X

Günün gelişmelerini anlık takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

Takipte Kalın

KEREM AKÇA / keremakca@haberturk.com

51. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal yarışması, Cumartesi gecesi “Kuzu”nun galibiyetiyle kapanınca her açıdan tartışılacak bir tabloyla yüzleştik. Açıkçası törenin önemli ödülleri benim de söylediğim, beklenen filmler arasında paylaşıldı. Ama Kutluğ Ataman’ın krizi iyi idare etmesi, büyük oranda politik bir kararın etkisindeki ‘En İyi Film’ ödülünü onun filmine kaydırmış gibi gözüküyor. Böylece yarışmanın en iyisi “Sivas”a haksızlık yapılmış oldu. Açıkçası törende herkesin sesini çıkarma çabasında olup, birbiriyle uyuşmaması hayli ilginçken, jüri başkanı Yılmaz Erdoğan’ın ödül vermemesi tam bir gizem olarak kaldı.  

Büyük oranda sansür meselesiyle anacağımız bir Altın Portakal’ı geride bıraktık. İşin ödül boyutunda ise bana kalırsa son yılların en politik ödül töreni vardı. Buna çok da şaşırmıyoruz. Zira özü sözü bir, sineması tutarlı görünen Kürt filmleri de ödüllendirildi yakın zamanda. Ama bazı jürilerin, sanatsal değerleri gözetmeksizin azınlık haklarını savunma adına böylesi yapıtları kucaklaması, tam aksine önemli siyasi meselelerin yüzeyselleşip ötekileştirici bir etki bırakmasını sağlıyor. Misal Kürt açılımını takiben, şimdi yönetmeninin ne işle meşgul olduğunu, nereye kaybolduğunu bilmediğimiz “Güzelliğin On Par’ Etmez” (2012) gibi amatör bir film Antalya’da zafer kazanabilmişti.

‘KUZU’NUN ÖDÜLÜ POLİTİK

Bu sene de iktidara daha yakın duran bir jürinin, festival boyunca sansüre gıkını çıkartmayan ve sadece filminin Türkiye prömiyeri sonrası eski SİYAD başkanı, sinema yazarı Tunca Arslan’ın basın toplantısındaki sorusuyla bu konudaki fikrini öğrenebildiğimiz Kutluğ Ataman’ı ödüllendirmesi nasıl yorumlanabilir? Bana kalırsa sahnede SİYAD Ödülü’ne teşekkür ederken bile birkaç kere düşünen Ataman, bu soruya cevabıyla gönülleri fethetti.

Suçlanan festival komitesine güvendiğini söyleyip vicdani durumunu belli etti. Böylece herkes sansür forumu düzenleme, karşıt bildiri yayınlama peşindeyken festivalin dikine gitmeyen tek kişi olarak zafere ulaştı. Krizi iyi idare etmenin faydasını gördü. Ataman, tutan ‘en yüksek para ödüllü festivale gelirim’ hedefinin ötesinde festival stratejisini de çok iyi belirlemişti.

FİLMİN SONUNDA BİR JÜRİ ÜYESİNE TEŞEKKÜR EDİLMİŞ

Aslında “Kuzu”nun olgun bir sineması olduğunu söyleyebiliriz. Ama iyi bir film, eli yüzü düzgün bir film diyemeyiz. Siyasi, ideolojik açıdan eleştirmemiz de kolay değil. Yönetmenin taşra yaşamından kesitleri, İstanbul’da yaşıyor izlenimi bırakan karakterlerle bir alternatif masala kaydırma çabasını tutturamayan bir filmdi. Mitoloji, din arka planı çok yetkin değildi, Yeşilçam’ın eskimiş prototiplerine kendini kaptırıyordu. Karakter gelişmeleri sıkıntılı filmin tek kayda değer tarafı olan Nesrin Cavadzade hakkıyla ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü aldı.



Açıkçası filmin kapanış jeneriğinde jüri üyesi Selim Atakan’a ‘teşekkür’ edildiğini hesaba katarsak, ortada bir ‘danışıklı dövüş’ olduğunu düşünme şansımız var. Biz söylemesek bile bu detaylarla işi o noktaya götürecek çoğu kişi için malzeme çıkacaktır. Unutmadan kamuoyunu aydınlatmak adına, festival yönetmeliğinin 27. maddesindeki ‘…festival yönetiminde yer alan kişiler ve bunların birinci derecede akrabaları jüri üyesi olamaz’ ibaresine karşın festival komitesindeki Zeynep Özbatur Atakan’ın kocası Selim Atakan’ın jürilik yaptığını not düşmek lazım.

SİNEMAMIZIN BASKIN HASTALIKLARI BU YIL DA HAKİMDİ

Öte yandan festivalin bu yılki ulusal yarışma seçkisinde Türk sinemasının ana problemleri sahne aldı… Tempoyu düşürüp uzun planlar çekerek sanat filmi ürettiğini zannetmek, Kürt azınlık öyküsü anlatırken ‘gerçekçilik’ damarına tutunup üslubu unutmak ve Yeşilçam komedisi üretirken ‘sinema’nın yakınından geçmemek, ‘faydasız’ ve ‘göstermelik’ hamleler doğurdu. Ama bunlardan ikincisini yapan “Annemin Şarkısı”, favorisi olduğu ‘En İyi İlk Film’ ödülünü kucakladı.

“Sivas”, “Kuzu” ve “İtirazım Var”ın öne çıkacağını, “Oflu Hoca’yı Aramak” ve “Annemin Şarkısı”nın ise beğenileceğini söylemiştim üç gün önceki yazımda. Bu bağlamda bu sene ‘En İyi Film’, ‘En İyi İlk Film’ ve ‘En İyi Yönetmen’de bölüştürme olmayacağı kuralı, bunlardan ikisine ‘Jüri Özel Ödülü’nün paylaştırılmasıyla sonuçlanmış gibi. O yönetmelik çıkmasaydı, “Sivas” ve “Oflu Hoca’yı Aramak” bunlardan ikisinde maddi ödüle ortak olabilirdi.

SİVAS EN İYİ FİLMDİ, HAKSIZLIĞA UĞRADI



Jürinin “Sivas”a verdiği En İyi Kurgu ödülü ise tuhaftı. “İtirazım Var”, “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”nun gerçekten iyi kurgularına ayıp oldu. Ama genelde festival jürilerinde kurgucu olmaması bu durumu doğuruyor. Uzun planları birbirine geleneksel bir kurguyla bağlayan filmler ‘temiz’ diye, ‘iyi montaj’ değil ‘iyi bağlama’ ödülü alıyor. Bu gelenek bu sene de bozulmadı.

Tüm bunlar sonucunda haksızlığa uğrayan “Sivas” oldu. Muhtemelen nasıl olsa Venedik’te ödül aldı diye, para ödülü içermeyen kategorilere hapsedildi. Kurallar gereği oraya itilmesi, filmin Adana’ya önce gönderilip, sonradan çekilmesini zafiyete çevirdi. Böylece Müjdeci’nin eseri, hak ettiğini alamayıp, jürinin ağırlığındaki politik hassasiyete kurban gitti. Bunu yan ödüllerle bertaraf etme hamlesi çok belirgindi.

Onur Ünlü “İtirazım Var” ile ağırlığını hissettirdiği ödülleri bileğinin hakkıyla aldı. “Kumun Tadı” beklendiği gibi, ‘görsel yapı’yı umursamayan geleneksel jüri üyeleri sebebiyle ilgiye mazhar olamadı. Vedat Özdemir üç sinematografi işinden biriyle o kategoride ‘emek’ ödülüne layık görüldü. “Annemin Şarkısı”nın neredeyse sıfır müzikle ‘En İyi Müzik’, Aziz Çapkurt’un tek sahne ile ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ zaferleri ise Kürt karakterleri kucaklayarak küçük düşürme duygusallığını ortaya koydu.

 

SİYAD JÜRİSİ TARAFSIZ DAVRANDI

Seçkide yaklaşık beş ticari filmin olması farklı yorumlara yol açtı. Örneğin FİLMYÖN (Film Yönetmenleri Derneği) jürisi, bu durumu ‘küfür edebiyatı’ olarak yorumlayıp tuhaf bir şekilde alanındaki en zayıf filme ödül verdi. Herhangi bir yönetmenlik emaresi içermeyen “Guruldayan Kalpler”i geceden zaferle gönderdi. Ama bu tepki herkesin mesaj verme kaygısıyla ilgiliydi.

Menderes Türel, sansürle ilgili üstü kapalı bir şeyler söylerken hangi yöne gideceğini bilemedi, Elif Dağdeviren’in ise üstü kapalı göndermeleri sonraki seneler için kendini aklama çabası gibi gözüktü. SİYAD jürisinin “Kuzu”yu seçmesi, sansüre tepkiye karşın sinema yazarlarının daimi tarafsızlığının göstergesi gibiydi. Demet Evgar’ın Gezi’de hayatına kaybedenlere selam göndermesi manalıyken, Onur Ünlü’nün sansür forumundan çıkan faydalı sonuçları herkesle paylaşması şık bir davranıştı. Törende Yılmaz Erdoğan’ın ödül vermemesi ise tartışmalıydı. Festival gösterimlerinde tek tük alkış alması sebebiyle halkın ‘akil insan’ meselesine tepkisinden korktuğundan mı, sansürlü olduğu düşünülen festivalde fotoğraf karesinde bulunmak istememesinden mi, Altın Portakal’ın kararıyla mı, yoksa Abbas Kiarostami’ye jest yaptığından mı, bilinmez. Ama bu hep tartışılacak.