Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Fransa, aşırı sağ ve Türkiye
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün gece sona eren Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde pek çok ülkede aşırı sağın güç kazanması, ilk sonucunu Fransa’da verdi. Aşırı sağcı Ulusal Birlik Parti’nin yüzde 31.5 oy alması, Cumhurbaşkanı Macron’un seçim kararı almasına neden oldu. Almanya ve daha pek çok ülkede aynı oranlarda olmasa bile benzeri sonuçlar var. Aynı gün genel seçim de yapan Belçika’da bölünmeyi savunan Flaman milliyetçileri seçimin galibi oldu. Başbakan istifa etti.

        Bu tartışma zaten sadece AB’nin değil, tüm dünyanın gündeminde uzun süredir devam ediyor. Bunları kısaca aktardıktan sonra, Türkiye’de milliyetçilik üzerinden yapılan tartışmalara ve siyasi sonuçlarına değinmek istiyorum.

        2023 Mayıs seçimleri, gerek seçime farklı ittifaklarda giren milliyetçi ve ülkücü kökenli partilerin toplamda ulaştığı oy, gerekse ilk turda bir milliyetçi adayın aldığı oyun süreci ikinci tura taşıması üzerinden hayli konuşuldu. Ancak 2023 sonuçlarının ardından yapılan iki değerlendirmeye katılmadığımı belirtmek istiyorum. Birincisi, toplamda yüzde 23-24’lere ulaşan ‘milliyetçi oylar’ üzerinden, siyasi merkezde bunları derleyip toparlayan bir partinin ortaya çıkacağı iddiası. Nitekim buna talip olduğunu söyleyen siyasetçiler de oldu o günlerde.

        İkincisi, bu artış ya da yükselişin tamamen geçici ve dönemsel olduğu yönündeki yaklaşımlar. Buna katılmak da mümkün değil. Hatta 2024 yerel seçimlerinde ortaya çıkan sonuçlar üzerinden “Hani milliyetçilik yükseliyordu, işte gördüğünüz gibi çöktü” gibisinden tuhaf yaklaşımlara tanık olduk. Çöken bir şey yok, aksine çok kuvvetlenen bir siyasi damar var. Elbette farklı tanımlarla. İspatı kolay. Türkiye'de geleceğe dair adı öne çıkan ve yeni siyaset iddiasında olan hiç kimse kendisini milliyetçilik olmaksızın tarif edemez.

        BAZEN KİMLİK, BAZEN SIĞINAK

        Öncelikle bizdeki milliyetçilik, farklı tanım, bakış açıları ve siyasi vurgulara sahip. Zaten ortaya çıkan partilerin sayısı da tam olarak buna işaret ediyor. Ancak genel anlamda kimliğini ‘milliyetçi’ olarak tanımlayanların sayısı bahsettiğimiz yüzde 23-24’lerden çok daha yüksek. Çünkü bu kimliği taşınabilir kılan sorunlar artıyor. Bu yönüyle bazen bir sığınak, bazen de tırmanan sorunlar karşısında bir refleks olarak şekilleniyor.

        Hiç kuşku yok, küresel olanın yereli ezdiği bir dünyada yaşadığımızı düşünenlerin sayısı giderek artıyor. Bununla kuvvetli bir bağı olan diğer başlık, kültürel farklılık ve çeşitliliğin aynı düzeyde bir tehdit olarak algılanmaya başlanması. En büyük alanı “göç ve mülteciler” sorunu oluşturuyor elbette. Göç edenin, geçmişi, uyumu ya da ne denli yerleşik bir unsur olduğu bu tepkileri azaltmaya yetmiyor. Çünkü yoksullaşmanın getirdiği atmosferde, göçün yerleşik değerlere yönelik bir tehdit olduğu çok güçlü bir kabul.

        Fransa’da uzun yıllardır bağıra çağıra gelen aşırı sağın, şimdi haritayı kahverengine büründürmesi, göçmenler ve elbette benzer bir parantezde İslamofobi’nin getirdiği bir sonuç. Avrupa’daki bu aşırılığın , milyonlarca insanı oralarda yaşayan bizler için ayrı bir sorun olduğunu da unutmayalım. Şu ana kadar olduğundan çok daha sıkıntılı süreçlerle karşılaşmaları muhtemel.

        MHP VE İYİ PARTİ FARKI

        Bizdeki tartışmalarda, toplumdan geniş ölçüde destek alan siyasi partilerin, en başta MHP’nin ırk temelli bir milliyetçilik tanımından yola çıkmadığına sıkça vurgu yapılıyor. Bu gerçekten çok haklı ve önemli bir nokta. Dolayısıyla MHP üzerinden bir “aşırı sağ” benzetmesi ya da kurgusu yapmak, bunu Avrupa’daki örneklerle aynı parantezde anlamaya çalışmak sağlıklı değil. Şu sıralarda ciddi sorunlar yaşayan İYİ Parti’nin de, iki genel seçimde ortalama yüzde 10 oy aldığı dikkate alınırsa, nasıl bir milliyetçilik tanımına sahip olduğu önemli. Net olarak ortaya koyamasa bile İYİ Parti vatandaşlık temelinde, ayrıca daha seküler tonla yola çıktı. Nitekim 2018 ve 2023 genel seçimlerinde oy aldığı yerlerin analizi bunu gösteriyor. Kısmen şehirli ve önemli ölçüde kıyı bölgelerinde karşılık bulan bir siyaset.

        Her iki partinin de ırk temelli bir yaklaşımının olmaması, Türkiye’de mevcut mülteciler meselesinin, böyle alanlar üretmeyeceği manasına gelmiyor elbette. Nitekim Zafer Partisi’nin kendisine bulduğu siyasi alan ve yükselme potansiyeli bunu gösteriyor.

        Peki farklı tanım arayışlarına ve daha yolun başında aldığı desteğe rağmen İYİ Parti neden gücünü koruyamadı ve 2024 sandığında oylarını CHP’ye kaptırdı. Birincisi MHP gibi tanımları yerli yerine oturmuş ve hedefleri net bir görüntüye sahip değildi. İkincisi, bu partiyi farklı bir seçenek olarak gören muhalif, seküler ve şehirli seçmen, yerel yönetimlerde AK Parti’ye yönelmedi. Partisinin kurmadığı ittifakı sandıkta gerçekleştirdi. Bugünlerde parti içindeki parçalı görüntü, Meral Akşener’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaretinin bu denli sert tartışmalara konu olması bu sürecin devamı.

        AK PARTİ KİMİNLE DEĞİŞECEK?

        Güncel olarak bu tartışmaların parçası olan bir diğer konu, AK Parti’nin 2024 sonuçlarından sonra kendisine dair yeni bir tanım gayretinde olup olmayacağı. Herkes değişim diyor, bu talep gerçekten çok güçlü hissediliyor. Fakat herkesin talepleri böyle bir söylem arayışını destekleyecek yerde mi duruyor? İşte burası belirleyici bir nokta.

        Gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, gerekse de MHP lideri Devlet Bahçeli, Cumhur İttifakı’nın devamı konusunda çok güçlü mesajlar veriyor. Erdoğan’ın 2028’e doğru gidilirken ortaya koyacağı değişim haritasının, MHP’nin de içinde olduğu bir zeminde gerçekleşmesi şu an için güçlü bir ihtimal. Ancak ağırlık merkezinin CHP ile yürüyen temaslara ve müzakere sürecine kaydığı da bir başka gerçek.

        Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, özellikle karar alma mekanizmalarının hızlı, güçlü ve donanımlı hale gelmesi için önemli bir tercihti. Hala da öyle. Ancak mevcut durumda ortaya çıkan aşırı merkeziyetçi tablo geleceğe dair ciddi bir sorun. Bir yeni anayasa arayış ve müzakeresinde bunu dikkate almak fazlasıyla elzem.