Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Dünya Avrupa Avrupa’da merkez sağ krizi

        “Kadınlar çetesi artık yönetemiyor, yeniden güven tesisi için dümende değişiklik gerekiyor…” Bu sözler Almanya’nın önemli tekstil şirketlerinden Trigema’nın patronu Wolfgang Grupp’a ait. “Kadınlar çetesi” dediği Başbakan Angela Merkel ve partisi CDU’nun lideri Annegret Kramp-Karrenbauer. Thüringen’de CDU’nun aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) ile işbirliğine giderek eyalet başbakanı seçmesi sonucu patlak verenskandal ortamında sarfediliyor bu sözler.

        Merkel’in eyalet seçimlerindeki kayıplar üzerine parti liderliğini devrettiği Kramp-Karrenbauer Thüringen örgütüne hakim olamadığı için istifasını açıklıyor; 2021’deki genel seçimlerde başbakan adayı olmayacağını da ilan ediyor. Merkel zaten gelecek yıl sahneden çekilecekti, şimdi Hıristiyan Demokrat Birliği CDU’nun başına yeni bir isim aranıyor. Hem parti lideri hem de başbakan adayı olacak, partiyi toparlayacak bir isim. İş dünyasının tercih ettiği aday olarak daFriedrich Merz öne çıkıyor.

        Yıllar önce Merkel tarafından siyasetten elenen Merz, Merkel’in yerine parti liderliği için yarışa girmiş, fakat AKK karşısında kaybetmişti. Şimdi ekonomi ve finans çevreleri Merz’i dümende görmek istediğini açıklıyor art arda; “Partide dramatik bir değişim gerekiyor. AKK parti tabanında kabul görmemişti, çekilmesi kaçınılmazdı. Ekonomi politikalarında açık ve net pusulası olan, fakat aynı zamanda çevre ve sosyal politikaları ihmal etmeyen güçlü bir liderlik gerekiyor. Uluslararası tecrübesi olan Merz dümene geçtiği takdirde partiye güveni yeniden tesis edecek, AfD’ye kaçan tepki oylarının yüzde 50’sini geri alacak ve Almanya’nın uluslararası rekabette daha güçlü pozisyon almasını sağlayacaktır” diyorlar.

        “KADIN ÇETESİ” DÖNEMİ BİTİYOR

        REKLAM

        Fakat son sözü parti üyeleri söyleyecek. AKK’nın istifa açıklamasından sonra CDU ve CSU üyeleri arasında yapılan ankete göre üç isim kılpayı farkla başa güreşiyor: Kuzey Ren Vestfalya Başbakanı Armin Laschet (% 26), CSU Lideri Markus Söder (% 25) ve Friedrich Merz (% 24). Sağlık Bakanı Jens Spahn ise yüzde 11’le hayli geriden geliyor. Üyelerin yaş aralıklarına göre de farklı sonuçlar çıkıyor. Kim seçilirse seçilsin, erkek dönemine geçileceği kesin.

        Almanya’da kaosa neden olay için Merkel’in son sözü şu: “AfD’nin tek amacı var, demokrasiyi bozmak…” Doğru ama kendi partisi de göçmen düşmanı sağ popülist AfD’nin değirmenine su taşıyıp, merkez sağda hasara yol açtı. Gerçi o hasar süreci 2015’teki göç akınıyla başlamış, AfD neo-faşist söylemiyle eyaletler ve federal düzeyde oyunu artırarak Bundestag’da üçüncü büyük blok haline gelmişti.

        GENÇ SEÇMEN ETKİSİ

        Almanya’daki skandalın ardından diğer bir sarsıcı gelişme AB üyesi İrlanda’da yaşandı. IRA’nın siyasi kanadı Sinn Fein milliyetçi sol parti kimliğiyle tarihindeki en büyük seçim zaferini kazandı. Genel seçimlede sistemin köklü iki rakip merkez sağ partisi Fine Gael ile Fianna Fail’i geçerek yüzde 25 oy oranıyla birinci parti oldu. Önceki seçimlere göre oylardaki iki kat artışın nedeni sadece partinin Kuzey İrlanda ile birleşme siyaseti değil, sağlık sistemi ve sosyal konut projelerine yönelik vaatleriydi. Mary Lou McDonald liderliğindeki Sinn Fein, merkez sağdaki iki düşman parti arasından gerçek değişimin potansiyel mimarı olarak sıyrılmıştı. Kuzey İrlanda’nın “Troubles” (Belalı Dönem) günlerine dair hafıza kaydı olmayan genç kuşak seçmen konut sıkıntısından en fazla etkilenen kesimdi ve sorunlarına çözüm öneren partiye oy vermişti. Sinn Fein’in programı, kiraları dondurma, mortgage faizinde indirim, zenginden daha fazla vergi ve Kuzey İrlanda ile birleşme için beş yıl içinde referandum öngörüyor.

        1920’lerdeki İrlanda iç savaşından bu yana düşmanlık nedeniyle asla bir araya gelmeyen iki merkez sağ parti, IRA’yla tarihi bağları nedeniyle Sinn Fein’le işbirliğine de yanaşmıyor. Bu şartlarda nasıl bir koalisyon kurulacağı şimdilik meçhul. Kimi yorumculara göre Fine Gael ve Fianna Fail er geç Sinn Fein ile görüşme masasına yanaşmak zorunda. Neticede 100 yıldır süren düzenin artık sonu gelmiş durumda.

        MERKEZ SAĞ VE AŞIRI SAĞDA ORTAKLAŞMA

        Avrupa genelinde popülist sağın yükselişi uzun süredir konuşuluyor; Eurozone ve göçmen krizi nedeniyle taraftar topladıkları söyleniyor. Ama bu tam da gerçeği yansıtmıyor, durum daha karmaşık. Popülist sağ partilerde de zemin kaybı var. Örneğin Hollanda’da aşırı sağcı Geert Wilders’in Özgürlük Partisi geçen yılki seçimlerde AP’ye giremedi, İtalya’da Matteo Salvini’nin Lig Partisi geçen ay bölgesel seçimlerde oy kaybına uğradı.

        Durumu karmaşıklaştıran mesele ise popülist sağ ile merkez sağ arasındaki çizginin siyaset ve söylemde giderek silikleşmesi. Almanya’da büyük fırtına yaratan CDU-AfD işbirliğine benzer ortaklıklar yaşanıyor. İspanya’da merkez sağ Halk Partisi (PP) Andaluzya’da aşırı sağcı Vox partisi desteğiyle bölgesel yönetimde. İsveç’te aşırı uçtaki İsveç Demokratları (SD) ile merkez sağdaki Ilımlı Parti, sosyal demokratlara karşı ortaklaşıyor; “önemli meselelerde benzer görüşlere sahibiz, aramızda yapıcı bir diyalog var” açıklamaları yapılıyor. İngiltere’de geçen yılki seçimde Boris Johnson, Brexit Partisi’nin kendi adaylarını çekerek verdiği destek sayesinde Parlamento’da 80 sandelye fazlasıyla çoğunluğu elde edebiliyor. Finlandiya, Avusturya ve İtalya’da aşırı sağcı partiler iktidarlarda söz sahibi oluyor.

        Ana akım muhafazakar partiler göç krizi, sosyal haklar, ulusal kimlik ya da resmi tarih konusunda popülist sağın söylemiyle ortaklaşırken, hareket noktası olarak sol karşıtlığına oturuyor. Örneğin Almanya’daki skandalın nedeni CDU’nun, Thüringen seçimini önde bitiren Sol Parti’yi, hala Doğu Almanya’daki komünist rejim artığı olarak görüp, AfD ile birlikte cephe alması. Oysa AfD’nin Thüringen’deki lideri Björn Höcke geniş kesimlerce direkt “Nazi” diye anılıyor.

        En iyi örneği ise Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın partisi Fidesz oluşturuyor. Merkez sağ kimlikle ortaya çıkan parti giderek milliyetçi ve popülist sağa kayıyor; AB karşıtlığı, yargı ve medyaya baskıları sonucu Hıristiyan Demokrat partilerin bir araya geldiği Avrupa Halk Partisi üyeliği askıya alınıyor. Geçen ay Avrupa Parlamentosu, Macaristan’da demokrasinin daha da kötüye gittiği yönünde bir karar alıyor, Halk Partisi üyelerinin de oylarıyla. Bunun üzerine Orban, “Avrupa Halk Partisi, Macaristan’ın yanında durmazsa biz de Avrupa’da yeni bir Hıristiyan Demokrat hareket başlatırız” diyor.

        Nitekim geçenlerde Roma’da düzenlenen ultra muhafazakar partilerin katıldığı konferans bu hareketin işaretlerini veriyor. Liberalizmle savaş mottosuyla bir araya gelen grupta ABD’deki muhafazakar düşünce kuruluşlarından da isimler var. Fransız milliyetçi lider Marine Le Pen’in yeğeni Marion Marechal ve aşırı sağcı İtalya’nın Kardeşleri (FdI) partisi lideri Giorgia Meloni’nin de katıldığı konferansta konuşan Orban şu mesajı veriyor: “Artık AB içinde liberalizmi bitirip Hıristiyan Demokrat kimliğine yeni bir şekil verilmesinin zamanı gelmiştir. Avrupa Halk Partisi’nin rotasını bir karşı devrimle değiştirmeliyiz…”

        Orban’ın Avrupa çapında rota değişikliği talebi Avrupa Halk Partisi’nde kaygı uyandırıyor, bu nedenle grup başkanı Donald Tusk 2021 baharında bir kongre toplamayı planlıyor; parti değerlerinin tartışmaya açılıp gelecek için siyaset vizyonu oluşturulacak bir kongre.

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa