1915’i “soykırım” kabul eden Hollanda elçi gönderip şeyhin elini öptürdü
Hollanda'da 1915 olaylarını sözde soykırım olarak tanıyan tasarı kabul edilmişti... Gazete Habertürk yazarı Murat Bardakçı bugünkü yazısında konuyu köşesine taşıdı. Bardakçı köşesinde; "1915'i "soykırım" kabul eden Hollanda, varlığını aslında 16. asırda Türkiye'nin sağladığı desteğe borçludur. Bu destek için gelen elçi, 1. Ahmed'in Şeyhi Aziz Mahmud Hüdaî'nin elini öpmüştü." dedi
1915 olaylarını “soykırım” olarak kabul edip aklı sıra bizi perişan eden Hollanda varlığını aslında 16. asırda Türkiye’nin sağladığı desteğe borçludur ve Hollanda’nın bu desteği sağlayabilmek için İstanbul’a gönderdiği elçisi Cornelius Haga zamanın hükümdarı Birinci Ahmed’in şeyhi olan Aziz Mahmud Hüdaî’nin elini öpmüş, padişaha da “Lûtuf buyurup bizi kulluğunuza kabul edin” demiştir!
Hollanda Parlamentosu 1915 olaylarını“soykırım”olarak kabul etti ve Türkiye’yi aklı sıra perişan hâle getirdi! Kararın üzerinden geçen birkaç günden buyana güya ne yapacağımızı, ne edeceğimizi düşünüp derdimizin ve üzüntümüzün çaresini arayıp mahvoluyoruz...
Bizim de“Hollanda vaktiyle sömürgesi olan Endonezya’da insanlık dışı işler yapmış, soykırım kavramını bile geride bırakacak cinayetler işlemişti”şeklinde bir karar almamız ne karar ciddî ve ağırbaşlı bir iş ise, Hollanda’nın bugün yaptığı da budur; hırsına tarihi âlet etmesi, kendini hâkim yerine koyup geçmiş hakkında hüküm verme işgüzarlığıdır.
BİR-İKİ KÜÇÜK ADA KALDI
Hollanda geçmişinde hep inişli kalkışlı devirler geçirmiş ve birçok kanlı hadiselere de sebep olmuştur ama bir özelliğini inkâr etmemek gerekir: Topraklarından kat kat büyük bölgeleri idaresi altına alıp muazzam bir sömürge devleti kurmaya muvaffak olmuş, gücünü devam ettirebilmek için sömürge halklarına karşı baskının her çeşidini uygulamaktan çekinmemiş ama tarihin hükmünden kurtulamamış ve denizaşırı toprakları Antiller’de bugün elinde kalan avuç içi kadar birkaç ada dışında teker teker elinden çıkmıştır.
Son iki sene içerisinde Türkiye’ye karşı elinden geleni ardına koymayan Hollanda’nın varolabilmek için vaktiyle bize muhtaç kaldığından, hattâ İstanbul’daki elçisinin çok güçlü bir şeyhin elini öpüp hükümdara da“kulluğunu”bildirdiğinden haberdar mısınız?
İşte o günlerin, daha doğrusu tarihin en büyük nankörlüklerinden birini göstermiş olan Hollanda ile ilişkilerimizin kısa geçmişi:
Uzun asırlar İspanyol hâkimiyeti altında bulunan Hollanda, tarih sahnesine 16. yüzyılın ikinci yarısında, İspanya’ya karşı başlattığı isyanın ardından çıktı.
İsyanın başına 1568’de Oranje PrensiWilliamgeçti, İspanya ile mücadele plânları yapılırken dışarıda da güçlü bir desteğe ihtiyaç olduğu farkedildi ve bazı Avrupa memleketlerine destek sağlamış olan Osmanlı Devleti’nden yardım istendi.
Ama, Osmanlılar o günlerde Kıbrıs’ın fethi ile meşgul oldukları için gelen talebe hemen destek veremediler. VeziriazamSokollu Mehmed Paşa,Orange Prensi’ne 1574’te yazdığı mektupta istenen yardımın Kıbrıs meselesi ile İnebahtı bozgununun yarattığı sıkıntıların hallinden sonra yapılabileceğini ve Osmanlı askerleri ile beraber Cezayir birliklerinin de Hollanda taraflarında hem karadan hem denizden İspanyollar’ın üzerine sevkedileceğini müjdeliyordu.
Sokollu’nun mektubunda bir de tavsiyesi vardı: Hollandalılar’ın Almanya’daki Protestanlar ile işbirliği yapmalarını ve İspanya’nın ayaklanmış Müslüman halkı ile de temasta bulunmalarını istiyordu.
BAYRAĞIN İLHAMI SEMBOL
Askerî ve siyasî gelişmeler Hollanda’ya asker gönderilmesine imkân tanımadı ama İstanbul’un tavsiyesi Hollandalılar’ın hayli işine yaradı ve Almanya’nın Katolik olmayan halkı ile berberce çalışmaya ve Protestanlar da şapkalarına Türk bayrağından esinlenerek hazırladıkları bir sembolü takmaya başladılar.
Hilâl şeklindeki sembolün üzerinde“Papacı olacağına, Türk ol”sloganı yazılı idi ve bu slogan hem kiliselerdeki vaazlarda, hem de savaşlarda İspanyollar’a karşı kullanıldı.
1581’de bağımsızlığını ilân eden ve Hindistan ile Atlantik’te ticaret yapmaya başlayan Hollandalılar hiçbir Avrupa devleti tarafından tanınmadıkları için Akdeniz’e kendi bayrakları ile giremiyor, Fransız ve İngiliz bayraklarını kullanmak zorunda kalıyorlardı ve bu alanda da Osmanlı İmparatorluğu’nun desteğine ihtiyaçları vardı.
KAYIKLA ÜSKÜDAR’A GÖTÜRDÜ
1612’de Hollanda’nın İstanbul’a elçi olarak gönderdiğiCornelis Hagaadındaki avukat, imtiyazlarını kaptırmak istemeyen İngiliz, Fransız ve Venedik elçilerinin türlü türlü entrikalarına uğradı ama vezirHalil Paşa,Haga’yı himayesi altına altı. Elçiyi bir kayığa bindirip Üsküdar’a götürdü, zamanın büyük şeyhlerinden olan ve sarayda da itibar gören ŞeyhAziz Mahmud Hüdaî’nin huzuruna çıkartıp Şeyh’in elini öptürdü!
Haga’nın işleri işte bu el öpüşünden sonra açıldı! Elçinin gösterdiği hürmetten memnun kalanAziz Mahmud Hüdaî,zamanın hükümdarıBirinci Ahmed’denHaga’yı kabul etmesi ricasında bulundu ve elçi 1 Mayıs 1612’de, Topkapı Sarayı’nda padişahın huzuruna çıktı.“Kralımızı kulluğunuza kabul buyurup gemilerimizin başka bayraklar kullanma yükünden kurtardığınız takdirde minneddarınız olacağız”dedi ve Katolik İspanya’ya karşı Avrupa’daki her türlü mücadelenin yanında olan İstanbul, Hollanda’ya istediği ticarî imtiyazları verdi.
AVRUPA’DAN ÖNCE TANIDIK
Hollandalılar bu imtiyazlar sayesinde Akdeniz’de serbestçe ticaret yapmaya başladılar ve hemen ardından da bölgede bir konsolosluk ağı kurup Halep, İskenderun, Kıbrıs, Mora, İnebahtı ve Eğriboz’da temsilcilikler açtılar.
Mevcudiyeti Avrupa’nın Katolik kralları ve Habsburg Hanedanı tarafından 30 Yıl Savaşları’nın sonunda 1648’de imzalanan Vestfalya Antlaşması ile kabul edilen Hollanda, Osmanlı Devleti tarafından bu antlaşmadan 36 sene önce tanınmış, Türkiye’de büyükelçilik statüsünde temsil edilmiş ve bütün bu ayrıcalıklara da elçisinin İstanbul’un önde gelen şeyhlerinden birinin elini öpmesi ile kavuşabilmişti...
***********
8 ŞUBAT 1914’TE VERMEK ZORUNDA KALDIĞIMIZ TAVİZLER HOLLANDA’NIN HÂLÂ ŞUURALTINDADIR!
HOLLANDA’nın Türkiye’ye karşı uzun zamandır devam eden ve artık nerede ise sadece nefretten ibaret olan davranışlarının gerisinde 1914 Şubat’ında, Rusya ile imzalamak zorunda kaldığımız utanç verici bir anlaşma sayesinde elde ettiği ama kullanma imkânı bulamadığı haklarına yeniden kavuşabilme merakı da var gibidir.
8 Şubat 1914’te imzalanan anlaşma tarihte“Şark Vilâyetleri Islahatı”yahut“Yeniköy Mukavelesi”diye geçer ve Türkiye bu anlaşma ile doğudaki yedi vilâyetin idaresini Norveç ile Hollanda’dan gelen müfettişlere terketmiştir.
SadrazamSaid Halim Paşa’nın Yeniköy’deki yalısında Paşa ile Rusya’nın İstanbul’daki maslahatgüzarıConstantinGoulkevitchtarafından imzalanan“Yeniköy Mukavelesi”ne uzanan gelişmeler, önceki senelerde yaşanan yenilgilerin neticesi idi.
Avrupa’nın 1876’da Rus Ordusu’nun Yeşilköy’e kadar gelmesi ile neticelenen savaşın ardından başlayan Doğu Anadolu’da reforma gidilmesi yolundaki baskıları üzerine talepler Bâbıâlî ile Avrupa devletleri arasında seneler boyunca görüşülmüş ama mutabakata varılamamıştı. Konu, 1913’teki Bâbıâlî baskınının ardından iktidara gelen İttihad ve Terakki ile Avrupalı diplomatlar arasında da aylarca konuşuldu ve Rusya’nın İngiltere ve Fransa’nın da desteğini alarak hazırladığı metin, 1914’ün 8 Şubat’ında SadrazamSaid Halim Paşa’nın Yeniköy’deki yalısında imzalandı.
İKİ AYRI GENEL VALİ
Türkiye, bu mukaveleye göre Erzurum, Trabzon, Sivas, Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır’ın iki ayrı müfettişlik bölgesi hâline getirilmesini kabul ediyor; bu bölgelerdeki bazı haklarından feragat ediyordu. Müfettişler Avrupalı olacaklardı ve Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır’ın oluşturduğu bölgenin başına Norveçli BinbaşıNicolas Hoff;Trabzon, Erzurum ve Sivas’ın teşkil ettiği ikinci bölgeye de Doğu Hind Adaları’ndaki Hollanda sömürgelerinin idarecisiLouis Westenenkgetirilecekti.
BinbaşıNicolas Hoff, kararın zamanın hükümdarıSultanReşadtarafından onaylanmasının ardından hemen Van’a gitmiş,Louis Westenenkise İstanbul’daki hazırlıklarını tamamlayamadığı için görev yerine hareket edememişti.
Yeniköy Mukavelesi uyarınca kurulan ve devletin topraklarının bir bölümünde hâkimiyetten vazgeçmesi anlamına gelen Norveçli ve Hollandalı müfettişlikler on ay boyunca fiilen bir iş yapamadılar ise de, resmen vâroldular ve kadroları Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girmesinden hemen sonra 31 Aralık 1914’te yayınlanan bir fermanla lâğvedildi, müfettişler de memleketlerine gönderildiler.