Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Burcu Kara: Aliye bebek, annesinin yanı sıra babası ve iki ağabeyini de kaybetti - Magazin haberleri
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Burcu Kara, depremde tüm ailesini kaybeden, enkaz altından 6 gün sonra çıkarılan Aliye bebeğe sütanne olmak istemesiyle gündeme geldi. Kara, Habertürk’e verdiği röportajda sütanneliği için geniş kapsamlı bir girişimde bulunulması gerektiğini söyledi.

        Kariyerinin ‘Gümüş Yıl’ında olan Burcu Kara, mesleği adına oldukça çarpıcı açıklamalarda da bulundu. Evli ve çocuklu kadınların yapımcılar tarafından fazla tercih edilmediğini dile getiren Kara, bu konuda “Evli ve çocuğu olmayan insanlar daha çok tercih ediliyor. Bundan eminim” dedi.

        Burcu Kara, aynı zamanda psikolojik - gerilim türündeki yeni filmi ‘Uçuş 811’in çekimlerinin kendisinin üzerinde bıraktığı psikolojik etkiden de söz etti. Kara, bu konuda şunları söyledi: Sosyal hayattan tamamen koptum. Bu tabii benim rolüme çok yaradı ama psikolojim çok bozuldu. Çünkü oynadığım kadın pek normal bir süreç geçirmiyor yani dolayısıyla beni çok etkiledi. Bir sabah set bittiğinde ağlama krizine girdim.

        Kendini nasıl hissediyorsun?

        İyi olmaya çalışıyoruz. İyiyim demek adet olmuş tabii… Çok kötü bir dönem geçiriyoruz. Deprem olduğunda yeni doğum yapmıştım. O yüzden o duyguları çok daha büyük yaşadım. İnsan bakmadan da edemiyor. “Bakmayayım” diyorum ama dayanamıyorum, “İzlemeyeyim” diyorum ama dayanamıyorum. İçinden çıkamadım. Sanki bakmamak, izlememek de bende vicdan azabı yaratacak gibiydi... Gördüklerimizi, duyduklarımızı, o insanların acısını herhalde ömür boyu unutmayacağız. Daha yeni yeni kendimize geliyoruz ama oradaki bağlarımız herhalde hiç kopmayacak.

        O kadar büyük bir felaket ki 11 şehir yıkıma uğradı.

        Milyonlarca insan etkilendi. İlçeler yok oldu. Benim Hatay ile özel bir bağım da var. Oraya hem program çekimi için hem tiyatro turnemde defalarca gittim. Eşim orada bir dizi çekmişti. Onun için bir hafta orada kalmıştık. Hataylı çok fazla arkadaşım da var. Açıkçası çok daha fazla etkilendim. Benim dedemin dedesi Malatya’dan gelmiş. Oraya da tiyatro turnesiyle gitmiştim. Adıyaman’a, Kahramanmaraş’a gidememiştim hiç ama tabii ki ne fark eder ki? Her yer için çok üzülüyorsun ama orada yaşamları olan, orada büyüyen insanlar kim bilir nasıl üzülüyor. Biz bu kadar perişan olduysak… Allah; sabır, hepimize, güç kuvvet versin.

        İnşallah bir daha böyle bir felaket yaşamayız.

        Evet, şimdi de o kaygıyla yaşıyoruz. Burada olacak mı? Nerede olacak? Olursa ne yaparız? Nereye saklanırım? Çocuklar ne olur? Dışarıda olursam ne yaparım? Bu sorularla yaşıyoruz. Ben Bursalıyım. Bursa da deprem bölgesi… Fay haritasına bakıyorsun annemlerin evinin oradan geçiyor. Biz yıllardır oralarda yazın bir köyde oluyoruz. Her yer fay hattıyla dolu.

        Fayların yerlerini değiştiremeyeceğimize göre hayatta nasıl kalabileceğimiz konusunda gelişmemiz gerekiyor. Umarım önlemini alabiliriz. Bu bir de maddiyatla da çok alakalı. Diyorum ya Allah, herkesin yardımcısı olsun. İnsanlar gidecek yerleri olmadığı için hasarlı evlerde oturuyorlar, İstanbul’da bile.

        Çadır kentte bir çocuk

        Uzmanlar taşının diyor ama…

        Evet ama nereye taşınacağız. Benim kuzenim evlenecek, ev bulamıyor. 20 bin liraya ev bulamıyor. Arıyorlar ve bulamıyorlar. Fiyatlar da uçtu. Çok garip bir dönem yaşıyoruz. Allah, hepimizin yardımcısı olsun.

        Depremlerin ilk gününden bir an

        Sen bu dönemde bir de sütanneliği yaşadın. Daha doğrusu yaşamak istedin ama olmadı herhalde...

        Evet, bütün olaylar çok üzücü ama çocukları ölen annelerin babaların o perişanlığı ya da anneleri babaları enkazdan çıkmayan o çocuklar, bebekler, onlar tabii insanı çok daha fazla üzüyor. Ben de o bebekleri gördükçe “Keşke böyle bir şey olsa, keşke onlara süt gönderebilsek” dedim ama soğuk zincir lazım. Bir gün telefonum çaldı. Menajerimin bir arkadaşı oraya gitmiş, enkazda çalışmış ve oradan annesi ve babası çıkmayan bir bebek varmış. Sadece babaannesi hayatta. Sağ olsun, onları buraya getirmiş. Bebek uyumuyormuş. Gündüz bir şekilde mama, çorba gibi bir şeyler yapıyorlarmış ama gece uyumuyormuş. Daha bir yaşına yeni girmiş bir bebek. Belli ki annesini istiyor. “Anne sütü versek uyur mu acaba? Daha mutlu olur mu?” diye düşündük. “Ben de ne yapabilirsem. Gerekirse süt arttırıcı bir şeyler alırım. Hem bebeğime hem ona yetişmeye çalışırım, yeter ki böyle bir şey olsun” dedim. Sonra sağdık gönderdik. Sürekli takip, kontrol ettim. Bir içti, bir içmedi. Devamlılığı olmadı. Çünkü çocuk annesini istiyor. Anne kokusu istiyor. Sürekli o arkadaşımızın göğsüne yapışıyormuş.

        Burcu Kara ile oğlu Can
        Burcu Kara ile oğlu Can

        Emzirmeyip sağarak süt göndermenin nedeni sanıyorum bebeğin sana bağlanmaması. Zira bir süre sonra ayrılacaksınız. Sanıyorum o durum, Aliye bebekte yeni bir sendroma neden olurdu…

        Ben ona bağlanacağım, o da bana bağlanır diye korktuk. Hadi ben baş ederim de bu üzüntüyle o nasıl baş edecek? Gidip emziresi geliyor insanın ama çocuk burada kalmayacak, gidecek. Çocuk için ikinci bir ayrılış, ikinci bir kopuş olurdu. Hatta anne memesi gibi göğse takılan aparatlar var. Onun içine süt koyuyorsun, sütü kesilen anneler onu kullanıyorlar. O aparatı da denedik ama olmadı. Bebeğin derdi aslında süt içmek değil anne ile o bağı kurmak. İyi insanlar vesile oldu, denedik ama olmadı. Annesinin cansız bedenine geçen hafta ulaşıldı. Bir ümit besliyorduk, şoka girip bilincini yitiren, hastanelerde, başka illerde olan binlerce, belki on binlerce kayıp var. Belki onların arasında olabileceğini düşündük ama ne yazık ki hayatını kaybetmiş. Çocuğun annesinin yanı sıra babası ve iki ağabeyi de hayatını kaybetti.

        Burcu Kara ile oğlu Ali
        Burcu Kara ile oğlu Ali

        Şu an Aliye bebeğin sağlığı iyi, değil mi?Sütanneliğini tavsiye etme konusunda neler söylemek istersin?

        Sağlığı iyi. Çok sevilen bir evde çok iyi bakılıyor. Ben buraya gelirken de aradım. Bir tek babaannesi hayatta, bütün amcaları, kuzenleri, maalesef enkaz altında kalmış. Umarım hayat ona bundan sonra iyi şeyler gösterir. Sütanneliği konusuna gelince; keşke öyle bir banka olabilse, keşke öyle bir yapılandırma olabilse. Şu an için de her zaman için de. Allah korusun, bir daha hiç kötü bir şey olmasın ama oluyor böyle şeyler, olabilir.

        Normal zamanda da süte ihtiyacı olan bebekler olabilir.

        Tabii... Ameliyat olmuş, vefat etmiş, cezaevine girmiş anneler var. Sosyal medyada böyle bir sürü durum görüyoruz. Bunun için neden olmasın, böyle bir şey olabilir.

        Burcu Kara ile eşi Fırat Doğu Parlak
        Burcu Kara ile eşi Fırat Doğu Parlak

        Belki de senin çağrın bir konuda bir girişime vesile olur.

        Umarım. Beni bakanlıktan (Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı) aramışlar. Onlarla bir konuşacağız, belki de olabilir böyle bir şey. Belki de böyle bir şeye vesile olurum, inşallah çok sevinirim, çok isterim.

        Belki bu konuda bir vakıf kurulur ve sen de orada yönetici olursun.

        Çok isterim. Benim için çok büyük bir mutluluk olur.

        Bakanlıktan neden aradıklarını biliyor musun?

        Aliye bebek için. Ne durumda, bir şeye ihtiyacı var mı diye.

        Oğlunun adı da Ali, ne kadar güzel bir tesadüf.

        Sorma… Burnumun direği sızlıyor. İşin arka planı çok derin. Aslında çok düşünmek istemiyorum, çok büyüyor bende, çok fazla düşünmek istemiyorum. Bir taraftan baktığında hem çok şanssız bir taraftan da Allah bundan sonrasını nasıl yazdı bilmiyoruz. Belki de bizlerin sayesinde çok güzel günler görecek. Belki ona çok başka eller uzanacak. Belki yarın öbür gün Aliye Harvard'da okuyacak. Allah ona ne yazdı, bilemezsin. Bizim çocuklarımızdan daha şanslı büyüyecek belki, bilemezsin. Allah, onun bütün içindeki yokluğu dindirsin. Allah, onun içini mutlulukla doldursun.

        Her kötü olayda kendimize ders çıkarırız ya. Önce pandemi yaşadık, şimdi depremi yaşıyoruz. Sen de mutlaka dersler çıkarmışsındır, mutlaka, hayatı sorgulamış, radikal kararlar almışsındır. Bu konuda neler söylemek istersin?

        Çok şükür, ben hiçbir zaman çok hırslı, ihtiraslı biri olmadım.

        Genelde minimal yaşamaya çalışan birisin.

        Evet, evet… Sağlıklı mıyız, beraber miyiz, şu an önemli olan o. Yarın diye bir şey gerçekten yok. Olmayan bir şeyin bir sebebi vardır mutlaka. Bunda da bir hayır vardır. Hep öyle bakan biriyim. O günün tadını çıkarmak, mümkün olduğu kadar ailemizle beraber olmak, hep sevdiklerimizle olmak önemli olan. Eşim de sağ olsun. Onun için hayattaki en büyük şansım diyorum. İşi biter, eve gelir. Beraber olmaktan hoşlanıyoruz, her şeyi beraber yapmayı seviyoruz. İki gün önce onun ailesi gitti, yarın benimkiler gidiyor. 3 günlük dünya hep beraber olalım.

        Mümkün olduğunca birlikte fazla vakit geçirme derdindesiniz.

        Evet, bahçede bir tane kabak oldu mesela… O kabak aylarca bekledi ki ailecek yiyelim. Çünkü hayat bunlarla güzel. Baktığında çok küçük bir şey ama hayat böyle bir şey, mutluluk bu yani. 5 - 10 yıl sonrasını planlamak neye yarar? Neyi biliyoruz ki? Bundan 5 yıl önce pandemi desen birbirimizin suratına bakardık. Ben 1980 doğumluyum, şahane bir çocukluk geçirmişiz. 1980’li 1990’lı çocuklara baktığında ne kadar mutluyuz. Şimdiki çocukların, gençlerin işi bize göre çok daha zor. Biz onları duygusal olarak gerçekten daha çok beslemeliyiz. Onlara daha çok destek olmalıyız. Çünkü onlar sosyal medyayla yaşıyor. Gerçeklikten çok uzaklar. Dolayısıyla biz doğaya daha çok dönmeliyiz, daha çok doğayla iç içe yaşamalıyız. Zaten bir sürü afetin sebebi de bu. Seller, yangınlar, depremler… Doğaya uygun yaşamadığımız için… Halbuki bunun bir mantığı bir formülü var. Allah, zekâ vermiş, 2023’teyiz. Mimar Sinan 500 yıl önce neler yapmış, sen şimdi neden yapmıyorsun? Böyle bir atan var senin önünde, bunun formülü, matematiği var. Mısırlılar binlerce yıl önce yapmış, dimdik ayakta duruyor, sen niye yapmıyorsun şimdi. İnsanların hırsı günübirlik, günü kurtarmak adına. O günkü maliyeti düşük tutmak, daha çok para kazanmak... Herkesin biraz daha vicdanlı olmasını diliyorum.

        Doğayı kâale almazsan seni cezalandırır.

        Aynen öyle. Ağaç kesme, her yere bina yapma derdindeyiz. Celal Şengör hoca “Eğitim şart. Çünkü senin cahilliğin beni etkiliyor” dedi ya. Sen o ağacı kesiyorsun, o dere taşıyor, benim de evim sular altında kalıyor. Sen kolonu kesiyorsun, ben de ölüyorum.

        Kurunun yanında yaş da yanıyor...

        Biraz insan sevgisi, hayvan sevgisi, doğa sevgisi… Bunlar çok önemli şeyler

        Bir noktadan sonra o bilince sahip olmak zorunda kalınacak yoksa hayatta kalamayacağız.

        Şöyle de bir şey var; iş ticaretse orada yıkılmayan binalar da var. Şimdi o binaların müteahhitlerinin önünde millet kuyruk değil midir? Böyle bir depremde maddi olarak o adam daha kazançlı değil mi? Ömrünün sonuna kadar herkes binasını o adama yaptırmak isteyecek. Ötekine ise beddua edecek. Erzin’de belediye başkanı hiç kaçak yapılaşmaya izin vermemiş, denetimleri iyi yapmış. Adama “Sen mi kurtaracaksın?” demişler. Evet, o kurtardı bak.

        Erzin’de tek bir bina da yıkılmadı. Orada belki de binlerce kişi hayatını Ökkeş Elmasoğlu’na borçlu.

        Kesinlikle öyle. Herkese biraz vicdan sahibi olmasını diliyorum.

        Yakın zamanda ikinci kez anne oldun, hayırlı olsun. Can da Ali de inşallah analı babalı, sağlıklı büyür.

        Çok teşekkür ederim, amin… Ben hep büyük bir ailem olsun istiyordum. Fırat ile birbirimizi biraz geç bulduk ama çok şükür karşıma kendi gönlüme göre biri çıktı. Benim gibi insanları, doğayı çok seven, çok merhametli, çok vicdanlı, çok yardımsever, ailesine çok düşkün biri. Onunla karşılaştığım için her gün şükrediyorum. Bana gelirken hazırda bir çocuk da getirdi. Bir oğlumuz vardı. Ben zaten onların ilişkisini görüp evliliğe yeniden cesaret ettim. “Böyle bir adam varmış, böyle biri yaşıyormuş. Çocuğu ile böyle bir ilişkisi olan biri varmış” dedim.

        Burcu Kara ile oğlu Can
        Burcu Kara ile oğlu Can

        Bu durum kadınlar için önemli bir kriter değil mi?

        Tabii ki… Çünkü evlilik, aşk, meşk bir yere kadar. Bir gün çocuk da oluyor ya da evlat edinirsin. Ben ona da her zaman vardım, çok kıymet verdiğim bir duygu. Aslında bu sorumluluk alma duygusu. Bir şeylerin sorumluluğunu almak, alabilmek duygusu. İyi bir baba olabilmek, iyi bir anne olabilmek… Çünkü çocuk bir günlük bir şey değil. O büyüyor, kötü günü, masrafı oluyor. Yarın bir gün sana sorun çıkarabiliyor, belki başını belaya sokuyor, devam eden bir süreç. Ben hep üç çocuklu bir aile olmak isterdim, sağ olsun hazır getirdi birini. Bizim de iki tane çocuğumuz oldu.

        Belki 4 olur...

        Yok… Sana bir şey söyleyeyim mi? Genç olsam isterdim. Çünkü çok çocuk seviyorum.

        Daha kaç yaşındasın ki…

        Artık 42 oldum, yeter. Allah isteyenlere nasip etsin. Doğurmak bir şey değil, bakmak yani yedirmek, içirmek, giydirmek. Biz çocukluğumuzda nasıl büyüdük? Sokakta… Eve, ancak karanlık olunca giriyorduk. Anne - baba mı görüyorduk. Şimdikiler öyle değil, çocuklar evdeler ve sen sürekli onunla ilgilenmek zorundasın. Televizyon izliyorsa yanlış bir şey izlemesin diye uğraşıyorsun. İnsan tanımaya çalışıyorsun, çocuğu olan konu komşu arıyorsun ya da nasıl bir okula göndereyim, iyi bir okula göndereyim istiyorsun. O da deli gibi bir maddi külfet. Biz özel okula mı gittik? Bizim çocukluğumuzda özel okul mu vardı? Belki 1 - 2 tane vardı ama hepimiz eşit şartlarda büyüdük. Biz kuşak olarak daha empatik çocuklardık. Çünkü taşa, toprağa, ağaca, her şeye dokunarak yaşadık.

        Burcu Kara ile annesi Fatma Çiçek Hanım
        Burcu Kara ile annesi Fatma Çiçek Hanım

        Ben her zaman söylerim; özellikle 1970’li ve 1980'li dönemlerde çocuk olanlar çok şanslıdır.

        Kesinlikle öyle. Şimdi insanlar ister istemez, yıllık okul parası ne kadar diye hesaplıyorlar. Şöyle konuşmalar duyuyorum; “Çocuk istiyorum ama bir çocuk demek yılda kaç lira masraf demek. 1 yıllık okul parası şu kadar” Arkadaşlarım böyle diyorlar. Çocuk eşittir maliyet olarak bakıyorlar. Bir çocuk günümüz koşullarında inanılmaz bir maliyet. Keşke hepimiz çocuklarımızı devlet okullarına gönderebilsek. Ya da okula kadar gitme, bir yumurta olmuş 4 lira, bir beyaz peynir olmuş 200 lira, maliyeti düşünebiliyor musun? 4 - 5 kişilik bir ailenin maliyetini düşün. Günlük kaç lira yapıyor? Aylık kaç lira yapıyor? Daha okula falan gelme.

        Özel okullara hiç gelme...

        Tabii. İnsanların özgürce çocuk yapabilme lüksleri bile yok. Allah herkesin gönlüne göre versin, evlatlarımızın alın yazısı iyi olsun. Ülkemiz, dünyamız daha iyi olsun. Biz çok ciddi bir süreç geçiriyoruz gerçekten. 5 - 6 yıldır hepimiz çok ciddi bir sınavdayız. Maddi, manevi olarak özellikle psikolojik olarak. Hiç kimsenin psikolojisi iyi değil. Moral olarak bitik durumdayız, ülkece de çöktük şu an.

        Geçen gün bir uzman “Bu dönemde normal kalabilmek anormaldir” dedi.

        Evet, gerçekten öyle. Ne yapacağız bilmiyorum.

        Annelik sende neleri değiştirdi?Hayatının akışı mutlaka değişmiştir ama psikolojik olarak, duygusal olarak neleri değiştirdi?

        Tabii ki çok güzel bir şey ama ben çok gerçekçi biriyim, çok zor bir şey. Bir kere çocuktan sonra senin özgürlüğün bitiyor. Sen tamamen ona bağlı oluyorsun. Çocuktan önce kafana göre al çantanı git. Eve dönme derdin yok ama çocuktan sonra her şey ona bağlı.Çocuk başka bir dünya. Tabii ki inanılmaz güzel bir duygu. Allah'ın bize emanet ettiği varlıklar. Bundan sorumlusun. O çocuk yarın öbür gün iyi bir insan olursa iyilik, kötü bir insan olursa kötülük saçıyor.

        REKLAM

        Her annenin ve babanın çocuğunun / çocuklarının üzerinden topluma karşı da ciddi bir sorumluluğu oluyor. Çocuk iyi yetiştirilmezse bütün toplum etkileniyor.

        Tabii ki… Baksana sokağın ortasında samuray kılıcıyla insan öldürüyorlar. Korkunç bir sorumluluk bu. Dolayısıyla sen eskisi gibi kafana göre takılamıyorsun. Daha iyi bir insan olmaya çalışıyorsun. Önceden boş ver dediğim şeyleri boş veremiyorum, görüyor, izliyor seni. Ali, benim bütün cümlelerimi bana kuruyor; “Anne, sen bunu yaptın, ben de bunu yapabilirim” diyor.

        Şu an tamamen gözlem içinde oldukları için doğru ya da yanlış ne varsa alıyorlar.

        Biz çocukken ne deseler inanıyorduk. Biz zaten sorgulamıyorduk. Nasıl bir disiplinle büyüdük. Anne ve babalarımızın askeriydik. Şimdiki çocuklar görüyorlar, izliyorlar, artık okullarda bile tabletle her şey. Ne kadar uzak tutacaksın? Orada görüyor, bir şeyler istiyor. Biz daha mazlum, bir şeyden haberi olmayan, anne - babanın sözünden çıkmayan çocuklardık. Kiminle olduğumuz belliydi, nüfus daha azdı, anne babamız daha az kaygılıydı, güven ortamı daha çoktu. Benim evimin tam karşısında ilköğretim okulu var. Ali’yi oraya gönderebilmeyi o kadar istiyorum ki… Ne servis derdi olur ne vakit. Okul önlerinde bir uyuşturucu belası var mesela, çok ciddi. O kadar isterim ki. Daha büyük bir konfor olabilir mi İstanbul gibi bir yerde. Babalar için işin maddi yükü ve başka türlü kaygılar oluşuyor. Çocuğa bir gelecek verme kaygıları onlarda daha farklı. Annelerde de duygusal olarak “Nasıl daha iyi bir insan yetiştirebilirim, ne yapabilirim, bu çocuk nasıl yetişecek? Ülke böyle, dünya böyle” kaygısı oluyor.

        Burcu Kara ile oğlu Ali
        Burcu Kara ile oğlu Ali

        Bu düşüncelerin de sonu yok. Yapılması gereken tek şey çocuklarımızı iyi yetiştirmek.

        Evhamlı bir anne değilim. Aman düştü, hemen üstünü değiştireyim, aman onu elleme, aman oraya basma. Bence gerçekten çamurun içinde büyüyebilir. Biz Ali'nin eline hortumu veriyoruz, “Sen devam et” diyoruz. Saksıya bir şeyler dikerken, “Sen şunu tut” diyoruz. Yemek yaparken “Gel şimdi de sen karıştır” diyoruz. Her şeye dâhil etmeye çalışıyoruz. Steril bir çocuk yetiştirmek derdinde değilim. Mesela, İstanbul'da çok etiket okullar var ya çok popüler. Bana “Ali’yi neden buraya göndermiyorsun?” diyorlar. Bizim mahallede bir anaokulu var, Ali 2 yıldır oraya gidiyor. Hiç düşünmeden oraya verdim. Çünkü 2 dönüm bir bahçenin içinde okulun bostanı var. Okuldan turp topluyorlar. Bahçenin içinde kümesi var, köpeği var, park var. O kadar mutlu ki yağmurda bile sürekli bahçedeler. Benim için gerçekten hayat bu.

        Güzelmiş…

        Mesela kerpiç evler bırakılıp, ovaya beton ev yapmışlar ve oradan fay geçiyor. Eskiden insanlar neden dağ eteğinde, kerpiç evde yaşıyorlardı? Her şeyin bir sebebi var. İnsanlar, köydeki bütün gençler fabrikalarda işçi olarak çalışıyorlar. Hepinizin arazisi var, ekip biçsenize. Zeytini almaya kalksan kilosu burada 60 - 70 liradan aşağı alamazsın. Zeytinyağının litresi olmuş 150 - 200 lira. Sen orada asgari ücrete çalışmaya çalışıyorsun. Biz de çocuklarımız için “İnşallah çiftçi olur” diyoruz. Fırat geçen hafta Kanada'da turnedeydi. Bizim mercimek, pirinç, her şey Kanada'dan geliyor. Orada bir çiftçiyle tanışmış. Adamın 3,5 milyon dönüm tarlası var. Üretimin yüzde 40'ını Türkiye'ye gönderiyorlarmış. Yani çiftçi var, çiftçi var. Sen ürettiğin ürünü iyi yaparsan marka olursun. Bilmem ne restoranı gelip senden alır. Bilmem ne market zinciri gelip senden alır. Ne yaparsan yap, yaptığın işi iyi yap. Hangi iş olursa olsun, bahçıvan olursan iyi ol, çiftçi olursan iyi ol.

        Ne iş yaparsan yap iyi yaptıktan sonra her zaman saygın olursun.

        Aslında bu döngü, ders alabilirsen, anlarsan… Bize hep şunu gösteriyor; doğaya geri dön, doğa sana ne diyorsa onu yap, ek, biç. Bunu gösteriyor.

        Kariyerinin 20’nci yılındasın. Neler hissediyorsun?

        Aslında ufak tefek şeyleri de sayarsak, 1998’de başladım. Daha bile fazla.

        O zaman ‘Gümüş Yıl’dasın.

        Çocuklarım olmasa, ölsem mutlu ölürdüm. Ölmek de doğmak kadar normal. Ben ilkokula 4,5 yaşımda, çok erken başladım. Üniversiteyi de 20 yaşında bitirdim. Erken yaşlarda çalışmaya başladım. 42 yaşıma geldim.

        EYT’li olabildin mi?

        Emekliliği bir yılla kaçırdım. İlk doğum yaptığım zaman “Neredeyse emekli kadın çocuk doğurdu “ diye kendimle dalga geçtim. Çalışmaya çok erken yaşta başladım dolayısıyla çok dolu dolu bir hayatım oldu ve Allah bana istediğim işi yapmayı da nasip etti. Bundan dolayı çok şükrediyorum. Çok mutluyum. Oyunculuk çok arsız bir şey. Şöyle bir şey de oynayayım, böyle bir şey de yapayım istiyorsun. Çok yeni ve farklı roller oynayayım istiyorum.

        13 televizyon dizin, 6 sinema filmin var. Sana yeterli geliyor mu?

        Asla yeterli değil. Sürekli bir şeyler yapmam lazım. Aslında çok sekteye uğradı. İki kere doğum yaptım, evlilik, pandemi derken arada 5 - 6 yıl kaybım var. Bir de “Peş peşe dizide oynamayayım, onu yapmayayım, bunu yapmayayım” derken 5 - 6 yıl böyle geçti.

        Oyunculukta doyuma ulaşılır mı?

        Yok, bence ulaşılmaz. Aslında çok güzel bir şey bu. Sen yaş aldıkça rollerin de ona göre değişir. Allah korusun bir sakatlığın, bir özrün bile olsa oyunculuk yapabilirsin. Ona göre bir karakterin, bir rolün olur. Dipsiz bir kuyu. O yüzden şahane bir şey. İnşallah bundan sonrası bundan öncesinden çok daha verimli olur.

        Zaman zaman evli ve çocuk sahibi olan kadınlara daha az teklif gittiğini duyuyoruz. Öyle midir?

        Bence biraz öyle bir şey var. Hani çöpsüz üzüm misali… Evli ve çocuğu olmayan insanlar daha çok tercih ediliyor. Bundan eminim. Çünkü “Hem evli hem çocuğu var, gelemeyebilir” gibi düşünülüyor. Zaten şehir dışındaki işlerde “Gelmez” diye direkt çiziliyorsun. Kimse seni aramıyor bile. Bekarsan kesinlikle daha çok şansın var. Biz Fırat ile 2016'da evlendik, 7 yıl olmuş. Aslına bakarsan 4 yılı mesleki açıdan boş geçti. Hem pandemi, hem 2 hamilelik…Benim eşim de yapımcı… Eşini geri plana atmaya çalışıp, onda egosunu göstermeye çalışan bir karakterde olmadığı için çok şükür, hep bana destek olmuştur. Hep bana moral vermiştir. Bugün aramış, ‘Uçuş 811’in gişesiyle ilgili bir şeyler söyledi. Çok takdir etti. “Çok iyi. Böyle bir zamanda iyi gidiyor” dedi. Bana çok destek olan bir eşim var. Bu çok zor bir şey, öyle şeyler gördüm ki neler gördük, neler yaşadık. Beni önüne alıp benimle gurur duyan bir eşim var o yüzden çok mutluyum, çok şanslıyım.

        Yeni filmin çekimini ne zaman yapmıştınız?

        Geçen kış ocak - şubat aylarında çektik.

        'Uçuş 811'
        'Uçuş 811'

        O dönem hamile değildin değil mi?

        Hemen ondan sonra hamile kaldım. Ondan sonra diziye başladım. Dizinin 3’üncü ayında hamile kaldım. Sonra da zaten dizide bazı şeyler oldu, yönetmen ayrıldı, senaristler ayrıldı. Böyle bir ortalık karıştı sonra da diziyi kaldırdılar.

        Günümüzde yeni nesil oyuncular daha mı şanslı?

        Bu hangi açıdan baktığına bağlı. Aslında daha şanssızlar, şu anlamda daha şanssızlar. Çok daha fazla oyuncu var. İnan ben yüzde 90'ını tanımıyorum, ayırt edemiyorum. Birbirlerine çok benzetiyorum. Bir isim söylüyorlar, “Bu kimdi?” diyorum. Bir isim söylüyorlar hiç bilmiyorum.

        Çok fazla iş var ama çok fazla da çabuk tüketim var. Ondan mıdır?

        Evet, şüphesiz öyle. Bir taraftan da sosyal medya gibi bir güçleri var. Bakıyorsun bir dizi yapmış, 10 milyon takipçisi var.

        Oyuncular için takipçi sayısı önemli mi? Gururun okşanması dışında bir getirisi var mı? Yapımcılar, gerçekten de “Bu oyuncunun bu kadar takipçisi var, rol verelim” diyorlar mı?

        Diyorlar.

        'Uçuş 811'
        'Uçuş 811'

        Bunun yapıma bir faydası var mı?

        Var. Tabii takipçiler gerçekse.

        3 - 4 yıl önce bir haber yapmıştım. Bir oyuncunun 20 milyon takipçisi var ama rol aldığı filmi 300 bin kişi izlemiş. 15 milyon takipçisi var ama rol aldığı dizi sadece 3 bölüm sürmüş. Böyle birçok örnek var.

        Ama takipçilerin çeşidine de bağlı biliyorsun. 13 yaş altı 15 yaş altı takipçi, kendi maddi olarak bir gücü olmayan takipçilerin çok getirileri olmayabilir. Kendi parasını kazanmayan takipçiler ya da ailesinden harçlık alıp sinemaya gidemeyen takipçiler var.

        O zaman takipçi sayısının ne faydası oluyor?

        Ben eşimden de biliyorum. Takipçi sayısına bakılıyor. Eşim biliyorsun aynı zamanda reklam prodüktörü olduğu için gerçekse eğer en azından sosyal medyada bir rüzgâr yaratıyor, konuşulmak, insanların önüne düşmek gibi.

        Yani bir nevi bedava reklam oluyor.Evet, orada seni belki 10 bin kişi konuşuyorsa, onu 100 bin kişi konuşuyor. Birilerinin önüne düşmek de hatırlatmak oluyor.

        Peki onun dışında günümüz oyuncularını nasıl değerlendirirsin?

        Çok fazlalar. Kendilerini ispatlamaları bizim kuşağa göre daha zor. Hep konuşuyoruz ya; şöhret çok kolay bir şey ama 5 - 10 sene sonra hâlâ olacak mısın? 25 sene sonra senin karşında oturup konuşabilecekler mi? Bir de iyi iş çok az biliyorsun. Şu anda şimdi dijital ortamlar var. Bu şahane bir şey. Keşke daha çok olsa, binlerce iş yapılsa ama televizyon işlerinin bütçeleri çok düştü. Yurt dışına satılabilen işlere para harcanıyor. Mesela romantik komedi işlerinin bütçesi düşük.

        Romantik - komediler yurt dışına satılamadığı için…

        Evet, dediğim gibi kendilerini gösterebilecekleri iş sayısı çok az oluyor. Böylece çok fazla iş tüketiliyor. Diziyi izliyorsun, 3 bölüm sonra “Bu devam ediyor mu acaba?” diye bakıyorum, yok. Bir taraftan bakarsan çok kolay ünlü olabilirsin.

        Senin ve önceki dönemde de sizden öncesinin döneminde de çok fazla oyuncu vardı. Kendini geleceğe taşıyabilen ise o kadar fazla değil…

        Şöyle bir fark olduğunu düşünüyorum; bizim zamanımızda benim annem babam oyuncu olmamı asla istemediler ve karşı çıktılar. Şimdi bu bir meslek olarak da anılıyor. 10 binlerce çocuk bunun okulunu okuyor. Neredeyse her üniversitede bir oyunculuk bölümü var. Sanki o kadar hoca var.

        Geçen gün bir anket yapıldı. Sonuçtan en çok arzulanan meslek oyunculuk çıktı.

        O yüzden ortada çok fazla çocuk, çok fazla genç var. O kadar çok şey yazılıyor ki “Çocuğum oyuncu olmak istiyor, yardımcı olun. Çocuğum oyuncu olmak istiyor, nereye gitsin? Hangi ajansa yazılsın? Hangi okula gitsin?” Yani bu muhasebecilik gibi bir şey değil ki… Herkes oyuncu olamaz. Sende o meleke var mı yok mu? Ama herkes denesin, eğer içinde varsa zaten olursun. Seni birileri görür zaten. Ben orada ünlü mü olmak istiyor, oyuncu mu olmak istiyor, diye soruyorum. Çünkü sen 3’üncü rolü de kabul ediyorsan, tamam. İyi bir oyuncuysan, içinde de varsa sen 3’üncü dizinde başrolsün zaten.

        Ki öyle çok örnek var.

        Tabii ki. Bunun için sabır gerekiyor. Yani “Ben en başta şunu oynamalıyım, ben şunu kabul etmem, bu rol olmaz” diyecek kişiden oyuncu olmaz. Bu kafayla olmaz, o bir yerde patlar.

        Dünyanın en güzel kadını ya da en yakışıklı adamı da olsan olmaz.

        Güzellik tabii ki çok büyük bir avantaj ama bir yere kadar.

        Film teklifi geldiğinde hangi özellikleri seni etkilediği için filmde olmak istedin?

        ‘Uçuş 811’ Türkiye'de ilk kez uçak içinde çekilen bir film. Büyük bir kısmı uçağın içinde geçiyor. Tabii geri dönüşleri var. Uçaktan sonraki bir bölümü var. Uçağın içindeki insanların günlük hayattan sahneleri de var. Psikolojik - gerilim türünde bir film. Bizde genelde nasıl ünlü olduysan benzer roller geliyor. Bana hiç kötü kadın rolü gelmedi mesela.

        Hakan Kerim Karademir'in yönettiği 'Uçuş 811', bindikleri uçakta şüpheli bir ölümün meydana gelmesiyle hayatları değişen 'Azra' ile 'Cengiz'in hikâyesini konu ediniyor
        Hakan Kerim Karademir'in yönettiği 'Uçuş 811', bindikleri uçakta şüpheli bir ölümün meydana gelmesiyle hayatları değişen 'Azra' ile 'Cengiz'in hikâyesini konu ediniyor

        Kötü kadın rolü ister misin?

        İsterim, tabii ki çok istiyorum. Eşim bir hikâye yazıyor, orada bir kadın var. Ölüyorum onu oynamak için.

        Sana versin rolü.

        Bilmiyorum. O iş için deneme çekimi vermek istiyorum.

        Eşine…

        Eşime, yönetmenine. Eşimin işi olması hiç etkilemez. O rol için en doğru olan kimse o oynasın tabii ki.

        Şaka yapıyorum. Fırat Bey, eşisin diye torpil yapacak adam değil.

        O, asla yapmaz. Ben de asla öyle biri değilim. O konuda çok netiz. Çünkü o iş iyi olsun isterim. O iş için en doğru rol kimse o olsun isterim. Ben hak ediyorsam, eğer bana o rol yakışırsa tabii ki ben oynamak isterim ama ona yönetmen ve yapımcı karar verir ama bir deneme çekimi vermek istiyorum.

        Özellikle kötü kadın oynamak istemenin nedeni hep aynı rolleri oynamış olmanın bıkkınlığı mı?Yoksa kötü karakteri canlandırmanın bir albenisi mi var?

        Kötü kadını örnek veriyorum. Aslında ben hep mağdur, ağlayan, aldatılan, iyi kalpli karakterler oynadım. Kendimi başka açılardan da tatmin etmek istiyorum. Bizim için hepsi malzeme. Onlar bir kutuda duruyor, hiç açılmadı. Onları da açıp başka şeyler yapmak istiyorum.

        Aslında bu yönde de yeteneklerinin olduğunu göstermenin bir yolu.

        Evet, kendim için başka tatminler, başka türlü mutluluklar yaşamak istiyorum. Sonuçta insanlar yıllardır beni gördü, tanıdı. Nasıl biri olduğumu artık görmüşlerdir.

        Senin gibi bir yüze sahip olandan kötü karakter olur mu bilemiyorum…

        Olmalı. “Bundan iyi de olur, kötü de olur, katil de olur, melek de olur, her şey olur”u göstermek istiyor insan. Dizilerde bununla ilgili çok fazla şansın olmuyor. Çünkü bu yapımcı için bir nevi risk. İnanılır mı inanılmaz mı? Onun için benzer şeyler geliyor ama sinema öyle değil, sinema bambaşka bir şey. Yurt dışında neler neler yapılıyor, Charlize Theron ‘Monster’ oynadı. Bizde çok zor. Senaryodaki karaktere benzeyen tip arıyorlar. Yapımcı da yönetmen de risk almak istemiyor. ‘Uçuş 811’de canlandırdığım ‘Azra' birkaç katmanlı bir karakter. Bir sonraki sahneyi tahmin edemiyorsun. Filmin başıyla sonu çok başka. Ben de o yüzden okuduğumda çok heyecanlandım ve hemen oynamak istedim. Zaten film kadının hikâyesiyle başlıyor. Çok çarpıcı bir senaryo. Yani ben o kadar etkilendim ki filmden. Bir de bütün hayatım değişti. Biz uçak malzemeleri yapan, gündüz mesaisi olan büyük bir hangarda çalıştık. Akşam 6’da onlar çıkıyordu, biz giriyorduk. Sabah 6'ya kadar çalışıyorduk. Ben eve gidiyordum, uyuyordum, uyanıyordum Ali'yi görüyordum, duş alıyordum geri dönüyordum. Sosyal hayattan tamamen koptum. Bu tabii benim rolüme çok yaradı ama psikolojim çok bozuldu. Çünkü oynadığım kadın pek normal bir süreç geçirmiyor yani dolayısıyla beni çok etkiledi. Bir sabah set bittiğinde ağlama krizine girdim. Artık o kadar yoruldum ki... Hem kendi hayatımdan koptum, çocuğumu falan hiç görmüyorum, gündüz uyuyorum, güneşi hiç görmüyorum neredeyse, kışın çekiyoruz, bir de sinir sistemim çok bozuldu.

        Gerçek yaşanmış bir hikâye mi yoksa tamamen kurgu mu?

        Tamamen kurgusal. Bir de çalıştığımız yer çok büyük ve çok yüksek bir hangardı. Çok soğuktu ve ben çok üşüyen biriyim ve artık sinir sistemim alt üst oldu. Bir de set 10 gün uzadı. Teknik olarak çok zor bir işti. Küçücük bir şeyin içinde kamera açıları, yönetmen için zor, oyuncu için zor, kameraman için zor, ışık kuran için zor, görüntü yönetmeni için zor, herkes için çok zor bir işti. Ama arşivlik bir iş çıktı o yüzden her zaman izlenebilecek, güncelliğini yitirmeyecek bir iş. Türk sineması için de şahane bir deneme. Ben çok kaygılıydım açıkçası. Bunu verebildim mi? Yapabildim mi? Kadının duygu durumu sürekli değişiyor. Ne kadar devamlılık oldu? Ne kadar onu geçirdim? İzleyene kadar çok kaygılıydım ama izlediğimde çok şükrettim.

        Festivallerden ödül beklentin var mı?

        Bilmem. Ne güzel olur öyle bir şey, olsun. Yani yapımcı ne kadar nereye sunacak bilmiyorum açıkçası. Tabii çok isterim. O çabanın bir takdir görmesini tabii ki çok isterim. Umarım izleyici beğenir, umarım birileri görür, izler. Ne kadar mutluluk verici olur benim için.

        ÖNERİLEN VİDEO

        BURÇLAR

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa