Deniz Çakır: Cemal’e âşık olur, Turgut’la evlenirdim
Deniz Çakır HABERTÜRK'ten Gizem Sevinç Selvi'ye konuştu
GİZEM SEVİNÇ SELVİ - HABERTÜRK PAZAR
gsselvi@htgazete.com.tr
Ebru Ceylan’ın Konuşan Resimler serisinin üçüncü sergisi “Ebedî - Edebî”ye ses veren isimlerden Deniz Çakır’la buluştuk, edebiyata damardan girdik...
Ekranda olduğu gibi, “buz gibi” bir kadın Deniz Çakır. Bunu hiç kötü anlamda söylemiyorum. Biraz fazla dramatik bir hali var, oldukça güzel. Tomris Uyar’a ses verdiği “Ebedî - Edebî” sergisi için buluştuk, daldı gitti. Bol bol edebiyat anlattı...
Bu kadar dijital bir dünyada biraz fazla romantik bir iş değil mi bu?
Evet romantik ama içinde ciddi bir isyan da barındıran bir hareket bu, bir tepki aslında. Bir de bence bir “rağmen” durumu var. Yani sanat hep bir şeye “rağmen’’dir ya. Özellikle o İkinci Yeni kuşağı ve dönemin edebiyatının şu anda konuşuluyor olması, üzerine bunların yapılıyor olması hem de bunların bir sürü bir şeye rağmen olması. İçinde bunu barındırdığı için evet çok romantik ama bir taraftan da romantizmin çok zıttı gibi görülen bir başkaldırı da var içinde. O yüzden sadece “romantizm” demek biraz küçük kalıyor. İçinde bir kaşıntı da var. Ama evet, günümüze inat, rağmen yapıldı bu iş, o yüzden çok güzel.
O dönemin edebiyatçılarından kiminle aşk yaşamak isterdiniz?
Seslendirdiğim tabloda Tomris Uyar resmedilmiş. Bunu sohbet ederken birilerine daha söyledim, ben herhalde Cemal’e (Süreya) âşık olur, Edip (Cansever) ile rakı içer, sonunda da Turgut (Uyar) ile evlenebilirdim. Çok iyi denk geldi yani! Bir de Cemal Süreya’ya âşık olurdum ama aşk yaşayabilir miydim bilmiyorum, ilişki başka bir şey çünkü. Ya o dönemde âşık olacak o kadar çok adam var ki, belki de iyi bir şey değildir öyle bir ortamda olmak. (Gülüyor.) Şimdi o kadar az ki öyle âşık olacak, nitelikli adam. O yüzden bayağı kafa karışıklığı da olurmuş o dönem, zor.
Ya o dönemde yaşama fikri?
Çok isterdim İkinci Yeni döneminde yaşamayı, oyunculuk yapıyorsam da mesela o dönemde bir şeyler yaratmayı. Şu anda öyle bir şey mümkün değil. Ama ismimin Tomris Uyar ile yan yana anılması beni çok heyecanlandırıyor, çünkü ben hayranım ona. Günümüzde yaşayan kimseye hayran değilim mesela.
‘BEN SANATÇI DEĞİLİM’
Instagram’da “Son yıllarda içinde bulunmaktan en heyecan duyduğum proje” diyorsunuz bu iş için. Neden öyle?
Benim jenerasyonum popçulara âşık olurken ben edebiyatçılara âşık olurdum çünkü. Liseden de bahsetmiyorum, çok öncesinde de bu böyleydi. Dolayısıyla çok imrendiğim ve benim için çok hassas bir yerde duruyor edebiyat. Özellikle şiir ve keza resim de öyle. O yüzden çok heyecan duyuyorum böyle bir şeyin parçası olabilmekten.
Oyuncusunuz siz de, birbirine bu kadar uzak olmamalı.
Ben oyuncuyum, yorumcuyum, yaratan değilim. Bana bir karakter veriliyor ve ben o karakteri yorumluyorum. Sanatçı saymıyorum kendimi, başka bir şey o çünkü, sıfırdan yaratmak. Mesela ressam, sanatçı çünkü o boyalarla bir fikri sıfırdan yaratıyor. Yazar da bir sanatçı bence. Sıfırdan karakterler yaratıyor. Alanım olmayan bu iki sanat dalını da hep çok kıskandım; yazar olabilmeyi, ressam olabilmeyi çok isterdim. Belki başkaları da bana bakıp “Oyuncu olmayı çok isterdim” diyebilir ama oyuncu daha olunabilecek bir şey. Üzerine çalışırsın, olur. Yaratma kabiliyeti başka, çalışarak olacak şey değil. Ha şu olabilir, mesela bir eve taşınırsın, dünyan genişler, o eve taşındıktan sonra ressam olabilirsin. Sende bir şeyi değiştirmiştir.
Ebru Ceylan’la ne zamandır tanışıyorsunuz?
Ebru Ceylan: 1-1.5 sene herhalde. Bir önceki “konuşan resimler”de de Deniz, Frida’yı seslendirmişti. İyi ki tanımışım onu.
Deniz Çakır: Biri girer hayatınıza ve bir şeyler değişir. Bir kitap girer, bir resim girer, her şey değişir yani. Ben çok inanırım birilerinin, bir şeylerin hayatı değiştirdiğine. Ebru da öyle biri benim için.
Ebru Ceylan’ın Konuşan Resimler serisinin üçüncü sergisi “Ebedî - Edebî”de Deniz Çakır, Tomris Uyar’a ses verdi.
‘HER ŞEY GÜNÜ KURTARMAK İÇİN’
Bu sergiye neden gelsin insanlar?
Yeni kuşağına – bunu söylüyorum çünkü ben özellikle İkinci Yeni’yi çok seviyorum- bir vefa borcu var. Nâzım Hikmet beni ben yapan isim çünkü. Beni ben yapan bir diğer isim Turgut Uyar. Yani onlar olmasaydı her şey farklı olabilirdi benim için. Şimdi yaşasalar farklı olur muydu? Muhakkak farklı olurdu. Belki daha kötü bile olabilirdi çünkü kafamızı iyice karıştırırlardı. 80 sonrası maalesef pek çok şeyin altının boşaldığı ve popüler kültür her alanımıza hâkim olduğu için, benim neslim her şeye hemen ulaşmamızı sağlayan televizyonun esiri olduğu için, kendimi korumamda edebiyat çok etkili oldu.
Birilerinin hayatını aynı şekilde değiştirebilir bu isimlerle tanışmak.
Kesinlikle, tam da birilerinin hayatını değiştirebilecek bir proje. Mesela “Ben buradaki 5 şairi, yazarı, öykücüyü tanıyorum. O en bildiklerimizi; Nâzım’ı falan tanıyorum” diye gelecek ama bir bakacak orda başka bir dünya var. Belki bana olan hayranlığından Tomris’e ilgi duyacak. O kadar mutlu olurum ki böyle bir şeye vesile olursam. O zaman da işte şu çıkıyor ortaya, biz evet popüler kültürün çalışanlarıyız, tiyatroyu ayrı tutarsak, televizyona iş yapıyoruz ama bir dönüştürme gücüne de sahibiz. Dizi izleyicisini tiyatroya getirebiliyorsam ben, dizi izleyicisini edebiyatçılarla tanıştırmaya da vesile olabiliyorsam, işte o zaman güzel hissediyorum. Bence bu sergi, bir sürü insanın hayatında bir şeyler değiştirecek.
Mesela?
Benim aşka ve erotizme bakışım Cemal Süreya’nın Üvercinka’sıyla çok değişmiştir mesela. Birileri de bundan faydalanabilir. Çünkü hepimiz yaşarken bir şeylerin derinliğini kaybediyoruz, her şey böyle çok günü kurtarmak adına yapılıyor falan. Oysa edebiyat ve bu adamlar hâlâ bizi pek çok şeyden arındırıp bambaşka bir yere götürebilir.
Bir yandan çok edebi ve ürkütücü de olabilir.
O yüzden Ebru’ya teşekkür etmek istiyorum aslında, çünkü edebiyat adına hakikaten bu tarz bir şey düşünemezdim mesela. Hem de dediğiniz gibi bu iş direkt edebiyat olarak yapılsa mesela biraz ürkütücü olabilirdi. Çok edebi edebi... Ama başka bir sanat dalıyla harmanlayıp 3 boyutlu hale getirmek bence harika. Resim adına zaten bir şeyler yapıyor, yapılacak, bu çok açık. Ama edebiyat adına yapılan şey gerçekten çok acayip.
EBRU CEYLAN: İNSANLAR DEĞİŞİYOR, DUYGULAR DEĞİŞMİYOR
Niye giriştiniz böyle bir işe?
Serginin yaratıcısı Ebru Ceylan’ın bu işe niye giriştiğini de merak ettim, sordum. Bakın neler söyledi...
Farklı fikir ve düşüncedeki insanların bir masaya uyum içinde oturabileceğine, dünyanın da buna hizmet edeceğine inanıyorum. Bunu örnekleyebileceğim en güzel yer de Türk edebiyatçılarıydı. Çünkü hepsi birbirinden farklı. Hepsinin birbirinden başka görüşleri, kişilikleri var ama bir masaya oturduklarında üretebiliyorlar. Birbirleriyle fikir alışverişi yapabiliyorlar.
Şimdi edebiyatta da pek öyle bir ortam yok galiba...
Daha küçük gettolarda var bence. Söylemek istediği bir şeyler olanlar, aslında bir yolunu bulup gene söylüyorlar. Biz de bunlara örneğiz aslında. “Yok” diyemeyeceğim o yüzden.
Siz işin fazla romantik olduğunu düşünüyor musunuz?
Uygulayış kısmı olarak aslında romantik, evet. Çünkü şairler işin içine girince zaten romantizm arkasından geliyor. Öte yandan bir de şimdiki kuşağı yakalama meselesi var ve o da dijitalden geçiyor. Ve burada söylemeye çalıştığım şu: Kuşaklar değişiyor, zamanlar değişiyor, insanlar değişiyor ama duygular değişmiyor. Bugün de tutkulu âşıklar var, bugün de şairlerin ya da yazarların kitapları toplatılabiliyor. Haliyle aslında farklı şeyler yaşamıyoruz. Sadece uygulayış biçimlerimiz ve iletişim kanallarımız farklı ama duygular aynı.