Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin'in (ö. 681) yakınlarıyla birlikte Kerbela'da siyasi emeller uğruna Emevi iktidarı tarafından şehit edilmesi, Müslüman toplumların vicdanlarında derin yaralar açmış ve bu elim facianın vuku bulmasından günümüze değin Ehl-i Beyt'i ve Kerbela hadisesini konu edinen eserler kaleme alınmıştır. Kerbela'da şehit edilenlerin "susuz bırakılmaları" ve "akıl almaz zulümlere maruz kalmaları" Müslüman toplumların edebiyatında zamanla mazmun olarak kullanılmıştır.
Ehl-i Beyt'i ve Kerbela hadisesi üzerine ilk önce mersiyelerin yazıldığı, daha sonraları tarih, ahbar ve ensab kitaplarında bir bölümün ayrıldığı görülür. Zaman içerisinde "maktel-i Hüseyin" adı verilen müstakil risaleler/ kitaplar yazılmaya başlanmıştır.
Kaynaklara göre ilk telif edilen maktel, Cabir el-Cûfi'nin (ö. 746) Maktelü'l-Hüseyin adlı eseridir. Günümüze ulaşmayan bu maktelden sonra Ebû Mihnef (ö. 774) tarafından yazılan Maktelü'l-Hüseyin adlı eser, İslam tarihi ve ensab kitaplarına kaynaklık etmesi yanında Muharrem'in ilk on gününün her birinde okunması maksadıyla on bölüm halinde tertip edilmesiyle kendisinden sonraki eserlere muhteva ve kompozisyon açısından örnek teşkil etmiştir.
10. yüzyıldan itibaren Arap edebiyatında tarihi/ biyografik makteller fazla görülmediği gibi daha sonra yazılan eserlerin neredeyse tamamının Hz. Hüseyin ve yakınlarının şehadetinden bahsettiği dikkat çekmektedir. Bu dönemde tarih kitaplarından faydalanılarak kaleme alınan makteller, esas olarak tarihi hakikatlere bağlı kalmakla beraber okuyucuları daha fazla etkilemek adına yer yer efsanevi unsurlar ve mûcizevi inanışlarla dolu içerikleri, konuyu ele alış ve işleyiş biçimleriyle daha ziyade edebi eser hüviyetine bürünmüşlerdir.
Bu eserlerin zamanla halk arasında beğenilip okunmasına önlem alma ihtiyacı duyan Emeviler, Hz. Hüseyin'e duyulan muhabbeti bastırmak, Muharrem ayında halkın matem tutmasını unutturmak ve bu nevi faaliyetlerden halkı vazgeçirmek için aslı olmayan menkıbeler ve rivayetler uydurmuşlardır. Zamanla Emeviler tarafından uydurulan bu rivayetlerin edebi eserlere de sirayet ettiği, tarihi kaynaklarda zikredilen menkıbelerin tahlil edilmeden edebi eserlere dahil edildiği görülmektedir.
Arap edebiyatında Ebü'l-Esved ed-Düeli (ö. 688), Ferezdak (ö. 732), Süfyan b. Mus'ab (ö. 794), Kümeyt el-Esedi (ö. 744), Seyyid el-Himyeri (ö. 789), Şerif er-Radi (ö. 1015), İbn Hani el-Endelüsi (ö. 973), Ebû Firas el-Hamdani (ö. 968), Sahib b. Abbad (ö. 995), gibi şairler bu konuda ilk akla gelen isimlerdir.
Fars edebiyatında ilk önemli maktel, hadis alimi Hüseyin Vaiz Kaşifi'nin (ö. 1504/1505) Herat'ta 908/1502'de kaleme aldığı Ravzatü'ş-Şüheda adlı eseridir. Kaşifi'nin bu eseri Safeviler sonrası Şii İran'da "ravza" denilen taziye merasimlerinde ezbere okumaya başlanmasıyla "ravzahanlık" müessesi ortaya çıkmıştır. Bundan başka Bela vü İbtila, Matemgede, Dastan-ı Gam, Esrarü'ş-şehade ve Ḥikmet-i Şehadet adlı eserler Fars edebiyatının önde gelen maktelleridir.
Bu yazılı kültür ve Kerbela gelenekleri zamanla diğer toplumlara geçtiği gibi Anadolu sahası Türk edebiyatında da kendini göstermiştir. Türk edebiyatının ilk mesnevisi Kutadgu Bilig'den Aşık Paşa'nın (ö. 1332) Garibname'sine kadar bütün mesnevilerde Hz. Hüseyin, bazen Dört Halife'den sonra Hz. Hasan (ö. 669) ile birlikte bazen de Hz. Fatıma (ö. 632), Hz. Ali (ö. 661), Hz. Hamza (ö. 625) ve Hz. Abbas (ö. 653) ile beraber anlatılmıştır. Keza Anadolu'da okunan Saltuk-name, Müseyyeb Gazi, Battal Gazi gibi mensur eserlerde bu konu geniş yer bulurken telif ve tercüme eserler de Türkçeye kazandırılmıştır. Bu bağlamda Fuzûli (ö. 1556), Aşık Çelebi (ö. 1572) ve Cami-i Mısri'nin (ö. ?), Ravzatü'ş-Şüheda tercümeleri bu türde halk arasında çok okunan eserlerin başında gelmektedir.
Anadolu sahasında Yusûf-ı Meddah (ö. ?) tarafından telif edilen ilk Maktel-i Hüseyin 763/1362 yılında Kastamonu'da tamamlanmıştır.
Kerbela edebiyatına Türklerin katkısının ve o bağlamda gelişen gelenekleri benimsemelerinin tarihi epeyce erken tarihlere rastlamaktadır. Bu açıdan Türk edebiyatında Arap ve Fars edebiyatından daha nitelikli eserler vücuda getirildiği söylenebilir. Yûsuf-ı Meddah'ın eserinden başka Yahya b. Bahşi'nin (ö. ?) Maktel-i Hüseyin Lamii Çelebi'nin (ö. 1532) Kitab-ı Maktel-i Al-i Resûl ve Hacı Nûreddin Efendi'nin (ö. ?) Maktel-i Hüseyin'i bu alanda telif edilmiş manzum eserlerdir.
Maktellerin haricindeki manzum olarak yazılan mersiye, Muharremiye türündeki eserler de Türk edebiyatında geniş bir yekûn tutmaktadır. Halkın da Muharrem ayında okuması için 19. yüzyıldan itibaren mersiyelerden meydana gelen mecmualar yayınlanmıştır. Türk edebiyatında Kerbela konusunu işleyen bütün eserlerde neredeyse istisnasız olarak Hz. Hüseyin "şehitlerin efendisi", "hak yolunda zulme karşı kıyam eden imam", "mazlum", "Resul'ün goncası", "yüce ahlaka sahip bir şahsiyet" olarak tavsif edilmektedir. Buna mukabil Yezid ise "lain", "pelid", "anid", "kafir" olarak tanımlanmaktadır.
Hz. Peygamber'in neslini devam ettirmesi, Ehl-i Beyt'in beş rüknünden biri, Hz. Hasan ve Hüseyin'in annesi olması dolayısıyla Hz. Fatıma ve eşi Hz. Ali hakkında yazılmış mevlid, menakıbname türünde eserler de mevcuttur. Ayrıca manzum yazılmış eserlerin girişindeki naat bölümünde Ehl-i Beyt başlığı altında genellikle Al-i Aba'nın fazileti anlatıldığı görülmektedir. Osmanlı hat sanatında Al-i Aba, Ehl-i Beyt önderlerinin Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hz. Hasan ile Hüseyin adlarının birlikte yazıldığı manzum ve mensur istifler bulunmaktadır.
Bütün bu edebi ve kültürel miras tarihimizdeki ve milletimizin gönlündeki Ehl-i Beyt muhabbetinin derinliğini ve yoğunluğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir.
YAZAR
Müslüm Yılmaz