Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Fetihten önce “Metopon” adını taşı Tophane semti Bizans’ta kim bilir nasıl bir manzara arz ederken Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilen bir top döküm binası ve topçular kışlası ile başlayan yapılaşma, daha sonraki dönemlerde yeni yapıların eklenmesiyle askeri bir nitelik kazanmıştır. Bizim bildiğimiz Tophane’nin ilk kentsel dönüşüm serüveni kısaca budur. III. Selim döneminde başlatılan yenileşme hareketleri sırasında Tophane semtinde top döküm tesislerine ek olarak Topçu ve Top Arabacıları Kışlaları inşa edilmiştir. Top dökümü yanında, kışla binalarında askeri eğitim verilmiştir. Bu özellikleriyle Tophane endüstri devrimi öncesinin askeri ve sanayi merkezi olmuştur.

        Osmanlı, 19 yüz yılda (yy) artık sanayi çağını kaçırmış ve geleneksel endüstrileri çökmüş bir ülkedir. Bu yapılardan günümüze sadece, yamaçta yer alan iki top döküm binası ile 1851 tarihinde yapılan “Tophane Kasrı” olarak bilinen yapı kalmıştır. Tophanenin geri kalanı 19 yy.ın ikinci yarısında sivil yerleşim alanı haline gelmiştir. 19 yy.da imparatorluğun nüfusunun üçte birinin gayri-Müslim ve gayri-Türk olduğu ve bu karışık nüfusun daha da yoğun olarak İstanbul’da yaşadığı, Tophane’nin de bu olgudan payını aldığı düşünülürse, ikinci kentsel dönüşümüm bu döneme denk düştüğü söylenebilir.

        Cumhuriyet bu kozmopolit nüfusu devir aldı ama pek sevmedi. Çeşitli yöntemlerle (açık-kapalı baskılar, Varlık Vergisi, 1936 Vakıflar Beyannamesi, 6-7 Eylül 1955 olayları vs.) caydırılan ve uzaklaştırılan yüz binlerce azınlıktan arta kalan binlerin daha varlıklıları Nişantaşı ve Şişli gibi sentlere taşındılar. Onların (satarak veya kaçarak) boşalttıkları yerlere Anadolu’nun çeşitli yörelerinden aileler geldiler ve yerleştiler. Daha çok Siirtli ve Bitlisli olduğu söylenen bu grupların farklı bir sosyal ve kültürel iklimden geldikleri açık. İstanbul onlar için bir yükselme, modernleşme ve geleneksel geçmişlerinden uzaklaşmanın sembolü. Yani “daha iyi”nin yaşandığı yer. O yüzden de geri gitmemişler.

        Ama son yıllarda yeni bir toplumsal değişim dalgası hayatlarını etkilemeye başlamış. Türkiye’de eğitim düzeyinin artması, sermayenin el değiştirmesi, geleneksel üreticilerin modern sınai ve ticari tesisler kurarak dünyaya açılması ve bu değişimin büyüttüğü hizmet sektöründe palazlanan yeni orta sınıf, gelenekselle modernin iç içe geçtiği kentlerde ikincinin lehine belirgin değişikliklere yol açmış. Tüketim kalıpları değişen, ihtiyacın giderek zevkle bütünleştiği, yaşam alanları (iş, hobi, eğlence ve rekreasyon) çeşitlenen; yerel ve ulusaldan evrensele geçişin kapısını aralayan yeni gruplar kendilerini giderek geleneksel ve yerelden ‘özgürleşmiş’ hissetmişler. Nüfus hacmi ve ekonomiye yaptığı katma değer oranıyla bu kesitlerin en yoğun olduğu yer İstanbul.Ama gelenekselle modernin; varsılla yoksulun; gelişmiş tüketim alışkanlıkları olanlarla kıt ve sınırlı tüketen; eğitimli ve görece eğitimsiz olanların birbirine değecek kadar yakın oldukları yer de İstanbul.

        Modern olanın tüketim alışkanlıkları içinde sanat da var. Onu arayıp bulduğu oranda sınıfsal davranış kodlarına uygun hareket etmiş olur. Ama daha alt tabakalar için sanat, ne üretim ne de tüketim kalıpları içinde önemli bir yer tutar. O nedenle üst sosyal kesitlerin veya ‘modern’ olanın ürettiği veya tükettiği sanat onlar için oldukça ‘yabancı’dır. Alt toplumsal tabakalar sanata karşı olmasalar da ‘üst’ tabakalara (daha doğrusu onların tüketim alışkanlıklarına) olan karşıtlıklarını sergilerken ‘onların olan’ sanata karşıymış gibi görünebilirler. Bu bir tür (sembolik)

        sınıf çatışmasıdır. Ama sınıf çatışmasıdır. Tophane’de geçen hafta bu olmuştur.

        Bu iki küme arasında bir de kültür farkı vardır. Her küme kendi varlığını sürdürmek ve bütünlüğünü korumak için ortak alışkanlıklarını ve değerlerini (kültürünü) korumak ister. Bunları yeni kuşaklara aktararak sürekliliğini sağlar. Daha avantajlı kümelerin kendi fiziksel veya kültürel alanını ‘işgal’ ediyorlar duygusuna kapılan ‘alttakiler’ karşı koyar. Bu ‘dışarıda kalma’ korkusu ne kadar kuvvetliyse tepki o kadar şiddetli olur. Olan bundan ibarettir. Gerisi adli bir vakadır ve tekrarının önlenmesi polisiye bir olaydır.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar