Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi İdealizm (Felsefe) Nedir?

        En genel anlamıyla materyalizme karşıt olarak gerçekliğin özü itibarıyla ruhsal olduğunu söyleyen felsefi görüştür. Terim, gerçek olanın zihin ve zihinsel türden olduğunu, buradan hareketle de var olduğu söylenebilecek her şeyin öncelikle zihin ve zihinsel türden şeyler olduğunu iddia etmek manasında kullanılır. Kelime Eski Yunanca "eídos" (görünüş) kelimesinden türetilmiş olup ve kelime Homeros metinlerinde cismin görünüşü veya biçimi anlamında kullanılmıştır. Platon'daki (ö. MÖ 348/7) idea anlayışının oluşumunda daha önceki düşünür ve felsefi anlayışların etkisinden bahsedilirse de duyulur şeylerin (aisthêta) varlığı veya bilgisinin nedeni olarak aşkın, bölünmez, öncesiz-sonrasız eidê (idealar) lar, Platon metafiziğinin merkezini oluştururlar. Eserlerinde ideaların varlığına dair bir kanıt sunulmasa da farklı metotlarla akıl yetisi (nous) aracılığı ile bilinebileceği gösterilmeye çalışılır.

        Terimin düşünce tarihinde çok sayıda temsilcisi ve birbirinden farklı şekilleri bulunmaktadır. Fakat kavramın düşünce tarihinde Platon'la köklenen ve özellikle G.W. Friedrich Hegel'le (ö. 1831) doruğa ulaştığı iddia edilebilecek bir serüveni söz konusudur. Terimi maddecilik ve idealizm ayrımı şeklinde ilk kullananın G. Wilhelm Leibniz (ö. 1716) olduğu kabul edilir. Terimin, felsefenin disiplinlerinde az çok farklılaşan başka terimlere de kaynaklık etmesi söz konusudur. Buna göre, maddi-fiziksel dünya, görünüşlerden ibaret olup "gerçek olan sadece idelerdir" anlayışı metafizik idealizm; "bilgi, bilenin zihin süreçleri veya zihin niteliklerinin organizasyonudur" anlayışı bilgi kuramsal idealizm; "insan her hangi bir çıkar gözetmeksizin değerli veya yüce kabul edilen bir gayeye/ideale uygun bir hayat tanzim ederek yaşamalıdır" anlayışı etik idealizm; "sanat, dünyanın yeniden herhangi bir biçimde yaratılması-yansıtılmasından ziyade yüce olanın ve yüce olanın düşüncede biçimlendirilerek yansıtılmasıdır" anlayışı, estetik idealizm şeklinde adlandırılır.

        İdealizm, yalın haliyle herhangi bir konu ya da açıklamayı zihin/akıl/ruh ile yapıp maddi/fiziksel olanı reddetmek ya da varoluşunu ve değerini tamamen ona bağlamak şeklinde anlaşılabilir. Bu nedenle felsefe tarihinde idealizme referans, doğrudan ya da dolaylı surette Platoncu metafizik idealizm olarak gösterilebilir. Varolan her şeyin ezeli, ebedi ve mükemmel örnekler olan tümel idelerin yansımaları olduğu ve bu nedenle maddi dünyanın yansımadan/gölgeden başka bir şey olmadığı şeklinde özetlenebilecek idealar kuramı, Orta Çağ'da Tanrı ve Tanrı bilgisi olarak felsefi açıklamalarda idealist anlayışın devamı olarak kabul edilebilir.

        Felsefe tarihi ve felsefeye giriş türündeki eserlerde idealizm çoğunlukla öznel idealizm, nesnel veya mutlak idealizm, transendental (aşkın/deneyüstü) idealizm, septik idealizm gibi başlıklarla açıklanır. Buna göre idealizm daha çok modern felsefe sorunlarındaki açıklamalar bağlamında örneklendirilmiş olmaktadır. Özellikle bilgi ve varlık hakkındaki açıklamalar söz konusu olduğunda George Berkeley (ö. 1753), Immanuel Kant (ö. 1804) ve Hegel'in (ö. 1831) temsilcisi oldukları idealizmler öne çıkartılır.

        Öznel idealizmin temsilcisi olan Berkeley'e göre zihin dışındaki nesneleri, onlardan edindiğimizi iddia ettiğimiz duyusal görünüşler sayesinde fark ederiz. Bu nedenle mesela bir kirazın varlığından söz etmek, hakikatte zihindeki algılarının toplamından söz etmek demektir. Dolayısıyla şeyleri onlara atfettiğimiz niteliklere dair duyu verilerinden soyutlayarak kavrayamayız. Bu durumda da zihin tarafından algılanmayan şeylerin var olduğundan söz edilemez. Öyle ise var olmak, algılanmış olmaktır. Diğer taraftan her şeyin onu algılayan sınırlı bir zihin olmadan da var olması veya varolduğunun kabul edilmesi, her şeyi her an düşünen /algılayan bir Tanrı'nın var olmasından dolayıdır. Berkeley'in idealizmi, dolayımsız bilebildiğimiz tek şeyin zihin içerikleri (ide) olduğu düşüncesine dayanır. Bu yüzden Berkeley nazarında özne, varlığın varoluşunun gerekçesi olduğundan öznel idealisttir. Ayrıca bu tür idealizm kavrayışlarına içkin (immanent) idealizm de denir.

        Felsefi görüşleri sonrasında ulusuna özgü bir idealizmin oluşmasına (Alman İdealizmi) etki etmiş olan Kant ise aşkın (transendental) idealist görüşü temsil eder. Ona göre insan belli bilişsel özelliklerde dünyaya gelir. Bu nitelikler varlığa veya fizik dünyaya dair bilgimizi belirler. Kendi deyişi ile insanlar dünyaya mavi camlı bir gözlükle gelmiş olsalardı her şeyi doğal olarak mavinin tonlarında algılayacaklardı. Mavi gözlük misali gibi insanlar da dünyaya birtakım zihin kalıpları (kategoriler) ve denemelerimizi içinde gerçekleştirdiğimiz ancak kendileri deneyimlenemeyen zaman ve mekan formaları ile gelirler. Böylece bir tarafta insan zihni veya biliş yetileri, diğer tarafta zihnin dışındaki dünya, bilginin iki tarafını oluşturur. Diğer bir deyişle deneyimlerimize konu olan ancak deneyimlerimizden bağımsız ve ne oldukları hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğimiz kendilikler (noumena) ile onlardan deneyim formları içinde kategorilere yerleştirdiğimiz duyumlarla meydana getirilen görünüşler (fenomen) söz konusudur. Fakat şeyleri (kendiliklerin) veya duyarlığımızın alıcılığından (receptivity) ayrı olarak noumenaların ne olduklarını (doğaları) bilemeyiz. Onlar yani bizim fiziksel var olanlar dediğimiz şeyler, bir formu uzay olan duyarlığımızın (sensibility) temsillerinden başka bir şey değildir. Şüphesiz görünüşler (fenomen) kendiliklerinden var olamaz. Fakat onların kendiliklerin etkisi ile oluştuğuna dair bir kanıta da sahip değiliz. Bu nedenle fenomenler, sadece duyarlığa sahip olduğu kadarıyla özneye göre var olabilirler. Bu açıdan fenomenlerin bize sunulan kendilerinde şeyler değil, aksine kimsenin bilmediği bilinmez nesnenin sadece görünümleri olduğunu, hareketin bu bilinmeyen nedenin etkisi olmayıp duyularımız üzerindeki etkisinin görünümü olduğunu; buna bağlı olarak bunlardan hiçbirinin bizim dışımızdaki bir şey olmadığını, ikisinin de yalnızca bizdeki temsiller olduğunu dikkate almalıyız. Kant'a göre ne cisimler ne de hareketler dışımızdaki şeylerdir; yalnızca içimizdeki tasarımlardır ve dolayısıyla bizdeki tasarımları üreten şey maddenin hareketi değildir. Aksine hareketin kendisi ve dolayısıyla kendini onunla bilinir kılan madde yalnızca tasarımdır. Kant, sonrasında Alman idealizmi şeklinde bir başlık altında toplanan farklı idealizm anlayışlarının gelişimine sebep olmuştur. Özellikle aşkın ben kavramına dayanan Fichte'nin öznel idealizmi, doğa ve tin aklın yapı ve işleyiş bağlamında özdeştir anlayışı ile Schelling'in nesnel idealizmi ve evrensel düşünce ile varlığı özdeş kabul eden anlayışı ile Hegel'in nesnel/mutlak idealizmleri birbirinden ayrı surette incelenir. Bunlardan Hegel hem idealizmin hem de mutlak veya nesnel idealizm adı verilen bir düşüncenin -Leibniz dışarıda tutulduğunda- temsilcisi olarak ayrı bir yere sahiptir. Birbirinden farklı olsalar da üç anlayış varlığın ya da dünyanın ancak kavramların bir anlamda somutlandığı, zihinde açıklanabileceği iddiasında buluşur.

        Hegel'in idealizmini en net şekilde tüm felsefesini de kuşatan ya da özetleyen akli olan vardır ve var olan aklidir cümlesi ile özetlemek mümkündür. Fakat onun akıl derken kastettiği bireysel değil, evrensel akıldır ve onun terminolojisindeki adı "Geist"tır. Dolayısıyla Hegel'de düşünen Geist'tır ve o kendini değişme ve gelişme olarak açar. Buna göre her şey Geist'ın (bu terim ruh ya da tin kelimesiyle karşılanmaktadır) kendini açmasından veya kendisinden başka bir şeye dönüşmesinden başka bir şey değildir. Sonuçta oluş dünyası da Geist'ın yine kendi olma sürecinden başka bir şey değildir. Her şey, doğal dünyadan devlet, ahlak, felsefe sanata, "mutlak zihnin" (düşüncenin ya da ideanın) türevidir. Dolayısıyla varlık dendiği zaman anlaşılması gereken evrensel tin ve onun işleyiş biçiminden (diyalektik) başka bir şey değildir. Evren ve tin ayrı şeyler olmadığı gibi Hegel'e göre insanın düşünmesi de mutlak tinin düşünmesidir.

        20. yüzyılda da idealizmi felsefelerinden yansıtan F. Herbert Bradley (ö. 1924), J. M. Ellis McTaggart (ö. 1925), Benedetto Croce (ö. 1952), Giovanni Gentile (ö. 1944) gibi isimlerden söz etmek mümkündür.

        İdealizmin temel iddialarını özetle şu yargılarla ifade etmek mümkündür:

        Duyumlarımıza konu olan fiziksel dünya görünüşlerden ibarettir. Evrendeki yasalar bizim ahlaksal ve zihinsel yapımızın talepleri ile uyum halindedir. Düşüncesine sahip olmadan hiçbir nesneye göndermede bulunulamaz. Doğal dünyanın içinde ya da onu aşkın tinsel/zihinsel güçler söz konusudur. İnsan sadece bilincindeki bilir. Özellikle mutlak idealizmde Tanrı varlığın temelidir.

        YAZAR

        Rahmi Karakuş

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa