Osmanlı Hükûmeti'nin 27 Mayıs 1915'te Ermeniler için çıkardığı geçici sevk ve iskan kanununun adıdır. Tehcir bir devletin sınırları içinde yaptığı göç ettirme veya sürgün anlamında olup Batı dillerinde dış göçü ifade eden deportation kelimesi ile örtüşmez. Aslında sürgün farklı zaman ve yerlerde görülen bir iskan ve önlem siyasetidir. Erken dönemde Osmanlı Devleti'nde de sürgün bir iskan metodu olarak kullanıldı.
Osmanlı Devleti'ni sevk ve iskan kanunu çıkarmaya iten sosyal hareketler vardır. Türkler Anadolu'ya geldiklerinde Ermeniler Kafkasya, Doğu Anadolu ve Çukurova bölgelerinde dağınık halde yaşıyorlardı. Yaklaşık bin yıllık geçmişi olan Türk-Ermeni ilişkileri, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar oldukça dostane bir şekilde devam etti. Ermeniler, 1863 tarihli nizamname ile birlikte önemli ayrıcalıklar elde etti. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası imzalanan Ayastefanos ve Berlin Antlaşmalarının 16. ve 61. Maddeleri Osmanlı Devleti'ne Ermenilerin bulunduğu yerlerde gereken ıslahatları yapmak ve onları Kürt saldırılarına karşı koruma hükmünü getirdi. Böylece uluslararası hale gelen Ermeni meselesi Rusya, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin Osmanlı Devleti'nin iç işlerine müdahalesini kolaylaştırdı. Osmanlı Devleti'ni parçalamaya çalışan İngiltere, Rusya ve Fransa gibi devletler Hristiyanlığı da kullanarak bağımsızlık yanlısı Ermenileri destekledi. Bazı Ermeniler Hınçak, Taşnaksutyun, Ramgavar gibi örgütler kurdu. Osmanlı Devleti'nde 1882-1909 yıllarında emperyalist devletler, misyoner okulları, kilise ve tedhiş örgütlerinin faaliyetleriyle kırk civarında Ermeni isyanı meydana geldi. Hatta bu eylemler 21 Temmuz 1905 günü padişaha suikasta kadar vardı.
II. Meşrutiyet döneminin başlarında, Ermeni olaylarında bir duraklama yaşansa da 1909 yılındaki Adana Olayları sonrası huzursuzluklar tekrar başladı. Büyük devletler Ermeni isteklerini bahane ederek Osmanlı Devleti'ne baskıyı artırdı. Balkan Harbi'nin ardından Vilayat-ı Şarkiyye Islahatı konusu yeniden gündeme getirildi. Konunun istismarını önlemek isteyen İttihad ve Terakki yönetimi, yeni bir ıslahat projesi hazırlamaya karar verdi. Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya'nın telkinleriyle 8 Şubat 1914'te Vilayat-ı Sitte'ye (Erzurum, Sivas, Elazığ, Bitlis, Van, Diyarbekir) iki yabancı müfettişin atanmasını kabul etti. Yeniköy sözleşmenin ardından Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır bölgesi için Norveç ordusundan Binbaşı Hoff, Trabzon, Erzurum ve Sivas bölgesi için de Hollandalı Westenek müfettiş olarak tayin edildi. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Osmanlı Devleti müfettişlik uygulamasını kaldırdı. Savaş ortamı Osmanlı Devleti'ne karşı Ermeni ayrılıkçıların eylemlerini hızlandırdı. Ermeni çetelerinin düşmanla iş birliği ettiğine dair alınan haberler üzerine Dahiliye Nazırı Talat Bey (ö. 1921) ve Başkumandan Vekili Enver Paşa (ö. 1922), Ermeni Patriği ve Ermeni milletvekillerini uyardı. Çanakkale Savaşı esnasında harekete geçen hükûmet bazı yeni tedbirler almak zorunda kaldı. 24 Nisan 1915 İstanbul'da yaşamakta olan 77.735 Ermeni'den 235 kişiyi komitacılık suçlamasıyla gözaltına aldı. Bu önlemin alındığı 24 Nisan günü Ermeniler tarafından katliam günü olarak anılmaktadır. Yine 2 Mayıs 1915'te Başkumandan Vekili Enver Paşa, Ruslar'ın 20 Nisan 1915 tarihinden itibaren sınırları içindeki Müslümanları perişan bir halde Osmanlı topraklarına sürmeye başladığını hatırlatarak, Van çevresinde isyan eden Ermenileri Rusya'ya sürmeyi veya Anadolu'nun iç kısımlarına dağıtmayı teklif etti. Dahiliye Nazırı Talat Paşa, 23 Mayıs'ta bölgedeki Ermenilerin Adana, Mersin, Kozan, Cebel-i Bereket, Maraş, İskenderun, Beylan (Belen), Cisr-i Şugur ve Antakya kazalarına sevk ve iskanını kararlaştırdı. Bir gün sonra İngiltere, Fransa ve Rusya bir bildiri ile Osmanlı Hükûmetini Ermenilerine katliam yapmakla suçladı.
Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Ermenilerin yer değiştirme konusunu; savaş alanında ordunun hareketini güçleştirmesi, erzak ve mühimmat naklini zorlaştırması, katl ve yağma yapması, düşmanla iş birliği ve casusluk yapmak gibi gerekçelerle Meclis-i Vükela gündemine getirdi. Konuyu görüşen Meclis-i Vükela, 27 Mayıs 1915'te Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükûmete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat başlıklı kararname hükmündeki düzenlemeyi hazırladı. Şüphesiz Osmanlı Devleti'nin savaş sırasındaki müttefiki Almanya'nın yer değiştirme kararının alınması ve uygulanmasındaki rolü inkar edilemez. Tehcir kanunu olarak bilinen bütün Osmanlı vatandaşlarını içine alan geçici kanunda doğal olarak, hiçbir ırk veya etnik grubun adı geçmemektedir. 1 Haziran 1915'te Takvim-i Vekayi'de yayınlanarak yürürlüğe giren geçici kanunun birinci maddesi; ordu, kolordu, tümen ve mevki komutanlarına yurt savunması, asayişin korunması, hükûmetin emirlerine karşı koyma, ayaklanmayı önleme yetkisini verdi. İkinci maddede ise askerlik gereği veya casusluk ve ihanetini hissettikleri köy veya kasaba halkını tek veya toplu olarak başka yerlere sevk ve iskan edebilecekleri iznini verdi. Kanunun hükümlerini uygulama sorumluluğu Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı kanun hükümlerinin yürürlüğünden sorumlu tutuldu.
Osmanlı hükûmeti, Ermenilerin yerlerini değiştirerek memleketin güvenlik ve düzenini korumayı amaçladı. Ermenilerin imhasının kesinlikle söz konusu olmadığı devletin belgelerinde defalarca ifade edilmiştir. Bazı Ermeniler'in, kendi ülkelerine karşı düşmanla iş birliği ve Müslümanlara yaptıkları saldırılar yerlerinden çıkarılmalarını zorunlu kıldı. Birinci Dünya Savaşı gibi bütün dünyayı doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen bir olayda devletin en öncelikli görevlerinden biri de ordunun savaşma kabiliyeti ve arzusunu takviye etmekti. Bu bakımdan, savaş olmadığı bir dönemde belki de başka önlemlerle karşılanabilecek Ermeni tedhiş olayları, devletin ve milletin var olma mücadelesi verdiği bir sırada sevk ve iskan yöntemi ile önlenmeye çalışıldı. Savaş koşullarında Osmanlı hükûmetinin, aktif Ermeni eylemcilerle, sivil halkın çatışmaya karışmayan unsurlarını birbirinden ayırması beklenemezdi.
Suriye ve Kuzey Irak bölgesine göç ettirilmesine karar verilen Ermeniler'in canlarını, mallarını koruma, yol boyunca güvenlik ve iaşelerini sağlama görevi ilgili valiliklere verildi. 30 Mayıs 1915'te yapılan bir düzenleme ile göçe tabi olanların taşınabilir mallarını yanında götürebilmeleri, taşınmaz mallarının satılması veya emanete alınması sağlandı. Göçmenlere yerleşecekleri bölgelerde emlak ve arazi verilmesi, çiftçi olanlara tohum, sanatkarlara araç-gereç verilmesi düzenlendi. İskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti, yiyecek, nakil, barınma, sağlık harcamaları dışında Ermenilere nakdi olarak 3.166.000 kuruş yardım yaptı. Yine American Committe for Armenian and Syrian Relief ile Near East Relief gibi kuruluşların Ermeni göçmenlere sağlık, yiyecek-içecek yardımlarına izin verildi.
Bu arada Osmanlı yönetimi, çok sayıda Ermeni'yi de tehcir kapsamına almadı. Nitekim Katolik, Protestan ve din değiştiren Ermenilerle savaş bölgesi dışındakiler, başlangıçta tehcir edilmedi. Yine diplomatik dokunulmazlığı olanlar, asker, subay, sağlık personeli, milletvekilleri ve aileleriyle birlikte tüccarlar, zanaatkarlar, devlet adına üretim yapan işçiler, reji idaresi çalışanları, Düyûn-ı Umumiye memurları, öğretmenler, hastalar, engelliler, kimsesiz kadın ve çocuklar tehcirden muaf tutuldu. Ayrıca sevk ve iskan kanunu ile yalnız Ermeniler değil Rum, Arap ve diğer Müslüman veya gayrimüslim unsurlarında yerleri değiştirildi. Bu bize sevk ve iskan uygulamasının etnik kimlik esasına göre değil savaşın getirdiği zorunluluklar nedeniyle uygulandığını göstermektedir. Göçmenlere nakilleri sırasında veya iskan yerlerinde yapılacak saldırı ve suiistimaller önlenmeye çalışıldı. Kürt çeteleri, Arap çeteleri ve asker kaçakları göçmen kafilelerine saldırılar yaptı. Bir yıl kadar sürdükten sonra 15 Mart 1916'da Ermeniler'in sevk ve iskan uygulamasına son verildi. Tehcir edilen Ermeniler'in sayısı Talat Paşa'nın defterine göre 900.000'i aşıyordu.
Ağır savaş şartlarında göç kafilelerinin güvenliğinin yeterince sağlanamadı. Kafilelere saldıranlar kimliğine bakılmaksızın Divan-ı Harbi Örfilerde muhakeme edildi. 1915-1916 yıllarında 1673 kişi mahkemelerde hüküm giydi. Bunlardan 67 kişi idam, 524 kişi hapis, 68 kişi kürek, para, pranga, ve sürgün cezalarına çarptırıldı. Yargılananların 528'i kamu görevlisiydi.
Ermeni tehciri sırasında yapılan saldırılar, güvenlik zafiyetleri, ekonomik yetersizlikler, iklim koşulları, ulaşım zorlukları ve salgın hastalıklar nedeniyle 250.000 civarında Ermeni kaybının olduğu tahmin edilmektedir. İki yıl sonra tehcir edilen Ermeni, Rum ve Araplar'ın yol masrafları karşılanarak geri dönüşlerine izin verildi.
YAZAR
Süleyman Beyoğlu