının ünlü gazetecilerinden Abdel Bari Atwan, bunun “7. yüzyılın idealleriyle yaşamaya inanan Selefiler için ciddi bir çelişki gibi görünebileceğini, ancak global cihadçı hareketlerin zamana ayak uydurmalarının hayatta kalmalarının ön koşulu” olduğunu söylüyor. “80’lerde televizyonları parçalayan Taliban bağnazlığının yerini 90’larda müritlerine e-posta yoluyla ulaşan, 2000’lere gelindiğinde ise kendi web sitesini kuran El Kaide’ye, son yıllarda ise sosyal medyayı eleman ‘devşirmek’ için kullanan IŞID’e bıraktığını” anlatıyor.

2005 yılında Youtube’un ortaya çıkmasıyla her şey değişti. Dijital kamerayla filme alınarak arka fonuna hamasi şarkılar yüklenen intihar saldırısı videoları ve şiddeti öven ‘vaazlar’ internette yayılmaya başladı. İlerleyen yıllarda sosyal medya siteleriyle tanışan El Kaide, açıklamaları ve paylaşımları örgüt adına yapıyordu. IŞID’de ise her örgüt üyesi kendi kanallarından paylaşımlarda bulunuyor. Skype gibi uygulamaları potansiyel üyelerle konuşmak ve onları örgüte çekmek için kullanıyorlar. Facebook ve Twitter’daki paylaşımlarını ‘beğenenlere’ ya da yorum yapanlara önce bu platformlar üzerinden daha sonra da denetlenmesi imkânsıza yakın olan WhatsApp gibi mesajlaşma uygulamaları üzerinden ulaşıyorlar ve sohbete başlayarak örgüt propagandası yapıyorlar. Trending topic olan hashtag’leri, propagandalarını maksimum sayıda insana ulaştırmak için kullanıyorlar. Hedeflerinin başında katılımları artırmak olan örgütün bu iş için tam zamanlı olarak kullandığı ‘sosyal medya militanları’ var. New York Times Gazetesi’nde incelenen bir vakada, bir IŞID üyesinin Amerikalı bir genç kızı örgüte çekebilmek için onun saat dilimlerine uygun yaşadığı, gece 11’den sabah 6’ya kadar sosyal medya üzerinden genç kızla sohbet ettiği tespit edilmiş. Brookings Enstitüsü’nün mart ayında yayınladığı bir araştırmada IŞID’e ait her Twitter hesabının ortalama 1000 takipçisi olduğu, 2014 yılının eylül ve aralık ayları arasında sitedeki yaklaşık 50 bin hesabın militan ve sempatizanlar tarafından kontrol edildiği belirtiliyor. Hesaplardan atılan twit sayısının günde 1 ile 200 arasında değiştiğinin belirtildiği araştırmada, paylaşımlardan 5’te 1’inin İngilizce, 4’te 3’ünün Arapça yapıldığı ifade ediliyor.

MÜCADELENİN YENİ CEPHESİ: SOSYAL MEDYA

İnternet üzerinde radikalleşme son zamanlarda daha da tehlikeli bir hal almış durumda. Artık sorun sadece sözde ‘cihada’ katılmak için Suriye’ye gidilmesinde de değil. Pekâlâ bilgisayarlarının başından kalkmadan radikalleşen bireyler, yaşadıkları ülkelerde terör saldırıları düzenleyebiliyorlar. ‘Yalnız Kurt’ olarak tanımlanan bu teröristlerin tespit edilmeleri çok daha zor. Dolayısıyla radikalleşme ile mücadelede internet çok önemli bir cephe haline gelmiş durumda.

Terörle mücadele programları dünyada birçok ülke tarafından örnek alınan İngiltere’de, internetteki radikal içeriklerin temizlenmesi için polis teşkilatında özel bir birim var. Yüz binlerce bu tarz içeriğin internetten temizlenmesi sağlanmış. Amerikan Dışişleri Bakanlığı sosyal medyada yürüttüğü Think Again Turn Away (Bir Daha Düşün ve Vazgeç) kampanyasıyla IŞID gibi örgütlerin saçtıkları dehşete ve İslam’la bağdaşmayan uygulamalarına dair bilgileri sosyal medyada paylaşıyor. Ancak bunun akıllıca bir strateji olup olmadığı konusunda tartışmalar var. Önceki yıllarda El Kaide tarafından internetten yayınlanan Inspire (İlham Ver) isimli dergi, bomba yapma ve sivilleri öldürme yöntemleri üzerine önerileriyle dünya basınının gündemine oturmuş, dergiyle ilgili sayısız haber çıkmıştı. Bu medya ilgisi olmasa derginin hiçbir zaman kaale alınmayacağını ve takipçi bulamayacağını söyleyen, haberleştirmenin propagandaya yol açtığını belirten çok sayıda uzman var.

Bu mücadelede en önemli görev sosyal medya şirketlerine düşüyor. Brookings Enstitüsü’nün raporuna göre Twitter’in geçtiğimiz eylül ayından beri binlerce hesabı kapatması sayesinde, IŞID’in ismi kullanılarak atılan twit sayısı günde 40 binden 5 bine kadar düşmüş. Raporda, grubun iç yazışmalarında bunu nasıl bir ‘felaket’ olduğunun konuşulduğu belirtiliyor.

Ülkemizde internetteki radikalleşme faaliyetlerini önlemeye yönelik çabaların ne durumda olduğunu, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’ndan (KDGM) üst düzey bir yetkiliye sordum. “İstihbarat birimleri bu konuyla yakından ilgileniyor, bu tarz materyallerin kaldırılması ve bu tarz sitelerin kapatılmasıyla ilgili önemli adımlar atıldı. İnternetin kontrol altında tutulabilmesi kolay değil. Özellikle yabancı ülkelerden yayın yapan siteler için de Türkiye’nin girişimde bulunması uzun zaman alan bir süreç. Ama bulunuldu ve bulunulmaya devam ediliyor.”

KDGM yetkilisi internetteki radikal malzemenin ciddi bir tehdit olduğunu ancak Türkiye’de militanların daha çok bire bir yaklaşımla gruba eleman topladığını tespit ettiklerini belirtiyor. Örgüte katılanlar akrabalarını, arkadaşlarını ya da dini hassasiyetleri yüksek olan komşu veya tanıdıklarını ‘sohbetlere’ davet ediyor. Kitap evlerinde, çay ocaklarında, sözde yer altı ‘cami’lerinde yapılan sohbetlerde radikal vaazlara ve propagandaya maruz kalan birey, mesafesini hemen koyamaz ve bu insanlarla görüşmeye devam ederse zamanla bu grupların ağına düşmesi ve radikalleşmesi çoğunlukla kaçınılmaz hale geliyor. 

YAZI DİZİSİ 4

RADİKALİZME GİDEN SÜREÇ ADIM ADIM NASIL İŞLİYOR?

Geçtiğimiz 3 gün boyunca İslami radikalleşmenin sebeplerini inceledik. Ancak aslında radikalleşmeye dair sorulması gereken asıl soru, dünyaca ünlü terör uzmanı Dr. John Horgan’ın da söylediği gibi “Neden?”den çok “Nasıl?”... 18 yıl boyunca dünyanın her yerinden sayısız teröristle görüşerek “Neden?” sorusuna cevap arayan Horgan, bugün kendisine bu soruyu sorsanız, “Hiçbir fikrim yok” cevabını vereceğini belirtiyor: “Motivasyonlar çok çeşitli ve komplike. Bence birçok terörist de aslında gerçek cevabı bilmiyor. Bu sorunun hiçbir zaman tam anlamıyla cevaplanabilir olduğunu düşünmüyorum.” Eğer terörle daha etkin mücadele edilmek isteniyorsa, nedenleri araştırmaktan çok ‘“Nasıl?” sorusuna cevap aramalı, radikalleşme ve bu radikalizmin terörizme dönüşmesi sürecini incelemeliyiz.

DİNİN ILIMLI YORUMLARINDAN UZAKLAŞTIRMAK

Dini radikalleşme sürecinin ilk ve en önemli aşaması, bireyi, dinin özüne uygun, gerçek ve ılımlı yorumlarını duyabileceği mecra ve kişilerden uzaklaştırmak. Bunların başında da camiler ve imamlar geliyor. IŞİD terör örgütü, dünyanın her yerinde ağına çekmek istediği bireyleri, İslam’la bağdaşmayan kendi din anlayışlarının dışındaki yorumlardan etkilenmemeleri ve bu sayede kesintisiz propaganda yaparak beyin yıkama sürecinin sorunsuz gerçekleşebilmesi için camilerden uzak tutmayı öncelik haline getirmiş durumda. Bireyi camiden uzak tutmak için ileri sürülen sebepler, bireyin yaşadığı ülkeye göre farklılık gösterebiliyor.

Türkiye’de ‘devşirilmeye’ çalışılanlara, ‘imamların gerçek İslam’ı anlatmadığı, devletten para aldıkları ve devletin ajanı oldukları, camilerde İslam’ın gerçeklerinin öğretilmediği’ gibi camilerin meşruiyetini sorgulatıcı propagandalar yapıldığı göze çarpıyor. Buna önemli birer örnek, 5 Haziran’da Diyarbakır’da 5 kişinin yaşamını yitirdiği, 400’den fazla kişinin yaralandığı HDP mitingine yönelik bombalı saldırıda bulunan Orhan Gönder ve 20 Temmuz’da Şanlıurfa’nın Suruç İlçesi’nde 34 kişinin ölümüne, onlarca kişinin yaralanmasına sebep olan canlı bomba Şeyh Abdurrahman Alagöz. 2 bombacının da camiye gitmeyi reddederek IŞİD militanlarının toplandığı bir çay ocağında namaz kılmayı tercih ettikleri biliniyor. Çay ocağını işleten ve Abdurrahman Alagöz’ün ağabeyi olan Yunus Emre Alagöz’ün de Ankara’daki mitinge saldıran canlı bombalardan biri olduğu iddia ediliyor.

Ailesinin ifadeleriyle Orhan Gönder’in önceden düzenli olarak gittiği camiden nasıl uzaklaştığı gözler önüne seriliyor: “Oğlum 2014’te arkadaşlarıyla camiye gidiyordu. Bir gün namaz sonrasında cami imamına çelme taktığını öğrendik. ‘Türkiye’de cami imamlarının arkasından namaz kılınmaz, bunlar devletten para alıyorlar’ dedi.” Gönder’in, ailesinin şikâyeti üzerine polise verdiği ifadede “İmamların Kuran’daki bazı ayetlerle ilgili yanlış yaptıklarını düşündüğümden arkalarında namaz kılmam” ifadesini kullandığı görülüyor. Çocukları Türkiye’den IŞİD terör örgütüne katılan başka aileler de benzer hikâyeler anlatıyor. Benzer davranışlara başka ülkelerdeki örneklerde de rastlamak mümkün. 2013 yılında ABD’nin Boston kentindeki maratona bombalı saldırıda bulunan Tsarnayev kardeşlerden Tamerlan’ın gittiği camide sürekli olay çıkardığı, Şükran Günü ve Noel gibi bayramlar hakkında olumlu sözler sarf eden imamla kavga ettiği biliniyor. New York Times Gazetesi’nde yayımlanan bir habere göre, IŞİD militanları geçtiğimiz yıl ABD’nin Washington Eyaleti’nde yaşayan Alex isimli bir kilise okulu öğretmenini internet üzerinden radikalleştirmeye çalışmış. İnançlı bir Hıristiyan olan ve İslam konusunda herhangi bir bilgisi olmayan Alex’in, internet üzerinden konuştuğu militana evine yakınlarda bir cami bulduğunu ve ziyaret etmeyi düşündüğünü söylediğinde kesinlikle gitmemesi, ‘terörist’ olarak damgalanacağı söylenerek camiden uzak tutulmaya çalışıldığı görülüyor.

"ESKİ HAYATINIZI UNUTUN"

İkinci aşama, bireyi önceki hayatından soyutlamak. Kendisini uyaran, yanlış yolda gittiğini söyleyen, endişe duyan arkadaşlardan, ailesinden uzaklaştırmak. IŞİD ve El Kaide gibi örgütlere katılanların arkadaş çevrelerini tamamen değiştirdiğini, sadece örgüt mensuplarıyla görüşmeye başladıklarını, bir süre sonra ailelerinden de uzaklaştıklarını görmek mümkün. Terör uzmanı Prof. Ercan Çitlioğlu, bu soyutlamayı “Yeni kimlik yaratma” olarak tanımlıyor ve tüm terör örgütlerinde görüldüğünü ifade ediyor:

“Haberlerde teröristleri tarif için kullanılan ‘Kod ismi şu olan’ şeklindeki ifadeleri kamuoyu bir gizliliğin ifadesi olarak algılar, bu da doğrudur ancak kod adlarının aslen bunun ötesinde bir anlamı vardır. Kod adı, örgüte katılan kişinin eski hayatını geçmişte bırakarak bu isimle yeniden doğduğunun göstergesidir. Geçmişteki bağlarından, ailelerinden, arkadaşlarından soyutlanırlar. Bu nedenle örgütün arzu etmediği kişilerle görüşmeleri engellenir, örgütün arzu etmediği yayınları izlemeleri, kitap veya gazeteleri okumaları yasaklanır.”

Psikolog Prof. Doğan Şahin ise eski hayatından soyutlananların yeni bir ortak kimliğe bürünmelerinin amaçlandığını anlatıyor: “Özellikle radikal dinci gruplar gibi hayatın tüm alanlarını içeren, tüm alanlarına dair bir şey söyleyen bir gruba mensup yapmanın yolu, hayatın tüm alanlarını kontrol etmekten geçer.” Ailelerinin ifadelerinde rastlandığı gibi, örgütten arkadaşlarıyla aynı uzunlukta sakal bırakmaları, aynı kıyafetleri giymeye ve aynı şekilde konuşmaya başlamaları, bu çocukların söz konusu ortak kimliğe büründüklerinin işareti: “Bu örgütlere baktığınızda hep belli bir tipte giyindiklerini görürsünüz. Onlara göre en doğru giyim şekli budur. Sakalın nasıl bırakılması gerektiği bellidir. Dünya, onlar gibi olanların iyi, onlar gibi olmayanların kötü olduğu şeklinde ikiye bölünmüştür. Tekfirci bir zihniyet söz konusudur. Griliğe, toleransa yer yoktur.”

Bu anlayışı Nazi Almanya’sına benzetiyor: “İdeolojilerini en saf şekliyle muhafaza etmek, başka herkesi ve her şeyi, her bireyi ve her söylemi dışarıda bırakmayı, kendini bunlardan soyutlamayı gerektirir. Saf olmak demek, etkiye kapalı olmak demektir. Başkalarının tehlikeli varlıklar olduğu, insanı yozlaştırmaya açık olduğu mantığı vardır. Bunun arkasında tabii ki başkalarıyla konuşarak propaganda uykusundan uyanmamasını sağlama amacı var.”

'KANDIRILMIŞ GENÇLER' NASIL KATLİAM YAPABİLİYOR?

Bireyin örgüte katılması kâbusun sadece başlangıcı. Radikalleşen bireyin bir teröriste dönüşmesi, şiddet eylemleri gerçekleştirmesiyle oluyor. Tespit ettiğimiz üzere katılanların ciddi bir kısmının şiddet içeren geçmişleri yok. Peki herhangi bir şiddet geçmişi olmayan biri nasıl olur da kafa kesebilir? ‘Macera arayan, kandırılmış gençler’ nasıl gözlerini bile kırpmadan insan öldürebilir? Dini duyguları sömürülerek örgüte üye yapılmış gençler, nasıl intihar bombacısı haline gelebilir?

Prof. Doğan Şahin, yanıtlıyor: “Siz bu örgütlerden birinin parçası olmaya başladıkça ilgi gösterilen kişi haline gelir, aidiyet hissini yoğun şekilde yaşamaya başlarsınız. Fakat kabul aşamasında gösterilen olağanüstü ilginin sürmesi, o aşamayı geçtikten sonra sizin önemli bir şeyler yapmanıza bağlıdır. Başta koşulsuz gördüğünüz ilgiyi artık ‘hak etmeniz’ gerekiyor. Yoksa itibarınız azalmaya başlar, gördüğünüz ilgiyi kaybedersiniz. İşte bu aşamada bir infaz gerçekleştirmeniz, örgütün ‘kalıcı’ bir parçası olmak için kendinizi ispat etmeniz teşvik ediliyor.”

Sosyal becerileri düşük insanların radikal örgütlere katılımının daha yüksek olduğunu hatırlatan Şahin, bu bireylerde kabul görme ihtiyacının tavan yaptığını belirtiyor: “Arkadaşı olmayan bir gencin birden etrafında oluşan geniş bir arkadaş grubunun ilgi odağı haline geldiğini düşünün. Dini sohbetlere çağrılıyor, beraber namaz kılınıyor, vaaz dinleniyor. Gece gündüz sürekli beraber vakit geçirilmeye başlanıyor, birey eski yaşamından soyutlanıyor, bu ilgiye ve aidiyete ‘bağımlı’ hale geliyor. Bir süre buna alıştıktan sonra bu ilgi kesintiye uğrarsa, alkolik birinin alkolsüz kalması ile aynı etkiye yol açar. Bunu yitirmemek için her türlü şeyi yapmaya hazırdır. Radikalleşmesi sırasında grubun parçası olmanın verdiği aidiyet duygusuyla nasıl her türlü söylemi benimseyebiliyorsa, gruptan dışlanmamak, grupta itibarlı olabilmek için de her türlü eylemi yapacaktır.”

Peki ama tüm bu baskılara rağmen 15-16 yaşında bir gencin mahallesinde top oynamaktan Suriye’de kafa kesmeye geçiş yapabilmesi nasıl mümkün olabiliyor? Bunun gibi akıl almaz bir vahşete imza atabilenlerin psikopatça eğilimleri, ağır ruhsal sorunları olması gerekmez mi? Prof. Şahin, cevabın ‘karşısındakini insan olarak görmemekte’ yattığını ifade ediyor: “Bütün radikal gruplarda iyiler ve kötüler arasındaki sınır çok net çizilmiştir. IŞİD gibi gruplar dini kendi inandıkları ve yaşadıkları şekilde yaşayanlar dışındakileri kabul edilemez, dine zarar verenler, kâfirler gibi görür. İnsanın altında bir varlık olarak görürler, öldürülmelerinde de bir beis görmezler. Militanların beyni böyle yıkanır, buna inandırılırlar.” Öyleyse Prof. Şahin’e göre yeterli beyin yıkama ile psikolojik olarak normal sayılabilecek birinin de korkunç şiddet eylemlerine imza atacak noktaya gelebilmesi mümkün mü? “Gelebildiklerini görüyoruz. Madımak katliamını hatırlıyorsunuz. Oradakilerin hepsi psikopat eğilimleri olan kişiler miydi? Karşı tarafı insan gibi görmediğiniz zaman üzerinde her türlü tasarrufta bulunulabileceğini düşünürsünüz.”

YAZI DİZİSİ 5

RADİKALLEŞME İLE NASIL MÜCADELE EDECEĞİZ?

İslamı radikalleşmenin tüm gerekçelerini masaya yatırdık ancak asıl önemli soru zamanımızın bu global sorunu ile nasıl baş edileceği. Tüm dünya artık radikalleşme ile mücadeleyi, teröre karşı mücadelenin önemli bir parçası olarak görüyor. Bu mücadele, istihbarat ve güvenlik politikalarının ötesinde sosyal anlamda bir çabayı da gerektiriyor. Müslümanların radikalizme, terörizme yönelmeleriyle nasıl mücadele edilmeli? Çocuklarımızın bu nefret ve şiddet sarmalının içine düşmelerini nasıl engelleyeceğiz? Ülkemizden bu örgütlere katılımları nasıl durduracağız?

‘KENDİ ÜLKEMİZDEKİLERİ İKİNCİ PLANDA TUTTUK’

Radikalleşmeyle mücadele dünyada iki eksen üzerinden yürütülüyor. Radikalleşme süreci tamamlanmadan önleme ve radikalleşmiş bireyleri normale döndürme. Bireyler daimi gözetim altında tutuluyor, psikolojik tedavi yöntemleri sayesinde toplumla sağlıklı bağlar kurmaları amaçlanıyor. Tabii ki ağırlık önleme çalışmalarına veriliyor. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’ndan (KDGM) görüştüğüm üst düzey bir yetkili, bunu şöyle açıklıyor: “Kişiler radikalleşme sürecinin başında tespit edilebilmeli. Siz bu insanları ne kadar sistem içerisinde tutabilirseniz o kadar başarılı olursunuz. Radikalizmin bir adım ötesi terörizmdir. O süreci geçirdikten sonra bu insanların rehabilite edilmesi, ılımlılaştırılması çok zor.”

Türkiye’de henüz bu alanda uygulanan bir program olmadığını anlatıyor. Türkiye, yabancı savaşçıların Suriye’ye geçişinde transit ülke konumunda bulunduğu için çalışmaların bu konuya odaklandığını belirten yetkili, “Kendi ülkemizde radikalleşen ve bu örgütlerin ağına düşen kişileri maalesef ikinci planda tuttuk” itirafında bulunuyor. Suruç saldırısının hem politikacıların hem de kamu kurumlarının gözünü açtığını kaydediyor.

TOPLUMSAL MÜCADELE

Radikalleşme ile mücadelede rol oynayacak kurumların başında Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı geliyor. Öğretmenlerin meslek içi eğitimi; radikalleşmenin belirtileri ve bunlar saptandığı zaman ne yapılması, kime başvurulması gerektiği konusunda bilinçlendirilmeleri kritik önem taşıyor. KDGM yetkilisi de katılıyor ve MEB’in öğretmenleri bu konuda meslek içi eğitime tabi tutmaya başladığını ifade ediyor. “Öğretmenler pedagojik formasyon aldıkları için çocuklarla nasıl diyalog kurulacağını biliyorlar. Bu konularda eğitilmeleri büyük bir fark yaratabilir.”

Türkiye’de dini hayatı düzenleyen ve dinin sağlıklı yorumunu halka iletmekle yükümlü olan Diyanet’in bu mücadelede oynayabileceği rolün önemi tartışılmaz. İlahiyatçı Mehmet Ali Büyükkara, bu mücadelenin ‘sosyal bacağının’ camiler olduğunu dile getiriyor: “Camiler bu rolü üstlenmezse dindar gençler oluşan boşluğu internet üzerinden cemaatleştirmeye çeviriyorlar ve bu kontrol edilebilir olmaktan çıkıyor. İnternette her türlü radikal, şiddet içerikli vaaz mevcut ve bunlar gençleri etkiliyor. Mahalledeki dindar çocuğa ulaşabilecek ılımlı bir İslam yorumu olması lazım.” KDGM yetkilisinin saydığı önemli bir diğer platform da müftülüklere bağlı aile rehberlik büroları: “Ülkemizde psikolog yardımına başvurma oranları oldukça düşük. Çocuğunun radikalleştiğini fark eden aileler ülke genelinde yaygın bu büroları aradıkları takdirde; aile ve çocuğu dini anlamda bilgilendirmenin yanında, psikologlara da bizzat yönlendiriyorlar.” Ancak bu bürolar ne kadar erişilebilir olsa da radikalleşen bireylerin buraya gelmesini beklemekten fazlası yapılmalı.

Almanya’da radikalleşen bireyleri tespit için hayata geçirilen uygulamalardan biri ‘Alo-Radikalizm Hattı’. Radikalleştiğinden şüphelendiğiniz birini bu hattı arayarak bildirebiliyorsunuz. Verdiğiniz bilgiler uzmanlar tarafından bir risk analizine tabi tutuluyor, ciddi görülürse söz konusu kişiye ulaşılarak gerekli programlara dahil ediliyor. Benzer düzenlemeler birçok Avrupa ülkesinde var, özellikle halkla bire bir temasta olan kamu çalışanları bu mekanizmaları kullanmaya teşvik ediliyor. Türkiye’de de bireye direkt olarak ulaşmayı sağlayacak programlara ihtiyaç var.

YALANLAR VE NEFRET SÖYLEMLERİ

Terör örgütlerinin militan toplamakta kullandıkları en önemli silah propaganda. Kontrol ettikleri bölgelerdeki yaşama dair yalanlarını ve yaptıkları propagandayı tersine çevirmek de önemli bir mücadele tekniği. IŞİD militanlarının sosyal medya paylaşımlarında havuzlu evlerin ve pahalı arabaların olduğu ‘lüks yaşam’ selfie’lerine, makineli tüfek ya da RPG füzesavarlarla çekilen ‘kahraman’ fotoğraflarına rastlamak mümkün. Kasıtlı olarak böyle pozlarla, ganimet paylaşıldığı yalanlarıyla, din adına savaşılıp cennete gidileceği vaatleriyle kandırılarak gidenler, kendilerini bekleyen cehennemi gördükleri zaman çok geç kalmış oluyor. Bu bölgelerde bizzat yaşamış ve bu örgütlerin saçtığı dehşete tanıklık etmiş insanların kamuoyuyla buluşturulması ve o bölgelerde yaşama dair gerçekleri anlatmaları tüm Avrupa’nın gündeminde. Türkiye’de böyle bir çalışma yok.

Nefret söylemleriyle insanları radikalliğe iten ‘vaizlere’ karşı cezai yaptırım uygulanması ve bu söylemlerin önüne geçilmesi, radikalleşme ile mücadelenin ayrılmaz bir parçası. Tüm dünyada buna yönelik adımlar atılıyor. Türkiye’de ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ Türk Ceza Kanunu nezdinde (Madde 216) bir suç olarak düzenlenmiş durumda. Ancak bu mekanizma yeterince efektif kullanılmıyor.

AİLELER GEÇ KALMAMALI

Tüm uzmanların ortak fikri, radikalleşmeyle mücadelede en büyük sorumluluğun ailelere düştüğü. Türkiye’den çocukları IŞİD terör örgütüne katılan bazı aileler, radikalleşmenin belirtilerini gördüklerini ancak durdurmak için çabalasalar da başaramadıklarını, ‘çaresiz’ kaldıklarını anlatıyor. Kendi anlatımlarıyla “Gitme diye yalvardım” diyen de var, eve kapatan da şiddete başvuran da. Ancak yöntem ne olursa olsun, sonuç genelde değişmiyor. Psikolog Prof. Doğan Şahin, sağlıklı iletişimin radikalleşmenin önüne geçilmesindeki en büyük etken olduğunu vurguluyor: “Böyle bir durumla karşılaşıyorsanız büyük ihtimalle çocuğunuzla iletişiminiz problemlidir. Özellikle ergenlik döneminde gençlerin hayatla ilgili çokça şikâyetleri olur. ‘Dünya neden böyle?’ diye sorgulamak, öfkelenmek gayet doğaldır. Aileler çocuklarını dinlesinler, onlarla sohbet etsinler, kendilerine karşı açık olma rahatlığını sağlasınlar. Rahatsızlıklarını boşaltma imkânları bile gençler için bir subap vazifesi görür.” Ancak iletişim kurmakta geç kalınmaması gerekiyor. “Bunlar ailede konuşulmayınca da kim konuşmayı teklif ederse ona gidiliyor, bu radikal bir dini grup da bir terör örgütü de olabiliyor. Çocuklar bu grupların ağına takıldıktan sonra, beyinleri yıkandıktan sonra gösterilen çabalar pek fayda etmeyecektir. ‘Ben gidiyorum’ diyeceği noktada müdahale etmeye kalkılırsa geç kalınmış demektir.” Ailelerin çocuklarında radikalleşmenin belirtilerini gördükleri anda doğru adımları atmaları çok önemli. KDGM’den görüştüğüm uzman, radikalleşme sürecini çok hassas ve dikkatli olunması gereken bir süreç olarak nitelendiriyor ve profesyonel yardım için “Olmazsa olmaz” diyor: “Şunu çok iyi bilmeliyiz. Bu bir bilim. Bir uzmanlık alanı. Çocuğunuz hastalandığında nasıl sağlığını tek başınıza düzeltmeye çalışmayıp doktora götürüyorsanız bu konuda da mutlaka uzmanlara danışmak zorundasınız. Ailelerin nasıl tepki vereceklerini bilememeleri doğal. Şiddet uygulamak, interneti kesmek işe yaramaz, çocuklarıyla zaten zayıf olan bağları tamamen koparır. Hoşgörülü davranmak da kendi başına yeterli olmaz. Çocukları kontrol etmek zordur. Profesyonel yardım olmadan fark yaratmanız mümkün değildir. Başvurabilecekleri yerler var, bu mekanizmaları mutlaka kullanmalı ve yardım istemeliler. Öğretmenlerine, rehberlik birimlerine, psikologlara, Diyanet’in bürolarına, emniyete, birçok merciye başvurabilirler. Ve bunun kesinlikle ne size ne de çocuğunuza fişlenme ya da herhangi bir anlamda hiçbir zararı, yaptırımı yoktur.”

PANZEHİR ANADOLU’NUN ILIMLI DİNDARLIĞI MI?

İlahiyatçı Prof. Mehmet Ali Büyükkara’ya göre, dini radikalleşmenin kökünde cehalet yattığı için sorunun çözümü de sağlıklı din eğitiminden geçiyor. Büyükkara, cevabın Mevlânâ, Yunus Emre, Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli’lerde aranması gerektiğini anlatıyor: “Türkiye’nin dini kodlarında zaten Selefiliğe yer yoktur. Radikallik yoktur. Ancak sağlıklı dini bilginin ulaştırılması ve Müslümanlığın gerçek anlamda herkese, özellikle gençlere tanıtılması gerekiyor. Bu örgütlere katılımlar hep dinen cahil insanlardan oluyor. Sağlıklı bilgilendirme yapılsın ki gençler ilk gördüklerine kapılıp gitmesinler. Anadolu’nun ılımlı, orta yolcu, aşırıcılıktan uzak Müslümanlığını daha iyi öğretmeliyiz.”

Ünlü İslam tarihçisi Ariel Salzmann, gazetemize verdiği bir söyleşide, eğer AB’ye girebilseydik; Türkiye’nin aşırıcılıktan uzak İslam anlayışı sayesinde belki de dünyanın son 15 yılına damgasını vuran ve global bir radikalleşme sarmalı başlatan gelişmelerin hiç yaşanmamış olabileceğini ifade ediyor: “2001’de ABD’ye saldıran intihar saldırganları Avrupa ve ABD’de yaşayan Müslümanlardı. Avrupa’da ırkçılığı gördüler. Eğer Avrupa sizin gibi büyük bir Müslüman ülkeyi entegre etmiş olsaydı, kültürel anlamda çok daha fazla nüfus hareketi olacaktı, sadece misafir işçiler olmayacaktı. Gerçek bir değişimi zorlayabilirdi. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir kutuplaşmayı doğurmayacak şekilde bölgeyi yeniden düzenlemeyi sağlayabilirdi.”

RADİKALLEŞMENİN BELİRTİLERİ

Aşağıda listelenen belirtiler sayıca arttıkça, bireyin radikalleşmekte olma ihtimali de yükselmektedir:

-Aileyle ilişkileri ve diyaloğu ani olarak azaltmak.

-Bulunduğu arkadaş çevresinden ve sosyal çevreden kopmak.

-Radikalleşmiş bireylerle uzun vakit geçirmek.

-İnternette eskisinden çok daha fazla vakit geçirmeye başlamak.

-Uygulanmakta olan, camiye gitmek gibi klasik dini ritüelleri terk etmek, resmi din görevlilerini aşağılamak.

-Ülkede dinin gerektiği gibi yaşanmadığını söylemek, etrafındakileri dinsizlikle suçlamak.

-Şiddet eğilimli olduğunu gösteren davranışlar sergilemek.

-Günlük aktivitelerinin büyük kısmını radikal bir ideoloji, grup veya amaca ayırmak.

-Dış görünüşünü ve giyim stilini söz konusu gruba uyacak şekilde değiştirmek.

-Belli bir etnik, dini, mezhepsel, siyasal grubu kendi ideolojisine düşman ilan etmek, aşağılamak ve ülkedeki birçok sosyal, siyasal, ekonomik sorunu bu grupla bağdaştırmak.

-Tehlikede olunduğu ve derhal harekete geçilmesi gerektiğine dair söylemlerde bulunmak.

-Mensubu olduğu grup veya ideoloji adına şiddet uygulanmasını meşru gören söylemlerde bulunmak.