Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'dan Habertürk TV'ye açıklamalar
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın Habertürk TV'de Haluk Mertbey'in sorularını yanıtladı... Kalın siyaset başta olmak üzere, felsefi olarak varlık-yokluk, farklılık-birlik, iman-dogma gibi kavramlar arasındaki temel koyucu nüansları anlattı. Kalın, "Çokluk aleminde yaşıyoruz, evren de, insan alemi de böyle. Hiçbirimiz aynı değiliz, farkı düşünceler var. Bir birlik tekdüzelik demek değildir. Birlik çoklukla beraber onun özünde, ötesinde bulunan bütünlüğü kavramaya dönük hedefe yönelmektir. Farklılıklar olacak ki, birlik ve beraberlik için zemin oluşsun" diye konuştu...
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın Habertürk TV'de Haluk Mertbey'in sorularını yanıtladı.
Kalın, konuşmasında felsefi anlamda mutlak varlık ve yokluk diye bir şey söz konusu olamayacağını anlattı. Türkiye'nin kurtuluş savaşı pratiğine işaret eden Kalın şöyle konuştu:
Türk milleti son yüzyıldır, Cumhuriyet ve biraz daha geriye giderseniz, muazzam yokluklardan geçerek buraya geldi. Bu millet yokluktan öyle bir varlık çıkardı ki. Bayrak düştü derken o bayrağı yeniden ayağa kaldırdı. 1923'de Cumhuriyet'i kurdu. Yepyeni başlangıç. Bunun çok çeşitli inişli, çıkışları oldu. Bugün de farklı değil. Aynı yürüyüşün devam ettiği bir dönem yazılacak bence...
Kalın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
Siyasetin amacı millete hizmet. Çok basit yalın tanımı bu. Bunun boyutları var. Siyasette millet size yetki veriyor. Siyaset kelimesi Arapça'da adı dizginlemek, seyisten geliyor. Atın gücünü terbiye etmezseniz hedefinden sapabilir. İktidar böyle bir şeydir. Orada da terbiyeyi sağlayan millettir. Siyaset ahlaki ilkeler bütünlüğüyle yapılır. Benim siyasete yüklediğim anlam hep bu oldu. Kadim Yunan'da da politika kelimesi doğrudan şehirle ilgilidir. Polis kadim Yunanca'da şehir demektir. Bizim Türkçe'de de vardır; mesela Triboli, Tirebolu, Konstantinapol şehir demektir. Şehirde yaşayan insanların sorunlarını şiddetle değil, müzakere ve görüşmeyle çözmek demektir. Akıl mantıkla çözme yolu, şiddete başvurmadan. Bugünkü moda tabirle kazan kazan inşa ederek çözmeye çalışmak.
"FARKLILIKLAR OLACAK Kİ BİRLİK ZEMİNİ OLUŞSUN"
Çokluk aleminde yaşıyoruz, evren de, insan alemi de böyle. Hiçbirimiz aynı değiliz, farkı düşünceler var. Bir birlik tekdüzelik demek değildir. Birlik çoklukla beraber onun özünde, ötesinde bulunan bütünlüğü kavramaya dönük hedefe yönelmektir. Farklılıklar olacak ki, birlik ve beraberlik için zemin oluşsun. Benim siyasete yüklediğim anlam hep bu yüksek siyaset zaviyesinden anlamlı hale geldi. Günlük siyaset de şüphesiz siyaset. Hiçbirimiz ait olduğumuz gelenekten bir şeyler taşımadan var olamayız. Gelenek canlı bir şeydir. Siyaset geleneği, kültür geleneği, edebiyat geleneği bizi beslemeye devam eder. Nihai olarak benim için yüksek değerler etrafında millete hizmet, insanlık için ortak iyinin inşasına nasıl katkıda bulunurum kaygısıyla bulunduğum bir yer siyaset.
"BAZEN YOKLUK PAYLAŞILIR VARLIKTA KAVGA EDİLİR"
Bütün dünyada sığlaşma, yozlaşma var. Kültür, sanat, düşünce, siyaset alanında genel bir yüzleşme var. Daha pratik, çabuk üretilip, tüketilen şeyler. Hız ve haza bağlı tüketilen trendler, modalar. Bunların dışına çıkıp insanın kenarda durup olup biteni izlemesi, sakin bir kafayla bir sorgulama yapma imkanı vermiyor bize. Her şey çok hızlı gidiyor. Bu insanın biyolojik yapısına aykırı bir şey. Entelektüel hazmetme duygusuna da aykırı bir şey. Bazı insanlar varlıkla, bazı insanlar yoklukla imtihan edilebiliyor. Varlık sahibi olarak şükretmek önemlidir. Bazı insan da yoklukla imtihan olur, bu da zor şeydir. Maddi alanda da olabilir başka alanlarda da olabilir. Bazen insanlar, topluluk, bazen aile içinde olur. Bazen milletin başına gelir. Yokluğu paylaşırlar varlıkta kavga ederler.
"5 LİRA VERMEKTENSE 10 LİRA EKSİK VERMEK..."
Varlığın sağladığı imkanları daha iyiye ulaşmak için araç olarak gördüğünüzde varlık bereketlenir. Daha fazla gelir. Niceliksel anlamında değil. Asıl bereket 3 liranın 5 liraymış gibi işlem görmeye başlamısıdır. Bu da sadece nicelikle olacak bir şey değil. 3 elmayı paylaştırmak mümkün. Ama paylaşımın yanına öyle şeyler katarsınız ki... Felsefede de tartışılan bir şeydir; bir insanın hakkını teslim etmek. Hakkın teslimi kararı önemli bir şeydir. Mesela ay sonu çalışanınızın maaşını ödüyorsunuz. Çağırdınız, küçük işletmesiniz, 'Ahmet senin maaşına 5 lira zam yapıyorum' deyip zarfı fırlattınız. Keşke 10 lira eksik verseydiniz de saygılı davransaydınız. Her şeyi mertebe inin hakkıyla yapmak diye bir şey var. O düzlemde ne uygunsa onunla mütenasip bir şey yapmak. Meşru yollardan çalışırsınız, zengin olursunuz. Öğrencilere burs verirsiniz, müze açarsınız, insanlık için hayır yaparsınız. Bu durumda siz varlıkla imtihan olursunuz.
"BU MİLLET YOKLUKTAN ÖYLE BİR VARLIK ÇIKARDI Kİ..."
Türk milleti son yüzyıldır, Cumhuriyet ve biraz daha geriye giderseniz, muazzam yokluklardan geçerek buraya geldi. Bu millet yokluktan öyle bir varlık çıkardı ki. Bayrak düştü derken o bayrağı yeniden ayağa kaldırdı. 1923'de Cumhuriyet'i kurdu. Yepyeni başlangıç. Bunun çok çeşitli inişli, çıkışları oldu. Bugün de farklı değil. Aynı yürüyüşün devam ettiği bir dönem yazılacak bence. Küresel düzeyde varlık ve yoklukla insanlığın imtihan edildiği bir dönem var. Mutlak anlamda fakirlik veya zenginliğin olduğu bir dönem olmamış.
"SORGULAMAK İMANI DAHA DA SAĞLAM HALE GETİRİR"
Sınamaya tabi tutulmamış bir inanç sağlam bir inanç değildir. Kendi dini inancımın entelektüel fikri sınamalardan geçmesini, dogmatik, kapalı inanca tercih ederim. Kutsal kitabımız da bu sorgulamayı tekrarlar, 'yere bak, göğe bak' diye. Taklidi iman ile yetinmeyin, imanınızı tahkik düzeyinize çıkartın denir. Bu tür sorgulamalar geldiğinde, tırnak içinde dine, inanca saldırı gelince ilk tahkikim argüman rasyonel mi, tutarlı mı, ikna edici mi diye sorgularım. Bu sorgulamadan hareketle cevap veririm. Şu ana kadar bu tür tartışmalara, sınamalara girdiğimde imanımı daha güçlendiğimi gördüm. Daha da kavi hale geldiğini gördüm. Bu sorgulamadan kaçmaya gerek yok. Bu insanı imanından, inancından uzaklaştırmak. Tam tersine daha da sağlam haline getirir. Algılarla mücadele etmek, doğru zemine oturtmak çok kolay bir şey değil.
"İNŞA EDİLMİŞ İMAN SINAMALARA KARŞI GÜÇLÜDÜR"
İnanç sadece zihnin bir bölgesinde olup biten bir şey değil. Özü itibarıyla adanmışlıktır. Pratik bir şeydir. Donatmıyorsa, ona istikamet kazandırmıyorsa inançla ilişkide bir sorun var demektir. İnanç teolojik boyutları vardır ama pratik bir ahlak meselesidir. İmanın ilkeleri somut, hayata dokunan, tekabül etmesi gereken, yaşanması olan şeylerdir. Bir insan Allah'a inanıyor ama onun dediklerini yapmak istemiyor. Ya Allah'a inanmıyor demektir bu pratik anlamda ya da inancıyla doğru bir ilişki kuramıyor demektir. İmanıyla amel etmiyorsa, ameliyle hareket etmeye çalışıyor demektir. İman seni sınırlamıyor, burada kal, gülme, tebessüm etme demiyor. Tam tersine çok önemli bir pencere açıyor. Bunu muhabbetle, sevgiyle yapıyor, sevdirerek yapıyor. Öyle çok ayetler var ki, mesela 'Kullarını seven Allah, onlara zulmeder mi?'. İnşa edilmiş bir iman sınamalara karşı daha güçlüdür.
"PEYGAMBERSİZ DİNE ONAY VERMEMİZ MÜMKÜN DEĞİL"
Vahiy olarak gönderilen temel ilkeler manzumesinin insanın hayatında uygulanabilir, yaşanabilir şeyler olduğunu gösterir peygamberler. Peygamber efendimiz Kur'an-ı ilk tefsir edendir. Biz peygambersiz din anlayışına asla onay veremeyiz. Peygamberin sünneti, hadisi olmadan dini anlamanız, yaşamanız mümkün değil. Onlar birbirinin mütemmim cüzüdür. Peygamber de son tahlilde insan ama sıradan bir insan değil. Bizim için kılavuzdur, yol göstericidir. Onu yok saymak imanın çok önemli kısmını alıp kenara atmak demektir. Bir tarafta deizm adı altında böyle bir tırpanlamaya gitmeye çalışanlar oluyor bir taraftan modernizm adına hadislerin sahihliğini sorgulanır hale getirenler olmuştur. Biraz da oryantalizmin etkisiyle. İnançlı insanların bu emaneti hassasiyetle taşıması gerekir.